Bu yazı, Caner Taslaman- Ebubekir Sifil tartışmasını izlememden sonraki duygu/duşunce ortamında doğmuştur. Tartışmayı izledikten sonra Caner Taslaman ’ın temsil ettiği modern yaklaşım ile “boyle bir tercihte bulunmayan” Ebubekir Sifil ’in temel yaklaşım farkı nedir diye sordum ve duşundum. Spesifik konuların anlaşılmasından once “temel yaklaşım farkının” anlatılmasının daha uygun olduğu fikri ağır bastı.Modern bakış acısını temsil ettiklerini soyleyenlerin farkında olarak ya da olmadan değirmenine su taşıdıkları tasarı, Protestanlıktaki gibi “metin merkezli bir din algısı” inşasıdır. Metin merkezlilik, pratikte ve sonucta normsuz bir din algısını desteklemektedir. Metin merkezli din algısının yol actığı sonucu Şinasi Gunduz bir yazısında şoyle tasvir etmiştir:

“Dini anlama ve yaşamada yalnızca kutsal metin yani Kur ’an merkezli bir anlayışı esas almak ve başta Sunnet olmak uzere diğer referansları dışlamak, mevcut sosyal ve siyasal yaşamın tesisinde birey ve toplumla İslami geleneğin bağını koparmak gibi fiili bir durum oluşturmaktadır”1. Luther onculuğunde başlayan Protestan hareketin sloganı olan cumle “Sola Scriptura” idi. Yani “yalnızca metin”…

MODERN YAKLAŞIM FARKI

Burada modern yaklaşımın farkını, “carpıcı” bicimde aksettiren Hasan Onat ’ın “Din, Sorun Olmaktan Nasıl Cıkar?”makalesinin konunun daha iyi anlaşılması bakımından anılmayı hak ettiğini soylemeliyim2. Yazar, sozu gecen makalede Muslumanların cağımızda icine duştukleri sorunlardan cıkış yolu olarak metin merkezli bir din anlayışını onermektedir. Makalede yazarın temel tezlerini “meÂlen” şoyle ozetlemek mumkundur:

“İslam bir sorun, neden bir sorun? Cunku, İslam bu cağa donuk aktif bir şey soyleyemiyor, Muslumanlar, bilimde, sanatta sporda yeni bir şey uretemiyor. Fıkhın ve mezheplerin sembolize ettiği geleneksel İslam ’ın normları, bu cağın normlarına uymuyor. Buna cozum bulmamız lazım. Cozum onerisi “Kur ’an ’ın salt metni ile Kur ’an ’ın salt metnine arz edilmiş, akıl kriterlerinden gecirilmiş hadis salt metinlerinin, aklı esas alarak yeniden yorumlanmasıdır. “İslam fıkhı ve mezhepler, sonucta salt vahiy değil, insan zihninin urunudur”. Salt vahiy Kur ’an ’ın salt metnidir. Kur ’an ’ın salt metni ile “aklımızın urununu” birleştirirsek ortaya cıkan sonuc, “cağdaş normlarla” uyum sağlar, belki bu yolla Muslumanların kendilerine “ozgu” bir demokrasi modelleri bile olabilir.”

Dikkat edildiyse modern bakış acısında sorun olan mesele, “dinin normatif yanı”dır. Normatif, yani “kural koyucu” yanı. Din, normatif olmasaydı, kulturel bir fenomen olsaydı, sorun olmayacaktı. İslam ozelinde konuya baktığımızda “el- kitab” norm, “es- sunne” icinde dînî norm taşıyan formdur. Kur ’an, okunan(el- Makr&#251 ve metinleşen (el- Mushaf) el- kitÂb ’dır. Kur ’an- sunnet kavramsallaşması modern zamanlarda ortaya cıkmıştır. Kadim geleneğimizde Kur ’an- sunnet, değil, kitab- sunnet deniliyordu. Kur ’an- sunnet kavramsallaşması, metin merkezli bir din anlayışından neş ’et etmiştir.

DİNİ METİNLERLE ARAMIZDAKİ İLİŞKİ

Dini metinlerle aramıza, insan toplum ve tarihi verilerin de girmesi, birden cok anlama gelebilme seceneklerini makul, anlaşılabilir ve kabul edilebilir bir seviyeye indirmektedir.

