Tebuk Seferi bugunun Muslumanlarına neler oğretiyor? Tebuk Seferi ’nden cıkarılacak dersler…KĂ‚ ’b İbni MĂ‚lik radıyallahu anh gozlerini kaybettiği zaman onu elinden tutup goturme gorevini ustlenen oğlu Abdullah ’dan rivayet edildiğine gore şoyle demiştir:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ile birlikte Tebuk Gazvesi ’ne katılmadığına dair mĂ‚cerasını KĂ‚b İbni MĂ‚lik radıyallahu anh ’den şoyle anlatırken duydum:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ’in gittiği gazĂ‚lardan sadece Tebuk Gazvesi ’ne katılmamıştım. Gerci Bedir Gazvesi ’nde de bulunamamıştım. Zaten Bedir ’e katılmadıkları icin hic kimse azarlanmamıştı. O vakit Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ile Muslumanlar (savaşmak icin değil) Kureyş kervanını takip etmek icin yola cıkmışlardı. Nihayet Allah TeĂ‚lĂ‚ Muslumanlarla duşmanlarını, aralarında verilmiş herhangi bir karar olmadığı halde bir araya getiriverdi. Halbuki ben Akabe bîatının yapıldığı gece, İslĂ‚m ’a yardım etmek uzere soz verirken Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ’in yanındaydım. Her ne kadar Bedir Gazvesi halk arasında Akabe gecesinden daha meşhursa da, ben Bedir ’de bulunmayı Akabe ’de bulunmaktan daha ustun gormem.
Tebuk Gazvesi ’ne Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ile birlikte gitmeyişim şoyle oldu:
Ben katılmadığım bu gazve sırasındaki kadar hicbir zaman kuvvetli ve zengin olamamıştım. Vallahi Tebuk Gazvesi ’nden once iki deveyi bir araya getirememiştim. Bu gazvede iki tane binek devesine sahip olmuştum. Bir de Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bir gazveye hazırlandığı zaman asıl hedefi soylemez, bir başka yere gittiği sanılırdı. Fakat bu gazve sıcak bir mevsimde uzak bir yere yapılacağı ve kalabalık bir duşmanla karşı karşıya gelineceği icin Resûl-i Ekrem durumu acıkladı. Savaşın ozelliğine gore hazırlanabilmeleri icin Muslumanlara nereye gideceklerini soyledi. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ile beraber sefe-
re gidecek Muslumanların sayısı cok fazlaydı. Adlarını bir deftere yazmak mumkun değildi.
KĂ‚ ’b sozune şoyle devam etti:
Savaşa gitmemek icin gozden kaybolunduğu takdirde, hakkında bir Ă‚yet nĂ‚zil olmadıkca, işin gizli kalacağı zannedilebilirdi. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bu gazveyi meyvaların olgunlaştığı, golgelerin arandığı sıcak bir mevsimde yapmıştı. Ben de bunlara pek duşkundum. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ile Muslumanlar savaş hazırlığına başladılar. Ben de onlarla birlikte savaşa hazırlanmak icin cıkıyor, fakat hicbir şey yapmadan geri donuyordum. Kendi kendime de “Canım, ne zaman olsa hazırlanırım” diyordum. Gunler boyle gecti. Herkes işini ciddi tuttu ve bir sabah Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ile birlikte Muslumanlar erkenden yola cıktılar. Ben ise hĂ‚lĂ‚ hazırlanmamıştım. Yine sabah evden cıktım, hicbir şey yapamadan geri dondum. Hep aynı şekilde davranıyordum. Savaş henuz başlamamıştı, ama mucĂ‚hidler hayli yol almışlardı. Yola cıkıp onlara yetişeyim dedim, keşke oyle yapsaymışım; bunu da başaramadım. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem savaşa gittikten sonra insanların arasına cıktığımda beni en cok uzen şey, savaşa gitmeyip geride kalanların ya munafık diye bilinenler veya Ă‚ciz oldukları icin savaşa katılamayan kimseler olmasıydı.
