
Musluman kardeşlerimizin hatalarını gorduğumuzde nasıl davranmalıyız? Hata aramalı mıyız? Hz. Omer'in (r.a) muslumanlara verdiği cok kıymetli ornek ve hadise ile isteyerek ve istemeyerek hata gorduğumuzde yapmamız gereken...Halife Omer bir gece vakti Abdullah bin Mesud ’la Medine sokaklarında dolaşırken bir evden sarhoş naraları işitti. Evin damına cıktı, iceriye baktığında gorduğu manzara şuydu: Bir ihtiyar onunde şarap şişesi, cariyesinden şarkı dinliyordu. Hışımla evin icine girdi ve ihtiyara cıkıştı:
- Bu gece şu ihtiyarın yaptığından daha cirkinini gormedim! Sen bu gunahın cezasını cekmeyeceğini mi zannediyorsun?
İhtiyar hic telaşa kapılmadan cevap verdi:
- Muminlerin Emirinin yaptığı benimkinden uc kat daha fenadır.
Hz. Omer şaşırmıştı. “Nasıl” diye sordu. İhtiyar tane tane konuştu:
- Allah “Evlere kapılarından giriniz” buyuruyor, siz damdan girdiniz. Allah “Başkalarının evine girerken izin isteyin ve selam verin” diyor, siz ne izin istediniz, ne de selam verdiniz. Yine O, “tecessus (başkalarının kusurlarını araştırmak) etmeyiniz” buyuruyor, siz gizli halimi araştırdınız.
Yuce Halife birden durgunlaştı:
- İhtiyar doğru soyledin. Eğer Allah Omer ’i bağışlamazsa vay haline…
İhtiyarı kendi haline bırakıp giderken Halife ’nin gozlerinden yaşlar akıyordu. Ama O ’nun derdi zannedilenden daha farklıydı: Bu zamana kadar kendi yaptığını herkesten saklayan bu adam ya Halife ile bu yaşadıklarından sonra işi daha da azıtırsa ne olacaktı?
İhtiyar uzun bir muddet Halife ’ye gozukmedi. Gunler sonra Hz. Omer mescitte arkadaşları ile otururken ihtiyarın sessizce arkalarda bir koşeye iliştiğini gordu. Hemen eliyle işaret edip onu yanına cağırdı. Yaptıklarının korkusu ile tedirgin bir halde yanına yaklaşan ihtiyara iltifat etti, sağına oturttu. Bir ara yavaşca kulağına eğildi ve şunları soyledi:
- Allah ’a yemin ederim ki o gece gorduklerimi kimse ile paylaşmadım. O gun benimle olan Abdullah da oyle…
İhtiyar da aynı şekilde Halife ’nin kulağına eğildi:
- Ben de Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem ’i hak peygamber olarak gonderen Allah ’a yemin ederim ki o gunden sonra o işi bir daha yapmadım.
Duydukları ile heyecanlanan yuce Halife heyecanlanarak yuksek sesle “Allahu Ekber” diye haykırdı. Etrafındakiler şaşırdılar. Ama şaşkınlıkları Halife ’nin ve ihtiyarın hicbir şey soylemeyen yuzlerinde bir muhatap bulamadı. Kıyamete kadar da bulamayacaktı.
