Allah ’ın ve Resulu ’nun en sevdiği ibadet nedir? İbadetlerde olcu ve denge nedir, nasıl olmalıdır? Nafile ibadetler nicin gerekli? Nafile ibadetlerin onemi ve fazileti nedir?NÂfile ibadetlerde devamlılık ile ilgili hadisler ve hadislerin acıklaması...
1- Ayşe (r.a.) der ki: Resûlullah şoyle buyurdu:
“Amellerin Allah TeÂl ’ya en sevimli olanı, az da olsa devamlı yapılanıdır.” (Muslim, MusÂfirîn, 218. Ayrıca bkz. BuhÂrî, RikÂk, 18)
2- İbrahim Ebû İsmail es-Seksekî ’den nakledildiğine gore o şoyle anlatmıştır: Ebû Burde ’den işittim, o ve Yezid ibn-i Ebû Kebşe birlikte bir seferde arkadaşlık yapmışlar. Yezid sefer esnasında oruc tutuyormuş. Ebû Burde ona şoyle demiş:
“–Ebû Mûs ’dan (r.a.) defalarca işittim, Resûlullah Efendimiz ’in şoyle buyurduğunu soyluyordu:
«Bir kimse hastalanır veya yola cıkarsa, evindeyken ve sıhhatliyken yaptığı amellerin sevabı aynen ona yazılır».” (BuhÂrî, CihÂd, 134; Ahmed, IV, 410, 418)
3- Alkame şoyle der: Hz. Ayşe vÂlidemize:
“–Resûlulla, herhangi bir gunu bir ibadete tahsis eder miydi?” diye sordum.
Hz. Ayşe şoyle cevap verdi:
“–Hayır! Allah Resûlu ’nun ameli hafif ve devamlı yağan yağmur gibiydi. Hanginiz Resûlullah Efendimiz ’in yaptığına guc yetirebilir ki?!” (BuhÂrî, Savm, 64; RikÂk, 18; Muslim, MusÂfirin, 217)
4- Ebû Hureyre (r.a.) der ki: Resûlullah şoyle buyurdu:
“Allah TeÂl şoyle buyurdu: «Her kim benim bir dostuma duşmanlık ederse, ben de ona harb ilÂn ederim. Kulum kendisine farz kıldığım amellerden daha sevimli herhangi bir şeyle bana yakınlık kazanamaz. Kulum bana, (farzlara ilÂveten işlediği) nÂfile ibadetlerle durmadan yaklaşır, nihayet ben onu severim. Kulumu sevince de (ÂdetÂ) ben onun işiten kulağı, goren gozu, tutan eli ve yuruyen ayağı olurum. Benden her ne isterse, onu mutlaka veririm; bana sığınırsa, onu korurum. Ben, yapacağım herhangi bir şeyde, mu ’min kulumun rûhunu kabzetmekteki tereddudum kadar hicbir hususta tereddud etmedim:[1] (Zira) o, olumu sevmez, ben de onun sevmediği şeyi sevmem.” (BuhÂrî, RikÂk, 38. Ayrıca bkz. İbn-i MÂce, Fiten, 16; Ahmed, VI, 256; İbn-i HibbÂn, Sahîh, II, 58/347)
Bazı rivÂyetlerde şu ilÂve vardır:
“…akleden kalbi ve konuşan dili olurum.” (TaberÂnî, Kebîr, VIII, 221/7880; Heysemî, II, 248)
5- Utbe bin Abd (r.a.) der ki: Resûlullah şoyle buyurdu:
“Bir kişi doğduğu gunden ihtiyarlayıp vefat ettiği gune kadar Allah rızÂsını kazanma uğruna yuz ustu yerlerde surunse (yani her turlu meşakkate katlanarak ibadet, tÂat ve hizmetlere koştursa), kıyÂmet gunu bu yaptığını cok yetersiz gorur (daha fazla yapmış olmayı ister).” (Ahmed, IV, 185; Beyhakî, Şuab, I, 479; Heysemî, I, 51; X, 225, 358)
HADİSLERİN ACIKLAMASI NÂfile ibadetlerin insanı Allah ’a yaklaştırmakta cok muhim bir yere sahip olduğunu belirten Peygamber Efendimiz, nÂfilelerde devamlılığa teşvik etmektedir. Zaman zaman terk edilen cok ibadetten, devamlı yapılan az ibadet daha faziletli sayılmıştır.