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Tebuk ’e varıncaya kadar adımı hic anmamış. Tebuk ’te ashĂ‚bın arasında otururken:
- “KĂ‚ ’b İbni MĂ‚lik ne yaptı?” diye sormuş. Bunun uzerine Benî Selime ’den bir adam:
- YĂ‚ Resûlallah! Elbiselerine ve sağına soluna bakıp gururlanması onu Medine ’de alıkoydu, demiş.
Bunun uzerine MuĂ‚z İbni Cebel ona:
- Ne fena konuştun! demiş. Sonra da Peygamber aleyhisselĂ‚m ’a donerek, yĂ‚ Resûlallah! Biz onun hakkında hep iyi şeyler biliyoruz, demiş. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem hicbir şey soylememiş. O sırada cok uzaklarda beyazlar giymiş bir adamın gelmekte olduğunu gormuş:
- “Bu Ebû Hayseme olaydı” demiş. Bir de bakmışlar ki, gelen adam Ebû Hayseme el-EnsĂ‚rî değil mi!
Ebû Hayseme, (bir savaş hazırlığı sırasında) bir olcek hurma verdiği icin munafıklara alay konusu olan zĂ‚ttır.
KĂ‚ ’b sozune şoyle devam etti:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ’in Tebuk ’ten Medine ’ye hareket ettiğini oğrendiğim zaman beni bir uzuntu aldı. Soyleyeceğim yalanı duşunmeye başladım. Kendi kendime “Yarın onun ofkesinden nasıl kurtulacağım?” dedim. Yakınlarımdan goruşlerine değer verdiğim kimselerden akıl almaya başladım. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ’in gelmek uzere olduğunu soyledikleri zaman, kafamdaki sacma duşunceler dağılıp gitti. Onun elinden hicbir şekilde kurtulamayacağımı anladım. Her şeyi dosdoğru soylemeye karar verdim. Peygamber aleyhisselĂ‚m sabahleyin Medine ’ye geldi. Seferden donerken once Mescid-i Nebevî ’ye gelerek iki rek ’at namaz kılar, sonra halkın arasına gelip otururdu. Yine oyle yaptı. Bu sırada savaşa katılmayanlar huzuruna geldiler; neden savaşa gidemediklerini yemin ederek anlatmaya başladılar. Bunlar seksenden fazla kimseydi. Hz. Peygamber onların ileri surduğu mĂ‚-
zeretleri kabul etti; kendilerinden bîat aldı; Allah TeĂ‚lĂ‚ ’dan bağışlanmalarını niyĂ‚z etti ve ic yuzlerini O ’na bıraktı. Sonunda ben geldim. SelĂ‚m verdiğim zaman dargın dargın gulumsedi; sonra:
- “Gel!”, dedi. Ben de yuruyerek yanına geldim ve onune oturdum. Bana:
- “Nicin savaşa katılmadın? Binek hayvanı satın almamış mıydın?” diye sordu. Ben de:
- YĂ‚ Resûlallah! Allah ’a yemin ederim ki, senden başka birinin yanında bulunsaydım, ileri sureceğim mĂ‚zeretlerle onun ofkesinden kurtulabilirdim. Cunku insanlara fikrimi kabul ettirmeyi iyi beceririm. Fakat yine yemin ederim ki, bugun sana yalan soyleyerek gonlunu kazansam bile, yarın CenĂ‚b-ı Hak işin doğrusunu sana bildirecek ve sen bana guceneceksin. Şayet doğrusunu soylersem, bana kızacaksın. Ama ben doğru soyleyerek Allah ’dan hayırlı sonuc bekliyorum. Vallahi savaşa gitmemek icin hicbir ozurum yoktu. Hicbir zaman da gazĂ‚dan geri kaldığım sıradaki kadar kuvvetli ve zengin olamamıştım, dedim.
