
İnsanoğluna ilĂ‚hî imtihan hikmetine binĂ‚en verilmiş olan nefs ile kıyamete kadar bizi yoldan cıkarmak icin calış şeytan iki buyuk tehlikedir. Peki şeytanı nasıl yeneriz? Şeytanı nasıl uzak tutarız? İşte cevabı...AbdulkĂ‚dir GeylĂ‚nî Hazretleri buyurur:
“Siz, olmeden once nefislerinizi, yani hevĂ‚î arzularınızı, şeytanlarınızı oldurmelisiniz. Size, bilinen ve herkese şĂ‚mil olan olumden once, husûsî olum gerek. Siz, rûhun bedenden ayrılması mĂ‚nĂ‚sındaki olumden once, kendinizde mevcut bulunan kotu hasletleri oldurmelisiniz…”
İrfĂ‚n ehli; «مُوتُوا قَبْلَ اَنْ تَمُوتُوا» yani “Olmeden evvel olunuz.” buyurmuşlardır. Buradaki “olunuz” ifadesiyle kastedilen; ecel gelip gayr-i irĂ‚dî olarak dunyaya vedĂ‚ etmeden evvel, nefsin meşrû olmayan isteklerini, tukenmek bilmeyen hırslarını, kendi irĂ‚demizle terk etmemizdir. “Şeytanı oldurmek” ise, tıpkı Hazret-i İbrahim ve Hazret-i İsmail gibi, her hususta CenĂ‚b-ı Hakk ’ın emirlerine tam bir teslîmiyetle itaat etmek, O ’nun acı-tatlı her takdîrine rızĂ‚ gostermek ve ic Ă‚lemdeki nefsĂ‚niyet putlarını kırmakla mumkundur.
CenĂ‚b-ı Hakk ’ın emir ve nehiylerine riĂ‚yet edersek, şeytanı taşlamış oluruz. Fakat Rabbimiz ’e itaatsizlik edersek, -Allah korusun- şeytan bizi taşlamaya başlar.
NEFS NASIL TERBİYE OLACAK? İnsanoğluna ilĂ‚hî imtihan hikmetine binĂ‚en verilmiş olan nefs, ne kadar terbiye edilirse edilsin, olmek bilmez. Zaten matlup ve makbûl olan da onu oldurmek değil; ıslah ve terbiye ederek kontrol altında tutmaktır. Boylece onu rızĂ‚-yı ilĂ‚hî hudutları icerisinde, hakkın ve hayrın hizmetkĂ‚rı kılabilmektir.
Zira nefs, bir binek atı gibidir. Terbiye edilip dizginlenmezse, binicisini ucurumdan aşağıya atar. Fakat eğitilip ıslah edilirse, sahibini emniyet ve huzur icinde menzil-i maksûda ulaştıran sĂ‚dık bir hizmetkĂ‚r olur.
Bununla birlikte, ne kadar terbiye edilirsin edilsin, nefsin şerrinden hicbir zaman emin olunamaz. Zira o, kulun irĂ‚desinde en ufak bir zaaf belirdiğinde başını kaldırmak uzere pusuda bekleyen sinsi bir duşmana benzer. Bu sebeple her an ona karşı teyakkuz hĂ‚linde bulunmak îcĂ‚b eder. Nitekim Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz dahî;
“YĂ‚ Rabbi! Beni goz acıp kapayıncaya kadar bile nefsime bırakma!..”[1] niyĂ‚zında bulunmuştur.
AllĂ‚h ’ın Habîbi olan Peygamber Efendimiz -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- bile nefsine karşı bu hĂ‚lde olursa, biz ne hĂ‚lde olmalıyız; bir hesĂ‚b edelim!..
Hazret-i Yusuf -aleyhisselĂ‚m- da kendisine atılan iftiradan aklanıp sucsuzluğu ortaya cıktığında, Ă‚yet-i kerîmede bildirildiği uzere, şoyle buyurmuştur:
“Ben (yine de) nefsimi temize cıkarmam. Cunku Rabbimin merhamet ettiği hĂ‚ric, nefs, aşırı derecede kotuluğu emreder. Şuphesiz Rabbim cok bağışlayan, pek merhamet edendir.” (Yûsuf, 53)
Dolayısıyla hic kimse, hangi mĂ‚nevî mertebede olursa olsun, nefsinin şerrinden emîn olamaz.
