Ne kendi evimizi yıkalım ne de haksız olarak başkasının evini yıkalım. Ev yıkanların cok olduğu dunyamızda yıkıcı olmak yerine yapıcı olmak ne guzeldir.Medine-i Munevvere ’de yaşayan ve Yahudi olan Nadiroğulları, ihanetleri sebebiyle Muslumanlarca kuşatılmışlardı. Kalelerine guveniyorlardı. Munafıklardan bekledikleri yardımlar gelmeyince ister istemez teslim olup Medine ’den ayrılmayı, yani surulmeyi kabul etiler. Giderlerken goturebilecekleri kadar eşyayı yanlarına almalarına musaade edildi. 600 deve yukuyle yukte hafif, pahada ağır eşyalarını yanlarına aldılar. Giderken Muslumanlara yaramasın diye evlerini tahrip ettiler, direklerini soktuler, tavanları deldiler, duvarları yıktılar. Bu durumu yuce Mevl şoyle haber veriyor; “Allah onların kalplerine bir korku duşurdu. Onlar evlerini hem kendi elleriyle hem de Muslumanların elleriyle yıkıyorlardı.” (Haşr, 2)
Bu olayı neden yazı konusu yaptığımız sorulabilir. Bunun cevabı gayet basit ve acık. Zira Muslumanlar da bugun kendi elleriyle kendi evlerini yıkmakla meşguller.
İslam bizim evimiz, duşmanlara karşı sığındığımız muhkem kalemizdir. Bir bakıma bizi sahil-i selamete cıkaran Nuh ’un Gemisi mesabesindedir. Muslumanlar olarak başınızı sokacak başka bir evimiz, bineceğimiz başka bir gemimiz yok. Başkaları bizi sığıntı olarak bile kabul etmezler.
Evleri başlarına yıkılan ve multeci konumuna duşen Muslumanların gayr-i muslim ulkelere giderken, denizlerde boğuluşları, sınırlarda hakarete maruz kalmaları hÂl-i purmelÂlimizin en yakıcı tablolarıdır.
Nadir oğullarının evleri kendi elleriyle ve Muslumanların elleriyle yıkılırken şimdi bizim evlerimiz de kendi ellerimiz ve duşmanların elleriyle yıkılıyor. Barınak ve sığınaklarımız hem iceriden hem de dışarıdan tahrip ediliyor. Ustelik Nadir oğullarının aksine evimizin malzemelerini de yanımızda goturmuyor, duşmanlarımıza bırakıyor, boylece kalemizi tahrip, duşmanlarımızı tamir ediyoruz.
“Kale icten fethedilir” derler. Truva atı buna en guzel ornektir. Truva atının icindekiler duşmanlardan muteşekkil idi. Fakat bizim icimizdeki Truva atlarının askerleri kendimizdendir. Duşmanlarımızla iş birliği icindedirler.
Muslumanlar olarak bizler kendi sağlam ic bunyemizi kendimiz sarsıyoruz. Bizim birliğimizi, dirliğimizi, guc ve izzetimizi sağlayan “Allah ’ın ipini” kendi ellerimizle koparıyoruz. İp kopunca da tespihin daneleri gibi darmadağın oluyoruz. Ana meseleleri unutuyor, detayların kavgasını verirken duşmanlara yem oluyoruz.
Birlik ve butunluğumuzu sarsanlar ya cehalet, ya enaniyet veya hıyanet sebebiyle icra-ı faaliyette bulunuyorlar.
Tarihinin belki de en perişan donemini yaşayan Muslumanların zilletten tekrar izzete kavuşmaları, duşmanları karşısında ic bunyelerini sağlamlaştırmalarına, butun mesailerini duşman kuşatmasını yarmak icin plan ve proje uretmeye teksif etmelerine bağlıdır.
Maddi ve manevi yapımızı guclendirmeye, birlik ve butunluğumuzu tahkim etmeye yonelik olmayan, bilakis ihtilaf ve gereksiz tartışmalara yol acan faaliyet ve gayretler ya cehaletin, ya enaniyetin veya ihanetin sonucudur. Muslumanların yarasına merhem olmayan, ustelik yarayı daha da azdıran soz ve davranışlar, teferruat uzerinde yapılan tartışmalar, zaafımızın en onemli sebepleri arasındadır.
EN HAYIRLI UMMET Sanki butun problemler cozulmuş, “en hayırlı ummet” olmanın şartları ve gerekleri sağlanmış, iyiliği emretme, kotulukten nehyetme konumuna gelinmiş, insanlığa ornek ve onder olma pozisyonuna erilmiş gibi bu ana hedefleri bir kenara bırakıp; sarık, sakal, bıyık tartışmaları yapmak, mezhep, meşrep kavgalarına girişmek, Kur ’Ân ’ı, Sunneti, Allah ’ın ilmini, kabir azabını, Mescid-i Aksa ’yı, Miracı tartışma gundemine taşımak en hafif tabirle hamakattır, cinayettir, ihanettir. Cunku bu tartışmalar bizim gucumuzu, birlik ve butunluğumuzu, kardeşliğimizi zedeliyor. Dış duşmanlarla savaşmaya guc ve mecal bırakmıyor.