KĂ‚ ’b sozune devamla dedi ki:
Bunun uzerine Hz. Peygamber:
- “İşte bu doğru soyledi. Haydi kalk, senin hakkında Allah TeĂ‚lĂ‚ hukum verene kadar bekle!” buyurdu. Ben kalkınca Benî Selime ’den bazıları yanıma takılarak:
- Vallahi senin daha once bir suc işlediğini bilmiyoruz. Savaşa katılmayanların ileri surdukleri gibi bir mĂ‚zeret soyleyemedin. Halbuki gunahlarının bağışlanması icin Peygamber aleyhisselĂ‚m ’ın istiğfĂ‚r etmesi yeterdi, dediler.
KĂ‚ ’b sozune şoyle devam etti:
Beni o kadar cok ayıpladılar ki, tekrar Resûlullah ’ın yanına donup biraz onceki sozlerimin yalan olduğunu soylemeyi bile duşundum. Sonra onlara:
- Bana verilen cezaya carptırılan bir başka kimse var mı? diye sordum.
- Evet. Seninle beraber bu cezaya uğrayan iki kişi daha var, dediler. Onlar da senin gibi konuştular ve senin aldığın cevabı aldılar.
- O iki kişi kim? diye sordum.
- Biri MurĂ‚re İbni Rebî` el-Amrî, diğeri de HilĂ‚l İbni Umeyye el-VĂ‚kıfî diyerek, herbiri Bedir Gazvesi ’ne katılmış olan iki mukemmel ornek şahsiyetin adını verdiler. Bunun uzerine ben geri donme duşuncesinden vazgecerek yoluma devam ettim.
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem savaşa katılmayanlardan sadece ucumuzle konuşulmasını yasakladı. İnsanlar bizimle konuşmaktan kacındılar veya bize karşı tavırlarını değiştirdiler. Hatta bana gore yer yuzu bile değişti. Sanki burası benim memleketim değildi. Elli gun boyle gecti. İki arkadaşım boyunlarını buktuler; ağlayarak evlerinde oturdular. Ben ise onlardan daha genc ve dayanıklı idim. Dışarı cıkarak cemaatle namaz kılar, carşılarda dolaşırdım. Fakat kimse benimle konuşmazdı. Namaz bittikten sonra Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem yerinde otururken yanına gelir, kendisine selĂ‚m verirdim. Kendi kendime “Acaba selĂ‚mımı alırken dudaklarını kıpırdattı mı kıpırdatmadı mı” diye sorardım. Sonra ona yakın bir yerde namaz kılar ve farkettirmeden kendisine bakardım. Ben namaza dalınca bana doğru doner, kendisine baktığım zaman da yuzunu ceviriverirdi.
Muslumanların bana karşı olan sert tutumları uzun sure devam edince, amcamın oğlu ve en cok sevdiğim insan Ebû KatĂ‚de ’nin bahcesine gidip duvardan iceri atladım ve selĂ‚m verdim. VallĂ‚hi selĂ‚mımı almadı. Ona:
- Ebû KatĂ‚de! Allah adına and vererek soruyorum. Benim Allah ’ı ve Resûlullah ’ı ne kadar sevdiğimi biliyor musun? diye sordum. Hic cevap vermedi. Ona and vererek bir daha sordum. Yine cevap vermedi. Bir daha yemin verince:
- Allah ve Resûlu daha iyi bilir, dedi. Bunun uzerine gozlerimden yaşlar boşandı. Geri donup duvardan atladım.
Birgun Medine carşısında dolaşıyordum. Medine ’ye yiyecek satmak uzere gelen Şamlı bir ciftci:
- KĂ‚ ’b İbni MĂ‚lik ’i bana kim gosterir? diye sordu. Halk da beni gosterdi. Adam yanıma gelerek GassĂ‚n Meliki ’nden getirdiği bir mektup verdi. Ben okuma yazma bilirdim. Mektubu acıp okudum. SelĂ‚mdan sonra şoyle diyordu:
- Duyduğumuza gore Efendiniz seni uzuyormuş. Allah seni değerinin bilinmediği ve hakkının ciğnendiği bir yerde yaşayasın diye yaratmamıştır. Hemen yanımıza gel, sana izzet ikrĂ‚m edelim.
Mektubu okuyunca, bu da bir başka belĂ‚, dedim. Hemen onu ateşe atıp yaktım.