Nefsi değil, nefsĂ‚niyeti oldurmenin luzumuna dĂ‚ir, MevlĂ‚nĂ‚ Hazretleri ’nin naklettiği şu temsîlî hikĂ‚ye ne kadar ibretlidir:
Bir gun bir akrep, ırmağın kenarında dolaşıyordu. Bir kaplumbağa akrebin yanına gelip ona:
“–Burada ne yapıyorsun?” dedi. Akrep:
“–Irmağın karşı tarafına gecmek icin bir care arıyorum. Cunku benim butun kavmim ve cocuklarım, ırmağın ote yanındadır.” diye cevap verdi.
Kaplumbağa da yuksek şefkati ve yabancılara iyi davranma hasleti sebebiyle, onu yakın bir akrabasıymış gibi sırtına alıp su uzerinde yuzmeye başladı. Fakat ırmağın ortasına geldiklerinde, akrebin tıynetinde bulunan sokma arzusu uyandı. Kaplumbağanın sırtına iğnesini dokundurdu. Kaplumbağa irkilerek:
“–Ne yapıyorsun?!” diye sordu.
Akrep:
“‒Hunerimi gosteriyorum. MĂ‚dem ki sen bana iyilik edip derdime derman oldun, ben de sana iğnemi sokuyorum. Benim gostereceğim şefkat ve iyilik de ancak budur.” dedi.
Bunun uzerine kaplumbağa hemen suya daldı ve akrep boğuldu.
Bu kıssayı nakleden Hazret-i MevlĂ‚nĂ‚ şoyle der:
“Haydi, kotu nefsi oldurun! Bu hususta ihmĂ‚l gostermeyin! Onu diri bırakmayın, cunku o zehirli bir akreptir.”[2]
Unutmayalım ki butun haramlara -imtihan sırrına binĂ‚en- nefsĂ‚nî bir cĂ‚zibe konulmuştur. Gunahlar, tıpkı zehirli bal gibi, baştan lezzet veren, fakat sonu felĂ‚ket olan tuzaklardır. Tezkiye edilmemiş bir nefs, her an bu tuzaklara duşmeye hazır hĂ‚ldedir. Gunahlar; takvĂ‚ hassĂ‚siyeti kazanmamış olan, ham, nĂ‚dan ve gĂ‚fil nefisleri, bir mıknatıs gibi kendisine ceker. İşte bu sebeple nefsi tezkiye ederek onu her dĂ‚im kontrol altında tutmak elzemdir.
KURTULUŞA ERENLER KİMLERDİR? Nitekim CenĂ‚b-ı Hak Ă‚yet-i kerîmede;
قَدْ اَفْلَحَ مَنْ زَكّٰيهَا
“(Nefsini kotuluklerden) temizleyen, kurtuluşa ermiştir.” (eş-Şems, 9) buyurarak, ebedî kurtuluşun, bu mĂ‚nevî arınmaya bağlı bulunduğunu beyĂ‚n etmiştir.
Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz ’in en buyuk vazifelerinden biri de, “tezkiye”, yani ummetinin ic Ă‚lemlerini temizlemektir. Zira CenĂ‚b-ı Hakk ’ın sevdiği sıfatlar, ancak ic Ă‚lem temizlendikten sonra kalplerde tecellî etmeye başlar.
Peygamber Efendimiz -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- de MîrĂ‚c ’a cıkmadan evvel “şerh-i sadr”a mazhar olmuştur. Zira CenĂ‚b-ı Hak O ’na acĂ‚yip ve garĂ‚ip birtakım sırlar ve manzaralar gosterecekti. Bu sebeple Efendimiz ’in ic Ă‚lemi yıkanıp îman ve hikmetle doldurulmuştu.
