
Peygamber Efendimiz yarı vahşî bir cahiliye toplumundan, dunyanın gelmiş-gecmiş en fazîletli medeniyetini inşa eden bir Asr-ı Saadet toplumunu nasıl yetiştirdi? Peygamber Efendimiz ’in talebeleri ve eğitim metodları...Guzel ahlĂ‚kı tamamlamak uzere Ă‚lemlere rahmet olarak gonderilen Peygamber Efendimiz yarı vahşî bir cĂ‚hiliye toplumundan, dunyanın gelmiş-gecmiş en fazîletli medeniyetini inşĂ‚ eden bir Asr-ı SaĂ‚det toplumu yetiştirdi. Fahr-i KĂ‚inat Efendimiz ne oğretti, nasıl oğretti, ne hĂ‚sıl etti ki 23 sene gibi kısa bir surede boyle muhteşem bir saĂ‚det toplumu meydana geldi?
Ve bugun bizler, Allah Resûlu ’nun 14 asır sonra gelen ummeti olarak yeniden Asr-ı SaĂ‚det heyecanıyla yaşayabilmek, yeniden dunyayı fazîletler medeniyetinin o mustesnĂ‚ değerleriyle buluşturabilmek icin nasıl bir ruh ve heyecana muhtacız?
Peygamber Efendimiz ’i doğru anlamak icin hayatının pek cok yonuyle derinlemesine incelenmesi gerekir. Ş
–Allah bizi niye dunyaya gonderdi?
–Gercek ilim nedir, tahsil nedir?
–Biz hangi ilmi tahsil etmeye geldik?
–İlmin gayesi nedir?
İlmin gayesi; “لِيَعْبُدُونِ” AllĂ‚h ’a kul olmak.
Bu cihan; AllĂ‚h ’a kul olmak icin kurulmuş bir dershĂ‚ne, insanın bir endam aynası… İnsan dunyaya gelecek, CenĂ‚b-ı Hakk ’ın takdir ettiği omur kadar, bu dunyada bir imtihandan gececek, ondan sonra ebedî/bitmeyen bir hayata devam edecek.
Kulluğun hedefi ne? “لِيَعْرِفُونِ” yani CenĂ‚b-ı Hakk ’ı kalpte tanıyabilmek, boylece CenĂ‚b-ı Hak ’la kalben beraber olmak sırrından nasîb alabilmek, kĂ‚mil bir mu ’min olabilmek.
CenĂ‚b-ı Hak;
“Biz, Âdemoğlunu mukerrem kıldık...” (el-İsrĂ‚, 70) buyuruyor. İnsan mukerrem olacak, nefsĂ‚nî arzularını bertaraf edecek, muhteşem olan Cennet ’e lĂ‚yık hĂ‚le gelecek. Zira CenĂ‚b-ı Hak kullarını DĂ‚ru ’s-SelĂ‚m ’a davet ediyor.
CenĂ‚b-ı Hak “RahmĂ‚n ve Rahîm”. Peygamber Efendimiz “raûf ve rahîm”. Rabbimiz, bir mu ’minin de Cennet ’e lĂ‚yık olması icin, “rahmet insanı” olabilmesini arzu ediyor.
Bu dunya dershĂ‚nesinde tahsilin-tedrisin gayesi de; bir “rahmet insanı” olabilmek ve bir “rahmet insanı” yetiştirebilmektir. Bu şekilde huzurlu bir dunya inşĂ‚ edebilmektir.
CenĂ‚b-ı Hak, insanın menfî hususiyetlerine dĂ‚ir Ă‚yet-i kerîmede buyuruyor:
“…Muhakkak ki o (insan), cok zalim ve cok cahildir.” (el-AhzĂ‚b, 72)
Yani insan “zalûm”dur; en buyuk zulmu kendine yapar, ebedî istikbĂ‚lini helĂ‚k eder.
Onumuzde bitmeyen bir omur olacak. Belki bu dunya hayatı, ebedî hayatın yanında bir zerre bile teşkil etmeyecek. En buyuk zulum, insanın Ă‚hiretini mahvetmek sûretiyle kendi kendine yaptığı zulumdur.
İkinci olarak da; “cehûlĂ‚” buyruluyor. İnsanın Ă‚hiret saĂ‚detinden gafil kalıp nicin yaratıldığını unutması. Yani;
“–Nicin dunyaya geldi?
–Kimin mulkunde yaşıyor?
–Gidiş nereye? Bu akış nereye?..” Bunların farkında olamamak…
Bunun icin Rabbimiz, kullarına peygamberler gonderiyor. RivĂ‚yete gore yuz yirmi dort bin kusur peygamber geldi. Her kavme bir peygamber geldi. Yalnız Peygamber Efendimiz mustesnĂ‚; O, kıyĂ‚mete kadar gelecek butun beşeriyete gonderildi. “Usve-i hasene” yani “ornek şahsiyet” olarak…
Yine CenĂ‚b-ı Hak kullarına kitap ve suhuflar gonderiyor.
Bir de bu cihan, zerreden kureye, atomdan galaksilere kadar, ilĂ‚hî azamet ve kudret tecellîlerinin bir akışı hĂ‚linde…
Kur ’Ă‚n-ı Kerîm ’den ilk nĂ‚zil olan Ă‚yet; “اِقْرَاْ : Oku!” ile başlıyor.
Peki ne ile okuyacaksın?
“…Rabbinin adıyla okuyacaksın.”
Demek ki CenĂ‚b-ı Hak, okumaya bir husûsiyet veriyor; “Rabbinin adıyla okumak”…
Yani zihninle okuduğunu, kalbinle de okuyacaksın. Gozun, hem zihnine hem de kalbine bir gozluk teşkil edecek. Kalbin; her şeyin ve her oluşun sırrî tarafını, yani hikmetini okuyacak; o şekilde tekĂ‚mul edecek.
Her şey, ilĂ‚hî azametin bir delili. Bu sebeple hicbir şeye boş gozle bakmamak îcĂ‚b ediyor. İlĂ‚hî vitrinleri tefekkur hĂ‚linde seyredebilmek gerekiyor. Tabi bu da kalbin terakkîsi nisbetinde olu-yor.
ZĂ‚hirî ilimler/musbet ilimler var. Hakk ’a yakınlık zeminini teşkil edecek, kula sermaye olacak dunyadaki ilimler. Boylece kul, -zihnen ve kalben- eserden Muessir ’e, sebepten Musebbib ’e, sanattan SanatkĂ‚r ’a intikĂ‚l ederek CenĂ‚b-ı Hakk ’a vĂ‚sıl olmanın gayre-tinde olacak.
O hÂlde;
FAYDALI İLİM NEDİR? Faydalı ilim; kişiyi Kur ’Ă‚n-ı Kerîm ’de 258 yerde gecen “takvĂ‚”ya ulaştıran ilimdir.