Nihayet elli gun ’den kırk ’ı gecmiş, fakat vahiy gelmemişti. Birgun Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ’in gonderdiği bir şahıs cıkageldi.
- Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem sana eşinden ayrı oturmanı emrediyor, dedi.
- Onu boşayacak mıyım, yoksa ne yapacağım? diye sordum.
- Hayır, ondan ayrı duracak, kendisine yanaşmayacaksın, dedi. Hz. Peygamber diğer iki arkadaşıma da aynı emri gonderdi. Bunun uzerine karıma:
- Allah TeĂ‚lĂ‚ bu mesele hakkında hukum verene kadar ailenin yanına git ve onların yanında kal, dedim.
HilĂ‚l İbni Umeyye ’nin karısı Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ’e giderek:
- YĂ‚ Resûlallah! HilĂ‚l İbni Umeyye cok yaşlı bir adamdır. Kendisine bakacak hizmetcisi de yoktur. Ona hizmet etmemde bir sakınca gorur musun? diye sormuş. Hz. Peygamber de:
- Hayır gormem. Ama katiyen sana yaklaşmasın, buyurmuş. Kadın da şoyle demiş:
- Vallahi onun kımıldayacak hĂ‚li yok. Allah ’a yemin ederim ki, başına bu iş geleliberi durmadan ağlıyor.
KĂ‚`b sozune şoyle devam etti:
- Yakınlarımdan biri bana: Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ’den eşinin sana hizmet etmesi icin izin istesen olmaz mı! Baksana HilĂ‚l İbni Umeyye ’ye bakması icin karısına izin verdi, dedi. Ben de ona: Hayır, bu konuda Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ’den izin isteyemem. Ustelik ben genc bir adamım. İzin istesem bile Peygamber aleyhisselĂ‚m ’ın bana ne diyeceğini bilemem, dedim.
Bu vaziyette on gun daha durdum. Bizimle konuşulması yasaklandığından bu yana tam elli gun gecmişti. Ellinci gecenin sabahında, evlerimizden birinin damında sabah namazını kıldım. Allah TeĂ‚lĂ‚ ’nın (Kur ’Ă‚n-ı Kerîm ’de bizden) bahsettiği uzere canım iyice sıkılmış, o geniş yeryuzu bana dar gelmiş bir vaziyette otururken, Sel Dağı ’nın tepesindeki birinin var gucuyle:
- “KĂ‚`b İbni MĂ‚lik! Mujde!” diye bağırdığını duydum. Sıkıntılardan kurtulma gununun geldiğini anlayarak hemen secdeye kapandım.
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem sabah namazını kıldırınca, Allah TeĂ‚lĂ‚ ’nın tovbelerimizi kabul ettiğini ilĂ‚n etmiş. Bunun uzerine ahĂ‚lî bize mujde vermeye koşmuş. İki arkadaşıma da mujdeciler gitmiş. Bunlardan biri bana doğru at koşturmuş. Eslem kabilesinden bir diğer mujdeci koşup Sel Dağı ’na tırmanmış, onun sesi atlıdan once bana ulaşmış. Sesini duyduğum mujdeci yanıma gelip beni tebrik edince, sırtımdaki elbiseyi de cıkarıp mujdesine karşılık ona giydirdim. Vallahi o gun giyecek başka elbisem yoktu. Emanet bir elbise bulup hemen giydim. Peygamber aleyhisselĂ‚m ’ı gormek uzere yola koyuldum. Beni grup grup karşılayan sahĂ‚bîler tovbemin kabul edilmesi sebebiyle tebrik ediyor ve “Allah TeĂ‚lĂ‚ ’nın seni bağışlaması kutlu olsun” diyorlardı.
Nihayet Mescid ’e girdim. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ashĂ‚bın ortasında oturuyordu. Talha İbni Ubeydullah hemen ayağa kalktı, koşarak yanıma geldi, elimi sıktı ve beni tebrik etti. Vallahi muhĂ‚cirînden ondan başka kimse ayağa kalkmadı.
RĂ‚vi der ki, KĂ‚ ’b, Talha ’nın bu davranışını hic unutmazdı.
