Bugun İslam ummetinin yaşadığı en buyuk sıkıntılardan birisi ozellikle sunnete dair yaklaşımda şekil ve oz arasındaki dengeyi muhafaza noktasında ortaya cıkmaktadır. Ya şekil oze feda edilmekte ve Sunnet ’in dış tezahurleri hafife alınmakta, ya da şekil cok one cıkartılmakta ve soz konusu tezahurler ozu zedeleyecek bir abartıya konu olmaktadır.ZÂhir ve BÂtın, Rabbimizin iki ismidir. ZÂhir, aşikÂr olan, varlığı her şeyde acıkca gorulen; bÂtın ise varlığının hakikati akılların idrak ve kavrayışına sığmaktan munezzeh olandır. Allah Celle CelÂluhû Hazretleri hem zÂhir, hem de bÂtındır. Bu iki kavramın aslında birbirinden ayrılamayacağının delili de işte tam bu mÂnÂdır. O yuzden Rabbimize yalnız ZÂhir ya da BÂtın diye hukmedilmez, Hadid Suresi ’nin başında gectiği gibi “ZÂhir ve BÂtın” denir.
ZÂhir ve bÂtın kavramları nimetler icin de kullanılır. Nimetlerin zÂhir olanları, gorunen, fark edilen ve bilinenler; bÂtın olanlar ise gorunmeyen, farkında olunmayan ve bilinmeyenlerdir. İbni Abbas, Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem ’e zÂhir ve bÂtın nimetlerin ne olduğunu sormuş ve şu cevabı almıştır: “ZÂhir nimet, İslam ve Allah ’ın seni mukemmel bir şekilde yaratması, bÂtın nimet ise kotu amellerini gizleyerek seni rezil etmemesidir.”
ZAHİR VE BATIN ARASINDAKİ FARK ZÂhir ve bÂtın kavramlarına ilişkin ayırım, başta ilimler olmak uzere hemen her sahada cÂrîdir. Amellerin zÂhiri, dış uzuvlarla yapılan kısmı iken, bÂtını, kalbin hallerini kapsar. Temizlik beden ve ruh temizliği olarak ikiye ayrılır. Namazın zÂhiri kısmı tÂdil-i erkÂn uzere olmak, bÂtınî kısmı ise huşûyu temin etmektir. Oruc zÂhiren bedenle tutulur, bÂtınen ise RasûlullÂh Efendimiz ’in Nice oruc tutanlar vardır ki, oructan onlara kalan sÂdece aclık ve susuzluktur.” hadis-i şeriflerinde işaret edilen gonle ve zihne oruc tutturmayı muhtevidir. Sadaka zÂhiren, muhtaca yardım etmek, bÂtınen ise alanın hakikatte Allah TeÂl Hazretleri olduğunu idrak etmektir. Hac zÂhirde mÂlî ve bedeni bir ibadettir, bÂtında ise teslimiyet ve kulluğu tazammun eden bir tefekkurdur. İbadetler gibi gunahların da zÂhir ve bÂtını vardır. Dış azaların işlediği gunahlar zÂhir, kalbin işlediği gunahlar bÂtın ile ifade edilir. HÂsılı, şekil ve bicimi anlatan zÂhir ile oz ve hakikate işaret eden bÂtın idrak ve duşuncemizi şekillendiren iki temel kavram olarak oldukca geniş bir kullanım alanına sahiptir.
ZÂhir ve bÂtın kavramları ile ilgili uc esastan bahsetmek mumkundur:
1. Bu iki kavramın, Rabbimizin ZÂhir ve BÂtın isimlerinin birlikte kullanılması zarureti gibi birbirinden ayrılması duşunulemez; ayırım, eşyanın hakikatini anlamaya matuf pratik bir ayırımdır, ne var ki bu ayırımdaki nukteyi kavramak ve iki kavram arasındaki dengeyi bulmak tarih boyunca hic kolay olmamıştır.
2. BÂtın, zÂhirden once gelir. Bu, tıpkı bedenin ruha, huşunun namazın bedeni hareketlerine ustunluğu gibidir. Ancak “biz zÂhire gore hukmederiz” denilmiş, hatta “zÂhire muhalif her bÂtın bÂtıl” gorulmuştur.
3. ZÂhir ve bÂtın ya da bizim ifade ettiğimiz şekliyle şekil ve oz arasındaki ayırım, kÂinatın uzerine oturduğu denge ve nizamın insana bakan tarafındaki imtihanın gereğidir. Ne oz şekle, ne de şekil oze feda edilmez. İnsan bununla sınanır, bircoğunun da ayağı burada kayar.