BELLİ ETMEDEN KENDİNİ İLGİLENDİRMEYEN ŞEYLERİ OĞRENMEYE CALIŞMA Tecessus kelimesini sozluk, “belli etmeden kendini ilgilendirmeyen şeyleri oğrenmeye calışma” olarak tarif ediyor. Merakın ziyadesi olarak alındığında muspet bir manada kullanılan bu kavramı Kur ’anımız Hucurat Suresi ’nde ortaya koyduğu muminler arası ilişkiler cercevesinde yasaklamıştır. “Ve l tecessesû” ifadesi ile insanların kusur, kabahat ve eksikliklerini arama ve bunun icin ozel mesai sarf etme men edilmiş, Allah ’ın orttuğunu muminlerin de ortmesi istenmiştir. Nitekim Peygamber Efendimiz de “Her kim Musluman kardeşinin meydana cıkmasını istemediği bir şeyini ortaya cıkarır ve dile verirse; Allah da onun ayıplarını, kimsenin bilmesini istemediği hallerini meydana cıkarır. Bu suretle kendi evi icinde de olsa onu rezil eder.” (BuhÂrî, MezÂlim, 3) buyurmuştur. Bu menfi tavrın ortaya cıkartacağı dunyevi bir tehdit de soz konusudur: “Din kardeşini bir sucundan dolayı ayıplayan kimse, ayıpladığı şeyi yapmadan olmez.” (Tirmizi, Kıyame, 53) Ayıplamayıp tam tersine orten ise mujdelenmiştir: “Her kim dunyada bir Muslumanın ayıbını orterse, Allah da onun kıyamette bir ayıbını orter.” (Muslim, Birr 72)
Tecessus illetinin yasaklanması, mahremiyet ya da ozel hayatın korunması icindir. İlk korunması gereken hayat kendi hayatımız ya da ozelimizdir. İnsanın ic dunyasının bir ahenk uzere olması belli kabul, zan ve hisleri yonetebilmesi ile mumkundur. Neyi işitip neyi işitmeyeceğimiz, neyi gorup neyi gormeyeceğimiz ve daha da zoru neyi hissedip hissetmeyeceğimiz ilk elde elimizde değil gibi gozukur. Aslında bizden istenen tam da budur. İnsanın kendini yonetebilmesinin ilk şartı gozune, kulağına ve kalbine sahip olmasıdır. Bu seviyeye erişmek kolay değildir.
İlk adım niyetle atılır ve gayretle yol alınır. Buyuklerin himmeti Âlî tutmak olarak ifade ettikleri, insanın gayesini hic gozunden ve gonlunden eksik etmemesi beş duyu organımız kadar gonul Âlemimizi de belli kayıtlar icerisine alır. Boyle olunca da gorulen, işitilen ve hissedilen zamanla bir kıvama gelir. Yolda mesafe alırken dikkat edilecek nokta, hakkında kesin bilgi sahibi olmadığımız şeyin peşine duşmemek gerekliliğidir. (İsra, 36), cunku kulağımız, gozumuz ve kalbimiz bundan sorumludur. Gormek de mesuliyettir, işitmek de… Dahası bunların kalpte uyandırdığı hisse de dikkat etmek icap eder.
Korunması gereken bir diğer mahremiyet alanı birbirimize zimmetli olduğumuz kardeşlerimizin ozelidir. Kardeşlerimiz, kendileri ile kendimizi seyrettiğimiz aynalardır. Aynanın duruluğu gonlun duruluğu ile mukayyettir. Kardeşimizde gorduğumuz aslında kendimizde tecrube ettiğimizdir.
Boyle değilse sıkıntı daha buyuktur, cunku o zaman ayette gecen “Muminler ancak kardeştir” (Hucurat, 10) hakikatine terfi edilememiş demektir. Kardeş arayan once kardeş olmalıdır. Kardeş bulamayan kardeş olamayandır. Kalitemiz, kardeşimizin kalitesi kadardır. Kiminle nereye kadar yuruyebileceğini dert eden, kime nereye kadar eşlik edeceğine kafa yormalıdır. Kime guvenebilirim diye soran, kime ne kadar guven telkin ettiğini sorgulamalıdır. Kardeşlere guzel zan, kardeşlik hukukunun ilk şartı, kardeşin ozel hayatının muhafazası da bu hukukun nihai amacıdır.
Tecessus ile kardeşinin ozelini delik deşik eden ve bu şekilde onu ifşa eden aslında kardeşine daha buyuk bir kotuluk yapmıştır. Bu kotuluk onun eminliğinin orselenmesidir. Kusuru ortaya sacılan, kendi sınırları yok sayıldığı icin yapabilecekleri ve işleyebilecekleri ile ilgili guvenilirliği kaybedebilir. Nitekim Halife Omer ’in ihtiyar hakkındaki korkusu onun ozelini ihlal etmesinden otesinde bu eminliğin zedelenmesi ile ilgilidir. Gorulduğunu gorenin, artık gorulmekle ilgili bir derdi kalmamıştır. Gorulduğunu bilen, kendisini bir yerde tutan psikolojik sınırı aşmıştır. O sınır aşıldı mı aşılmayacak sınır kalmamış demektir. O yuzden kendimizin ve kardeşimizin mahremini ya da sınırlarını korumak aslında taşkınlığımızı, futursuzluğumuzu ve curetimizi dizginlemek demektir.