KĂ‚ ’b sozune şoyle devam etti:
Peygamber aleyhisselĂ‚m ’a selĂ‚m verdiğimde yuzu sevincten parıldayarak:
- “Dunyaya geldiğindenberi yaşadığın bu en hayırlı gun kutlu olsun!” buyurdu. Ben de:
- YĂ‚ Resûlallah! Bu tebrik senin tarafından mıdır, yoksa Allah tarafından mı? diye sordum.
- “Benim tarafımdan değil, Yuce Allah tarafından”, buyurdu. Sevindiği zaman Peygamber aleyhisselĂ‚m ’ın yuzu parıldar, ay parcasına benzerdi. Biz de sevindiğini boyle anlardık.
Resûl-i Ekrem ’in onunde oturduğumda:
- YĂ‚ Resûlallah! Tovbemin kabul edilmesine şukran olarak butun malımı Allah ve Resûlullah uğrunda fakirlere dağıtmak istiyorum, dedim. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
- “Malının bir kısmını dağıtmayıp elinde tutman senin icin daha hayırlı olur” buyurdu. Ben de:
- Hayber fethinde hisseme duşen malı elimde bırakıyorum, dedikten sonra sozume şoyle devam ettim. YĂ‚ Resûlallah! Allah TeĂ‚lĂ‚ beni doğru soylediğimden dolayı kurtardı. Tovbemin kabul edilmesi sebebiyle, artık yaşadığım surece sadece doğru soz soyleyeceğim.
VallĂ‚hi bunu Peygamber aleyhisselĂ‚m ’a soylediğim gundenberi doğru sozlu olmaktan dolayı Allah TeĂ‚lĂ‚ ’nın hic kimseyi benden daha guzel mukĂ‚fatlandırdığını bilmiyorum. Yemin ederim ki, Peygamber aleyhisselĂ‚m ’a o sozleri soylediğim gunden bu yana bilerek hic yalan soylemedim. Kalan omrumde de CenĂ‚b-ı Hakk ’ın beni yalan soylemekten koruyacağını umarım.
KĂ‚ ’b sozune devamla şoyle dedi:
Bunun uzerine Allah TeĂ‚lĂ‚ şu Ă‚yet-i kerîmeleri indirdi:
“Allah (savaşa gitmek istemeyenlere izin vermesi sebebiyle) Peygamberini bağışladığı gibi, bir kısmının kalbi kaymak uzere iken gucluk zamanında Peygamber ’e uyan muhĂ‚cirlerle ensĂ‚rın da tovbelerini kabul etti. Cunku Allah onlara cok şefkatli, pek merhametlidir.
“Hani şu tovbeleri (Allah ’ın emri gelene kadar) geri bırakılan uc kişinin de tovbesini kabul etti. Butun genişliğine rağmen yeryuzu onlara dar gelmiş, vicdanları kendilerini iyice sıkıştırmıştı. Nihayet Allah ’dan başka sığınılacak kimse olmadığını anlamışlardı. Eski hĂ‚llerine donmeleri icin Allah onların tovbelerini kabul etti. Cunku Allah tovbeleri kabuledici ve bağışlayıcıdır.
“Ey imĂ‚n edenler! Allah ’ın azĂ‚bından korkun ve doğrularla beraber olun” [Tevbe sûresi (9), 117-119].
KĂ‚ ’b şoyle devam etti:
Allah ’a yemin ederim ki, beni İslĂ‚miyet ’le şereflendirdikten sonra CenĂ‚b-ı Hakk ’ın bana verdiği en buyuk nimet, Peygamber aleyhisselĂ‚m ’ın huzurunda doğruyu soylemek ve yalan soyleyip de helĂ‚k olmamaktır. Cunku Allah TeĂ‚lĂ‚ şu yalan soyleyenler hakkında vahiy gonderdiği zaman, hic kimseye soylemediği ağır sozleri soyledi ve şoyle buyurdu:
“O savaştan kacanların yanına donduğunuz zaman, kendilerini hesaba cekmiyesiniz diye Allah adına yemin ederler. Onlardan yuz cevirin. Cunku onlar pistirler. Yaptıklarına ceza olmak uzere varacakları yer cehennemdir. Kendilerinden rĂ‚zı olasınız diye size yemin de ederler. Siz onlardan rĂ‚zı olsanız bile Allah fĂ‚sıklardan aslĂ‚ rĂ‚zı olmaz” [Tevbe sûresi (9), 95-96].