NÂfile ibadetler, zorlama olmadan ve insanı bıktırmadan yapılmalıdır. Allah ’a kulluğun ve O ’na ibadetin bir sınırı ve sonu yoktur. İnsan îtidalden uzaklaşırsa ibadet etmekten bitkin duşer ve bıkkınlık hÂli hÂsıl olur. Fakat Allah TeÂl ’ya ne kadar ibadet edilse azdır ve O, kuluna ecir vermekten bıkıp usanmadığı gibi, mulkunden de bir şey eksilmez.
Hadisimizin BuhÂrî ’de gecen farklı bir rivÂyeti, bu konuyu daha guzel acıklığa kavuşturmaktadır:
Ayşe (r.a) bir kadınla birlikte otururken, yanlarına Resûlullah girer ve:
“–Bu kadın kim?” diye sorar.
Ayşe validemiz:
“–Bu filan hanımdır”[2] dedikten sonra, onun cok namaz kıldığından bahseder.
Bunun uzerine Resûlullah:
“–Butun bunları sayıp dokmeyi bırak; gucunuzun yettiği nisbette ibadet etmeniz size yeter. Allah ’a yemin ederim ki, siz bıkıp usanmadıkca, Allah da bıkıp usanmaz (sevap vermeye devam eder)” buyurur.
PEYGAMBERİMİZİN EN SEVDİĞİ İBADET RivÂyetin sonunda şoyle denir:
Resûl-i Ekrem Efendimiz ’in en cok sevdiği ibadet, sahibinin devamlı yaptığı ibadet idi. (BuhÂrî, ÎmÂn, 32; Teheccud, 18; Muslim, MusÂfirîn, 221)
Allah Resûlu, amellerde olculu davranmayı tavsiye etmiştir. Hadiste dikkat ceken bir başka nokta da, bir kimseyi tanıtırken onun ibadet ve namazlarını sayıp dokmenin, Resûlullah tarafından uygun gorulmediğidir. Bu şekilde tanıtmanın insanı gurur ve riyakÂrlığa duşurme ihtimali vardır. Bir de, insanları nÂfilelerde yarışmaya teşvik etmek, bir takım menfî netîceler doğurabilir. Bu sebeple Resûlullah, nÂfile ibadetleri “guc yetirebilme” olcusu ile tarif edip sınırlandırmıştır.
İnsanın guc ve kudretinin sınırlı olduğu bir hakikattir. Bu guc, bitip tukenmeden en guzel şekilde kullanılmalıdır. Rabbimiz, kullarına guclerinin yetmediği şeylerden sorumlu tutulmamak icin dua etmeyi oğreterek[3], insanın yapamayacağı şeylerin altına girmemesi gerektiğine işaret etmiş ve bizleri “orta ummet” diye vasıflandırmıştır.[4] Efendimiz de, ummetine ağır gelip devam ettiremeyecekleri endişesiyle, bazı ibadet ve davranışları surekli yapmaktan cekinmiş, bizleri devamlı yapabileceğimiz kolay amellere teşvik etmiştir. Nitekim sahabeden Abdullah bin Amr bin Âs (r.a), gencken nÂfile ibadetleri cokca yapmayı istediğinde, Allah Resûlu buna musÂade etmemiştir.
İBADETLERDE OLCU VE DENGE - İBADETLERDE OLCULU OLMAK Abdullah (r.a), ibretli kıssasını kendisi şoyle anlatır:
Nebiyy-i Ekrem Efendimiz ’e benim:
“Allah ’a yemin ederim ki, yaşadığım surece gunduzleri hep oruc tutup, geceleri de ibadet ve tÂatle uyanık gecireceğim!” dediğim haber verilmiş.
Bunun uzerine Resûlullah bana:
“–Bunları soyleyen sen misin?” diye sordu.
Ben de:
“–Anam babam sana feda olsun, ya Resûlallah! Evet, oyle soylemiştim” dedim.
Buyurdu ki:
“–Sen buna guc yetiremezsin. Hem oruc tut, hem iftar et; hem uykunu al, hem ibadet et! Şuphesiz senin uzerinde vucudunun hakkı vardır, iki gozunun hakkı vardır, hanımının hakkı vardır, ziyÂretcilerinin hakkı vardır. Cocuklarının da senin uzerinde hakları vardır. Her ay uc gun oruc tut; cunku bir iyiliğe on misli ecir ve sevap vardır. Bu ise butun zamanını oruclu gecirmek gibidir.”
Ben:
“–Bundan daha fazlasını yapmaya gucum yeter” dedim.
