
Bir musluman şer ’î sorumluluklarını yerine getirdikten sonra, istediği gibi harcama hurriyetine sahip midir? Osman Nuri Topbaş Hocaefendi Altınoluk Dergisi'ne verdiği mulakatta soruları cevaplıyor.TAKVA AYRIDIR, RUHSAT AYRIDIR
İsrafta bir olcu var mı? Mesel ben gelsem zÂt-ı Âlînize; “Efendim benim malım mulkum var, kazanıyorum, zenginim. Benim icin israfın, luksun sınırını belirler misiniz?” diye sorsam. Ya da şoyle de sorulabilir: Bir musluman şer ’î sorumluluklarını yerine getirdikten sonra, istediği gibi harcama hurriyetine sahip midir?
“(Yapacağınız hayırlar,) kendilerini Allah yoluna adamış, bu sebeple yeryuzunde kazanc maksadıyla dolaşamayan fakirler icin olsun. Bilmeyen kimseler, iffetlerinden dolayı onları zengin zanneder. Sen onları sîmÂlarından tanırsın...” (el-Bakara, 273)
Bu sınır, takv olarak ayrıdır, ruhsat olarak ayrıdır. Bir defa mulk, AllÂh ’ındır. Oncelikle bu telÂkkî zarurîdir. Bu mulk bana emanettir. Benim aşağımdaki kimseler bana zimmetlidir. Bende var, onda yok. Demek ki benim, onun ihtiyacını temin etmem lÂzım. Bu anlayışın, bir muʼminde tabiat-i asliye hÂline gelmesi zarurîdir. Mulku kullanabilme sanatının en guzel yolu budur.
SANA ALLAH'IN EMANET VERDİĞİ MALI İSRAF ETME
Bir muʼminin kalbi Âdeta mÂnevî bir rontgen hÂline gelecek. Kendisine kimlerin zimmetli olduğunu sîmÂlarından bilecek. Bu zimmetine dikkat edecek. HÂlini arz eden muhtacı dinleyeceksin. Fakat iffeti dolayısıyla isteyemeyeni de sen gidip bulacaksın. Nasıl ustune başına bir şeyler almak icin dukkÂn dukkÂn dolaşıyorsan, uzerine zimmetli olan fakir fukarayı bulmak icin de dolaşacaksın. Mulk AllÂh ’ın, bizim değil. EmÂnet bize.
Bu durumda nasıl israf edersin? Sana ait olmayan bir malı, nasıl keyfince kullanabilirsin? Bu, emÂnete ihÂnet olmaz mı?
Şeyh SÂdî-i ŞîrÂzî buyurur:
“Allah dostları, daha ziyÂde, kimsenin uğramadığı dukkÂnlardan alışveriş ederler.”
Yani onlar, garipleri arayıp bulur, kimsesizlerin kimsesi olur, muzdariplerin derdiyle dertlenir, iffetinden dolayı cekinip ihtiyacını arz edemeyen muhtacları sîmÂlarından tanırlar.
BİR MUSLUMAN İSTEDİĞİ GİBİ HARCAYABİLİR Mİ?
Bir musluman, şer ’î mesʼûliyetlerini yerine getirdikten sonra istediği gibi harcama hurriyetine sahip midir, suÂlinize gelince…
Boyle bir hurriyete sahip değildir. Bir muʼmin, dunyada nasların cercevesi icinde hurdur. Nasların dışına cıktığı zaman, nefsÂnî arzularının esiri olur. Daha once de ifÂde ettiğimiz gibi, muʼmin ne kadar cok kazanırsa kazansın, kendisi icin kifÂyet miktarıyla yetinip geri kalanı Âhiret sermayesi kılabilmenin gayreti icinde olmalıdır.