KĂ‚ ’b sozune şoyle devam etti:
Biz uc arkadaşın bağışlanması, Peygamber aleyhisselĂ‚m ’ın yeminlerini kabul edip kendilerinden bîat aldığı ve CenĂ‚b-ı Hak ’dan affedilmelerini dilediği kimselerin bağışlanmasından (elli gun) geri kalmıştı. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, hakkımızda Allah TeĂ‚lĂ‚ bir hukum verene kadar bize yapacağı muameleyi tehir etmişti. Nihayet Allah TeĂ‚lĂ‚ -anlatıldığı uzere- hukmunu verdi. Allah TeĂ‚lĂ‚ ’nın “tovbeleri geri kalan uc kişinin...” diye bahsettiği bu geri kalış, bizim savaştan geri kalmamız değildir; bu, Hz. Peygamber ’e gelip yemin ederek mĂ‚zeretleri olduğunu soyleyenlerin ozurlerini Peygamber aleyhisselĂ‚m ’ın kabul etmesi, bize yapacağı muameleyi ise geriye bırakması olayıdır. (BuhĂ‚rî, MegĂ‚zî 79; Muslim, Tevbe 53. Ayrıca bk. Tirmizî, Tefsîru sûre [9])
Diğer bir rivayet:
“Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Tebuk Gazvesi ’ne perşembe gunu cıkmıştı. Sefere perşembe gunu gitmeyi severdi” şeklindedir. (BuhĂ‚rî, CihĂ‚d 103)
Başka bir rivayette ise:
“Seferden mutlaka gunduzun kuşluk vakti donerdi. Donunce de ilk iş olarak Mescid ’e uğrar, iki rek ’at namaz kılar, sonra orada otururdu” denilmektedir. (Muslim, MusĂ‚firîn 74; Ebû DĂ‚vûd, Cihad 166)
HADİSLERİN ACIKLAMASI Bu hadîs-i şerîf İslĂ‚m Ă‚limlerince cok onemli gorulmuş, ondan elli kadar hukum cıkarılmıştır.
Bu uzun hadiste oncelikle tovbenin onemi belirtilmekte, ikinci olarakta genel harb ilĂ‚n edildiği bir zamanda savaştan kacmanın gunĂ‚hı gosterilmektedir.
Soze once bu gazvenin neden bu kadar onemli olduğunu anlatarak başlayalım:
Tebuk Gazvesi hicretin dokuzuncu yılı Recep ayında (Ekim 630 ’da) yapıldı. O yıl Medine ’de ve diğer İslĂ‚m topraklarında buyuk bir kuraklık hukum suruyordu. Bunu haber alan Bizans kıralı Herakliyus, Muslumanlara oldurucu darbeyi indirmek uzere kırk bin kişilik bir kuvvet hazırladı. Peygamber Efendimiz bu haberi tam zamanında aldı.
Mevsim sıcak, gidilecek yer de uzak olduğu icin her zaman yaptığının aksine bu defa seferin nereye yapılacağını acıkca soyledi. Muslumanların arasındaki munafıklar moral bozmak icin hem aşırı sıcakları hem de gidilecek yerin uzak oluşunu hep ileri suruyorlar ve Herakliyus ’un kalabalık ordusu karşısına cıkmanın bir intihar olacağını soyluyorlardı. Bu propaganda bazı kimseler uzerinde gercekten tesirli oluyordu. İşte bu sırada Muslumanları uyarmak icin Tevbe sûresinin 38-41. Ă‚yetleri nĂ‚zil oldu:
“Ey imĂ‚n edenler! Size ne oldu ki, Allah yolunda sefere cıkın dendiği zaman yere cakılıp kalıyorsunuz? Dunya hayatını Ă‚hirete tercih mi ediyorsunuz? Fakat dunya hayatının faydası Ă‚hiretin yanında pek azdır.”
