Peygamber Efendimiz -sallÂllahu aleyhi ve sellem- buyurur: “Rıfk (yumuşak huyluluk)tan nasîbi olmayan kimse hayırdan mahrum kılınmıştır.” (Tirmizî, Birr, 67/2013) Af ve merhametin asıl sahibi CenÂb-ı Hak ’tır. Mu ’minler de gonullerindeki Allah muhabbeti nisbetinde affedici ve merhametli olurlar.
Peygamber vÂrisi Hak dostları da insanların kendilerine karşı gosterdikleri kaba davranışlara, hat ve kusurlara aldırmaz, onların ıslÂhı icin turlu meşakkatlere cÂn u gonulden katlanırlar. Zira bu hÂl, gercek ilim ve irfÂnın muktezÂsıdır.
İLMİN BAŞI YUMUŞAK HUYLULUKTUR

Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretleri ’nin buyurduğu gibi:

“Musîbete karşı rız hÂlinde, şiddete karşı sabırlı ve sarsıntı anlarında vakarlı olmak, velîlerin Âdetidir. İlmin başı, yumuşak huyluluk; hikmetin başı, insanlarla iyi gecinmektir.

Dolayısıyla insanların eziyetlerine katlanamamak ve tahammulsuzluk gostermek, hikmetten nasipsizliğin ve cehÂletin bir neticesidir. İlim ve irfan sahibi insanlar nasıl zarif ve nÂzik olurlarsa, hikmetten nasipsiz ve cÂhil kimseler de, kaba, hodgÂm ve edep mahrumu olurlar. Dînin nezÂket ve zarÂfetinden bîhaber kalmak, en fecî cehÂletlerden biridir.

KOTULUĞE KARŞI EN GUZEL YOL: AFFETMEK

İbn-i AbbÂs –radıyallahu anh-;

“İyilikle kotuluk bir olmaz. Sen (kotuluğu) en guzel yol ne ise onunla onle. O zaman gorursun ki, seninle arasında duşmanlık bulunan kimse, sanki yakın dost(un olmuş)tur.” (Fussilet, 34) Âyetiyle ilgili şu acıklamayı yapmıştır:

“Âyette ifÂde edilen «en guzel yol»dan maksat, ofke Ânındaki sabır ve kotuluğe mÂruz kalındığı andaki aftır. İnsanlar bunları yaptıkları takdirde, Allah onları muhÂfaza eder, duşmanları da kendilerine boyun eğer. Sanki samimî bir dost olur.” (BuhÂrî, Tefsîr, 41/1)

Enes bin MÂlik –radıyallahu anh- da;

“...O zaman, seninle arasında duşmanlık bulunan kimsenin yakın bir dost gibi olduğunu gorursun.» (Fussilet, 34) Âyet-i kerîmesinin tefsîrinde;

“O, oyle ince ruhlu ve zarif bir insandır ki, başkası kendisine kotu sozler sarf ettiği takdirde; «Doğru soyluyorsan Allah beni, yalan soyluyorsan seni affetsin.» diyerek karşılık verir.” buyurmuştur.

Âyet-i kerîmede buyrulur:

“RahmÂn ’ın –sallÂllahu aleyhi ve sellem- kulları onlardır ki, yeryuzunde tevÂzû ile yururler ve kendini bilmez kimseler onlara lÂf attığında (incitmeksizin) «SelÂm!» derler (gecerler).” (el-FurkÂn, 63)

Hak dostları da, kendini bilmez cÂhillere aldırmaz, onlarla tartışmaya girmezler. Zira bunun, o nÂdanları nefsÂnî bir inatlaşmaya goturerek onların daha buyuk bir zarara suruklenmelerine sebebiyet vereceğini bilirler.

Bu hususta Hazret-i Ali –radıyallahu anh- şu îkazda bulunur:

“Alcakca soylenen bir soze sakın cevap vereyim deme!.. Cunku o sozun sahibinde, onun gibi daha nice duşuk sozler vardır. Cevabınıza yine o bayağı ifÂdelerle karşılık verirler. CÂhil ile sakın latîfe etmeye kalkma! Dili zehirli olduğundan gonlunu yaralar.”

EBU DAMDAM GİBİ OLMAK

Hakk ’ın velî kullarının bu guzel ahlÂkına dÂir pek mÂnidar bir misÂli Peygamber Efendimiz –sallÂllahu aleyhi ve sellem- şoyle haber verir:

Bir gun ashÂbına:

“–Sizden biri, Ebû Damdam gibi olmaktan Âciz midir?” diye suÂl eden Allah Rasûlu ’ne oradaki sahÂbîler:

“Ebû Damdam kimdir?” diye sordular. Rasûl-i Ekrem r Efendimiz de şoyle buyurdu:

“Sizden onceki kavimlerden birine mensup biriydi. «Bana hakÂret eden ve dil uzatarak gıybetimi yapan kimselere hakkımı helÂl ediyorum.» derdi.” (Ebû DÂvud, Edeb, 36/4887)

Ne muazzam bir gonul ufku... CenÂb-ı Hakk ’a duyulan nihÂyetsiz muhabbet, O ’nun kullarına merhameti, şefkati, af ve musÂmahayı beraberinde getiriyor. AllÂh ’ın kullarının, kendisi sebebiyle hesap gununde zor duruma duşmelerini istemiyor. AllÂh ’ın kullarını rahatlatarak ilÂhî rahmete ermeyi umîd ediyor.

