Genc nesillerin inanc dunyalarında ateizm ve deizmin etkileri, bilhassa zamanımızda artmaya başladı. Bunun başlıca sebepleri nelerdir? Bu ateizm ve deizm fitnesinin onune gecmek icin neler yapılması gerekir?Bugun “global kultur” İslĂ‚m coğrafyasını istilĂ‚ etmiş durumda. Nasıl bir duşman istilĂ‚sı olur; bugun de bir kultur istilĂ‚sı var. NefsĂ‚niyeti tahrik eden reklĂ‚mlar, luks ve israfı kamcılayan modalar, televizyonun yanlış programları, internetin yanlış sokakları, menfî telkin ve propagandaları; muthiş bir mĂ‚nevî erozyonu beraberinde getiriyor. İnsanların akıl ve gonul dunyaları hercumerc oluyor.
GĂ‚ye ile vĂ‚sıta birbirine karışıyor. Keyif icin yiyip icmekten ibaret oluyor hayat. Kalpler dunyanın esiri, nefisler şehevî arzuların kolesi hĂ‚line geliyor. Ruhlardaki tatminsizlik; insanlığı ferdî ve ictimĂ‚î buhranlara surukluyor.
Uhrevî endişelerden uzak, Ă‚hiretsiz bir dunya anlayışı insanlara telkin ediliyor. İslĂ‚m dunyasını oz değerlerine yabancılaştırmak isteyen materyalist Batı ’nın da telkinleriyle, insanlar adım adım dinden-îmandan uzaklaşıyor, mĂ‚nevî buhranlara surukleniyor. Ve İslĂ‚m, lĂ‚yıkıyla bilinmiyor -maalesef-.
İstanbul ’da -aşağı yukarı- yirmi-otuz sene once gecmiş olan bir hĂ‚diseyi nakletmek istiyorum:
Fransız Komunist Partisi Sekreteri Roger Garaudy İstanbul ’a gelmişti. Yıldız Sarayı ’nda bir konferans veriyordu. Soru-cevaptı, bugunku gibi. Ona dediler ki:
“–Siz, bir zamanlar komunisttiniz. Hem de komunizmi, Marks ’ın butun fikirlerini yeni baştan tedvin edecek derecede bir komunisttiniz. Şimdi ise musluman oldunuz. Nicin katolik hristiyandınız, nicin komunisttiniz, şimdi nicin muslumansınız?”
O da dedi ki:
“–Ben katoliktim.” dedi. “Amerika ’ya tahsile gittim. O zaman trostler, karteller, bilmem kac ton buğdayı yakıyorlardı, bilmem kac ton sutu de dokuyorlardı. Butun piyasayı kendi tekellerinde tutmak (monopol) icin. Bu acımasızlığa, bu merhametsizliğe icimden isyan geldi. Bu isyan beni komunizme surukledi.
Baktım ki komunizm de ruhsuz, vicdanlar kuruyor. Onun icin Katoliklik ile arasında bir kopru kurayım, boylece bir mĂ‚neviyat vereyim komunizme dedim. Baktım bu da olmadı, oylece kaldım.
Sonra benim icin «vur emri» cıkarıldı. (Nicin cıkarıldığını soylemiyor.) Bir asker bana goz yumdu, ben de kactım.
Sosyolog olduğum icin merak ettim, bu asker beni niye bıraktı diye. Gittim buldum onu;
«–Niye beni bıraktın dedim, benim hakkımda vur emri verildiği hĂ‚lde?»
CevÂben dedi ki:
«–Ben muslumanım, senin ne işlediğini bilmiyorum ki ben. Senin nicin canına kıyacaklarını bilmiyorum. Ben buna Ă‚let olmak istemedim. Onun icin sana goz yumdum. Sen de kactın.» dedi.
O zamana kadar ben İslĂ‚m ’ı bir aşiret dîni zannediyordum. Merak ettim. Ben aynı zamanda bir iktisatcı olduğum icin, ilk olarak iktisattan başlamak istedim:
FĂ‚iz nedir? Cunku komunizmde fĂ‚iz yasaklanıyor. Bir istismar sistemi. İslĂ‚m ’da nedir fĂ‚iz? Onu merak ettim.