Âyet-i kerîmenin devamında Peygamber aleyhisselĂ‚m ’a yardım etmezlerse ona Allah ’ın yardım edeceği soyleniyor, hicret sırasında nasıl yardım ettiği de anlatılıyordu. Bu Ă‚yetler uzerine Muslumanlar hemen derlenip toparlandılar ve savaş hazırlığına başladılar.
Hz. Omer ’in Hz. Ebû Bekir ’i hayır yarışında gecmeyi duşunerek malının yarısını getirdiği, fakat Ebû Bekir hazretlerinin butun malını ortaya koyarak buyukluğunu bir daha gosterdiği olay bu savaş hazırlığı sırasında meydana gelmişti. Hz. Osman 950 deve ile 100 atı yine bu sırada bağışlamıştı. Sonunda İslĂ‚m ordusu hazırlanmış, otuz bin mucĂ‚hid Tebuk yolunu tutmuştu.
İslĂ‚m tarihine BekkĂ‚în (ağlayanlar) diye gececek olan yedi fakir Musluman, maddî imkĂ‚nları olmadığı ve bu sebeple savaşa katılamadıkları icin hungur hungur ağlıyorlardı. Munafıkların coğu bahĂ‚neler uydurup savaşa katılmamıştı. İşin fenası Bedir dışında Hz. Peygamber ’in yanı başında butun savaşlara katılmış olan KĂ‚ ’b İbni MĂ‚lik ile diğer iki Bedir gazisi ihmĂ‚lleri sebebiyle Tebuk Gazvesi ’ne katılmıyorlardı. Nefisleri onları yenmişti.
Savaş şoyle sonuclandı: Muslumanların buyuk bir kalabalıkla geldiğini oğrenen Hıristiyan ordusu, onların karşısına cıkmaya cesaret edemedi. İslĂ‚m ordusu da geri donup geldi. Fakat Muslumanlar bu savaşta cok eziyet cektiler. Gorulduğu uzere Tebuk savaşı Muslumanlığın kaderi acısından cok onemliydi. Ona herkesin mutlaka katılması gerekiyordu. KĂ‚ ’b İbni MĂ‚lik ’e ve arkadaşlarına iyi bir ders verilmesinin sebeplerinden biri de bu idi.
Tekrar başa donerek şunu belirtelim:
Hadîs-i şerîfte samimiyetle yapılan tovbelerin Allah TeĂ‚lĂ‚ ’yı son derece memnun ettiği ortaya konmakta, gunahına uzulen kullarının kendisine yonelmelerinden pek hoşnut olduğu belirtilmektedir.
KĂ‚ ’b İbni MĂ‚lik ’e Muslumanların yaptığı elli gunluk boykota rağmen onun din kardeşleriyle ilgiyi kesmemesi, Peygamber Efendimiz ’in etrafında dolaşarak ona selĂ‚m vermeye calışması, acaba selĂ‚mımı aldı mı diye dudaklarının hareketini gozlemesi, onun ne kadar samimi bir Musluman olduğunu ispat etmektedir. Başta Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem olmak uzere Muslumanlardan kopmanın, onlardan ayrı kalmanın, onlar tarafından toplum dışı bırakılmanın iyi bir Musluman icin ne korkunc bir ceza olduğu bu olayda butun acıklığı ile gorulmektedir. Şu hĂ‚lde bir Musluman din kardeşlerinin nefretini uzerine cekecek bir iş yapmanın cok buyuk bir hata olduğunu hatırından cıkarmamalı ve onlar tarafından hor gorulecek bir işi asla yapmamalıdır.
Şu da hicbir zaman unutulmamalıdır ki, Peygamber Efendimiz ’in bu olayda boylesine sert davranmasının asıl sebebi, savaştan kacmanın şahısları değil İslĂ‚m toplumunu ve Muslumanların kaderini yakından ilgilendirmesidir. Zira Peygamber Efendimiz şahsını ilgilendiren hicbir olaya boyle tepki gostermemiştir. Şahsını ilgilendiren kusurları hep hoş gormuş, hata edenleri hemen bağışlamıştır.