Salt metinler uzerinden yapılan okumalarda subut ve delÂlet tartışmaları eksik olmamakta, bu durum dinin pratiğe dokulmesini olumsuz etkilemektedir.

Kadim geleneğimizde metnin uygulamayı, uygulamanın metni tamamladığı bir anlayış hÂkimdi. İnsan yetiştirme dediğimiz surec, salt metin uzerinden değil uygulamanın (mutevÂtir amelin) da dikkate alındığı bir anlayışa dayanıyordu. MutevÂtir amelin sonraki nesillere intikÂlinde “dini metin” unsuru değil, “insan unsuru” ve yetişmiş insan (alim) unsuru onem taşıyordu.

Doğru olan kavramsallaşma bicimi kitÂb- sunnet kavramsallaşmasıdır demiştik. “el- kitÂb” dini ve şerî bir maksada dayanan, vahiy niteliği taşıyan “norm” butunu ise, es- Sunne de el- kitÂb ’ın uygulamasıydı. el- kitÂb ’ın ihtiv ettiği normların maksadlarını ve hikmetlerini idrak edebildiğimiz olabildiği gibi, idrak edemediğimiz de olabilir. Kadim duşunce geleneği bu yaklaşıma dayanır.

İSLAM'DA MODERNLEŞMECİ TEZ

Asr-ı saÂdette vahyin kontrolunde gercekleşmiş olan es- sunne, “nebevî sunnet” adını alır, el- kitÂb gibi “bağlayıcıdır” ve “norm” huviyetini taşır. Nebevî sunnetin ruhunu taşıyan sahÂbe tatbikÂtı da nebevî sunnet gibidir. Yani bağlayıcı yanı vardır. Nebevî sunnet, sonraki nesillere “rivÂyet/aktarım” ve “ru ’yet/gorme” yoluyla intikal etmiştir. Medine ehlinin ameli/ yaşayan sunnet, “ru ’yet” yoluyle intikal eden es- sunne ’nin tezahurlerindendir. Modernleşmeci tezin ozu şudur: Biz, Hz. Muhammed ’e ve getirdiği mesajlara saygı duymaya hazırız(?!) da elimizin altında “bağlayıcı olduğu modern yontemlerle ispatlanmış dini metinler olsun”. Hadisle cebelleşmelerinin asıl nedeni de budur. Hadis, zihinlerindeki din şablonuna uymamaktadır. Zihinlerindeki şablon, modern normlarla uyumsuzluk yaşamayacak bir din algısıdır.

Bugun Batı dunyası toptan Deizm ’e yonelmiş tanrısal norm olgusu fiilen yok olmuştur. Mesela on emir sadece Yahudilikte değil, Hristiyanlıkta da “teorik” olarak norm kabul edilir ve gecerliliği vardır. Ancak pratikte bunun tamamen baypas edildiğini soylemeliyiz. Mesela zina etmemek on emir kapsamındadır. Bir ornek vermek gerekirse Danimarka Hukumeti nufus eksilmesiyle mucadele kamu spotunda Danimarka aile yapısını değil “ilişki” kavramını esas almıştır. “İlişkiye girdiğinizde cocuk isteyin dunyaya gelecek cocuğa devletiniz bakacak” denilmiştir. 2011 yılında Deistik bir mantalite ile yapılan yuz milyonu aşkın insanın izlediği soylenen, “Zeitgeist/ zamanın ruhu” isimli belgeselde sadece Hristiyan teolojisi ile dalga gecilmemiş, on emire de hucum edilmiştir. Hristiyan teolojisinin mitoloji ile izah edilişi gibi on emir de mitoloji ile izah edilmeye kalkışılmıştır. Dunyada bugun egemen olan deistik ust aklın asıl derdi, “tanrısal norm” olgusudur. Tanrısal norm olgusu, cağdaş değerlere “yapısal olarak” uymamaktadır.

Modernleşme tum dunyada yasa, yonetmelik, tuzuk gibi yazılı bağlayıcılık esasını getirmiştir. Mesela “iyi vatandaş”, “ornek vatandaş” uzerinden bir yaşam tarzı algısı ve medeniyet tasavvuru yoktur. Yasa ve yonetmeliklerin ve bunları uygulayan kurumların gucu ve uygulaması esastır. Modern ulus devletin gozunde “kurallara uyma yonu duzgun”, “uygulama yonu bulunan, ornek yonu bulunan” “iyi vatandaşın” , toplumsal duzenin devamı bağlamında –belki bazı kamu yoneticilerinin zevahiri kurtarmak icin sarf ettiği gostermelik sozlerin otesinde- değeri yoktur.