TakvĂ‚ nedir? NefsĂ‚nî arzuları bertaraf etme, rûhĂ‚nî istîdatları inkişĂ‚f et-tirme, kulun dĂ‚imĂ‚ ilĂ‚hî muşĂ‚hedenin / ilĂ‚hî kameraların altında olduğunu idrak ve şuur hĂ‚linde olabilmesidir. Kalbin bu duygularla mucehhez bulunması, “takvĂ‚”nın en muhim alĂ‚metidir.
CenĂ‚b-ı Hak insanoğluna “az bir ilim verdiğini” beyan buyuruyor. Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz o ilmin şĂ‚hikasındaydı. Nitekim Efendimiz:
“Benim bildiklerimi bilseydiniz (yemezdiniz, icmezdiniz) sahralara duşerdiniz…” buyuruyor. (Bkz. İbn-i MĂ‚ce, Zuhd, 19)
MevlĂ‚nĂ‚ Hazretleri de kendi hayatını hulĂ‚sa ederken, zĂ‚hirî ilimlerin zirvesindeki hĂ‚lini “hamdım”; mĂ‚rifetullah tecellîlerine nĂ‚il olup kĂ‚inattaki sırlar kendisine ayĂ‚n olmaya başladığındaki hĂ‚lini “piştim”; CenĂ‚b-ı Hak ’ta fĂ‚nî oluş hĂ‚lini ise “yandım” diye ifade ediyor.
PEYGAMBER EFENDİMİZ NASIL OĞRENDİ? Mekke ’de bir ilim meclisi, bir kutuphane veya mektep yoktu. Bir aşiretti. Herhangi bir din adamı da yoktu. Bir rahip de yoktu, hoca da yoktu. Yetim doğan ve oksuz buyuyen Efendimiz ’in, anne-baba gibi bir istinĂ‚dı da olmadı hayatta.
O ’nun murebbîsi CenĂ‚b-ı Hak ’tı. Hadîs-i şerîfte buyruluyor:
“Beni Rabbim terbiye etti. Edebimi/terbiyemi guzel eyledi.” (Suyûtî, CĂ‚miu ’s-Sağîr, I, 12)
CenĂ‚b-ı Hak, Rasûlullah Efendimiz ’i terbiye etti. Rasûlullah Efendimiz de CenĂ‚b-ı Hakk ’ın terbiyesiyle ummetini terbiye etti. Bu şekilde, yarı vahşî insanlardan bir Asr-ı SaĂ‚det medeniyeti inşĂ‚ edildi.
O ’NUN MUSTESN EĞİTİMCİLİĞİ Efendimiz -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- daha evvel bir eğitimci değildi. Nubuvvetten once kırk sene, hic kimseden bir şey oğrenmedi, hic kimseye de bir şey oğretmedi. Bulunduğu toplum, bir cĂ‚hiliye toplumu idi. Kendisi ummî bir kişiydi, yani okuma-yazma da bilmiyordu. Toplum da ummî bir toplumdu. Toplumda okuma-yazma bilen, yok denecek kadar az durumdaydı.
Fakat CenĂ‚b-ı Hak O ’na oyle bir oğretti, oyle bir eğitim verdi ki; O butun kĂ‚inĂ‚ta muallim oldu, cihĂ‚na yon verdi.
Diğer safhası:
O ’NUN MUHTEŞEM KUMANDANLIĞI Efendimiz ’in nubuvvetten evvel hic kumandanlığı yoktu. Askerlik de yapmamıştı. ZĂ‚ten doğru-durust bir ordu da yoktu. Hep aşiret kavgaları vardı. LĂ‚kin Efendimiz peygamber olduktan sonra, savaşta bile merhamet tevzî etti. Nitekim Bedir ’de, harpten evvel duşman gelip su istedi, Efendimiz duşmanına bile su verdi.
Bir Efendimiz ’in tĂ‚limatlarına, bir de bugunku duruma bakalım kıyas olarak:
Efendimiz şoyle buyurdu:
“(Ey ummetim! Savaş hĂ‚linde iken bile);
Zulmetmeyiniz, İşkence etmeyiniz! Cocukları oldurmeyiniz!” (Muslim, CihĂ‚d, 3; Ahmed, V, 352, 358) “(Ey ummetim! Savaş hĂ‚linde iken bile);
Cocukları, MĂ‚bedlerine cekilip ibadetle meşgul olan (hristiyan, yahudî vs.) kişileri, Kadınları, Yaşlıları ve Savaş hĂ‚rici işler icin kiralanan kişileri oldurmeyiniz! (Ayrıca) Kiliseleri yakıp yıkmayınız, Ağacları koklerinden kesmeyiniz!” (Ahmed, I, 300; TaberĂ‚nî, Kebîr, XI, 224/11562; BuhĂ‚rî, CihĂ‚d, 148; Muslim, CihĂ‚d, 24, 25) İşte ecdĂ‚dımız Osmanlılarda da bunun aynısını goruyoruz. Hicbir zaman, gayr-i muslim halkına dahî zulmetmedi. HattĂ‚ halk teşekkur etti…
Efendimiz ’in diğer bir husûsiyeti;
MUHTEŞEM İCTİMÂÎ LİDERLİĞİ Efendimiz -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- daha evvel halk idaresinde bulunmadı. Cocukluğundaki cobanlıktan başka bir idarecilik de yapmadı. Fakat O ’nun kurduğu Medîne İslĂ‚m Site Devleti, medeniyetin zirvesini tesis etti.
Butun mahlûkatı zalimlerin şerrinden kurtardı.
Koleler huzur buldu. Hayvanlar huzur buldu. NebĂ‚tat huzur buldu. Kan golune donen coller huzur buldu…
Mehmed Âkif, bu hĂ‚li ne guzel îzah eder:
Aczin ki ezilmekti butun hakkı, dirildi,
Zulmun ki zevĂ‚l aklına gelmezdi, geberdi!..
Yine diğer taraftan;
O ’NUN MUHTEŞEM HUKUKCULUĞU O bir hukukcu değildi. Hak ve adĂ‚leti tevzî etmek hususunda hicbir tecrubesi de yoktu. LĂ‚kin O ’nun VedĂ‚ Hutbesi, en mukemmel ve mustesnĂ‚ “İnsan Hakları BeyannĂ‚mesi” oldu. Değişmez bir anayasa oldu.
İlk İslĂ‚m Site Devleti ’ni Medîne ’de kurduğu zaman, Efendimiz hemen ilk anayasayı tesis ettirdi.
O ’nun talebelerinin kısa zamanda meydana getirdiği hukuk ekolleri, beşer aklının yuzlerce yılda yetiştiremediği zirveleri geride bıraktı. Meşhur hukukculardan Solon ve Hammurabi, Ebû Hanîfe ’nin hukuk dehĂ‚sı karşısında cırak bile olamayacak durumda kaldılar...
MeselĂ‚ Aristo, ahlĂ‚k felsefesinin birtakım kĂ‚nun ve kurallarının temelini atmıştır. Fakat ilĂ‚hî vahiyden uzak olduğu icin onun felsefesini tatbik ederek saĂ‚dete kavuşmuş bir toplum goremeyiz. Cunku filozofların fikir ve fiilleri, vahyin rehberliğiyle olgunlaşmamıştır. Bu sebeple onların getirdikleri sistemler de konferans salonlarından veya kitap satırlarından dışarıya cıkamamıştır.