Neticede şunu anlıyoruz: İnsan yanılabilir, gunah işleyebilir. Yapılan suc ne kadar ağır olursa olsun, kul hatasını kabul etmeli ve CenĂ‚b-ı Hakk ’a karşı durust davranmalıdır. Gunahları sadece O ’nun bağışlayacağını bilerek hatasının affı icin Allah TeĂ‚lĂ‚ ’ya yalvarıp yakarmalıdır. Daha da onemlisi, insan hicbir zaman umitsizliğe duşmemeli, gunahlarım bağışlanmaz diye duşunmemelidir. Tam aksine benim Yuce Rabbim bağışlayıcıdır, diye hep umitvĂ‚r olmalıdır.
HADİSTEN OĞRENDİKLERİMİZ 1. Musluman doğru sozlu olmalı; hata ettiği zaman da kusurunu, gunahını kabul etmelidir.
2. Samimi bir mu ’min gunah işlediği zaman uzulmeli, pişmanlık duymalı, ben nicin boyle davrandım diye ağlayıp sızlamalıdır.
3. Hatayı kime karşı yapmışsa onun gonlunu almaya ve kendisini bağışlatmaya calışmalıdır.
4. Bir gorevi yapamadığı zaman uzuntu duymalı, ben bu gorevi nicin yapmadım diye duşunup kendisini hesaba cekmelidir.
5. Allah ’a ve Resûlu ’ne herkesten cok itĂ‚at etmeli, en ustun saygıyı onlara karşı beslemelidir.
6. Allah yolunda savaşa cağırıldıkları zaman, durumları ne olursa olsun, Muslumanlar gonul rızasıyla hemen bu savaşa katılmalı, savaştan asla kacmamalıdır.
7. AshĂ‚b-ı kirĂ‚mın Peygamber aleyhisselĂ‚m ’a karşı ne kadar acık sozlu olduğu, kendi aleyhlerine bir sonuc doğursa bile gerceği soylemekten kacınmadıkları gorulmektedir.
8. İnsanların ic yuzleri Allah ’a bırakılmalı ve bir şeyi nicin yaptıkları kurcalanmamalıdır. Zaten samimi davranmayanlar zamanla kendiliğinden ortaya cıkacaktır.
9. Bir idareci, acıkca gunah işlemekten cekinmeyen Muslumanları yola getirmek duşuncesiyle, diğer Muslumanların onlarla olan davranışlarını sınırlayabilir.
10. Peygamber Efendimiz ’in ashĂ‚bına şefkati, onları memnun eden bir habere onlarla birlikte sevinmesi sahip olduğu ahlĂ‚kın ustunluğunu gostermektedir.
11. Bir kimsenin munafık veya kĂ‚fir olduğu anlaşılırsa, mu ’min bir kadın hayatını oyle biriyle devam ettirmemelidir.
12. Birini mutlu edecek bir haber duyunca ona mujde vermek, bir olaya sevinen birini tebrik etmek İslĂ‚mî bir Ă‚det olduğu gibi, mujde alan kimsenin mujdeyi getirene hediye vermesi de hoş bir gelenektir.
13. Faziletli bir kimse icin ayağa kalkmayı dinimiz makbul bir davranış kabul etmiştir.
14. Bir nimete kavuşan veya bir sıkıntıdan kurtulan kimse sadaka vermelidir. Fakat Allah rızası icin butun malını dağıtıp da başkalarına muhtac duruma duşmemelidir.
15. Doğruluk ve doğru sozluluk insanı hem dunyada hem de Ă‚hirette kurtarır.
16. Allah TeĂ‚lĂ‚ ’nın bir lutfuna eren kimse, buna cok sevindiğini belli etmeli ve bu nimetinden dolayı CenĂ‚b-ı Hakk ’a şukretmelidir.
Kaynak: Riyazus Salihin, Erkam Yayınları
İslam ve İhsan