Osman Nûri Topbaş Hocaefendi, Peygamber -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- Efendimiz'in “Bana on Âyet indirildi ki kim bu ayetlerin muktezasında yaşarsa cennete girer” buyurduğu ayetleri anlatıyor.


RABBİMİZ BİZİ CENNETE DAVET EDİYOR

CenÂb-ı Hak nasıl bizi davet ediyor Cennet ’e?

Kalb-i selîm istiyor.

اِلَّا مَنْ اَتَى اللّٰهَ بِقَلْبٍ سَلِيمٍ

(“...Ancak AllÂhʼa kalb-i selîm (temiz bir kalp) ile gelenler (o gunde fayda bulur).” [eş-ŞuarÂ, 89])

Yani rafine olmuş… Nasıl insan, doğuşta tertemiz doğdu, oyle tertemiz bir yurekle CenÂb-ı Hak huzûruna istiyor. İbadetler, tÂat, muÂmelÂt, o hÂle gelecek.

Kalb-i munîb istiyor -Kāf Sûresi ’nde-. Hayır-şer o kalpte netleşecek. Şerden, ateşten kacar gibi kacacak.

Nefs-i mutmainne istiyor Ve ’l-Fecri ’de. Allah ne verdi? Goz verdi, kulak verdi, beden verdi, mal verdi, mulk verdi, guc verdi, hepsini Allah yolunda kullanabilmek.

Değişen şartlarda rÂdıyye/Allah ’tan rÂzı olmak, merdıyye/AllÂh ’ın da ondan rÂzı olması ve “Cennet ’ime gir.” (el-Fecr, 30) buyuruyor. Bir Cennet vizesi cıkıyor.

Gelelim okunan Âyet-i kerîmeye -Mu ’minûn Sûresi ’ne-:

MU'MİNLER FELÂHA ERDİ AYET-İ KERÎMESİ

Hazret-i Omer -radıyallÂhu anh- buyuruyor:

“Fısıltı gibi bir ses geldi diyor, arı fısıltısı gibi diyor. (Bazen vahiyler, arı vızıltısı gibi gelirdi.) Allah Rasûlu ’nun yanağının civarından bir fısıltı geldi diyor. Allah Rasûlu ’nun şekli-şemÂili değişti diyor. Biz anladık ki vahiy geldi Efendimiz ’e, vahiy geliyor. Ondan sonra bitti, Efendimiz eski hÂline dondu. Kıbleye dondu, ellerini kaldırdı, du etti:

«–Y Rabbi, bizi coğalt, eksiltme. Değerimizi artır, hakir eyleme!.. Mahrum eyleme!.. RÂzı ol, rÂzı ol…” diye du etti. Ondan sonra buyurdu ki:

«–Bana on Âyet indirildi. Kim bu Âyetler muktezÂsınca yaşarsa Cennet ’e girer.»

(İşte bu Âyetler neler, şimdi?)

Ardından, (bu okunan bu) Mu ’minûn Sûresi ’nin Âyetlerini okudu.” (Bkz. Tirmizî, Tefsîr, 23:1)

İlk Âyet:

قَدْ اَفْلَحَ الْمُؤْمِنُونَ

“Muʼminler felÂh buldu.” (el-Muʼminûn, 1)

İnsan, zorluktan gectiği zaman “felÂh buldu” denir. Cicek bahcesinde gezen bir insana “felÂh buldu” denmez. Ucurumun kenarında gezip, ağır şeylerden gecip de kurtulana “felÂh buldu” denir.

“اَفْلَحَ, مُفْلِحُونَ, تُفْلِحُونَ” geciyor. Kırk yerde geciyor. “Mu ’minler felÂh buldu.”

KUR'ÂN'DA GECEN EMİRLER

Ne gibi emirler var Kur ’Ân-ı Kerîm ’de?

99 yerde namaz var.

Efendimiz vefÂt ederken de iki şey uzerinde cok durdu. RÂvî diyor:

“Efendimiz ’in sesi kısıldı. Yine devam ediyordu tebligÂtına:

«Namaz, namaz, namaz…» birincisi, uc sefer dedi. Ondan sonra;

«Emrinizin altındakilerin hukukuna dikkat edin.» kul hakkına dikkat edin.” (Bkz. Beyhakî, Şuab, VII, 477)

Oruc, 13 yerde geciyor.

لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ

(“…Umulur ki takv sahibi olursunuz.” [el-Bakara, 183])

Gozune oruc, kulağına, oruc, midene oruc… “…Umulur ki takv sahibi olursun.” Umulur ki kurtulursun buyruluyor.

ZekÂt, sadaka, infak 72 yerde geciyor hepsinin toplamı. Bu da CenÂb-ı Hakk ’a yakınlığı ifade ediyor.

لَنْ تَنَالُوا الْبِرَّ حَتّٰى تُنْفِقُوا مِمَّا تُحِبُّونَ

“Sevdiklerinizden vermedikce, birre (AllÂh ’a) yaklaşamazsınız.” (Âl-i İmrÂn, 92) CenÂb-ı Hak buyuruyor. Sevdiğinden vereceksin.

İhsan geciyor 194 yerde. İhsan, ilÂhî kameranın altında olduğunun idrÂki icinde olacağız.

وَهُوَ مَعَكُمْ اَيْنَ مَا كُنْتُمْ

(“Nerede olsanız, O sizinle beraberdir.” [el-Hadîd, 4])

Nereye gitsen, Allah seninle beraber. Bunun idrÂki icinde olacaksın. Allah muteÂl; zamandan-mekÂndan munezzeh.

Bir de ikram ehli olacaksın.

Tefekkur 137 yerde geciyor. Yani kalbin terakkî edecek. Kalbin terakkî neticesinde şeytÂnî vitrinler seyretmeyeceksin, RahmÂnî vitrinler seyredeceksin. Her gorduğun şeyde CenÂb-ı Hakk ’ın nîmetini hatırlayacaksın. O ’nun her verdiği nîmetin hikmet tarafını hatırlayacaksın.

Bir yumurta yerken; “Aman y Rabbi!” diyeceksin. “Nasıl bir fabrika bu? Kendisi icin yapmıyor bu yumurtayı, bizim icin yapıyor. İcinde ne kadar protein var, ne kadar kalsiyum var, hayvan bilmiyor. Bizim ihtiyacımıza gore…”

Sut oyle. Butun yiyecekler oyle. Bu şuur ve idrakle dÂim ilÂhî vitrinler seyredecek.

EvlÂdına baktığı zaman, evlÂdını seyredecek. Babanın bir rolu var mı, ananın bir rolu var mı? Kaderini anası babası mı, şeklini bicimini anası-babası mı verdi?

VelhÂsıl dÂim kul zikrini artıracak; “Aman y Rabbi!” diyecek. Tefekkuru artacak.

“Ey îmÂn edenler!” 80 kusur yerde geciyor. CenÂb-ı Hak kullarına hitap ediyor, muhatap alıyor kullarını. Yani HÂlık, kullarını kendisine muhatap alıyor.

VelhÂsıl mu ’min, kÂmil bir mu ’min olacak.

AhyÂr sıfatında olacak, yani takv ile ibadet ve nÂfilelere de ehemmiyet verecek. RûhÂniyette merhaleler kazanacak.

EbrÂr sıfatında olacak. Nefsini terbiye icin hizmetlere koşacak. İşte BahÂuddîn Nakşibend Hazretleri yedi sene hayvanlara, hasta hayvanlara hizmet etti, yolları temizledi, hastaların imdadına koştu.

ŞuttÂr sıfatında olacak. Hakk ’a vuslat yolunda ibadet ve hizmet vazifelerini aşk, vecd ve istiğrakla yapacak, sevinerek yapacak. CÂmiye sevinerek koşacak. Bir musluman kardeşinin derdini sevinerek halledecek.

VelhÂsıl ibadetleri sevecek. MuÂşeret ve ahlÂk kÂidelerine dikkat edecek. Hak-hukuk karşısında titizlik gosterecek. Hizmet ehli olacak. Tefekkurde derinleşecek. Gozunu ve kalbini şeytÂnî vitrinlerden ve şeytÂnî vesveselerden koruyacak.