(Hazret-i BilĂ‚l -radıyallĂ‚hu anh- ’ı kastederek, aynen şu ifadeyi kullandı
BilĂ‚l ’in bir hĂ‚disesi beni rahata kavuşturdu. BilĂ‚l, Allah Rasûlu ’ne bir hurma goturur. Rasûlullah Efendimiz hurmaya bakar:
«–BilĂ‚l, bu hurmayı nereden aldın?» der.
O da:
«‒Bizde Ă‚dî hurma vardı. Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- ’in yemesi icin ondan iki olcek vererek bundan bir olcek satın aldık.» der.
Bunun uzerine Hazret-i Peygamber -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem-;
«‒Eyvah! Bu ribĂ‚nın/fĂ‚izin ta kendisi, sakın oyle yapma!» buyurur. Sonra da bir yol gosterir:
«–Şayet iyi hurma satın almak istersen, elindekini ayrıca sat; sonra onun parasıyla iyi hurmayı satın al.» buyurur.[1]
Baktım ki Rasûlullah Efendimiz, en ufak bir tĂ‚viz vermiyor fĂ‚ize. Bu hĂ‚dise, beni butun İslĂ‚m ’ı tedkik etmeye yonlendirdi.
Burada Ebû Hanîfe ’nin şĂ‚heser bir hukukculuğu karşıma cıktı. O nasıl bir hukuk mantalitesidir! Bu beni ferahlattı, bana yol gosterdi.
Fakat bugun şunu soyleyeyim ki, maalesef İslĂ‚m dunyası Ebû Hanîfe gibi dunya capındaki bir hukukcuyu tanımıyor. Ebû Hanîfe ’nin hukuk mantalitesini ben oğretiyorum. HĂ‚lbuki ben yeni musluman oldum.
Siz sağlamsınız, fakat kendinizi hasta zannediyorsunuz. Siz hasta olan Batı ’yı taklit ediyorsunuz. Hic sağlam insan, hastayı taklit eder mi?..” dedi.
Demek ki evvelĂ‚ kendi değerlerimizin farkına varmalıyız. MukaddesĂ‚tımızın kıymetini bilmeliyiz. Aksi hĂ‚lde -Allah korusun- bir hazine uzerinde ac olen bedbahtlardan farkımız kalmaz!..
HRİSTİYANLIK NASIL BOZULDU? Hakîkaten bugun Batı dunyası hasta. Cunku menfaatperest, pragmatist… Hristiyanlık ruhları doyurmuyor, cunku kendi ici boş. Hristiyanlık, ilk darbeyi Pavlos ’tan yedi. Pavlos şerîati kaldırdı;
“‒Siz; Baba, Oğul, Rûhu ’l-Kudus ’e yani teslise inanın, gerisini bırakın dedi. Tevrat ’ın muĂ‚melĂ‚tı/ahkĂ‚mı sizin uzerinizden kalkmıştır! AhkĂ‚m, kanun cıkarma işi Sezar ’a aittir.” dedi.
Yani siz canınızın istediği gibi rahatca yaşayın. Sizin dunyevî hukukunuzu da krallar tesis edecek dedi. Bu da kralların işine geldi. Sonradan konsiller toplandı arka arkaya. Bu konsiller, Hristiyanlığın akāidini kendilerine gore yeniden tesis ettiler. Yani akāide insanlar karar verdi.
325 ’te toplanan İznik Konsili, Hazret-i ÎsĂ‚ ’nın Rab olduğuna karar verdi.
381ʼde yapılan İstanbul Konsili, Rûhu ’l-Kudusʼun de Rab olduğunu kabul etti.
431ʼde yapılan Efes Konsiliʼnde Hazret-i Meryem ’e “tanrı doğuran” sıfatı verildi. Hazret-i ÎsĂ‚ ’nın hem insan hem tanrı olmak uzere iki tabiatlı olduğu kabul edildi.