Resûlullah:
“–O hÂlde bir gun oruc tut, iki gun tutma!” buyurdu.
Ben:
“–Ama ben bundan daha fazlasını yapabilirim” deyince Allah Resûlu:
“–Oyleyse bir gun oruc tut, bir gun tutma; bu Hz. DÂvûd ’un orucu olup, orucların en olculu olanı, en faziletlisidir. Allah ’a en sevimli namaz da yine Hz. DÂvûd ’un namazıdır. O, gecenin yarısını uyuyarak gecirir, sonra ucte birinde namaz icin kalkar, altıda birinde yine uyurdu. Bir gun oruc tutar, bir gun tutmazdı. Duşmanla karşılaştığında ise kacmazdı” buyurdu.
Ben:
“–Bundan daha faziletlisine de gucum yeter” deyince Resûlullah:
“–Bundan daha faziletlisi yoktur” buyurdu. Sonra da:
“–Butun zamanını oruclu gecirenin orucu yoktur” dedi ve bu sozunu uc defa tekrarladı.
Meğer Peygamber Efendimiz ’in tavsiye etmiş olduğu, ayda uc gun orucu kabul etmek, benim icin ehlimden ve malımdan daha sevimli olacakmış.
Allah Resûlu sonra bana:
“–Nasıl hatim yapıyorsun?” diye sordu.
Ben:
“–Her gece” diye cevap verdim.
Allah Resûlu:
“–Kur ’Ân ’ı ayda bir def hatmet!” buyurdu.
Ben:
“–Ya Resûlallah! Benim bundan daha fazlasına gucum yeter” dedim.
Peygamber Efendimiz:
“–O hÂlde yirmi gunde bir hatmet!” buyurdu.
Ben yine:
“–Ya Resûlallah! Bundan daha fazlasını yapabilirim.” dedim.
O:
“–Oyleyse on gunde bir hatmet!” buyurdu.
Ben tekrar:
“–Bundan daha fazlasına gucum yeter, y Nebîyyallah!” diye ısrar edince:
“–Şu hÂlde yedi gunde bir hatim yap, artık bunun uzerine cıkma!” buyurdu.
Ben artırdıkca, aleyhime artırıldı. Nebiyy-i Ekrem bana:
“–Sen bilmiyorsun, belki omrun uzun olur?” dedi.
Sonunda onun dediği hÂle dondum. İhtiyarlayınca, Allah Resûlu ’nun ruhsatını kabul etmiş olmayı cok arzu ettim.”
Abdullah (r.a) yaşlandıktan sonra:
“–Keşke Allah Resûlu ’nun ruhsatını kabul etmiş olsaydım!” der dururdu. Geceleyin rahat etmek icin, okuduğu Kur ’Ân ’ın yedide birini, gunduz Âile fertlerinden birine okuyup dinletirdi. Guclu ve kuvvetli olmak istediğinde, bir kac gun oruc tutmazdı. Sonra oruc tutmadığı gunleri sayar, Peygamber Efendimiz ’e verdiği sozden donmuş olmamak icin, tutamadığı gunler kadar orucu kaz ederdi. (Bkz. BuhÂrî, Savm, 55, 56, 57; Teheccud, 7; EnbiyÂ, 37; NikÂh, 89; Muslim, SıyÂm, 181-193)
İnsan kaldırabileceği yukun altına girmeli ve bir işe Allah icin başladıktan sonra, meşru bir mÂzeret olmadıkca da ara vermemeye calışmalıdır. Zamanında yapamadıysa bile gecikmeli olarak ibadetini ed etmelidir.
İBADETTE DEVAMLILIK NÂfile ibadetler hususunda CenÂb-ı Hak kullarına muhtelif lûtuflarda bulunmuştur. Onlardan biri, ikinci hadisimizde de ifade edildiği uzere şudur: Kişi, normal vakitlerde îtiyÂd hÂline getirdiği bir ameli, herhangi bir mÂzeret sebebiyle yapamadığında, CenÂb-ı Hak ona aynen amel işlemiş gibi sevap verir.
Şu Âyet-i kerime de bu mÂnÂyı ifade etmektedir:
“Fakat iman edip sÂlih amel işleyenler icin eksilmeyen devamlı bir ecir vardır.” (Tîn 95/6)
Mufessirlerimiz bu Âyet-i kerimeden şu mÂnÂları cıkarmışlardır:
Bir mu ’min, nÂfile ibadetlere istikrarlı bir şekilde devam ederse, yolculukların zor anlarında, hastalıklarda veya yaşlılıkta bunları îf edemediğinde, Yuce Rabbimiz aynı sevabı ona ihsÂn eder. Bedeni amel edemez olduğunda, hatt vefat ettikten sonra bile onun ecri, herhangi bir başa kakma olmaksızın, sonsuza kadar devam eder.