Tecessus illetinin darmadağın ettiği bir diğer alan da kamuya ait mahremiyettir. Bir gunahı kamuya mÂl etmek, tabiri caizse kamu sucu işlemek demektir. Kamuya mÂl edilen gunah; acılmış, sacılmış bir cife gibidir ki tıpkı acıktaki bir pisliğin kokusu gibi etrafı rahatsız eder. Gunahını acan ve sacan hem diğerlerinin zihinlerini ve gonullerini bulandırmış, hem de Allah ’ımız ile sadece kendisine has o mahrem dairesini hice saymış demektir. Mahremini ulu orta sacan ortak iyinin, guzelin ve doğrunun temeline dinamit koymuştur. Cunku bu bencilce davranış mahremiyet kavramının icinin boşalmasına sebep olur. Mahremin ifşası ile mahrem diye bir şey kalmaz, bu ortamda ozel hayat, yokluğuna yakın bir koordinatta yeniden tarif edilir. Sû-i misal, misal olmaz derler; bu durumda sû-i misal, misal olmakla kalmaz, zamanla misalliği de aşarak, bizatihi asıl haline gelir.
Doğru ve yanlışın ne olduğunu, dolayısıyla neyin gunah olup olmadığını Allah ’ımız belirler. Haram ve helal bu belirleme sonucu ortaya cıkan tasniflerdir. Bir hadiste haram koruya benzetilmiştir. Her sultanın girilmesi yasak bir korusu vardır, Allah ’ın korusu da haramlardır. Bu anlamda gunah işlemek, her şeye vÂkıf olan Allah ’a karşı bir saygısızlıktır, ama kullardan saklanabilecek bir kotu hali ortaya sacmak daha buyuk bir saygısızlıktır. Gunahını ortmek, ifşa etmemek bir edep, başkasının gunahını ortmek ise daha yuksek bir edeptir. Cunku insanlık fazileti ve erdemi; gunah, kotuluk ve cirkinlik ile değil sevap, iyilik ve guzellik ile bilinmeyi gerektirir. Gunahı ile bilinmeyi secmek kustahlıktır.
Allahımız kendisini sınırları ile tanımamızı istemektedir. O ’nun sınırları, bizimle olan irtibatının koordinat noktalarıdır. O ’nun sınırlarına dikkat eden, kimsenin hatasını arama curetine girişmez, cunku boyle bir teşebbus en buyuk hatalardan birisidir. O, oncelikle kendi hatasının peşine duşer, hali ile ornek olmaya gayret eder ve eğer gorduğu bir hata ya da kusur var ise bunu ifşa etmez, bilakis ortmeye cabalar. Bilir ki Allah ’ın kulları, her an bir iş ve oluştaki Rablerinin tecellileri ile halden hale girerler. Bir an isyan icinde gorduğumuz, bir an sonra hatasından donebilir. Kalpler Allah ’ın elindedir. Kaldı ki İslam ’a uygun yaşanan her an, insana umit veren bir temizlenme, yenilenme ve tazelenme vesilesidir. Biz her dem yeniden doğarız. Abdestimiz, namazımız, camimiz, hayır-hasenatımız, mumin kardeşlerimiz, hepsi arınma vesilelerimizdir. Asr-ı Saadet ’te yaşanan şu hadise bunun en guzel orneğidir:
Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem sahabeleriyle otururlarken bir adam geldi ve şoyle dedi: “Ey Allah Rasûlu, ben cezalandırılması gereken bir gunah işledim. Cezamı ver.” Rasûlullah Efendimiz cevap vermedi. Adam az sonra isteğini tekrarladı: “Ey Allah Rasûlu, ben cezalandırılması gereken bir gunah işledim. Cezamı ver.” Rasûlullah Efendimiz yine cevap vermedi. Derken namaz vakti girdi, namaz kılındı. Yaptığı ile pişman o sahabe Rasûlullah Efendimiz kalkıp gidecekken peşinden aynı isteğini tekrarladı: “Ey Allah Rasûlu, ben cezalandırılması gereken bir gunah işledim. Cezamı ver.” Bunun uzerine Peygamber Efendimiz adama dondu ve aralarında şu konuşma gecti:
- Evinden buraya gelirken abdest almadın mı?
- Aldım, ya Rasûlullah.
- Sonra burada bizimle birlikte namaz kılmadın mı?
- Kıldım, ya Rasûlullah.
- Oyleyse Allah senin gunahını bağışlamıştır.” (BuhÂrî, Hudûd 27; Muslim, Tevbe 44)
Kaynak: M. Lutfi Arslan, Altınoluk Dergisi, Haziran 2019 400. Sayı
İslam ve İhsan