451ʼde yapılan Kadıkoy Konsiliʼnde ise Hazret-i ÎsĂ‚ ’da tek tabiatın, yani tanrılık vasfının olduğunu soyleyen Doğu Kiliselerinin (Mısır Kıptîleri, Ermeniler, SuryĂ‚nîler, Habeşliler) sapkın olduğu ilĂ‚n edildi.
787ʼde yapılan İkinci İznik Konsiliʼnde, ikonlara (dînî tasvirlere) tapmanın gunah olmadığı kararı verildi. HĂ‚lbuki daha oncesinde 200 yıl kadar, ikonlara tapmanın gunah olup olmadığı tartışması yaşanmış, hattĂ‚ bazen imparator tarafından, ikonlar yasaklanmıştı.
Ortodoks hristiyanlar, ilk 7 konsili kabul ederler. Katolik hristiyanlarsa sonuncusu 1965ʼte yapılmış olan, toplam 21 konsil kabul ederler. Katolik Vatikanʼın bu son konsilinde, diğer mezhep ve dinler arasında “diyalog” cağrısı yapıldı.
VelhĂ‚sıl bugunku Hristiyanlığın akāid kısmını şûrĂ‚lar şekillendirdi. Şerîat kaldırıldı, dînin ici boşaltıldı. Kilise, menfaat mukĂ‚bili gunah cıkarma usûlu getirdi. Bir insan kendisi gibi bir insanın gunahını cıkarmaya başladı.
Burada, Necip FĂ‚zıl Kısakurek ’ten duyduğum bir hĂ‚tırayı nakletmek isterim:
Toynbee, Mısır ’a gider. Kendisi sosyolog olduğu icin, garip bir dilencinin yanına yaklaşır ve:
“‒Sana para versem ne yaparsın?” diye sorar. Dilenci de:
“‒AllĂ‚h ’a duĂ‚ ederim senin icin.” der.
“‒Peki, senin duĂ‚nı Allah kabul eder mi?” der Toynbee. O dilenci de der ki:
“‒Beyim, ben duĂ‚ ederim, gerisine karışmam. Allah dilerse kabul eder, dilerse etmez.”
Toynbee bunun uzerine der ki:
“‒Bizim tahsilli dediğimiz papazlar kendileri gibi bir insanın gunahını cıkardıklarını soyluyorlar. Burada ise bir dînin en garip insanı; «Allah dilerse kabul eder, dilerse kabul etmez.» diyor.”
İşte bugunku tahrif edilmiş Hristiyanlık, icinde boyle mantık dışı uygulamaların bulunduğu bir yapıya burundu. Fakat Hristiyanlığın bu hĂ‚li, nefsĂ‚nî hayatı rahatca yaşayabilmeye imkĂ‚n tanıdığı icin pekcok mensubuna da cĂ‚zip geliyor.
Ben, İslĂ‚m ’la şereflenmiş olan bir eski misyonere sordum:
“–Bugun Hristiyanlığın ici boşaldı, kiliseler satılıyor, dedim. İslĂ‚miyet ’e yoneliş oluyor belli bir zumrede ama, niye buyuk kitleler hĂ‚linde olmuyor?” dedim.
Dedi ki:
“–Cunku İslĂ‚m zor.” dedi. “Hristiyanlık ise bomboş, her şey serbest.” dedi. “Muslumana gunde beş vakit namaz var, sonra oruc var, zekĂ‚t var, infak var, ahlĂ‚kî, ticĂ‚rî, hukukî hukumler var… Bunların hicbiri Hristiyanlık ’ta yok.” dedi.
Onun icin bu boşluk, insan rûhunda tatminsizlik doğurdu. İnsanlar Hristiyanlık ’ta birtakım defolar bulmaya başlayınca, bu sefer ateizme kaymaya başladılar. Bilhassa bugun Avrupa ’da ateizm gittikce yayılıyor.
