
Samimiyet ve ihlÂs dolu bir yureğin canlı bir tablosu... Bu guzellik ve sıcaklık karşısında, hangi gonul yumuşamadan durabilir? Hasbîlik, şu tablodan daha guzel hangi kelimelerle tasvir edilebilir? İşte hasreti duyulan gonul insanı ve ozlenen gonul kıvamı budur.Ali Ulvi Kurucu hocaefendi anlatıyor:
“Bir harman mevsiminde, babamın yanında turku soyleyemediği icin sıkılan, işi farkeden pederin izin vermesiyle de “Cek deveci develeri yokuşa...” diye turku cağıran Oksuz Mehmed ’in, dedem Veyis Efendi merhumla bir hatıraları vardı:
Mehmed doğen suruyor, dedem sapları karıştırıyormuş. Mehmed ’e:
“Oğlum”, demiş, “halkayı donerken, malamanın[1] arkasında kayboluyor, sonra tekrar cıkıp geliyorsun. Her seferinde yanıma gelince bana selÂm ver.”
Mehmed, başlamış her donuşte dedeme selÂm vermeye... “EsselÂmu aleykum...”
“Ve aleykumusselÂm... Aferin Mehmed ’im, benim aslan Mehmed ’im...”
SelÂmlar, aleykumselÂmlar devam ediyor...
Mehmed akşama kadar, belki on bin kere donecek... Mehmed en nihayet:
“Hocam, selÂm ağacı oldum, Allah aşkına”, demiş, “bırak bir nefes alayım...”
“Oğlum, selÂmın mÂnÂsını bilsen, sen bana cok dua edersin; dur sana anlatayım...”
Atlamış doğene Mehmed ’in yanına, ikisi birden hem harman surmeye, hem selÂmın mÂnÂsını oğrenmeye devam etmişler.
Harman yapılan yerin yanında bir ırmak akardı. Dedem az sonra, Mehmed ’e:
“Oğlum, ikindi oldu”, demiş, “ben ezan okuyayım da namazı kılalım.”
“Hocam abdestim yok.”
“Oğlum abdest neyle alınır?”
“Suyla hocam.”
“Şu akan şey nedir?”
“Sudur hocam...”
Mehmed bu sefer:
“Ustum kirlidir.” demiş. Ama,
“Oğlum, erkeklerin ustu kirli olur mu?” cevabını alınca, abdestini almış, namazı kılmışlar. Dedem:
“Mehmed, ben şimdi dua edeceğim. Sen de cÂn u gonulden Âmin diyeceksin” dedikten sonra başlamış Allah ’a yakarmaya...
HÂdiseye şÃ‚hid olan, ortağımız Ali ağa anlatıyor:
Hacı Veyis hocaefendi ellerini actı:
“Allah ’ım, Mehmed abdest aldı, namaza başladı. Allah ’ım, namazı Mehmed ’e sevdir, ağır gelmesin. Her ne kadar, sûre-i Bakara ’da namaz ağırdır, kulfetli işdir, fakat huşû erbabına kolay gelir buyurursun... Mehmed ’i de huşû erbabından eyle Allah ’ım!” diye dua ederken, baktık hocamız hıckıra hıckıra ağlamaya başladı.
O ağlayınca, biz de ağlaştık, Mehmed de ağladı.
Mehmed ertesi gun gelmiş, Kerim ağaya:
“Bu gece ruyamda rahmetli annemi gordum. Bana: Mehmed, sana analık hakkımı helÂl ettim. Oğlum namazlardan sonra bana da, babana da dua et, dedi.” demiş.
Kerim ağa, dedeme:
“Hocam duanız kabul oldu.” diye hÂli anlatınca, dedem:
“Mehmed ’in duası kabul olmayacak da kimin duası kabul olunacak? Mehmed boyle bir gunde selÂm ağacı olursa, bir abdestle namaza başlarsa, daha neler olur neler...” demiş. Kerim ağa:
“Hocam, yalnız Mehmed, AllÂhuekberden başka bir şey bilmiyor. Sizden ricası var...” deyince de:
“Oyleyse, ben Mehmed ’e namaz sûrelerini oğretinceye kadar doğeni siz sureceksiniz.” demiş.
Kerim ağa:
“Biz bunu kabul ettik. Hocam da Mehmed ’i aldı karşısına, bir hafta zarfında Fatiha ’yı ve namaz sûrelerini oğretti. Mehmed namaz kılar oldu.” dedikten sonra devam ediyor:
“HÂlbuki biz Mehmed ’i ne Cuma ’ya ne bayram namazına goturebilirdik. Daha doğrusu bu cÂhil yetim cocuğa onem vermezdik. Konya ’da namaz kılmayanlara denildiği gibi ona da “pedris” der gecerdik... İşte merhum hocamız boyle bir insandı, Allah rahmet eylesin...”[2]
[1] Eskiden buğdayın başaktan ayrılması usulu olarak, “duven/doğen” denilen altı keskin taşlarla doşenmiş bir geniş tahta olur. Onun uzerine birisi biner ve at ya da okuz mÂrifetiyle cekilen bu tahta, tahıl saplarının uzerinde dairemsi bir şekilde yurutulmek suretiyle buğday ya da arpa tanelerinin başaktan ayrılması sağlanırdı. Ortada obek halinde bulunan bu malzemeye de “malama” denirdi.
[2] M. Ertuğrul Duzdağ, Ustad Ali Ulvi Kurucu Hatıralar, I, 118-120.
Kaynak: Adem Ergul, 365 Lider Davranış, Erkam Yayınları
İslam ve İhsan