HĂ‚lbuki Peygamber Efendimiz -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-, vahy-i ilĂ‚hîden tĂ‚limat alıyordu. Bu sebeple O ’nun getirdiği nizam, insanlık icin tam bir mukemmellik arz etti. O her sahada zirve oldu, en mustesnĂ‚ oldu. Cunku O ’na, CenĂ‚b-ı Hak oğretti…
O ’NUN TALEBELERİ İslĂ‚m fıkıh metodolojisinin meşhur sîmĂ‚larından KarĂ‚fî (v. 684) der ki:
“Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- ’in başka hicbir mûcizesi olmasaydı, O ’nun AshĂ‚b-ı KirĂ‚mı yetiştirmesi (yarı vahşî insanları, medenî insanlar hĂ‚line getirmesi) bile, O ’nun peygamberliğinin en buyuk delili olarak kĂ‚fîdir.”
MeselÂ;
Abdullah İbn-i Mes ’ûd Hazretleri… MĂ‚zisi itibĂ‚riyle bir cobandı. Dunyanın hayran olduğu bir Hukuk Mektebi kurucusu oldu. Ebû Hanîfe, o Kûfe Mektebi ’nin talebesi olarak yetişti.
Başka ne oğretti Efendimiz?
KUR ’ÂN ’I OĞRETTİ Yani CenĂ‚b-ı Hakk ’ın tĂ‚limatlarını oğretti. CenĂ‚b-ı Hakk ’ın insanlığa son cağrısı olan Kur ’Ă‚n-ı Kerîm ’i oğretti.
NASIL OĞRETTİ? Ebû Talha -radıyallĂ‚hu anh- diyor ki:
“Bir gun Hazret-i Peygamber ’in yanına gittim. Aclıktan iki buklum olmuş, belini dik tutabilmek icin karnına taş bağlamıştı. Bu hĂ‚lde AshĂ‚b-ı Suffe ’ye Kur ’Ă‚n tĂ‚lim ediyordu. (Hem de tatbik ettiriyordu.)” (Ebû Nuaym, Hilye, I, 342)
Bu nebevî tĂ‚lim ve terbiyede hikmet tecellîlerine mazhar olan İbn-i Mes ’ûd -radıyallĂ‚hu anh-:
“Biz, yediğimiz lokmaların zikirlerini duyuyorduk.” diyordu. (Bkz. BuhĂ‚rî, MenĂ‚kıb, 25)
Ebû Hureyre -radıyallĂ‚hu anh- diyor ki:
“Herkes hurma bahcelerinde hurma devşirirken, biz Allah Rasûlu ’nun huzûrunda yarı ac olarak ilim tahsil ediyorduk.” (Bkz. BuhĂ‚rî, İlim, 42)
VelhĂ‚sıl, Peygamber Efendimiz ’in o gayretiyle, butun Medîne Kur ’Ă‚n-ı Kerîm muallimleriyle doldu. Efendimiz onları Dunya ’nın her tarafına tevzî etmeye calıştı.
KUR ’ÂN ’IN FAZÎLETİ Kur ’Ă‚n-ı Kerîm, Medîne Site Devleti ’nde bir rûhĂ‚niyet tevzî etti. Zira CenĂ‚b-ı Hak;
“Biz, KurʼĂ‚nʼdan oyle bir şey indiriyoruz ki o, muʼminlere şifĂ‚ ve rahmettir…” (el-İsrĂ‚, 82) buyuruyor.
CenĂ‚b-ı Hak, Kur ’Ă‚n-ı Kerîm ’in “şifĂ‚ ve rahmet” olduğunu bildiriyor. Biz de -inşĂ‚allah- bu “şifĂ‚ ve rahmet”ten hisseyĂ‚b oluruz…
Kur ’Ă‚n ’ın rahmet oluşuna birkac misal vermek arzu edersek:
CebrĂ‚il -aleyhisselĂ‚m- Kur ’Ă‚n ’ı indirdi, meleklerin en fazîletlisi oldu.
Kur ’Ă‚n, Hazret-i Muhammed -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- ’e indi. O, gelmiş-gecmiş butun rasûllerin seyyidi, “Seyyidu ’l-EnbiyĂ‚” oldu.
Kur ’Ă‚n, Ummet-i Muhammed ’e indi. Ummet-i Muhammed, en hayırlı ummet, ummet-i merhûme oldu.
Kur ’Ă‚n, RamazĂ‚n-ı Şerîf ’te indi, Ramazan ayrı bir husûsiyet kazandı. On iki ayın ayrı bir guzelliğini taşıdı, en hayırlısı oldu.
Kur ’Ă‚n, Kadir Gecesi indi. CenĂ‚b-ı Hak o geceye bin aydan daha oteye bir fazîlet ihsĂ‚n etti.
Eğer Kur ’Ă‚n bizim de kalbimize ve hayatımıza inerse, insanların en hayırlılarından oluruz -inşĂ‚allah-.
İşte AshĂ‚b-ı KirĂ‚m bu şekilde yetişti. Yani elinden, dilinden, yureğinden rahmet tevzî eden “rahmet insanları” oldular. Biz de oyle oluruz -inşĂ‚allah-…
Onun icindir ki Efendimiz -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem-:
“Sizin en hayırlınız, Kur ’Ă‚n ’ı oğrenen ve oğretendir.” buyurmuşlardır. (BuhĂ‚rî, FedĂ‚ilu ’l-Kur ’Ă‚n, 21)
Kur ’Ă‚n nasıl oğrenilip oğretilecek? Yaşayarak oğrenilecek ve oğretilecek.
ÎMÂNI OĞRETTİ ÎmĂ‚nı muhafaza etmek, akĂ‚idi korumak, dînin en zor kısmıdır. Peygamber Efendimiz, risĂ‚letinin Mekke devrinde 13 yıl, ashĂ‚bına akĂ‚id tĂ‚limi yaptırdı. Îman asabiyeti butun zulumleri bertaraf etti. Hicbir zulme boyun eğmediler. Şehîd oldular, malları-mulkleri gitti; yine de en ufak bir tĂ‚viz vermediler.
SahĂ‚bîler, îmĂ‚nı, cok cetin imtihanlar karşısında dahî muhafaza etmeyi bildiler. Butun nefsĂ‚nî engelleri, gonullerindeki îmanla aştılar.
Hicret ederken de mallarını-mulklerini geride bırakarak, bir kısmı mĂ‚şiyen/yuruyerek, bir kısmı deveyle, o şekilde hicret ettiler.
Sumeyye Hatun ve Hazret-i YĂ‚sir ’in şehĂ‚detleri esnĂ‚sında sergiledikleri îman dirĂ‚yeti, bizim icin ne buyuk bir fazîlet sahnesidir.
CenĂ‚b-ı Hak o mu ’minler icin Ă‚yet-i kerîmede buyuruyor;
“Allah mu ’minlerden, canlarını ve mallarını kendilerine (verilecek) Cennet karşılığında satın almıştır…” (et-Tevbe, 111)
Yani îman, butun asabiyetlerin uzerine cıktı.