Ucuncu hadisimizde, Resûlullah Efendimiz ’in, başladığı bir ibadeti surekli yaptığı, en veciz bir şekilde ifade edilmiştir. Onun ameli, baharda surekli yağan bereketli yağmurlara benzetilmiştir. Halk arasında “kırk ikindi yağmurları” diye bilinen, başladığında 40 gun devam eden, toprağın ve tohumun bereketi sayılan ikindi yağmurları, surekliliği ve okşayıcı yumuşaklığı ile rahmetin bir tezahuru ve bereketin timsali olmuştur.
Az da olsa devamlı ibadet etmek, ilk bakışta insanın gozune basit ve yetersiz gorunse de, buna sabırla devam edildiği takdirde, zamanla cok buyuk birikimlerin meydana geldiği gorulur. İşte bu, devamlılığın bereketidir.
Hadis-i şerifte Peygamber Efendimiz ’in herhangi bir gunu, belli bir ibadete tahsis etmediği bildirilmektedir. Ancak bu cumleden onun hicbir zamana belli ibadetler tahsis etmediği anlamı cıkarılmamalıdır. Efendimiz ’in belirli gunlerde oruc tuttuğuna dÂir sahih rivÂyetler bulunmaktadır. Onun pazartesi ve perşembe gunleri, her aydan uc gun ve Aşura Gunu oruc tuttuğunu, mubarek gun ve gecelerde taat ve ibadetini daha da artırdığını başka rivÂyetlerden biliyoruz. Hadisimiz Allah Resûlu ’nun ibadeti sadece o gunlere tahsis etmediğini, diğer gunlerde de az veya cok ibadet ettiğini ve bu konuda musÂmahalı davrandığını ifade etmektedir.
Sadece mubarek gun ve geceleri, birkac saatlik ibadetle ihy edip diğer gunlerde bunlara devam etmemek, hadisin rûhuna uygun duşmemektedir. Devamlılığı olmayan hicbir davranışın bereketli olmadığı ve semere vermediği herkesce malumdur.
MU ’MİNİN İLKBAHARI İnsanlığı gunah ve zulum karanlığından kurtarmak icin gonderilen Efendimiz, dunyada eşi benzeri gorulmemiş bir diriliş gercekleştirmiş ve insanlığı ihya etmiştir. Kıyamete kadar tum insanlığa hayat verecek sozlerinde, diriliş ve rahmetin sembolu olan “yağmur” ve “bahar” gibi ifadeleri zaman zaman kullanmıştır. Bu acıdan bakıldığında kış mevsimi de mÂnevî yonuyle mu ’minler icin ilkbahara benzetilebilir. İlkbahar; tabiatta diriliş, canlılık ve bereketin meydana geldiği ve hasat vakti olan yaz mevsimini mujdelediği icin herkes tarafından sevilen ve beklenen bir mevsimdir. Bundan hareketle, kış mevsimini “Mu ’minin İlkbaharı” olarak tarif etmek, kışın gece ve gunduzlerinin salih amellerle değerlendirilerek mu ’minin haya­tında mÂnevî bir canlılığa ve berekete vesile olduğuna işaret eder. Zira kış gunlerinin kısalığı, oruc tutmayı, gecelerin uzaması da teheccud namazını kolaylaştırır. Nitekim bir hadis-i şerifte:
“Kış mevsiminde oruc tutmak, meşakkatsiz ve rahat bir şekilde elde edilen ganimettir” buyrulur. (Tirmizî, Savm, 74/797; Ahmed, IV, 335)
He­men her canlının kış uykusuna yattığı, yani faaliyetlerinin belli olcude kısıtlandığı bir mevsimde mu ’minin uyanıklığı ve diriliği elbette ona yeni, yepyeni bir bahar yaşatacaktır. Muhim olan, kış mevsi­minin takdim ettiği fırsatların farkında olabilmektir. Mu ’min, bu kıymetli vakitleri boş şeylerle heb etmeyip Âhiret sermayesi biriktirme gayretiyle değerlendirmelidir.[5]
NAFİLE İBADETLER NİCİN GEREKLİ? Dorduncu hadisimizde, bu derece teşvik edilen nÂfile ibadetlerin nicin gerekli olduğu ortaya konulmaktadır. Kul Allah ’a en cok, farz kılınan ibadetlerle yaklaşır. LÂkin bu herkesin uzerine vazife olduğundan, Yuce Rabbimize hususî bir yakınlık kazanarak, O ’nun dostu olabilmek icin nÂfile ibadetlere de ihtiyac vardır. Farzlarla başlayan ilÂhî vuslat yolculuğu, ancak nÂfilelerle devam ettirilebilmektedir. Nihayet CenÂb-ı Hak, nÂfile ibadetlerle kendisine yaklaşan kulunu severek onun işiten kulağı, goren gozu, tutan eli ve yuruyen ayağı gibi olur. Her işinde ona yardım eder. Ne isterse, onu mutlaka verir, Yuce ZÂtına sığınırsa onu korur. Yuce Rabbimiz boyle kullarını o kadar sever ki, onların sevmediği şeyleri O da sevmez. Hatta, onlar olumden hoşlanmadıkları icin Allah da kulunun rûhunu kabzetmeyi istemez. Onlara duşmanlık edenlere harb ilÂn eder.