Zira ihtiyactan fazla harcamak israf, her şeyi kendi nefsine hasretmek de cimriliktir. CenÂb-ı Hak, bu iki menfî hÂlden de kurtularak dengeli bir comertliği emreder. Âyet-i kerîmede buyurur:
“...(Rasûlum!) Sana (hayır-hasenÂt yolunda) neyi infÂk edeceklerini sorarlar. « قُلِ الْعَفْوَ » De ki: İhtiyac fazlasını (verin)!..” (el-Bakara, 219)
Rasûlullah r Efendimiz buyurur:
“Gercek fakir, ihtiyacını giderecek bir şey bulamayan ve hÂlini anlayıp kendisine yardım edecek biri cıkmayan, (buna rağmen) halktan bir şey isteyemeyen (mustağnî

PEYGAMBERİMİZ İSTESEYDİ ZENGİN OLABİLİRDİ
Rasûlullah Efendimizʼe ganimetlerin beşte biri gelirdi, dilese gÂyet zengin bir hayat surebilirdi. Fakat O, fakrʼı ve zÂhidÂne bir hayatı, gonullu olarak tercih eder, kifÂyet miktarıyla yetinir, geriye kalanı infÂk eder, boylece “ağniyÂ-i şÃ‚kirîn”e ornek olurdu. Evinde sudan başka hicbir şeyin olmadığı zamanlarda da sabır ve şukur hÂliyle “fukarÂ-i sÂbirîn”e fiilî kıstas, yani canlı bir ornek olurdu.
Bir gun ashÂb-ı kirÂm, Peygamber Efendimiz ’in yanında dunyadan bahsettiler. Bunun uzerine Efendimiz:
“Siz işitmiyor musunuz, siz işitmiyor musunuz? SÂde yaşamak îmandandır; sÂde yaşamak îmandandır.” buyurdular. (Ebû DÂvûd, Tereccul, 1/4161; İbn-i MÂce, Zuhd, 4.)
Yine Efendimiz insanın ihtiyaclarını karşılamadaki meşrû sınırlarını bildirmek uzere:
“İsrÂfa ve gurura saplanmaksızın yiyiniz, iciniz, giyiniz, sadaka veriniz.” buyurmuş, diğer bir hadîs-i şerîfte ise:
“Canının cektiği ve arzu ettiğin her şeyi yemen, şuphesiz israftır!” îkÂzında bulunmuştur. (BuhÂrî, Libas, 1.)
‘PİSBOĞAZLIK ’ DİNİMİZCE REDDEDİLMİŞTİR
Halk ağzında “oburluk veya pisboğazlık” olarak da tÂbir edilen bu hÂl, dînimizce reddedilmiştir. Yine bu hÂl, cok imkÂna sahip olmanın, cok tuketmeyi meşrû kılmadığını da ortaya koymaktadır. Zira Hazret-i Aliʼnin buyurduğu gibi:
“Zenginler israf ettiği olcude, toplumda insanlar ac kalır!..”
Muhyiddîn-i Arabî Hazretleri dunya ihtirÂsını şu teşbihle izah eder:
“Maddî hayata meyledenler icin hayat, deniz suyu icmeye benzer; ictikce susarlar, susadıkca icerler.”
Yahya bin MuÂz, dunyaya aşırı duşkun bir İslÂm hukukcusunu gorduğunde ona şu îkazda bulunur:
“Ey ilim sahibi kişi!
‒ Koşkleriniz, Bizans imparatorlarının koşklerine,
‒ Evleriniz, İran hukumdarlarının evlerine,
‒ Yaşadığınız meskenler, KÂrun ’un yaşadığı meskenlere,
‒ Kapılarınız, TÂlût ’un kapısına,
‒ Kıyafetleriniz, CÂlût ’un suslu kıyafetine,
‒ Hayat tarzınız, şeytanın hayat tarzına,
‒ Yok oluşunuz, inkÂrcıların yok oluşuna,
‒ Yonetiminiz, Firavun ’un yonetimine,
‒ HÂkimleriniz, aceleci ve ruşvetci hÂkimlere,
‒ Olumunuz cÂhiliye olumune benziyor.