قَدْ اَفْلَحَ مَنْ زَكّٰیهَا

(“Nefsini arındıran kurtuluşa ermiştir. [eş-Şems, 9])

İc Âlem temizlenecek.

Bu takv neticesinde ne olacak? Duygulu bir vicdan olacak, yani merhamet tevzî edecek. Şuurda berraklık olacak. DÂim ilÂhî kameranın altında olduğunun idrÂki icinde olacak. “Beyne ’l-havfi ve ’r-recÂ; korku ve umit arasında”… Muvaffakıyetlerde şımarmayacak, zor zamanlarda umitsizliğe duşmeyecek.

İşte gercek tahsil, bu takv tahsili. Tahsil deniyor; dunyaya bu tahsil icin geldik. CenÂb-ı Hakk ’ı tanıyabilme, bize verdiği lûtuflar karşısında bir mukÂbele, bir şukur hÂlinde yaşayabilme…

CenÂb-ı Hak İnsan Sûresi ’nde o kadar “nîmetlerimi sayamazsınız” (Bkz. İbrahim 34, en-Nahl 18) buyuruyor. “İster şukredici ol, istersen nankor ol” (Bkz. el-İnsÂn, 3) diyor, ikisinin de karşılığını bulacaksın.

VelhÂsıl;

وَاتَّقُوا اللّٰهَ وَيُعَلِّمُكُمُ اللّٰهُ

“Siz takv sahibi olun ki Allah size bilmediklerinizi oğretiyor.” (el-Bakara, 282) buyruluyor. Yani mÂrifetullahtan nasipler veriyor.

Yine CenÂb-ı Hak buyuruyor:

“Mu ’minler ancak Allah zikredildiği zaman «وَجِلَتْ قُلُوبُهُمْ» kalpleri titrer...” (el-EnfÂl, 2) buyuruyor. “Aman y Rabbi!” Bir urperti, hesap vereceğiz. Her zerrenin hesabını vereceğiz.

“Allah anıldığı zaman kalpleri titrer.”

Verdiği nîmetleri duşun: İslÂm nîmetini duşuneceksin. Nicin geldin dunyaya? Kimin mulkundesin, nereye, geliş niye, gidiş niye?..

“…AllÂh ’ın Âyetleri okunduğu zaman îmanları artar...” (el-EnfÂl, 2) CenÂb-ı Hak buyuruyor.

DÂim ashÂb-ı kirÂm bu idrak icindeydi. Hazret-i Omer diyor:

“Sanki gokten bir sofra indi zannederdik bir Âyet indiği zaman. CenÂb-ı Hakk ’ın rızÂsını nasıl tahsil ederiz derdik bu Âyette?”

Eve gittiğimiz zaman hanımlarımız derdi ki bize;

“–Bugun hangi Âyet indi?”

Yani Şam ’dan ne kervan geldi, ne gitti, ne kumaş geldi, onu sormazlardı, bugun ne Âyet indi?..

Esas hayat, Âhiret hayatı cunku.

Sabahleyin giderlerken;

“–Sakın bize haram lokma getirme! Biz dunyada her şeye katlanırız ama Cehennem azÂbına katlanamayız.” derlerdi ki Efendimiz ’in terbiyesinde yetişen beyler ve hanımlar.

“İşte onlar gercek mu ’minlerdir…” (el-EnfÂl, 4)

Kimler onlar bir de, gercek mu ’minler?

“…Tevekkul (ve teslîmiyet) icinde olurlar.” (el-EnfÂl, 2)

Başka:

“Namazlarını ikāme ederler. AllÂh ’ın verdiği nîmetlerden de infak ederler.” (Bkz. el-EnfÂl, 3)

“İşte onlar gercek mu ’minlerdir…” (el-EnfÂl, 4) buyuruyor.

Bu beş vasfı bildiriyor CenÂb-ı Hak burada. Daha muhtelif, CenÂb-ı Hakk ’ın bildirdiği, ayrı vasıflar da var.

VelhÂsıl en buyuk tahsil, mÂrifetullah tahsili, CenÂb-ı Hakk ’ı kalpte bilebilmek. Kendini bilirsen, Rabbini de bilirsin.

Nicin dunyaya geldin? Allah seni niye yarattı? Niye sana bu kadar ikramı var?..