İşte bu buyuk saÂdet nÂfile ibadetlere devam etmenin bir netîcesidir.
“Onun işiten kulağı, goren gozu... olurum” beyanları, Allah TeÂl ’nın, o kulunun vucuduna gireceği anlamına asla gelmez. Bu, ilÂhî yardımın o kulun butun hayatında cok yonlu olarak tecelli edeceği mÂnÂsında guzel, guclu ve tatlı bir mecÂzî anlatımdır.
NAFİLE İBADETLERİN ONEMİ VE FAZİLETİ Beşinci hadisimizde, nÂfile ibadetlerin kıymetinin asıl Âhirette anlaşılacağına işaret edilmektedir. Bir insan, uzunca bir omru ibadet, hayır ve hizmet yolunda gecirse ve bu uğurda pek cok meşakkatlere katlansa, hakikaten buyuk bir kazanc elde etmiş olur. Ancak, Âhirette insana hakikat keşfedilip herşey ayan olunca, nÂfile ibadetlere verilen sevÂbı ve Allah ’ın nimetlerini gorunce, mu ’min, dunyada yaptığı ibadetlerin ne kadar az olduğunu anlayacak ve bu yuzden daha fazlasını yapmadığı icin hayıflanmaya başlayacaktır. Hatta bu kimse uzunca bir omru ibadet icin yorularak tuketmiş olsa bile yaptıkları gozune pek kıymetsiz gorunecektir. Muhammed bin Ebû Umeyra ’nın dediği gibi:
“…Ecir ve sevabını artırmak icin dunyaya tekrar dondurulmek isteyecektir.” (Ahmed, IV, 185; Heysemî, I, 51; X, 225)
Ebû HÂzim der ki:
Ebû Hureyre (r.a) ile birlikte, yeni defnedilmiş bir kabrin yanına uğradık. Ebû Hureyre (r.a) şoyle dedi:
«–Sizin basit gorduğunuz hafifce kılınan iki rekÂt namaz, burada (kabirde) benim icin sizin şu dunyanızdan daha sevimli ve değerlidir.” (İbn-i Ebî Şeybe, Musannef, VII, 126/34702)
O hÂlde kabre girmeden evvel, fırsat elimizdeyken nÂfile ibadetlerimizi artıralım ki Âhiretteki pişmanlığımız daha az olsun. Bu hususta hicbir gayreti kucuk gormemek îcÂb eder. Ebû Hureyre Hazretleri ’nin dediği gibi, kısa sûrelerle hafifce kılınan iki rekÂt namaz bile kabirde ve Âhirette insan icin dunyalardan daha kıymetli olacaktır.
[1] CenÂb-ı Hak, tereddut etmek gibi beşerî vasıflardan munezzehtir. Buradaki ifadeler ise, CenÂb-ı Hakk ’ın sevdiği kuluna gosterdiği îtin ve ihtimÂmı, beşerî idrÂkin anlayabilmesi icin kullanılmıştır.
[2] Muslim ’in rivÂyetinde bu kadının Havle bint-i Tuveyt olduğu bildirilmiştir. (Muslim, MusÂfirîn, 200)
[3] Bakara 2/286.
[4] Bakara 2/143.
[5] Bkz. İsmail L. Cakan, Hadislerle Gercekler, s. 174.
Kaynak: Dr. Murat Kaya, Efendimiz ’den Hayat Olculeri, Erkam Yayınları
İslam ve İhsan