‒ Peki Muhammedîlik bunun neresinde?!”
Hakîkaten zamanımızın amansız hastalıklarından olan aşırı tuketim, oburluk, luks ve gosteriş gibi israflar, ornek almamız gereken Rasûlullah Efendimiz ve ashÂbının tanımadığı bir hayat tarzıydı. Zira onlar; “yarın nefislerin varacağı konağın kabir olacağı” şuuru icinde yaşıyor, yiyip ictiklerinden, giyip tukettiklerinden mutlak hesaba cekileceklerini hicbir zaman unutmuyorlardı.
Zira CenÂb-ı Hak:
“Nihayet o gun (dunyada yararlandığınız) nîmetlerden elbette ve elbette hesaba cekileceksiniz.” (et-TekÂsur, 8) buyurmaktadır.
Yani İslÂm; “İstediğin gibi kazan, istediğin gibi harca!” şeklinde bir anlayışı asl kabul etmez.
Cunku musluman, dunyanın gidişÃ‚tından mesʼûldur. SahÂbe, bu mesʼûliyeti yerine getirmek icin butun imkÂnlarını seferber edip Cinʼe, Semerkandʼa, Afrikaʼnın ortalarına, dunyanın uc noktalarına kadar gitti.
“…Altın ve gumuşu yığıp da onları Allah yolunda harcamayanlar yok mu, işte onlara elem verici bir azÂbı mujdele!” (et-Tevbe, 34)
Maddî olarak zekÂtın nisÂbını bilebiliriz. Fakat servet dışında da CenÂb-ı Hakkʼın bize lûtfettiği nîmetlerin nisÂbını, şukur borcumuzun miktarını bilemeyiz. Bu sebeple sahÂbe, var gucuyle son nefesine kadar fedÂkÂrÂne bir hizmet ve infak hayatı yaşadı. Durmadı, yorulmak bilmedi, dinlenmedi. Ved Haccı ’ndaki yuz yirmi bin sahÂbeden sadece yirmi bininin Mekke ve Medîneʼde medfun olması, diğerlerininse emr biʼl-mÂrûf ve nehy aniʼl-munker aşkıyla dunyanın dort bir bucağına dağılmış bulunması, bizlere mesʼûliyetimizi hatırlatan bir ibret aynasıdır.
NEFSANİ HAYAT, RUHANİ HAYATI BASTIRIYOR
Aslında bu buyurduklarınızın zengin-fakir her musluman tarafından bilinmesi gerekiyor. Sanki bu bilgileri zihnin arka plÂnlarına itip hayatı devam ettirme gibi bir durum soz konusu gunumuzde.
Basit bir misal vereyim sizlere. Ben biraz Kur ’Ân Kurslarıyla meşgul oluyorum. Kur ’Ân Kurslarına cocuğunu gonderenlerin coğu, ancak bin beş yuz lira, bilemedin iki bin lira geliri olan aileler. Bunun uzerinde geliri olup da cocuğunu Kur ’an kurslarına gonderen aileler, yok denecek kadar az. Nicin? Cunku nefsÂnî hayat, rûhÂnî hayatı bastırıyor. Problem burada…
Hadîs-i şerîfte buyrulur:
“İnsanlar uzerine oyle bir zaman gelecek ki, butun endişe ve gayretleri karınları (mîde ve şehvetleri) icin olacaktır; şerefleri mallarıyla olculecektir; kıbleleri (fÂsık ve fÂcir) kadınlar olacaktır; dinleri de dirhem ve dinarları olacaktır. İşte onlar mahlûkÂtın en şerlileridir. Onların Allah katında hicbir nasipleri yoktur.” (Ali el-Muttakî, Kenzu ’l-UmmÂl, XI, 192/31186)
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Muslumanın Para ile İmtihanı, Erkam Yayınları
İslam ve İhsan