Acziyetini bilirsen;

مَنْ عَرَفَ نَفْسَهُ فَقَدْ عَرَفَ رَبَّهُ

(Nefsini bilen, Rabbini de bilir.) Rabbinle dost olmanın yoluna girersin.

CenÂb-ı Hak yine buyuruyor:

“…Hic bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?..” (ez-Zumer, 9) diyor.

Kim, bilenler kim, bilmeyenler kim? CenÂb-ı Hakk ’ın bildirdiği kimseler… CenÂb-ı Hak:

وَاتَّقُوا اللّٰهَ وَيُعَلِّمُكُمُ اللّٰهُ

“Siz takv sahibi olun, Allah size oğretsin.” (el-Bakara, 282) buyuruyor.

Bu ne şekilde olacak?

سَاجِدًا وَقَائِمًا

Seherlerde uyanık olmak. “Secde ve kıyam hÂlinde olmak” seherlerde. (Bkz. ez-Zumer, 9) Onun icin seherler cok muhim. CenÂb-ı Hak davet ediyor.

يَحْذَرُ الْاٰخِرَةَ

Bir “Âhiret endişesi” icinde olacak. (Bkz. ez-Zumer, 9)

Acaba Allah Rasûlu benim yanımda olsa benim bu konuşmama tebessum eder miydi, benim bu hÂlime tebessum eder miydi? Kıldığım bu namazım hoşuna gider miydi O ’nun? Yaptığım bu ibadet, bu sadaka vs… Ben bunu nasıl veriyorum?..

وَيَرْجُوا رَحْمَةَ رَبِّهِ

“İlÂhî rahmet dileği”. (Bkz. ez-Zumer, 9) Devamlı bir du hÂlinde yaşayanlar.

Bunlar demek bilenlerden. CenÂb-ı Hak bunların bilmek icin yolunu acıyor. Neyi bilmek? Kulluğunu bilmek.

Efendimiz ne buyuruyor:

لَا عَيْشَ إِلّٰا عَيْشُ الْآخِرَةِ

“Esas hayat Âhiret hayatıdır.” buyuruyor. (BuhÂrî, Rikāk, 1)

İşte CenÂb-ı Hak:

يَا اَيُّهَا الَّذِينَ اٰمَنُوا اتَّقُوا اللّٰهَ حَقَّ تُقَاتِهِ وَلَا تَمُوتُنَّ اِلَّا وَاَنْتُمْ مُسْلِمُونَ

“Ey îmÂn edenler! Allah ’tan O ’nun azametine (sonsuz gucune) yaraşır şekilde O ’ndan ittikā edin ve ancak muslumanlar olarak can verin.” (Âl-i İmrÂn, 102) buyuruyor. “Can verirsiniz” buyurmuyor, “can verin” buyuruyor.

VelhÂsıl bir hiclik sermayesiyle geldik. NefsÂnî arzuları bertaraf ettikce bu hicliğimizi idrÂk edeceğiz. O hicliğini idrÂk edenler, dÂim hamd, şukur ve zikir hÂlinde bulunurlar.

Efendimiz, Muaz bin Cebel ’i cok severdi. Muaz bin Cebel ’in bir gun tuttu elini, şoyle bir salladı onu.

“–Bak Muaz dedi, her namazdan sonra bu duÂyı yap dedi:

اَللّٰهُمَّ اَعِنِّى عَلٰى ذِكْرِكَ وَشُكْرِكَ وَحُسْنِ عِبَادَتِكَ

(“AllÂhʼım! Senʼi zikretmek, Sana şukretmek ve Sana guzelce kulluk etmek icin bana yardım et.” [Bkz. Ebû DÂvûd, Vitr, 26])

اَللّٰهُمَّ اَعِنِّى عَلٰى ذِكْرِكَ: Yani CenÂb-ı Hakk ’ı unutma hicbir zaman. Unutmazsan kolay. Bir gunaha giremezsin.

وَشُكْرِكَ: DÂim CenÂb-ı Hakk ’a teşekkur hÂlinde ol. Gozun teşekkuru, kulağın teşekkuru, vucudun teşekkuru…

وَحُسْنِ عِبَادَتِكَ: Amellerin de sÂlih ameller olsun. Kalp ve beden Âhengi icinde olsun.