HĂ‚lbuki ateizm ’in hicbir mantıkî tarafı yok. Yani kĂ‚inat nasıl kendi kendine var olabilir? Şu lamba nasıl kendi kendine var olabilir? Kendi kendine olan hicbir şey yok…
Ateizm, yani dinsizlik/inancsızlık, esasen selîm bir akla ve kalbe sahip bir insan icin imkĂ‚nsızdır. Bu -tĂ‚biri cĂ‚izse- aklın tutulması, kalbin dumura uğramasıdır. Zira kĂ‚inattaki mukemmel işleyen ve hayatı mumkun kılan ekolojik denge dahî, insana bunun kor tesaduflerin eseri olamayacağını acıkca îlĂ‚n eder. Bunun icindir ki CenĂ‚b-ı Hakk ’ın Kur ’Ă‚n-ı Kerîm ’deki ilk emri;
“Yaratan Rabbinin adıyla oku!”dur. (el-Alak, 1)
Yani hayatı boş gozlerle seyretme! Hicbir şey boşuna yaratılmadı…
CenĂ‚b-ı Hak, yerde ve gokte, insanda ve Ă‚lemde her şeyi, ZĂ‚t ’ının varlığına, birliğine, kudretine birer nişan olarak, bir tefekkur malzemesi hĂ‚linde ihsĂ‚n etti.
Goren, duyan ve hisseden kalpler; bu kĂ‚inatta ilĂ‚hî kudret ve azamet tecellîlerinden başka bir şey gormezler.
Buna rağmen;
CenĂ‚b-ı Hakk ’ın “el-BĂ‚rî” ve “el-Musavvir” esmĂ‚sının tecellîlerinden gĂ‚fil kalan; ruzgĂ‚rların, derelerin ve dağların sessiz lisĂ‚nından bir şey anlamayan hantal kalplere ne yazık!..
CenĂ‚b-ı Hakk ’ın bu kadar ilĂ‚hî azamet tecellîleri karşısında kor olan kalplerin hĂ‚li, bir hazine uzerinde ac olen bedbahtlardan farksız...
Dunyada ve bilhassa genc nesillerde, boyle inkĂ‚r temĂ‚yullerinin olmasının sebebini, menfî propagandalarda aramak lĂ‚zımdır. Yoksa îtikaddaki mezhebimiz olan MĂ‚turidî Ă‚limleri şoyle derler:
“Kendisine hicbir kitap ve peygamber ulaşmamış bir kişinin dahî, AllĂ‚h ’ın varlığını kabul etmesi gerekir.”
Yani kĂ‚inat bir tefekkur dershĂ‚nesi, bir îman laboratuvarı. Burada inanmamak icin akla iptal damgası vurmak lĂ‚zım, ahmak olmak lĂ‚zım, kalbin kor olması lĂ‚zım.
Bir Allah dostu buyuruyor ki:
“CenĂ‚b-ı Hak, o kadar zĂ‚hirdir ki, zuhûrunun şiddetinden gĂ‚ibdir.”
Bak şu ciceğe; bir kara topraktan nasıl cıkıyor? Kac kolorist calışıyor, kac dekorator calışıyor onun icin?.. CenĂ‚b-ı Hak kime veriyor bunu? İnsanın olmadığı diğer gezegenlerde, yıldızlarda niye yok boyle tecellîler?..
Her varlık, CenĂ‚b-ı Hakk ’ın bir delili. Tabi Ă‚rif olanlar icin. GĂ‚fillere ise her şey gaflet sebebi.
Onun icin Ârif bir zÂt diyor ki:
“Bu cihĂ‚n, Ă‚killer (akıl sahipleri) icin seyr-i bedĂ‚yî (yani ilĂ‚hî sanatı ibretle temĂ‚şĂ‚) vesîlesidir; ahmaklar icin ise yemek ile şehvetten ibĂ‚rettir!”