SUNNETİN KAYNAKLARI

Sunnet, norm taşıyan ve dinde meşru olan, dini orneklik teşkil eden butun işlerdir. Hadisler, sozunu ettiğimiz dini normları taşıyan arşiv mirasıdır. Sunnetin tek kaynağı hadisler de değildir. Sunnet ile ilgili araştırmaları bulunan Suleyman Nedvî ’nin “mutevÂtir amel” dediği, Yasin Dutton ’un “amel-i naklî” dediği şey de sunnetin kaynakları arasındadır. Mutevatir amel ya da amel-i naklî, rivÂyet yoluyle değil de ru ’yet yoluyle intikal eden ornek davranışlardır. Hz. Peygamber namaz icin “beni nasıl goruyorsanız oyle kılınız”3 buyurmuştur. Bir şeyin delil olması yazılmasına bağlı değildir. Onu adil sika kişilerin nakletmesine bağlıdır…namaz nesilden nesile boyle aktarılmıştır4. Son gunlerde “Yahudi namazı” diye bir soylem geliştirilmiştir. Guya Muslumanların namazı Yahudi namazına benzemekteymiş. Namazı oğrenmek icin rivÂyete ihtiyac yokmuş. Ru ’yet yoluyla yani gorerek namazın sonraki nesillere intikali sağlanmış. Bunu iddia edenlerin “atladığı şey”, hadislerle intikal edenin(rivÂyet/ aktarım) gorerek(ru ’yet yoluyla) intikal edeni daima desteklediğidir.

Kadim geleneğimizde metin, uygulama ile birlikte bir anlam taşıyordu. İmam Malik, namaz kılanın onunden gecme ile ilgili rivayeti, Medine ehlinin uygulamalarına uygun olmadığı icin kabul etmemiştir. Olunun yerine hac edilebileceği ama yaşayan bir kimsenin yerine hac edilemeyeceğini belirtmiştir. Medine ehlinin ameli boyle olduğu icin buna uymayan rivayetleri kabul etmemiştir. İmam Tirmizî, es- Sunen adlı eserine aldığı butun rivÂyetler – iki tanesi hÂric- kendi ifadesi ile “ma ’mulun bih/ uygulama ile desteklenmiş” hadislerdir. Mesela yolculuk dışında Hz. Peygamber ’in namazda cem yaptığı ile ilgili rivayeti sahih bulmuş ama uygulama/amel ile desteklenmediğini belirtmiştir. Buradan şoyle bir sonuc cıkmaktadır: Bir hadis teknik olarak sahih olabilir ama bizim bilmediğimiz bir nedenle Musluman toplum tarafından uygulamaya dokulmemiş olabilir. Bu yuzden hep şunu soyluyoruz: Dini, salt metinlerle değil, metinlerin uygulamayı, uygulamanın metinleri desteklediği bir anlayışla idrÂk etmeliyiz. Kadim geleneğimizde olduğu gibi… “Ru ’yet” yoluyla intikal eden nebevî sunnet, “mutevÂtir amel” dir ve taşıyıcısı, icinde alimlerin de bulunduğu “Musluman toplumlar”dır. Kadim geleneğimizde mutevatir amel hadisi; hadis, mutevatir ameli desteklemiş, aralarında tam bir uyum olmuştur. Bu acıdan bakıldığında kitÂb ile sunnet arasında bir celişki bulunmamaktadır5. Celişkiyi, metin merkezli din algısı uretmektedir.

VAHYİN ONTOLOJİSİ

Modern paradigmanın asıl derdi şudur: Cağdaş kuresel medeniyet modern normlar getirmiştir ve bu normlar hadislerdeki normlara da mutevatir ameldeki normlara da uymamaktadır. Cağdaş kuresel medeniyet kadınların evlenme yaşı, erkeklerin calışma yaşı, kadının erkekten erkeğin kadından bağımsızlığı gibi konularda sıkı normlar getirmekte ve bu normlar insanları ve toplumları“şekillendirmektedir”. Problem, sunnetin ve sunnetin taşıyıcısı bulunan hadislerin bu normlara uymamasıdır. Farzedelim Hz. Peygamber, eşleri bulunan muhterem validelerimizle bu cağda yaşasaydı, toplum icine cıksaydı, modern paradigma nasıl karşılardı?

