
Rabbimizin yuce katından, dunyamıza inen her bir haber, Kur ’Ân-ı Ke­rim ’in ifadesiyle “BUYUK HABER”dir. İnsanların zihin dunyalarında dalgalar oluşturur. Once, şaşkınlık, sonra hayret, sonra duşunme, sonra, sonra, sonra… Ne yapmalı? Kabul mu etmeli? Yalanlamalı mı? Gormezden mi gelmeli? Bu mesajı getireni ortadan mı kaldırmalı? Kostek mi olmalı, yoksa destek mi vermeli? İşte otelerden gelen “BUYUK HABER” karşısında bircok insanın duştuğu bu şaşkınlık hÂli Kur ’Ân-ı Kerim ’de şoyle sahnelendirilir:
“Onlar birbirlerine neyi soruşturuyorlar? Hakkında ihtilaf edip durdukları o “BUYUK HABER”i mi? Hayır (ihtilÂfa ve soruşturmaya hacet yok), ileride (onu) bilecekler. Yine hayır, ileride bilecekler onlar.” (Nebe ’ Sûresi, 1-5)
İNSANLIĞI SARSAN İNKILAP
İlÂhî vahiy, once zihniyet inkılÂbı ile insanlığı sarsıyordu. Ezber bozucu bir uslupla, nefislerin bÂtıl ve keyfî arzularına gore oluşmuş atalar kultunun mirası olan zihin kalıplarına ağır darbeler indiriyor, yıkıyor, sonra da doğrusunu inşa ediyordu. Hayatın hemen her alanında, ilim, idrÂk ve hakikat adına sağlam bir zemine oturmayan her anlayışı once sorguluyor, bÂtıl, haksız ve anlamsızlığını akılların onune buyuk bir gerceklik olarak sunuyor, sonra da onların yerine, insanın şerefine ve izzetine yakışır bir bakış acısı ikame ediyordu.
Zihniyet onarımı, once ilÂh anlayışında gercekleşiyordu. “LÂ ilÂhe illallah” yani “Allah ’tan başka hicbir ilah yoktur”, ilah adını verdikleriniz, hakikatte boş, anlamsız ve gercekliği olmayan bir isimlendirmeden ibarettir, diyordu. Kendisine bile fayda ya da zarar veremeyen bir varlık, nasıl olur da ibadete layık bir ilah olabilirdi? Kendisi yaratılan bir şey, hic Yaratan olabilir miydi? Yeri, goğu ve her şeyi yaratan Allah ’ı cok uzakta duşunerek, sizi O ’na yaklaştırsın diye aracı ilahlar oluşturuyorsanız, şunu bilin ki Allah size cok yakındır. Duanızı işittirmek icin hicbir aracıya ihtiyacınız yoktur. Allah ’ın cezasından ve azabından korkarak bir takım şefaatciler araya koyma duşuncesiyle melekleri, peygamberleri, Âlimleri ve azizleri kutsallaştırıp ilahlaştırıyorsanız, bu duşunceniz de batıldır; zira Allah ’ın izni olmadan hicbir kimsenin şefaati de soz konusu olamayacaktır. Oyleyse bu temelsiz bÂtıl duşuncelerden de vazgeciniz ve RahmÂn, Rahim, her şeye gucu yeten ve asla ortağı olmayan, ilmi ve rahmeti ile her şeyi kuşatan Yuce Rabbinizden başkasını ilah kabul etmeyiniz ve O ’ndan başkasına da kulluk etmeyiniz.
PEYGAMBER ANLAYIŞI
Zihniyet inşasının bir diğer alanı peygamber anlayışına yoneliktir. İnsandan bir peygamber (Allah elcisi) gelebileceğini insanlık coğu zaman yadırgamış ve bir peygamber gelecekse, onun meleklerden biri olması lazım geldiğini duşunmuştur. Kendileri gibi yemek yiyen, carşı pazar dolaşan bir insandan peygamber olmasını hayretle karşılamıştır. Esasen bu anlayış, hem Yuce yaratıcıyı ve hem de insanı doğru kavrayamamanın bir sonucuydu. Zira Allah, meleklerden ve insanlardan surekli elciler secmiş ve insanlara ilÂhî vahyi aktaracak kimselerin kendi aralarından cıkmasını murat etmiştir. Zira yeryuzunde yuruyenler melekler olsaydı, onlara melek gondermesi tabii olurdu. Gonderilen ilÂhî hakikatlerin nasıl yaşanacağını insanlığa yine ancak bir insan oğretip gosterebilirdi. Peygamberlerin kabullenilmesi adına onlar eliyle mucizeler takdim edildi. Bu olağanustulukler neticesinde, o peygamberin bağlıları arasında Hazret-i İs -aleyhisselam-ın şahsına yonelik olduğu gibi ilahlaştırma temayulleri ortaya cıktı. Bu da bir başka zihnî ve kalbî sapmaydı. İlÂhî vahiyler bu yanlışlıkları da yeniden duzeltme maksadıyla peş peşe iniyordu. Zira peygamberler de bir kuldu ve asla ilah olamazlardı. Onların da oncelikli misyonu, insanlığa guzel bir kul ornekliği sunmaktı.