Efendimiz -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem-;
ESAS HAYATIN ÂHİRET HAYATI OLDUĞUNU OĞRETTİ Hendek Harbi ’nin zor zamanlarında, -aclık, soğuk vs.- orada;
“AllĂ‚h ’ım! Esas hayat, Ă‚hiret hayatıdır.” buyuruyordu. (BuhĂ‚rî, Rikāk, 1)
Mekke Fethi ’nde yine -cok başarılı bir muvaffakıyet- orada da bir taşkınlık gelmesin diye;
“AllĂ‚h ’ım! Esas hayat, Ă‚hiret hayatıdır.” buyuruyordu. (BuhĂ‚rî, Rikāk, 1)
VelhĂ‚sıl dĂ‚imĂ‚ kul, esas hayatın Ă‚hiret olduğunu, hayatının hicbir safhasında unutmayacak. DĂ‚imĂ‚; “يَحْذَرُ الْاٰخِرَةَ” bir “Ă‚hiret endişesi” icinde olacak.
İBADETLERİ OĞRETTİ Namazı Oğretti Namazın hem fıkhî tarafını oğretti, hem de kalbî tarafını oğretti. Kalp ve beden Ă‚hengiyle bir namazı oğretti ki, bu namaz, fahşĂ‚ ve munkerden (yani hayĂ‚sızlık ve kotulukten) kulu koruyacak.
“Benim kıldığım namaz nasıl?..”
SahĂ‚bî Ă‚deta namazın mĂ‚nevî grafiğini davranışlarında seyretti, hĂ‚lini muhĂ‚sebeye tĂ‚bî tuttu:
“–Gozu yanlış şeyleri seyrediyor mu?
–Kulağı yanlış sadĂ‚lara meylediyor mu?
–Ağzından yanlış kelimeler cıkıyor mu?
–Hayır-hasenĂ‚tı, kazancı nasıl?..”
Butun bunlar, namazın gostergesi oldu.
Cunku CenĂ‚b-ı Hak, lĂ‚yıkıyla edĂ‚ edilen makbul bir namaz hakkında;
“…Namaz; fahşĂ‚dan ve munkerden (hayĂ‚sızlık ve kotulukten) alıkoyar…” (el-Ankebût, 45) buyuruyor.
Fakat gĂ‚filĂ‚ne kılınan oyle namazlar da var ki Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz onlar hakkında;
“Bir kul namaz kılar, fakat namazının yarısı, ucte biri, dortte biri, beşte biri, altıda biri, yedide biri, sekizde biri, dokuzda biri, hattĂ‚ ancak onda biri kendisi icin yazılır.” buyurdu. (Ebû DĂ‚vûd, SalĂ‚t, 123, 124)
Yine Efendimiz -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- bu sebeple;
“Namazı benden gorduğunuz gibi kılın.”
“Son namazınız gibi kılın.” buyurdu ve makbul namazı oğretti.
Orucu Oğretti Mideye tutturulan orucun yanında; goze oruc, kulağa oruc, en muhimi vicdana oruc, duygulara oruc tutturulması gerektiğini oğretti. Oruc, O ’na bir merhamet terbiyesi verdi, şefkat terbiyesi verdi, AllĂ‚h ’ın nîmetlerini tefekkur etme terbiyesi verdi…
ZekĂ‚tı, İnfĂ‚kı, Sadakayı Oğretti Mulkun sahibinin CenĂ‚b-ı Hak olduğunu oğretti.
Verirken sevinebilme duygusunu oğretti.
Sevinerek vereceksin. Cunku Ă‚yet-i kerîmede;
“…Sadakaları (CenĂ‚b-ı Hak) alır…” (et-Tevbe, 104) buyruluyor.
İvazsız-garazsız, riyĂ‚sız, “hasbeten lillĂ‚h” verebilmeyi oğretti.
Haccı Oğretti Hac, bir Mahşer provası.
ZarĂ‚fette zirve bir ibadet, tefekkurî bir ibadet.
Cunku şeytan taşlama var. Ot koparma yok, av avlama yok, avcıya avı gosterme yok, fısk yok, cidĂ‚l yok, diğer menfî vasıflar da yok.
Boyle bir haccı oğretti.
FAZÎLETİ ARAMAYI OĞRETTİ SahĂ‚be, oyle bir fazîleti arıyordu ki; Peygamber Efendimiz ’e “farz mı, vĂ‚cip mi, sunnet mi” diye sormuyordu. Nasıl yapmışsa oyle tekrarlıyordu.
Enes -radıyallĂ‚hu anh- buyuruyor ki:
“Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz ’i bir gun DuhĂ‚ namazı kılarken gordum. O gunden sonra bu namazı hic terk etmedim.”
Bu rivĂ‚yeti nakleden Hasan-ı Basrî Hazretleri de aynı hassĂ‚siyet icinde şoyle der:
“Hazret-i Enes ’in bu ifadelerinden sonra ben de DuhĂ‚ namazını hic terk etmedim.” (Bkz. TaberĂ‚nî, Evsat, II, 68/1276)
SEHERLERDE UYANMAYI OĞRETTİ Seher vaktinde gunduze hazırlanmayı oğretti. Yani seher vaktinde, mĂ‚nevî gıda ile gonlu ihyĂ‚ etmeyi oğretti.
Gunduzden de geceye hazırlanmayı oğretti. Gunduz de gozunu, kulağını, vicdanını koruyacaksın ki boylece geceye hazırlanacaksın.
Guneş ’in batıp Ay ’ın cıkması; tekrar Ay ’ın batıp Guneş ’in cıkması gibi; geceden gunduze, gunduzden geceye hazırlanarak dĂ‚imî bir takvĂ‚ hayatı yaşamayı oğretti.
TEMİZLİĞİ OĞRETTİ Her bakımdan temizliği oğretti. İnsanlara şirkin, kufrun ve kotu ahlĂ‚kın kirlerinden temizlenmeyi oğretti.
Âyet-i kerîmede buyruluyor:
“(Nefsini kotuluklerden) arındıran kurtuluşa ermiştir.” (eş-Şems, 9)
Maddî bakımdan; abdest ve gusul gibi hukmî temizliği oğretirken, mĂ‚nevî iffet temizliğini de oğretti, kalp temizliğini oğretti ve nefisleri tezkiye etti.
NecĂ‚setten tahĂ‚reti oğretti. Pasaklı ve derbeder gezmemeyi oğretti.
HĂ‚liyle ve kāliyle İslĂ‚m şahsiyet ve karakterini yaşamayı ve yaşatmayı oğretti.
En muhimi;
HAK ve HUKUKU OĞRETTİ CĂ‚hiliye insanına “hak” mefhûmunu oğretti. Guclunun her zaman haklı olduğunu değil, haklının her zaman guclu olduğunu oğretti.
Diğer taraftan, uzerimizdeki hakları oğretti:
AllĂ‚h ’ın hakkı, RasûlullĂ‚h ’ın hakkı, mu ’minlerin hakkı, mahlûkĂ‚tın hakkı... Bunları oğretti.