İmam GazÂlî Hazretleri de insanların sıkletlerine katlanmanın fazîletine dÂir şu kıssayı nakleder:

Hakîmin biri, hikmete dÂir 360 eser yazmış ve bu sÂyede AllÂh ’a yaklaştığını sanmıştı. Allah TeÂlÂ, zamanın peygamberine şoyle vahyetti:

“Falana soyle, yeryuzunu nifak ile doldurdu. Ben onun nifÂkından bir şey kabul etmem!”

Bunun uzerine adamcağız tek başına bir mağaraya cekilerek ibÂdet etmeye başladı ve; “İşte şimdi Rabbimin rızÂsına eriştim.” diye duşundu. Yine Allah TeÂl peygamberine:

“Ona soyle, insanlar arasına girip onların eziyetlerine katlanmadıkca rızÂma erişemez.” diye vahyetti.

Adamcağız carşıya cıktı, insanlar arasına girdi, onlarla beraber yurudu, oturdu, yedi-icti. Bunun uzerine Allah TeÂl peygamberine şoyle vahyetti:

“Haber ver o adama ki, şimdi Ben ’im rızÂma nÂil oldu.” (İhyÂ, II, 610-611)

HALK İCİNDE HAK İLE BERABER OLMAK

Nitekim tasavvufta da belli bir muddet inzivÂya cekilip insanlardan ve dunya meşgalelerinden el-etek cekmek, rûhî tekÂmul icin gerekli bir temrin olarak gorulmuşse de, bunun Âdeta ruhbanlık gibi bir hayat tarzı hÂline getirilmesi, men edilmiştir. Halk icinde bulunarak Hakk ’a kulluğa devam etmek, “halvet der-encumen” adı ile kÂideleştirilmiştir. Diğer bir ifÂde ile “kesrette vahdet”, yani kalabalıklar icinde bile Allah ile beraberlik hÂli, mu ’minin mÂnevî seviyesini gosteren bir kulluk ÂdÂbıdır. Yine kişinin insanlarla bir arada bulunmasının, kalbinin dÂim Hak TeÂl ile halvet hÂlinde bulunmasına mÂnî bir durum olmadığını ifÂde sadedinde de; “El kÂrda, gonul YÂr ’da...” tÂbiri meşhur olmuştur.


İnsanların icinde bulunarak onların ez ve cefÂlarına gonul hoşluğu icinde katlanmanın fazîletini Muhammed İkbÂl, şu temsîlî hikÂye ile ne guzel ifÂde eder:

“CÂhil bir ceylan, olgun bir ceylana dert yanar:

«Bundan sonra KÂbe ’de, (avlanmanın yasak olduğu) Harem bolgesinde yaşayacağım. Zira ovalarda avcılar pusu kurmuşlar, gece gunduz peşimizde dolaşıyorlar. Artık avcı derdinden kurtulmak, huzûra kavuşmak istiyorum...»

Bunları dinleyen tecrubeli ceylan der ki:

«Ey akıllı dostum! Yaşamak istiyorsan tehlike icinde yaşa. Kendini dÂim bileyi taşına vur. Keskin ve cevherli bir kılıctan daha keskin yaşa! ÎmÂnın seviyesi, ancak zorluklar karşısında belli olur. Tehlike; senin gucunu imtihan eder. Beden ve rûhunun nelere kÂdir olduğunu bize o bildirir.»”
MEYVELİ AĞAC TAŞLANIR

Hakk ’ın velî kullarının diğer bir vasfı da, zÂlim veya mazlum olmak durumunda kaldıklarında, mazlum olmayı tercih etmeleridir.

Nitekim Sa ’d bin Ebî Vakkas –radıyallahu anh- :

“YÂ RasûlallÂh! (Fitne zamanlarında) biri evime girip, oldurmek icin beni tehdit etse ne yapmamı tavsiye buyurursunuz?” deyince, Hazret-i Peygamber –sallÂllahu aleyhi ve sellem-:

“Âdem ’in oğlu (HÂbil) gibi ol!” buyurmuştur. (Tirmizî, Fiten, 29/2194)

VelhÂsıl Hak dostlarının bu vasfının kısaca ifÂdesi, “Hakk ’ın kullarından gelen ez ve cefÂlara Hak rızÂsı icin katlanabilmek”tir.

MevlÂn Hazretleri buyurur:

“MÂdeninde birkac gecer akcesi olan dağ, kazma darbeleriyle paramparca olur.”

Yani meyveli ağac taşlanır. Meyveli ağac nasıl ki başına yağacak taşlara hazırlıklı olmalıysa, kÂmil mu ’minler de cÂhil ve kaba insanlardan gelebilecek eziyetlere hazır olmalıdırlar. Hak rızÂsı icin insanların ez ve cefÂlarına katlanmak da, yuksek bir îman şuurudur.



Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Hak Dostlarının Ornek Ahlakından -1, Erkam Yayınları
İslam ve İhsan