OZU ŞEKLE, ŞEKLİ OZE FED ETME Bugun İslam ummetinin yaşadığı en buyuk sıkıntılardan birisi ozellikle sunnete dair yaklaşımda şekil ve oz arasındaki dengeyi muhafaza noktasında ortaya cıkmaktadır. Ya şekil oze feda edilmekte ve Sunnet ’in dış tezahurleri hafife alınmakta, ya da şekil cok one cıkartılmakta ve soz konusu tezahurler ozu zedeleyecek bir abartıya konu olmaktadır. HÂlbuki Rabbimiz İslam ummetini mutedil ve ılımlı olarak tarif etmiştir. (Bakara, 143) Sunnet hem oz hem de şekli ile birlikte dengelenen bir hayat tarzıdır. Bu hayat tarzının zÂhirde ve bÂtında muhafazası Allah ’ın insanlar uzerindeki en buyuk nimeti olan ve razı olduğunu ifade ettiği dininden istifade icin şarttır. Husranın fabrika ayarı olduğu şu Âlemde felah ve necat isteyen Sunnet ile buluşmak zorundadır.
SUNNET UMMETİN CİMENTOSUDUR Sunnet, Ummet ’in cimentosudur. Bizi Endonezya ’daki, Afrika ’daki ya da Kamcatka ’daki kardeşimizle aynı bakış, goruş ve yaşayışta birleştiren ortak zemin Sunnet ’tir. Yoluna kurban olacağımız Fahri Kainat Efendimizin yaşadığı hayatın en ince ayrıntısına kadar tespit edilmiş şekli hepimizi bir rahmet şemsiyesi gibi altına toplamıştır. Biz kadını-erkeği, siyahı-beyazı, zengini-fakiri, genci-yaşlısı, ummisi-Âlimi, engellisi-sağlamı butun kardeşlerimizle orada tanışır ve anlaşırız. Bunun icin aynı dili konuşmamız, aynı mekÂnı paylaşmamız gerekmez. Biz birbirimizle oyle bir dille anlaşır, buluşmadan ve goruşmeden oyle bir halle birbirimize benzeşiriz ki duşmanımız karşımızda aciz kalır. O dil Sunnet ’in dili, o hÂl Sunnet ’in hÂlidir.
Sunnet bir yaşama sanatıdır. Tıpkı beden ile ruh arasındaki mahiyetine vakıf olunmaz bağ gibi Sunnet ’in ozu ile şekli arasında da ilginc bir irtibat vardır. Bu irtibat birini diğerine feda etmeye mÂnîdir. İdrak edilebilecek boyutları varsa da bu irtibat temelde ilÂhî bir mahiyete sahiptir. Hakikat ve hikmetin zamana, mekÂna ve insana teması ile ortaya cıkmış bir guzel yaşama rehberidir, bu yuzden burunduğu şekil, bicim ve tarz sebepsiz ve gayesiz değildir. Onu sadece ozden ibaret sayıp şeklinin zamanının gectiğini duşunenler de, şekilperestliğe duşup ozunu kavrayamayanlar da aynı şekilde yanılmaktadırlar. Sunnet ’in ne ozu ne de şekli tek başına ele alınamaz. Oz şeklin muhafazası ile şekil de ozun ifası ile kÂimdir.
EN GUZEL ORNEK Oz ve şekil ilişkisi, Allah Rasûlu Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem ’in neyi niye yaptığı ile nasıl yaptığı arasındaki irtibata mebnidir. Bu anlamda O, en guzel ornektir. Bu ornekliğin iyi anlaşılmasının yine Kur ’an ’ımıza gore belli şartları vardır. “En Guzel Ornek” ancak “Allah ’a ve Âhiret gunune kavuşmayı uman ve Allah ’ı cok zikreden kimseler” icin soz konusudur. (Ahzab, 21) Bu, Efendimiz sallallau aleyhi ve sellem ’i ornek almayanların Allah ve ahirete ilişkin bir beklentileri olamayacağı şeklinde anlaşılabilir. Yine bu ayet, Peygamberimiz Efendimiz ’in ornekliğinin ancak gayba iman etmek ve cok zikretmek şeklindeki bir cabaya girişenlerin harcı olabileceğini de gosterir. O ’nu, O ’nun derdine duşmeden anlamak mumkun değildir.
PEYGAMBERİMİZİN İZİNDEN GİTMEK Usve-i Hasene (En Guzel Ornek) olan Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem ’in izinden gitmek, her anı O ’na referansla kıymetlenen, son nefese kadar bu kıymeti muhafaza ile surecek bir mucÂhede iklimine girmek demektir. O ’nun hayata yoneldiği gibi yonelmeden, dunyaya O ’nun baktığı yerden bakmadan; insan, zaman ve mekÂn algımızı O ’nun mektebinde terbiye etmeden ideal insan kıvamına erişmemiz mumkun değildir. O, Rabbimizin hem kulu hem de Rasûludur. Taşları catlatacak ilÂhî beyanı kalbine peyderpey almış, o beyanla terbiye olmuş, bir yandan beraberindekileri eğitirken, diğer taraftan da Allah ’ın kıyamete kadar razı olacağı bir dini butun insanlığa tebliğ etmiştir.