Demek ki bizler de CenĂ‚b-ı Hakk ’a yakınlaşmak ve Ă‚deta MîrĂ‚c iklîminden hisseler almak istiyorsak; evvelĂ‚ ic dunyamızdan kin, haset, riyĂ‚, nifak, gurur, kibir ve emsĂ‚li butun menfîlikleri gidermeliyiz. Bunların yerine îman, ihlĂ‚s, ihsan, takvĂ‚, huzur, sekînet, şefkat, merhamet ve hikmet gibi guzellikleri yerleştirmeye gayret etmeliyiz.
Unutmayalım ki ic ve dış dunyamızı ne kadar Kur ’Ă‚n ve Sunnet ’in feyziyle, sĂ‚lih amellerin rûhĂ‚niyetiyle tezyîn edebilirsek, kulluk hayatımızda o kadar Hakk ’a yakınlık iklîminden hisseler alabiliriz.
Diğer taraftan, haram ve şuphelilerden korunup helĂ‚llere ve sĂ‚lih amellere rağbeti artırmak sûretiyle nefsi kontrol altında tutmak, omrumuzun her Ă‚nında luzumlu olan bir kulluk vazifemizdir. LĂ‚kin bu vazifenin, cok daha elzem olduğu husûsî zaman dilimleri de vardır.
Zira CenĂ‚b-ı Hak, kullarına olan şefkat ve merhameti sebebiyle, zamanlar icinde mustesnĂ‚ bereket anları ihsĂ‚n etmiştir. Bazı vakitleri, diğerlerinden daha fazîletli kılmıştır. TĂ‚ ki kullar bu vakitlerde daha cok ilticĂ‚ etsinler, ilĂ‚hî rahmet ve mağfirete daha fazla nĂ‚il olsunlar. Gunun 24 saati icinde seher vakti, haftanın gunleri icinde Cuma gunu, senenin ayları icinde RamazĂ‚n-ı Şerîf ’i de ihtivĂ‚ eden uc aylar gibi.
Bilhassa idrĂ‚k etmekte olduğumuz bu uc aylar mevsimi, riyĂ‚zat ve mucĂ‚hede ile nefisleri arındırmanın, rûhĂ‚niyeti tezyîd edip takvĂ‚ uzere bir kulluk hayatına girmenin, hem luzumlu hem de cok bereketli olduğu bir zaman dilimidir.
MĂ‚lum olduğu uzere ceşitli meslek grupları belli aralıklarla toplantılar, sempozyumlar, seminerler yaparlar. Ticaret erbĂ‚bı, diğer işlerini bir kenara bırakıp, ticaretlerini daha kĂ‚rlı hĂ‚le getirmek ve imkĂ‚nlarını artırmak icin fuarlar duzenlerler. Sporcular, cok muhim bir musĂ‚bakaya cıkmadan evvel, kampa girer, her turlu ihtilĂ‚ttan men kararı alırlar. Kuvvet ve gayretlerini asıl gayelerine teksif edebilmek icin, dış dunya ile alĂ‚kalarını asgarîye indirirler. Diğer meslek erbĂ‚bı da kendi meslekleri uzerinde ihtisas kazanmak icin boyle husûsî zamanlar ayırırlar.
Ebediyet yolcusu olan mu ’minler de, kulluk hayatlarını gozden gecirmek, hata ve kusurlarını gidermek, Hak katında makbûl gorulen hĂ‚l ve davranışlarını daha da ziyĂ‚deleştirmek icin, boyle zaman dilimlerine muhtactırlar.
İşte uc aylar, kandiller, RamazĂ‚n-ı Şerîf gibi mubĂ‚rek zamanlar, îman heyecanının tazelenip kulluk gayretlerinin artırılacağı en feyizli vakitlerdir. Butun mu ’minlerde meydana gelen muşterek bir îman vecdi, ibadet şevki ve Hakk ’a yakınlık iştiyĂ‚kı ile kulluk hayatının yeniden nizĂ‚ma sokulacağı, mĂ‚nevî fırsat demleridir.
