
“Ummet ’in risÂleti” ifadesi, Hz. Peygamber ’in, elcilik gorevinin tabii sonucu olarak “ummete intikal eden tebliğ gorevi” demektir. Konuya ait, Al-i İmran Suresi ’ndeki Âyetler ummet-i Muhammed ’in hayırlılık sebepleri olarak, bu manadaki risalet yani tebliğ gorevine işaret buyurmaktadır. “İcinizden hayra cağıran, iyiliği onerip emreden ve kotulukten sakındıran bir topluluk (“ummet”) bulunsun. İşte kurtuluşa erecekler onlardır.”Allah elcisi peygamberlerin salavatullahı aleyhim ecmeîn tamamı, oğrendiklerini kendilerinden sonraki nesillere tebliğ/ulaştırma yukumluluğunu ummetlerine ana gorev olarak tavsiye etmişlerdir. Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz de İslÂmî ilimlerin gelişmesini sağlayacak olan konuya ait tavsiyesini, Veda Hutbesi ’nde ““... Burada bulunanlarınız, bulunmayanlara (duyduklarını) ulaştırsın...1 “... Zira olur ki, burada bulunanlarınız sozu kendisinden daha anlayışlı bir kimseye tebliğ etmiş olur.”2
Ve yine “Sozumu işitip guzelce belleyen ve bellediği gibi başkalarına ileten (tebliğ eden) kimsenin Allah yuzunu ağartsın!”3 cumleleriyle genel ve resmi anlamda acıklamıştır.
Tebliğ/elcilik yukumluluğunun sınırını da “Bile bile her kim bana isnad ederek yalan uydurursa, Cehennemdeki yerine hazırlansın!”4 diye ortaya koymuştur.
UMMETİN TEBLİĞ GOREVİ
Kutlu hayatında kimi sahabileri değişik bolgelere muallim ve murşit olarak tebliğ ile gorevlendirmiş olması, elciler ve davet mektupları gondermesi gibi tarihi olaylar da goz onune getirilince, ummetin RisÂleti/elciliği diyebileceğimiz bir temel gorev ve konum ortaya cıkmış olmaktadır.
RisÂlet; peygamberlik, Allah elciliği demektir ve Allah TeÂla ’nın irade ve secimine bağlıdır. “Ummet ’in risÂleti” ifadesi ise, Hz. Peygamber ’in, elcilik gorevinin tabii sonucu olarak “ummete intikal eden tebliğ gorevi” demektir. Konuya ait, Al-i İmran Suresi ’ndeki Âyetler ummet-i Muhammed ’in hayırlılık sebepleri olarak, bu manadaki risalet yani tebliğ gorevine işaret buyurmaktadır. “İcinizden hayra cağıran, iyiliği onerip emreden ve kotulukten sakındıran bir topluluk (“ummet”) bulunsun. İşte kurtuluşa erecekler onlardır.”
“Siz, insanların iyiliği icin yeryuzune cıkarılan en hayırlı topluluk/ummetsiniz. Cunku iyiliği tavsiye eder, kotulukten sakındırır ve Allah ’a inanırsınız..”
ULEMANIN ANA GOREVİ "TEBLİĞ ELCİLİĞİ"
Ummet-i Muhammed ’in ve ozellikle de ulema kadrosunun ana gorevinin “tebliğ ecliliği” olduğu bu iki ayette acıkca belirtilmiş bulunmaktadır. Nitekim ummet icinde veresetu ’l-enbiy konumundaki alimlerin ise oncelikli sorumluluğudur. Musa CÂrullah Bigiyef ’in (v. 1949) pek yerinde ifÂdesiyle Hz. Peygamber ’den sonra, (peygamberlik sıfatı dışında) tebliğ gorevi ummete kalmıştır. Yani gunumuz ummetin risÂleti donemine dÂhildir.5
Bigiyef, ummet-i Muham­med ’in ozellik ve guzelliklerini, Peygamber ’e verilen meziyetlerin ve gorevlerin ummete de verildiğini uzunca bir metin halinde kırka yakın yonden delillendirmiş ve konuyu “Hz. peygamberin butun yetki ve sorumlulukları İslam Ummetine miras kalmıştır” başlığı altında değerlendirmiştir. Neticeyi de farklı bir yonden şoyle ifade etmiştir: “Bugun ummetin tamamının unuttuğu, yahut gaflet gosterdiği dinin tek bir kuralı mevcut değildir.”6 Yani ummet-i Muhammed, Peygamber misyon ve mirasına ummet olarak sahip bulunmaktadır.
