Nefse hoş gelen bir fiil olarak kerÂmet, gercek Hak dostlarının buyuk bir hassÂsiyetle uzerinde durdukları bir meseledir. Onun icin butun Ârifler, Hakk ’ın murÂd etmesi ve daha buyuk bir maslahatın gercekleşmesine vesile olması mustesnÂ, halkın rızÂsını ve takdîrini kazanmak demek olan kerÂmete asl meyletmemişler, dÂim Kerîm olan Mevl ’nın rızÂsını tahsîle gayret etmişlerdir.KerÂmete nÂiliyet, hedef hÂline gelir ve sÂlih amellerin ve mucÂhedenin kıblesi olmaya başlarsa -Allah muhafaza buyursun- gizli bir şirkin icine doğru sahibini surukleyecek demektir.

Bu bakımdan buyukler, “en buyuk kerÂmet istikÂmettir” buyurarak hedefi netleştirmişlerdir.

BANA KERİM GEREK, KERAMET DEĞİL

BÂyezîd-i BistÂmî hazretlerinin şoyle dediği nakledilir:

“Bir gun Dicle Nehri ’nin karşı yakasına gececektim. Nehrin iki yakası bana yol vermek icin birleşti. DerhÂl kendimi toparladım ve Dicle ’ye şoyle dedim:

“Yemin olsun ki ben buna kanmam! Zira sandalcılar insanı yarım akceye karşıya geciriyorlar. (Ama sen, otuz yıldan beri mahşer icin hazırladığım amel-i sÂlihlerimi istiyorsun.) O hÂlde yarım akce icin otuz yıllık omrumu ziyan edemem. Bana Kerîm gerek, kerÂmet değil!”[1]

[1] Osman Nûri Topbaş, İmandan İhsana Tasavvuf, s. 493.

Kaynak: Adem Ergul, 365 Lider Davranış, Erkam Yayınları
İslam ve İhsan