CenÂb-ı Hak ihsÂnını bildiriyor CÂsiye 13. Âyet:

“Biz, goklerde ve yerde ne varsa hepsini kendi katından insanoğluna ÂmÂde…”

Guneş ÂmÂde, Ay ÂmÂde, toprak ÂmÂde…

“…Duşunen bir toplum icin.” buyuruyor. “İbretler vardır.” buyuruyor.

“AllÂh ’ın nîmetini saymaya kalkarsanız onu sayamazsınız...” buyuruyor. (Bkz. İbrahim 34, en-Nahl 18)

En muhim; “Ver gozlerini Âm ol, sana dunyayı verelim.” deseler, “Ver kulağını sağır ol, dunyayı verelim!” Kim değişir? Fakat insan varken duşunemiyor AllÂh ’ın nîmetlerini. İnsan oldukten sonra Âh diyecek, ah o dunya diyecek, ne kadar boş zamanlar gecti, ne kadar ihmÂl ettim!..

CenÂb-ı Hak MunÂfikûn Sûresi ’nin sonunda -hepimiz icin-:

“Olum Ânı gelir de (buyuruyor) «YÂ Rabbi onu (keşke azıcık) biraz daha uzatsan, sadaka versem ve sÂlihlerden olsam» demeden evvel…” (el-MunÂfikûn, 10) buyuruyor.

Rasûlullah Efendimiz:

“…SÂlihler bile pişmanlıkla olecek. Keşke daha oteye gitseydik…” (Bkz. Tirmizî, Zuhd, 59)

CenÂb-ı Hak:

ثُمَّ لَتُسْئَلُنَّ يَوْمَئِذٍ عَنِ النَّعِيمِ

“…Verdiğimiz nîmetlerden sorulacaksınız.” (et-TekÂsur, 8) buyuruyor.

Bu Âyet indi, Efendimiz ’e bir delikanlı geldi.

“–YÂ RasûlÂllah!” dedi. “Benim dunyada hicbir şeyim yok.” dedi. Tığ-teberim dedi. “Herhalde benim verecek bir hesabım yok, AllÂh ’ın verdiği nîmetlere karşı.” dedi.

ثُمَّ لَتُسْئَلُنَّ يَوْمَئِذٍ عَنِ النَّعِيمِ

“…Verdiğimiz nîmetlerden sorulacaksınız.” (et-TekÂsur, 8) buyuruyor.

Efendimiz buyurdu ki:

“–Delikanlı dedi, senin golgelendiğin bir ağac var mı?” dedi.

O ağacı Allah senin icin yarattı. Şu dunyanın bir ağacsız olduğunu duşun. “Golgelendiğin bir ağac var mı?” dedi. Meyvesini yiyorsun, her şeyinden istifade ediyorsun.

“İctiğin bir su var mı?” dedi.

“Temiz su, soğuk su var mı?” dedi. Bak CenÂb-ı Hak soruyor VÂkıa Sûresi ’nde; nasıl denizden her taraftan sular tebahhur ediyor. “Biz (diyor, o diyor, yağmuru) ya tuzlu olarak indirseydik (ne yapardınız diyor. Bir duşunun.) Şukretmeniz gerekmez mi?” diyor. (Bkz. el-VÂkıa, 70)

“Ayağına giydiğin bir nalin var mı?” diyor. Bak, hicbir mahlûkatta yok.

“Sen de bunlardan sorulacaksın.” buyuruyor. (Bkz. Suyûtî, VIII, 619)

Demek ki CenÂb-ı Hakk ’a dÂim bir kul, teşekkur hÂlinde ve uzuvlarıyla teşekkur edecek. Gozuyle teşekkur edecek, gozu harama bakmayacak. Kulağıyla şukredecek. Kulağı bir dedikodu işitmeyecek. Dedikodulu yerden kacacak. AllÂh ’ın kelÂmını dinleyecek, feyz alacak, rûhÂniyet alacak. Sohbetlerden rûhÂniyet alacak, sohbetlere devam edecek…


İslam ve İhsan