Zaman zaman kendisinden misĂ‚l vermek sûretiyle hukukun nasıl tevzî edileceğini oğretti:
“Nihayet ben de sizin gibi bir insanım. Aranızda bazı kimselerin hakları gecmiş olabilir. (Arkasındaki ridĂ‚yı atarak

Hak ve hukuku yaşayıp tevzî etmeyi oğretti. O ’ndan sonra gelenlerle aynı hak ve hukuk anlayışı devam etti.
MeselĂ‚ tarihimizde Fatih Sultan Mehmed Han, bir hristiyan mimarla mahkemeye cıktı. Maznun sandalyesine oturdu. Kadı Hı-zır Bey celpnĂ‚me gonderdi. FĂ‚tih ’e esas hitap tarzı olan; “es-SultĂ‚n ibnu ’s-SultĂ‚n, el-GĂ‚zî, Ebu ’l-Feth, Muhammed HĂ‚n-ı SĂ‚nî” diye yazmadı. “Murad oğlu Mehmed! MurĂ‚faaya gel şu saatte!” dedi.
Fatih mahkemeye gitti. Gitmeyebilirdi. Zira bir devri acıp bir devri kapatan, dunyaya hukmeden bir cihangir idi. Fakat maznun sandalyesine oturdu. Kadı:
“–Şer murĂ‚faası uzeresin, ayağa kalk!” dedi.
Fatih ayağa kalktı, ifade verdi. Kadı, Fatih ’i suclu buldu. Hristiyan mimar;
“–Boyle bir adĂ‚leti dunyada hic kimse tevzî edemedi.” dedi ve musluman oldu.
Yine Efendimiz -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem-;
GUZEL AHLÂKI OĞRETTİ Cunku İslĂ‚m ’da; “Defi mefĂ‚sid, celb-i menĂ‚fîden evlĂ‚dır.” prensibi gecerlidir. Yani guzel ahlĂ‚ka ermek icin once kotu ve cirkin hĂ‚llerin tahliye edilmesi gerekir.
Gonullerden neleri tahliye etmek gerekir?
“EnĂ‚niyet, haksızlık, intikam, hırs, tamah, fitne, kin, gurur, kibir, yalan, gıybet, tecessus…”
Bunlar kalplerden silinecek. Îmanda bunların yeri yok, bunlar kalpten temizlenecek.
Bunların yerine kalpte ne olacak?
İlĂ‚hî muhabbet olacak, merhamet olacak, hizmet olacak, tevĂ‚zu olacak, comertlik, hamiyet, hakşinaslık, adĂ‚let, kanaat, el-Emîn ve es-SĂ‚dık olabilme, husn-i zan, ihsan, ikram, saygı, insaf, affedicilik, ihlĂ‚s, vakar, edep, sabır, hayĂ‚ gibi guzel vasıflar olacak.
İşte Efendimiz -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- ashĂ‚b-ı kirĂ‚ma bu guzel vasıfları oğretti. AshĂ‚b-ı kirĂ‚m bu vasıflarla zirve-leşti.
Efendimiz -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem-;
NEYİ, NEYLE BERTARAF ETMEYİ OĞRETTİ? İptilĂ‚ ve musibetleri, namaz ve sabırla bertaraf etmeyi oğretti:
Hayat surekli med-cezirler icinde, devamlı iptilĂ‚lar var. Neyle mukĂ‚vemet edilecek? Sabır ve namazla… Âyet-i kerîmede:
“Ey îmĂ‚n edenler! Sabır ve namaz ile Allah ’tan yardım isteyin...” (el-Bakara, 153) buyruluyor.
Unutkanlığı zikirle bertaraf etmeyi oğretti:
Peygamber Efendimiz, dÂim zikir hÂlindeydi.
SemĂ‚ya bakardı; “Aman yĂ‚ Rabbi!” derdi, CenĂ‚b-ı Hakk ’ı zikrederdi. Onune bakardı, toprağa bakardı; CenĂ‚b-ı Hakk ’ı zikrederdi. Neye baksa CenĂ‚b-ı Hakk ’ı hatırlardı.
O ’nun mubĂ‚rek sîmĂ‚sına nazar kılanlar da AllĂ‚h ’ı hatırlardı. Gonullerin o kıvĂ‚ma gelmesini temin etti.
AshĂ‚b-ı kirĂ‚ma da “unutkanlığı zikirle telĂ‚fi etmeyi” oğretti. Cunku insan unuttuğu zaman gunah işler. Hic kimse gıybet ederken, dedikodu ederken, bir celme takarken besmele cekmez.
Nankorluğu şukurle bertaraf etmeyi oğretti:
En buyuk fĂ‚cia; nankorluk! İnsanlığa ve vicdana vedĂ‚ etmek! NĂ‚danlaşmak, kabalaşmak!..
İnsan, AllĂ‚h ’ın verdiği nîmetleri tefekkur edecek, ic dunyasını zenginleştirecek. Boylece nefsĂ‚nî arzulara meyletmekten sakınacak.
Kendine bakacak, kĂ‚inĂ‚ta bakacak, ilĂ‚hî ve ekolojik dengeye bakacak. Atoma bakacak, galaksilere bakacak; hucreye bakacak, cesîm varlıklara bakacak; “Aman yĂ‚ Rabbi!” diyecek.
Butun bunlar insana ihsĂ‚n edildi. Âyet-i kerîmede:
“O, goklerde ve yerde ne varsa hepsini, kendi katından (bir lûtfu olmak uzere) size boyun eğdirmiştir. Elbette bunda duşunen bir toplum icin ibretler vardır.” (el-CĂ‚siye, 13) buyruluyor.
İsyĂ‚nı tĂ‚atle bertaraf etmeyi oğretti:
İnsan; neyin hayırlı, neyin kotu olduğuna, nefsinin hoşlanıp hoşlanmamasına gore karar vermemeli. CenĂ‚b-ı Hak buyuruyor:
“...Sizin icin daha hayırlı olduğu hĂ‚lde bir şeyi sevmemeniz mumkundur. Sizin icin daha kotu olduğu hĂ‚lde bir şeyi sevmeniz de mumkundur...” (el-Bakara, 216)
Bu sebeple olcu, AllĂ‚h ’ın rızĂ‚sı olmalı. Kul, değişen şartlar altında dĂ‚imĂ‚ tevekkul ve rızĂ‚ uzere bulunmaya gayret etmeli.
Peygamber Efendimiz -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-, TĂ‚if ’te taşlandığı vakit bile;
“YĂ‚ Rabbi! Sen bana gazaplı değilsen, ben başıma gelen hicbir şeye aldırmam (rĂ‚zı olurum.)” diye niyaz etti. (İbn-i HişĂ‚m, II, 29-30; Heysemî, VI, 35)
Diğer taraftan;
“Gaybı Allahʼtan başkası bilemez.”