Sonuc olarak, spesifik konulara girmektense yaklaşım farkını acıklamamız daha uygun olur kanaatındayım. Yaklaşım farkını tebaruz ettirmemiz icin şunu sormamız yerinde olur: Gunumuz acısından baktığımızda vahiy, salt dini metinler midir? Hz. Peygamber, vahye muhatap olmuş ve vahiy almıştır. Peki vahyin ontolojisi, Hz. Peygamberden sonra salt metinlere mi gecmiştir? Vahyin ontolojisi salt fiziksel midir? Arı, ilahi vahye muhatap olmuş ama mesela sinek muhatap olamamıştır. Vahyin cıktısı bal mıdır yoksa arı toplumu gibi duzenli ve disiplinli bir toplum olma mıdır? Arı ile sineği birlikte duşunmek ve mukayese etmek gerekir. Arı, toplar, sinek dağıtır, arı faydalı olanın peşinde koşar sinek ise kendi damak zevkine daha tatlı gelenin. Bu yuzden arı daha cok şif taşır, sinek ise hastalık.

VAHYİ ANLAMAK İCİN NEYE BAKMALIYIZ?

Dinin dayanakları anlamına gelen “nass” kavramını duşunelim. Nasslar salt fiziksel nesneler midir? Vahyin en bariz cıktısı sahabe adını verdiğimiz, Peygamber eliyle yetiştirilmiş insanlar topluluğudur. Vahyi anlamak icin vahyin cıktısına bakmak gerekir. Bu topluluk nasıl yetişmiştir? Vahiy, bu toplulukta nasıl bir fonksiyon icr etmiştir. Salt ayet metinleriyle mi, Hz. Peygamber sozleri ve bu sozlerin derlendiği metinlerle mi? Yoksa metinleri de kapsayan insanı ve toplumu kuşatan bir hayat tarzı ile mi? Oturma, kalkma konuşma, aile hayatı, devlet idaresi, ticaret hayatı gibi tum alanları kuşatan “hayat tarzı”. Vahyin ontolojisi peygamberden sahabeye gecmiş, onlardan da tÂbiîn nesline intikal etmiştir. “Tabiin” neslini duşunelim, onları sahabe nesli yetiştirmiştir. Tabiin nesli, salt sahabe neslinin Hz. Peygamberle ilgili aktarımlarıyla mı yetişmiştir? Hayır. Vahyin ontolojisini taşıyan hayat tarzı ile…Vahyin ontolojisi ile…Asıl bilinmesi gereken ve fayda sağlayacak olan tartışma budur. Hz. Peygamber ’in hayat tarzının karakteristik ozellikleri ve bu ozelliklerin bu cağda uygulanabilirliği uzerinde neden durulmuyor? Bu cağ ile catışma icine giren “bir butun olarak” nebevî hayat tarzıdır. Yapılması gereken bu ayrışmayı belirgin bicimde acığa vurmaktır. Yoksa deve sidiği, sinek kanadı gibi konularda hadis tartışmalarına girmek değil…

Dipnotlar: 1) Şinasi Gunduz, “Sola Scriptura ’dan ‘Kur ’an İslamı ’na”, kaynak: http://www.haber10.com/yazar/prof_dr_sinasi_gunduz/sola_scripturadan_kuran_islamina-697022 (05.09.2017). 2) Hasan Onat, “Din, Sorun Olmaktan Nasıl Cıkar?”, kaynak: http://hasanonat.net/index.php/35-din-sorun-olmaktan-nas-l-c-kar(05.09.2017). 3) BuhÂrî, EzÂn, 18, Edeb, 27, Temennî, 10; DÂrimî, SalÂt, 42. 4) Yavuz Koktaş, Modern Zamanlarda Hadisi Savunmak, İstanbul 2017, s. 392. 5) İbn Kayyım el- Cevziyye, İ ’lÂmu ’l- muvakkıîn, Kahire, 1967/1388, I, 176.

Kaynak: Şemseddin Kırış, Altınoluk Dergisi, 380. Sayı
İslam ve İhsan