Zihniyet tanziminin onemli bir hissesi de insanın kendisini doğru konumlandırması uzerineydi. O, diğer canlılardan bir canlı değil, cok daha hususi bir misyonla yeryuzune gonderilmiş mustesn ve şerefli bir varlıktı. Oyun olsun icin yaratılmamıştı. Başıboş bırakılacak da değildi. Yeryuzunu imarla gorevlendirilmiş ve orada Allah ’ın ahkÂmını icr edecek bir halife olması istenmişti. Bu ulvî vazifesini ifa ederken de başkasına değil yalnız Âlemlerin Rabbi olan Allah ’a kulluk etmekle mukellef tutulmuştu. Oyleyse insana duşen bu şerefini korumak olmalıydı. Meleklerin bile gıpta ettiği bir konumu varken, hayvanlardan bile aşağılara duşebilecek bir sefÂlete kendini feda etmemeliydi. Zira her şey ona emanet edilmiştir. Yer ona emanet, gok ona emanettir. Vazifesi, yeri goğu fesada vermek değil, Hakk ’ın murÂdı doğrultusunda emanete sahip cıkmaktır.
İnsan, kendini sıhhatli bir bakış acısıyla değerlendiremediği donemlerde, zihniyet kirlenmesi yaşamış ve nice nice zulumlere sapmıştır. Kadını horlamış, kız cocuklarını diri diri toprağa gomecek kadar alcalmış, zayıfı koleleştirmiş ve onu insan saymamış, gucluyu daima haklı, zayıfı hep haksız gormuş, zengin Karunlaşmış, idari gucu elinde bulunduran firavunlaşıp ilahlaşmış ve boylece butun değerler Âdeta alt ust olmuştur. İşte ilÂhî vahiy, butun bu alanlarda, herkesi ve her şeyi yerli yerine koymuş ve insana, mala, mulke ve hayata nasıl bakılması gerektiğini gostermek suretiyle, zihniyete istikÂmet rotası cizmiştir. İlim, hikmet ve adÂlet, değerler sisteminin ana sutunlarını oluşturmuştur.
BOZULMUŞ ZİHNİYET
Şirazesi bozulmuş zihniyete gore, dunya hayatı her şeydir. Butun hayat burada başlar ve burada son bulur. Olum nihÂî sondur. Oyleyse bu dunyada butun hazlar yaşanmalı ve ben merkezli bir hayat kurulmalıdır. BUYUK HABER, bu ufuksuz ve kısır zihniyeti de sarsarak, olumu bir son durak değil, yeni ve ebedî bir hayata acılan bir ara kopru olarak tanıtmıştır. Eline aldığı kurumuş, un ufak olmuş kemikleri gostererek: “Şimdi bu kemikleri kim diriltebilecek” diye sorana: “Onları ilk defa yaratan kim ise işte O diriltecek” cevabını vermek suretiyle, zihniyetin kapalı odalarına, ebediyet ufuklarını seyredebilecekleri aydınlık pencereler acmıştır.
Evet, ilÂhî vahiy, yeni bir zihniyet aşısı yapmış, duygu, duşunce ve davranış dunyasını yeniden imar etmiştir. Yere, goğe, bitkiye, hayvana, gorunen varlığa, gorunmeyen Âleme nasıl bakılacak, hangi değer yuklenecek gostermiştir. Hangi davranış doğru, hangi ahlÂkî erdem sıhhatli, hangi yol doğru hedefe ulaştırır, butun bunları apacık bir şekilde beyan etmiştir. Bugun de modern dunyanın sÂfiyeti kaybolmuş, kirlenmiş, ayarları bozulmuş, şirazesi kaymış zihniyetine yeni bir restorasyon gerekecekse, bunun da yegane referansı, İslÂm vahyi olacaktır.
Kaynak: Adem Ergul, Altınoluk Dergisi, 381. Sayı
İslam ve İhsan