Gaybı bilmiyorsun. Belki senin şer bildiğin şey, hayır olarak tecellî edecek; hayır bildiğin, şer olarak tecellî edecek. Bu yuzden Efendimiz -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-, CenĂ‚b-ı Hakk ’ın kaderine her hĂ‚lukĂ‚rda rızĂ‚ hĂ‚linde olmayı oğretti.
MeselĂ‚, cocuğu olmayan biri, buna fazla uzulmemeli, takdîr-i ilĂ‚hîye rĂ‚zı olmalı. Cunku cocuğu olmasının hayır mı şer mi getireceği mechul. Gaybı bilemiyoruz. Şunu da unutmamalı ki, Hazret-i Âişe VĂ‚lidemiz ’in de cocuğu olmamıştı.
Cimriliği comertlikle bertaraf etmeyi oğretti:
Cimrilik; rûhun kanseri, gonul Ă‚leminin viraneye donmesidir. İnsanın, mal-mulk ve paranın putperestliğine meyletmesidir.
Âişe VĂ‚lidemiz buyuruyor:
“Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz ’in aile efrĂ‚dı, Medîne ’ye geldiği gunden vefat ettiği Ă‚na kadar, uc gun arka arkaya buğday ekmeğiyle karnını doyurmadı.” (Muslim, Zuhd, 20)
“Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- omru boyunca iki gun ust uste arpa ekmeği ile doymadan Ă‚hirete intikĂ‚l etti. (BuhĂ‚rî, EymĂ‚n, 22; İbn-i MĂ‚ce, Et ’ime, 48)
“Uc ay gecerdi de Efendimiz ’in evlerinde hic ateş yakılmazdı. Hurma ve su ile idare ederlerdi.” (BuhĂ‚rî, Hibe 1; Rikāk 17; Muslim, Zuhd, 28)
Vermek; bir yoksulun, garibin, yalnızın, kimsesizin hĂ‚cetini gormek; en buyuk lezzetti Efendimiz icin. Vermenin lezzeti, kendi aclığını unutturuyordu Efendimiz ’e. Ummetine de bunu oğretti.
CĂ‚bir -radıyallĂ‚hu anh- diyor ki:
“İmkĂ‚nı olup da vakıf kurmayan (vakfetmeyen) hicbir sahĂ‚bî ben bilmiyorum.” (İbnu KudĂ‚me, el-Muğnî, V, 598)
İhtirĂ‚sı kanaatle bertaraf etmeyi oğretti:
Efendimiz -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- buyurdu ki:
“İnsanoğlunun bir vĂ‚di dolusu altını olsa, bir vĂ‚di daha ister. Onun gozunu topraktan başka bir şey doyurmaz...” (BuhĂ‚rî, Rikāk, 10; Muslim, ZekĂ‚t, 116-119)
Ahmed bin Hanbel g de şoyle buyuruyor:
“Mu ’mine az mal kĂ‚fî gelir; muhterise ise cok mal kĂ‚fî gelmez.”
Acımasızlığı affedicilikle bertaraf etmeyi oğretti:
CenĂ‚b-ı Hak;
“AllĂ‚h ’ın sizi affetmesini arzulamaz mısınız? Allah cok bağışlayıcıdır, cok merhametlidir.” (en-Nûr, 22) buyuruyor.
SahĂ‚bî de dĂ‚imĂ‚ bu şekilde, bir kardeşlik tesis etti. Kardeşinin yaptığı ufak tefek yanlışları affetti. Rasûlullah Efendimiz nasıl affetmişse onlar da affediyordu.
Mekke Fethi, tam kısas yapılacak zamandı. 20 senelik zulmun intikĂ‚mını alma zamanıydı. Muşrikler korku icinde titreyerek Allah Rasûlu ’ne geldiler:
“‒Ne var bizim icin?” dediler.
Efendimiz -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem-:
“‒Af var.” buyurdu.
“‒Sen ne muhteşem bir insansın!” dediler Efendimiz ’e. (Bkz. İbn-i HişĂ‚m, IV, 32; VĂ‚kıdî, II, 835; İbn-i Sa‘d, II, 142-143)
Şupheyi yakînle bertaraf etmeyi oğretti:
Şunu telkin etti:
“…Nerede olursanız olun, O (Allah) sizinle beraberdir...” (el-Hadîd, 4)
CenĂ‚b-ı Hak zamandan-mekĂ‚ndan munezzeh. Kul, dĂ‚imĂ‚ ilĂ‚hî kameranın, ilĂ‚hî muşĂ‚hedenin altında olduğunu, kalben şuur ve idrak hĂ‚linde olacak. “İhsan” da bu…
RiyĂ‚yı ihlĂ‚s ile bertaraf etmeyi oğretti:
Tevhid akîdesinin ortaklığa tahammulu yoktur.
Kibri ve ucbu, tevĂ‚zu ile bertaraf etmeyi oğretti:
Bu şekilde kul, “ibĂ‚durrahmĂ‚n” olacak. Âyet-i kerîmede buyruluyor:
“RahmĂ‚n ’ın (has) kulları onlardır ki, yeryuzunde tevĂ‚zu ile yururler…” (el-FurkĂ‚n, 63)
İsyĂ‚nı tevbe ile bertaraf etmeyi oğretti:
Af kapılarını actı. LĂ‚kin “tevbe-i nasûh” telkin etti.
Gafleti tefekkur ile bertaraf etmeyi oğretti.
Zira tefekkur, bir îman anahtarıdır.
Haramlardan kacınmayı emretti, bu hususta gonulleri tedavi etti:
Nasıl haramdan kacılacak?
–Zina yerine, nikĂ‚hın saĂ‚detine ve huzurlu Ă‚ile yuvasına yonlendirdi.
–Faiz ve gabn-i fĂ‚hiş/kandırma yerine, karz-ı hasen (guzel borc) ve helĂ‚linden kazanca yonlendirdi.
–Haramın cirkinliği yerine, helĂ‚lin nezihliğine yonlendirdi. Şeytanı memnun eden her haramın karşısında, CenĂ‚b-ı Hakk ’ın rızĂ‚sına nĂ‚il eden bir helĂ‚lin olduğunu oğretti.
NASIL OĞRETTİ? Sevilen bir eğitimci oldu:
Muhabbet, iki kalp arasındaki bir cereyan hattıdır. Kendisi o kadar sevdi ve o kadar sevildi ki; O ’nun şahsiyetine butun insanlar hayran oldu, O ’na “el-Emîn, es-SĂ‚dık” dedi. “Sen ’in her dediğin doğrudur.” dedi. HattĂ‚ Ebû Cehil bile bunu soyledi:
“–İcimizde en doğru insan Sen ’sin. En şahsiyetli insan Sen ’sin. Fakat Sen ’in getirdiğini istemiyoruz.” dedi.
Samimî ve yakın alĂ‚ka gosterdi:
Bilhassa tebliğ icin kĂ‚biliyetli talebelerine daha yakın bir alĂ‚ka gosterdi. Onları bineğinin terkisine bindirdi. Bazen muhĂ‚tabının elinden tuttu…
Yorulmadı, fedakĂ‚rlık gosterdi:
Her fırsatta îman nîmetinin bedelini odemeyi telkin etti. Yirmi uc senelik nubuvvet doneminde bir gun dahî tatil yapmadı. “Şu uc gun hurma ağacının altında dinleneyim, tatil yapayım.” demedi. Hayatında tatil diye bir mefhum yoktu. Onun tatili, yaptığı hizmetle dinlenmekti. Hizmetin feyz ve rûhĂ‚niyetiyle dinleniyordu.