Hz. Peygamber ’den sonra peygamber gelmeyeceğine gore, ummet son ummettir. Onun risalet/elcilik gorevi de bu sebeple Kıyamete kadar surekli bir gorevdir. Onceki ummetlerin tebliğ gorevleri bir sonraki Peygamber ve ummetinin gorevi devr almasına kadar idi. Fakat ummet-i Muhammed ’in elciliği, yukarıda bazı sınır ve kurallarına işaret ettiğimiz cercevede sureklidir.
Bu noktadaki ummetten kaynaklanan tıkanıklık ve başarısızlık, doğal olarak sunnet ’in bireysel ve toplumsal gelişimdeki yeri ve rolu uzerinde birtakım tereddutlerin doğmasına sebep olmuş gozukmektedir. Bu tereddutlerin, cıkış yolu arayışlarını peşinden getirmesi de pek tabiîdir.
İSLAM TARİHİNİN YALIN GERCEĞİ
İslÂm ’ın ve insanlık tarihinin tanıklık ettiği yalın gercek şudur: İlk insan, ilk peygamberdir. Sunnet kelimesi sozluk anlamıyla gidişÃ‚t ya da hal ve gidiş demek olduğuna gore, onu biz Hz. Âdem ’in hayat tarzı ve yaşam onderliği ile ilk kez hem bireysel hem de toplumsal boyutta tanımış olmaktayız. Yani insanoğlunun dunya macerÂsının temelinde bir insan-peygamber ’in yaşayış bicimi, yegÂne gelişim etkeni ve oğesi olarak yer almaktadır. Dolayısıyla İlÂhî irÂdenin, Hz. Âdem ’den beri bireysel ve toplumsal planda insanoğluna kazandırmak istediği değerleri, peygamberler aracılığı ve onderliği ile gercekleştirdiği tarihi bir gercek olarak ortadadır.
Bu gerceği şoyle de ifade etmemiz mumkundur: Başlangıctan beri bozulan veya olumsuz yonde değişen bireysel ve toplumsal yapı ve yaşayışlar, her defasında resûl veya nebî denilen bir Allah elcisinin ornek ve onderliğinde, tevhid ’e endeksli ve inanc oncelikli bir soylem ve eylem uyumu icinde yenilenmiş ve soz konusu değişim, gelişime cevrilmiştir. Bu işlemin kac kez tekrarlandığını yani bu alandaki sunnetullah ’ın kac defa hukmunu icr ettiğini bilememekteyiz. Bildiğimiz bu sunnetullah ’ın son kez ve evrensel cercevede Peygamber Efendimizin elciliğinde ve onculuğunde gercekleştiğidir. Kendisinden sonra da yukarıda ozetle işaret ettiğimiz sınırlar ve esaslar cercevesinde onun ummetinin bu tebliğ hizmetini “ummetin risaleti” adıyla ustlenmesi hem tabii hem de yapısal bir durumdur.
Sahte peygamberlerin zaman zaman ortaya cıkması da ummetin risaleti/elciliği yukumluluğunun bir başka yonden (beşeri) kanıtıdır. Ummetin bu kutlu ve temel gorevine gelişen şartlar ve teknikler cercevesinde sahip cıkması, sahte ya da cakma girişimlerin de onunu kesecektir.
Dipnotlar: 1) BuhÂrî, ilim 9, 10, fiten 8, tevhîd, 24; Muslim, hacc 446; Ebû DÂvud, tetavvu ’ 10; Timizî, hacc 1; NesÂî, hacc 111, İbn MÂce, mukaddime 18; DÂrimî, menÂsik 72; Ahmed b. Hanbel, Musned, IV, 31, 32, V, 4, 37, 39, VI, 385,456. 2) BuhÂrî, fiten 8, ilim 9, hacc 132; Tirmizî, ilim 7. Pek tabiî bir gerceği dile getiren bu hadiste ashÂbı anlayışsızlıkla itham anlamı olduğunu ve dolayısıyla bu hadisin uydurma olduğunu iddia eden Fazlurrahman ’ı (bk. Tarih Boyunca IslÂmî Metodoloji Sorunu, s. 62-63 Ankara, 1997) anlamak mumkun değildir. 3) Ebû DÂvud, ilim 10; Tirmizî, ilim 7; İbn MÂce, mukaddime 18, menÂsik 76; DÂrimî, mukaddime 24; Ahmed b. Hanbel, Musned, I,37; III, 225; IV, 80, 82, V, 183. 4) Bk. Bu bolumun 3 nolu dipnotu (s. 41). 5) Konuyla ilgili detaylı bilgi icin bk. Bigiyef, KitÂbu ’s-sunne, (trc. M. Gormez), s.67-88 , Ankara, 2014. 6)a.g.e., s. 85.
Kaynak: Prof. Dr. İsmail Lutfi Cakan, Altınoluk Dergisi, 380. Sayı
İslam ve İhsan