ASL ZARARA UĞRAMAYACAK KİMSELER Bilhassa bu mubĂ‚rek mevsimde fĂ‚nî menfaat kaygılarını bir kenara bırakıp, CenĂ‚b-ı Hakk ’ın ebedî kurtuluş icin bildirdiği hakîkî kazanca daha cok yonelmemiz îcĂ‚b eder. Rabbimiz bunu Ă‚yet-i kerîmede şoyle tĂ‚rif buyurmaktadır:
“AllĂ‚h ’ın Kitab ’ını okuyanlar, namazı ikāme edenler ve kendilerine verdiğimiz rızıktan gizli ve acık sarf edenler, «تِجَارَةً لَنْ تَبُورَ» aslĂ‚ zarara uğramayacak bir kazanc umabilirler.” (FĂ‚tır, 29)
Bu uhrevî kazancın ilk maddesi, “AllĂ‚h ’ın Kitab ’ını okumak”tır. Yani Kur ’Ă‚n ile hemhĂ‚l olmak, Kur ’Ă‚n ’ı yaşamak ve yaşatmaktır. O yuce Kitab ’ın tebliğ ve tĂ‚lim hizmetlerine de emek vermek veya destek olmaktır.
Hadîs-i şerîfte buyrulduğu uzere;
“Yalnız şu iki kişiye gıpta edilir:
Biri, AllĂ‚h ’ın kendisine Kur ’Ă‚n verdiği kişidir. O kişi, Kur ’Ă‚n ile gece gunduz meşgul olup onunla amel eder. Diğeri, AllĂ‚h ’ın kendisine mal verdiği kimsedir. O da gece gunduz bu malı infĂ‚k eder.” (Muslim, MusĂ‚firîn, 266, 267)
İkinci madde, “namazı ikāme etmek”tir. Yani bedenin kıblesi KĂ‚be iken, kalbin kıblesi de KĂ‚be ’nin Rabbi olacak şekilde, kalp ve beden Ă‚hengi icinde, huşû ile namaz kılmaya gayret etmektir.
Ucuncu madde ise “infĂ‚k etmek”tir. Yani AllĂ‚h ’ın ihsĂ‚n ettiği nîmetleri, onlardan mahrum olanlarla paylaşmaktır. Zaruret varsa -kalbi riyĂ‚dan korumak kaydıyla- acıktan, zaruret yoksa gizli olarak hayır-hasenatta bulunmaktır.
LĂ‚kin Rabbimiz sadece bu uc aylarda değil, omrumuzun her safhasında bu gayretleri gostermemizi istemektedir. Biz kullarına uc aylar gibi hazine değerindeki mĂ‚nevî fırsatları lûtfetmesinin hikmeti ise, kalbî hayatımızı, bu vakitlerde daha cok inkişĂ‚f ettirerek, butun bir omrumuzu yuksek bir kulluk şuuruyla yaşamaya alışmamızdır.
MevlÂn Hazretleri buyuruyor ki:
“Hacca gidenler orada BeytullĂ‚h ’ın sahibini arasınlar. O ’nu bulduktan sonra KĂ‚be ’yi her yerde bulabilirler.”
İşte bunun gibi, mubĂ‚rek uc ayları idrĂ‚k edenler de, onu lĂ‚yıkıyla ihyĂ‚ ederek CenĂ‚b-ı Hakk ’ın rızĂ‚sına erebilirlerse, artık onlara, yaşadıkları her zaman dilimi, uc aylar gibi ilĂ‚hî rahmet, bereket ve mağfiretin coşup taştığı bir mevsim hĂ‚line gelir. Rabbimiz butun bir omrumuzu RamazĂ‚n-ı Şerîf rûhĂ‚niyetiyle yaşayıp son nefesimizi de bir bayram sabahı huzuruyla verebilmeyi cumlemize nasîb eylesin.
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Altınoluk Dergisi, 2019 – Nisan, Sayı: 398, Sayfa: 032
İslam ve İhsan
NAMAZDA ŞEYTANIN VESVESELERİNDEN NASIL KORUNMAMIZ GEREKİR?