Tavizsiz fakat tedricî:
İdrak seviyesine gore eğitim verdi. Son soylenecek şeyi ilk soylemedi. Sıra gozetti. Muhataplarının hazır hĂ‚le gelmesini, sabırla bekledi.
Prensipler, dusturlar vererek oğretti:
KıyĂ‚mete kadar gecerli dusturlar ve prensipler ortaya koydu.
İstîdatlara gore oğretti:
İstîdatları tespit etti, buna gore yetiştirdi.
AshĂ‚bından kimi ordu kumandanı oldu, kimi din adamı oldu, kimi vĂ‚li oldu… Hazret-i Âişe -radıyallĂ‚hu anhĂ‚- muctehide oldu. 7 buyuk muctehidden biri oldu.
Aşırıya gitmek isteyen sahĂ‚bîleri durdurdu:
Taşkınlığa musaade etmedi, îtidal tavsiye etti. “Ben size ornek değil miyim?” buyurdu.
Genclere cok ihtimam gosterdi:
Genclerle husûsî meşgul oldu. Mekke vĂ‚lisi 20 yaşlarındaydı. İslĂ‚m orduları kumandanı UsĂ‚me bin Zeyd, o da 20 kusur yaşlarındaydı. CĂ‚fer-i Tayyar Hazretleri Habeşistan ’a gittiği zaman, o da o yaşlardaydı. Hayber ’de Hazret-i Ali hĂ‚kezĂ‚…
Efendimiz genclere cok ihtimam gosterdi. Cunku istikbal, genclerindir. Onlar, İslĂ‚m ’ın kaderinde vazife gorecek, İslĂ‚m şahsiyet ve karakterini tevzî edeceklerdi.
Nasıl oğretti?
Yaşayarak oğretti:
23 senelik nebevî hayatı, her hĂ‚liyle numûne oldu.
Hic kimse; “Benim başımdan şu hĂ‚l gecti de Allah Rasûlu ’nun hayatında ve Asr-ı SaĂ‚dette boyle veya buna benzer bir hĂ‚l yoktu…” diyemez.
NE HÂSIL ETTİ? CĂ‚hiliye devrinden bir Asr-ı SaĂ‚det medeniyeti meydana geldi.
CĂ‚hiliye Devri Nedir? - Cahiliye Devri Ozellikleri Bir aşiretti, yarı vahşî bir toplumdu.
İki muhim fĂ‚rikası vardı:
Biri Ă‚hireti inkĂ‚rdı.
İkincisi de; bir kast sistemi vardı. Soylu zenginler, kole fakirleri eziyordu. Bilhassa yetimleri iyice itip kakıyorlardı.
Bunun yanında nefsĂ‚nî hayatı, ihtirasları frenleyecek hicbir şey yoktu. Din, ahlĂ‚k, akıl, vicdan, dumura uğramıştı, sıfırlanmıştı.
İcki, kumar, faiz, zinĂ‚, fahşĂ‚, had safhadaydı…
İslĂ‚m ’a karşı cıkmalarının sebebi de buydu. Muşrikler:
“–Sen ey Muhammed! Bunları değiştir, biz Sen ’in yanına gelelim, Sen ne istersen verelim.” diyorlardı.
O da mukÂbil olarak:
“–VallĂ‚hi, AllĂ‚h ’ın dînini tebliğden vazgecmem icin, Guneş ’i sağ elime, Ay ’ı da sol elime koyacak olsanız, ben yine de bu dĂ‚vĂ‚dan vazgecmem! Ya yuce Allah, onu butun cihĂ‚na yayar, vazifem biter; ya da bu yolda olur giderim!” buyuruyordu.
PEYGAMBER EFENDİMİZ CÂHİLİYE TOPLUMUNDAN NASIL BİR ASR-I SAÂDET TOPLUMU CIKARDI? Peygamber Efendimiz -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- ashĂ‚bına, yani kendisine tĂ‚bî olanlara para dağıtmadı, servet dağıtmadı, makam-mevkî de vaat etmedi onlara. Onlara zirve bir şahsiyet sergiledi. Cunku insanlar karaktere hayrandır.
Bizlere Efendimiz ’in en muhim mirası, karakter ve şahsiyet mirasıdır. O mirası yaşamamızı ve yaşatmamızı arzu etti.
“Size iki emĂ‚net bırakıyorum; Kur ’Ă‚n ve Sunnet ’imdir.” buyurdu. (Bkz. Muvatta ’, Kader, 3)
Peygamber Efendimiz ’in şahsiyeti, durustluğu, doğruluğu, guzel ahlĂ‚kı, kendisine îmĂ‚n etmeyen kişiler tarafından dahî tasdik edildi.
Nitekim tebliğe başladıktan sonra en yakın akrabalarına;
“–Şu dağın arkasında duşman var desem kabul eder misiniz?” dedi. Hepsi;
“–Sen el-Emîn ’sin, es-SĂ‚dık ’sın, icimizde en doğru insan Sen ’sin.” dediler. (Bkz. BuhĂ‚rî, Tefsîr, 26)
Demek ki bir musluman dĂ‚imĂ‚ bir şahsiyet ve karakter tevzî edecek, kendisine îtimĂ‚d edilecek.
Bugun Bosnalı Boşnakların, Arnavutların musluman olmasının en buyuk sebebi budur. 1. Murad Han ’dan sonra gelenler, Anadolu ’nun, Konya ’nın, Kayseri ’nin temiz halkını getirip oralara yerleştirdiler. Onların hĂ‚liyle oranın halkı da musluman oldu.
CĂ‚hiliye devrinin kaba-saba insanları İslĂ‚m ile şereflenip Efendimiz ’in taht-ı terbiyesinden gectikten sonra, zarif, ince ruhlu bir şahsiyet kazandılar ve “gercek bilenler”den oldular, gercek ilmi tahsil etmiş oldular.
Ne oldu? Tefekkur gelişti:
–İnsan vucûdunun bir damla sudan,
–Kuşun basit bir yumurtadan,
–Ağacın ve meyvelerin yok denilecek kadar kucuk bir cekirdekten meydana gelişleri ve emsĂ‚lleri uzerinde uzun uzun, derin derin tefekkurler başladı…
–Hayat, Allah rızĂ‚sına endekslendi.
–Merhamet, şefkat ve hakkı tevzîdeki derinlik zirveleşti.
–SahĂ‚be-i kirĂ‚mda; Allah Rasûlu ’nun hĂ‚liyle hĂ‚llenmek, en buyuk gĂ‚ye oldu.
–RiyĂ‚zat hĂ‚li yaşandı.
–Aşırı tuketim, oburluk, luks, gosteriş; sahĂ‚be neslinin tanımadığı bir hayat tarzı oldu.