Fayda yerine zarara, tefrikaya, kavgaya sebep olan tartışmalardan uzak durmak gerekir. Hz. Peygamber (s.a.v.) “Allahım! Fayda vermeyen ilimden sana sığınırım” ve ayrıca: “Allahım! Bana oğrettiğini benim icin yararlı kıl. Bana faydalı olan şeyleri oğret ve ilmimi artır” (İbn-i Mace, Hadis no: 250-251) dualarını yaparak bize yol gostermiştir.
Bizim bu acınacak halimizi ifade eden carpıcı bir olayı hatırlatalım: Vaktiyle cemaat arasında teravih namazının kac rekÂt olduğu konusunda ihtilaf cıkmış, kimisi sekiz rekÂt, kimisi yirmi rekÂttır diyerek kavgaya tutuşmuşlar. Kavga hayli buyumuş ve bir Âlime muracaat etmişler. Muslumanların zaaflarına yakinen vÂkıf olan bu Âlim onlara şunu soylemiş: “Teravih namazı sunnettir. Kavga ve duşmanlık ise haramdır. Şayet teravihin rekÂt meselesi sizi kavgaya goturuyor, birbirinize duşman ediyorsa teravih kılmamanız daha uygundur.”
Ne acıdır ki, kaynaşmanın, kardeşliğin pekiştiği cami ve cemaat, cekişme ve ayrışma vasıtası haline getiriliyor.
Halimiz, İstanbul ’un Fatih Sultan Mehmet Han komutasında fethedilirken Ayasofya ’da meleklerin cinsiyetini tartışan papazların durumunu hatırlatıyor. Ayasofya ’da toplanan Hristiyanlar, bir meleğin İstanbul ’u kanatları altına alacağına ve Muslumanlara karşı kendilerini ve İstanbul ’u koruyacağına inanıyorlar ve bu melek dişi mi, erkek mi diye kendi aralarında tartışıyorlardı. Fatih ’i karşılarında gorunce her şeyin bittiğini anladılar, fakat iş işten gectikten sonra anladılar. Bu gec anlama onlara herhangi bir fayda sağlamadı.
Ozellikle de bizim bazı akademisyen ilahiyatcıların, ummete faydadan ziyade zarar verecek detaylar uzerinde tartışma acmaları buyuk bir vebaldir. İttifak edilen ana konular varken ihtilaflı meseleleri gundeme getirme fitneye, kavgaya kapı acmaktır. Goruş doğru bile olsa, her doğru her yer ve zamanda soylenmez. Sadi Şirazi; “Ara bulan yalan, ara bozan doğrudan daha iyidir” diyor.
Karı-koca arasını bulmak icin yalan soylemenin caiz olduğu malumdur. Fitneye, tefrikaya yol acacak her turlu soz ve davranıştan kacınmak şarttır. Mehdi, Mesih, Deccal, ilham, keşif, keramet, gavs, kutbu ’l-aktab tartışmalarıyla bir yere varamayız. Boylece hem enerjimizi boşa harcamış, hem de birliğimizi zedelemiş oluruz.
Sunni-Şii kavgası şimdiye kadar kime yaradı? Hz. Ali ’yi, Hz. Fatıma ’yı, Hasan ve Huseyin ’i alet ederek duşmanlığı koruklemek ne Şii ’ye fayda sağlar ne de Sunni ’ye. Herhalde bir mahkeme kurup hilafeti Hz. Ebu Bekir ’den Hz. Ali ’ye devredecek halimiz yoktur. Tarihi olaylar ders almak icin hatırlanır, kavga etmek icin değil. Mahkeme-i Kubra ’da elbette her şey acığa cıkacaktır: “Hakkında anlaşmazlığa duştuğunuz konularda Allah kıyamet gunu aranızda hukum verecektir.” (Hac, 69)
Aykırı soz ve şÃ‚z konuları gundeme getirerek kendilerini gundemde tutmak isteyenler hasta ruhlu kimselerdir.
“Aykırı davran ki meşhur olasın” derler. Meşhur olma arzusu kişilik zaafıdır. Duzgun insan olarak, fedakÂrlık yaparak, cihat ederek, insanların maddi-manevi ihtiyaclarını gidererek dua almak, hayırla yÂd edilmek elbette kotu şohrete sahip olmakla aynı değildir. Nemrut da, Firavun da, Ebû Cehil de meşhurdur. LÂneti mucip bir şohret daimi bir felakettir.
Netice olarak ne kendi evimizi yıkalım ne de haksız olarak başkasının evini yıkalım. Ev yıkanların cok olduğu dunyamızda yıkıcı olmak yerine yapıcı olmak ne guzeldir. Kendi evimizi kendi ellerimizle yıkarsak başımızı sokacak guvenli başka bir ev bulamayacağımız gibi, başka mazlumları da evsiz, yurtsuz bırakmış oluruz. İslam mazlumların sığınağıdır. Musluman mazlumların hÂmisidir. Haramilerin evinde ancak soygun olur. Ne soyalım ne de soyulalım. Kendi evimizde guven ve huzur icinde yaşayalım.
Kaynak: Ali Rıza Temel, Altınoluk Dergisi, Sayı: 399

İslam ve İhsan
HUZURLU AİLE HAYATININ ŞARTLARI - VİDEO