Seyyid ’ul-Kevneyn Efendimiz goklerle yer arasındaki zor ve dehşetengiz irtibatın merkezindeki insandır. O masum yetim; guzel ahlÂkı, temiz nÂsiyesi ve duru sîreti ile goklerden gelen sozlerin yerde yuruyen canlı kanlı bir merkezi olduysa, O ’nun ornekliğini arzu edenler de benzeri bir yol tutmak zorundadırlar. O yol, aynı turden bir gayret ve adanışın ardına duşmuş guzel ahlÂk cabası ile acılır. O yol kire batmış bir dunyada temiz kalma iradesini dipdiri tutmakla acılır. O yol arınmayı başlıca gayesi haline getirmiş duru bir sîrete sahip olma gayreti ile acılır. O yol uyanıkken ruya gormekle, en zor zamanda Kisra ’nın, Şam ’ın, Yemen ’in anahtarlarının mujdesini vermekle, halet-i nez ’de sevgili kerimesine donup “ağlama kızım, baban bir daha acı cekmeyecek” diyebilecek bir ote dunya ve Refîk ’i  ’l aşkı ile acılır. Bu yol aşk, şevk ve merhametle bezenmiş Muhammedî fıtratın yoludur.
Rahmeten li ’l-Âlemîn Efendimizin davranışlarını oğrenmek, anlamak ve hayatımıza tatbik etmenin esas gayesi, hayata O ’nun baktığı yerden bakmak, dunyaya onun verdiği kıymeti vermek, umidi, korkuyu ve sevinci O ’nun algısı cercevesinde yeniden tarif etmek icindir. HÂtem-u Nebiyyin Efendimiz hayata nasıl yaklaşır, insanları nasıl gorur, muamelesini neyin uzerine bina eder, ne tur bir hayat tarzının temsilcisi ve tebliğcisi olarak yaşardı? Oncelikleri nelerdi? Neyi dert eder, neyin korkusunu taşırdı? Ne ile umitlenir, nasıl bir hÂlet-i rûhiyede yaşardı? Bu soruların cevabını bulmaya doğru acılan kapıda şekil ve oz ayırımı olamaz. Orada şahit olunan her dustur, anlaşıldığı kadar değil, izinden gidilenin buyukluğu olcusunde muteberdir.
OZ VE ŞEKİL AYRIMI Oz ve şekil ayırımında her ne kadar oz şekilden onde gorulse de, ozun ifası ancak şeklin muhafazası ile mumkundur. Yapmadan bilemez, bilmeden eremez, ermeden hakikatine giremez, hakikatine girmeden dirilemeyiz. İş şekli korumakla başlar, ozu kavramakla devam eder ve Sunnet ’te fani olmakla nihayete erer. Fena bulan, şekil ile oz arasında aslında kopmaz bir bağ olduğunu idrak etmiş, Rasûlu ’s-Sekaleyn Efendimiz ’in hayat tarzına ait her detayın aslında felah ve necata goturen bir mahiyeti olduğunu gormuştur. Hattı zatında bu goruşun bir eriş ve zevk ediş kıvamı olduğu Sunnet ’i tatbik ederek yaşayanın arı, duru ve pak halinden bellidir.
Sunnet ’i yaşayanlar, En Guzel İnsan ’a benzeme yarışında aynı kulvarda yol alanlardır. Bu bahtiyarlar hangi cağ ve mekÂnda yaşarsa yaşasınlar, fıtratın tabii guzelliğini aksettirme anlamında birbirlerine benzerler. Bakışları ibret, sozleri hikmet, sukûtları tefekkur olan bu guzel insanlar Sunnet ’in rahmet, merhamet ve selamet cağrısı ile dirilmeyi, ondaki her şeklî kaideyi tavizsiz ve şeksiz tatbik edebilme hassasiyeti ile başarmışlardır. Onların yuze ferahlık, gonle sukûnet ve goze şifa duruşları bir şekil ve oz ahengi olan Sunnet ’e şekil ve oz ayırımı yapmaksızın bağlılıkları nispetinde olmuştur. Bundan sonrakiler icin de durum değişmeyecektir. Sunnet, olgunluğun ve kurtuluşun adresini arayanlar icin, şekil ve oz ayrımına gitmeksizin tatbik edilmesi şart bir sonsuzluk rehberi olarak ışıldamaya devam edecektir.
Kaynak: Mehmet Lutfi Aslan, Altınoluk Dergisi, Sayı: 401
İslam ve İhsan