–“Yarın bu nefsin konağının mezar olacağı” telĂ‚kkîsi gelişti.
VelhĂ‚sıl Efendimiz -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-, 23 yıl boyunca sergilediği kumandanlık, eğitimcilik, hukukculuk, riyĂ‚set gibi vazifelerde en mustesnĂ‚ usve, en buyuk ornek şahsiyet oldu.
Dolayısıyla her insan, Hazret-i Peygamber -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- ’in şerefli hayatı ve Sunnet-i Seniyye ’sinde, kendisine ornek alabileceği davranışların en guzelini ve mukemmelini bulabilir.
Efendimiz -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-, kıyĂ‚mete kadar gelecek butun insanlığa hayatın her safhasında eşsiz ornekler tevzî etti. Nitekim O:
Din liderliği ile ornektir. Devlet reisi olarak ornektir. İlĂ‚hî muhabbet bağına girenlere ornektir. Rabbin nîmetlerine gark olduğu zamanlar, şukur ve tevĂ‚zuu ile ornektir. Zor zaman ve mekĂ‚nlardaki sabır ve teslîmiyeti ile ornektir. Ganimet karşısındaki comertliği ve istiğnĂ‚sı ile ornektir. Âile efrĂ‚dına şefkati ile ornektir. Zayıflara, kimsesizlere, kolelere merhameti ile ornektir. Mucrimlere af ve musĂ‚mahası ile ornektir:
Eğer servet sahibi, zengin bir kişi isen, butun Arabistan ’a hĂ‚kim olan O yuce Peygamber ’in tevĂ‚zu, istiğnĂ‚ ve comertliğini tefekkur et!
Eğer zayıf teb ’adan biri isen, Mekke ’de zĂ‚lim ve gĂ‚sıp muşriklerin idĂ‚resi altında yaşayan mazlum Peygamber ’in hayatından ornek al!
Eğer muzaffer bir fĂ‚tih isen, Bedir ve Huneyn ’de duşmanına galebe calan cesaret ve teslîmiyet Peygamberi ’nin hayatından ibret al!
Allah gostermesin, eğer mağlûbiyete uğradığın olursa, o zaman da Uhud Harbi ’nde şehid duşen veya yaralanan ashĂ‚bının arasında kendi yarasına aldırmadan sabır ve şecaatle dolaşan mutevekkil Peygamber ’i hatırla!
Eğer muallim isen, mescidde Suffe AshĂ‚bı ’na ince, rakik ve hassas gonlunun feyzini aktararak ilĂ‚hî emirleri oğreten Peygamber ’i duşun!
Eğer talebe isen, kendisine vahiy getiren Cibrîl-i Emîn ’in onunde edep, dikkat ve iştiyakla oturan Peygamber ’i tasavvur et!
Eğer oğut veren bir vĂ‚iz veya emin bir murşid isen, Mescid-i Nebevî ’nin icinde ashĂ‚bına sohbet ederek hikmetler sacan Peygamber ’i dinle! O ’nun tatlı sesine kulak ve gonul ver!
Eğer hakkı tutup kaldırmak istiyorsan ve bu hususta seni destekleyen bir yardımcın dahî yoksa, Mekke ’de her turlu yardımdan mahrum iken zĂ‚limlere hakkı îlĂ‚n edip onları hidĂ‚yete davet eden Peygamber ’in hayatına bak!
Duşmana galebe calıp onun belini kırdınsa, bĂ‚tılı perişan edip hakkı îlĂ‚n ettinse, Mekke ’nin fethi gunu gĂ‚lip bir kumandan olduğu hĂ‚lde, mukaddes beldeye buyuk bir tevĂ‚zu ile devesi uzerinde secde edercesine giren şukur hĂ‚lindeki Peygamber ’i gozunun onunde canlandır!
Eğer ciftlik sahibi bir kişi isen ve oradaki işlerini yoluna koymak istersen, Benî Nadîr, Hayber ve Fedek arĂ‚zisine mĂ‚lik olduktan sonra onları ıslah ve en iyi şekilde idĂ‚re edecek şahısları iş başına getiren O dirĂ‚yetli Peygamber ’den ornek al!
Eğer kimsesiz biri isen, Abdullah ve Âmine ’nin yetimleri, ciğerpĂ‚releri olan biricik MĂ‚sûm ’u, O nurdan Yetim ’i duşun!
Eğer yetişmiş bir genc isen, Mekke ’de amcası Ebû TĂ‚lib ’in surusune cobanlık yapan peygamber namzedi gencin hayatına dikkat et!
Eğer ticaret kervanlarıyla yola cıkan bir tĂ‚cir isen, Şam ’a ve Yemen ’e giden kĂ‚filelerin en ulusu olan ZĂ‚t ’ın ahvĂ‚lini mulĂ‚haza et!
Eğer hĂ‚kim isen, Mekke uluları birbirine girip vuruşacağı sırada Hacer-i Esved ’i KĂ‚be ’deki yerine koyma hususunda O ’nun Ă‚dil ve firĂ‚setli davranışını duşun!
Ve tekrar gozunu tarihe cevirerek Medîne ’de, Mescid-i Nebevî ’de oturup darlık icindeki fakirle varlık sahibi zengini huzûrunda eşit tutarak insanlar arasında en Ă‚dilĂ‚ne bir sûrette hukum veren O Peygamber ’e bir bak!
Eğer bir zevc isen, Hazret-i Hatice ’nin ve Hazret-i Âişe ’nin zevci olan O mubĂ‚rek ZĂ‚t ’ın temiz sîretine, derin hissiyĂ‚tına ve şefkatine dikkat et!
Eğer bir baba isen, FĂ‚tımatu ’z-ZehrĂ‚ ’nın babası ve Hazret-i Hasan ile Hazret-i Huseyin ’in dedesi olan O yuce ZĂ‚t ’ın onlara karşı davranışlarındaki ahvĂ‚lini oğren!
VelhĂ‚sıl senin sıfatın ne olursa olsun, hangi ahvĂ‚l icinde bulunursan bulun, her dĂ‚im Hazret-i Muhammed Mustafa -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- ’i kendin icin en mukemmel bir murşid ve en guzel bir rehber olarak bulursun...
Cunku O ’nun muallimi Allah TeĂ‚lĂ‚ ’dır; kılavuzu Kur ’Ă‚n-ı Kerîm ’dir.
Bu bahsi Mehmed Âkif ’in şu guzel mısrĂ‚larıyla nihĂ‚yetlendirelim:
Dunya neye sahipse, O ’nun vergisidir hep;
Medyûn O ’na cem ’iyyeti, medyûn O ’na ferdi.
Medyûndur O MĂ‚sûm ’a butun bir beşeriyyet,
YĂ‚ Rab, bizi Mahşer ’de bu ikrĂ‚r ile haşret
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Genclerle 12 Soru-Cevap, Erkam Yayınları
İslam ve İhsan
PEYGAMBER EFENDİMİZ NE OĞRETTİ, NASIL OĞRETTİ, NE HÂSIL ETTİ? - VİDEO