Şeyh SĂ‚dî-i ŞîrĂ‚zî de şoyle diyor:
“İdrak sahipleri icin ağaclardaki her bir yaprak, mĂ‚rifetullĂ‚h (yani CenĂ‚b-ı Hakk ’ı kalben tanıyabilme) hususunda bir dîvandır, mufassal bir kitaptır. GĂ‚filler icin ise butun ağaclar, tek bir yaprak bile değildir.”
CenĂ‚b-ı Hak, her şeyi mukemmel bir olcuyle yaratmıştır. Şu kĂ‚inĂ‚tı seyrettiğimiz zaman, zerreden kureye her şeyde bir mukemmellik soz konusu. Yani her şeyde ilĂ‚hî bir duzen, ilĂ‚hî bir tanzim goze carpıyor.
Birkac misÂl verecek olursak:
AnĂ‚sır-ı erbaa dediğimiz dort unsur, yani ateş, hava, su ve toprak; hicbiri diğerinin sınırına taşmıyor.
MeselĂ‚ Dunya ’nın icindeki mağma tabakası, altımızda muthiş bir ateş okyanusu. Ustumuzdeki Guneş ise, muazzam bir alev topu… İkisi de diğerinin sınırına taşmıyor. MevlĂ‚mız, bu iki ateş arasında biz kullarına serin ve selĂ‚met bir hayat lûtfediyor.
CenĂ‚b-ı Hak;
“Guneş ve Ay, bir hesaba gore (hareket etmekte)dir.” (er-RahmĂ‚n, 5) buyuruyor.
DUNYA VE GUNEŞ ARASINDAKİ MESAFE MeselĂ‚ Guneş ’le Dunya ’mız arasındaki mesafe biraz daha fazla olsaydı, her yer kutuplara donerdi. Ya da mevcut olandan biraz daha yakın olsaydı, bu sefer de her şey yanar kavrulurdu.
DUNYANIN EKSENİ Yine Dunya ’nın ekseninde 23,5 derecelik bir eğim olmasaydı, mevsimler meydana gelmezdi. Bu durumda yaz olan yer, hep yaz; kış olan yer, hep kış olurdu.
DUNYANIN DONME HIZI Dunya ’nın kendi etrafında donme hızı biraz yavaş olsa, gece-gunduz arasındaki ısı farkları cok yuksek olurdu. Daha hızlı olsaydı, atmosfer ruzgĂ‚rları cok cok buyuk hızlara ulaşır, kasırgalar ve tufanlar hayatı imkĂ‚nsız kılardı.
YER KABUĞU Yer kabuğu, biraz daha kalın olsaydı, canlıların hayatı icin elzem olan oksijen bulunmazdı. Kalın toprak tabakası, mevcut oksijeni ceker ve hayat imkĂ‚nsız hĂ‚le gelirdi.
DENİZLERİN DERİNLİĞİ Denizler de oyle. Denizler bugunku hĂ‚llerinden bir miktar daha derin olsaydı, bu fazla sular, karbondioksit ve oksijeni cekeceğinden, yeryuzunde hayat olmaz, bitki bile yetişmezdi.
ATMOSFER TABAKASI Dunya ’nın etrafındaki atmosfer tabakası biraz daha ince olsaydı, meteorlar her gun yeryuzunu doverdi.
HAVADAKİ GAZLAR Havadaki % 77 azot, % 21 oksijen sınırı değişse, hayatın devam etmesi nasıl mumkun olurdu? Hic duşunuyor muyuz?
Bu hususta bir hĂ‚tıramı nakledeyim:
Bir gun Medîne ’den donuyordum. Ucakta hostesler geldi ve;
“–Siz hocaymışsınız.” dediler.
“–Yok, oyle diyorlar.” dedim.
“–Bize bir tavsiyede bulunun.” dediler.
“–Bakın dedim, siz hep ucakta gidiyorsunuz. Yuksekteki oksijen az, ucaktaki oksijen ise, yerdeki oksijen kadar. Bunun icin devamlı oksijen ayarlaması yapılıyor. «Arıza yaptığı zaman oksijen maskeleri gelecek!» diyorsunuz.
Hic yeryuzunde bir kimse diyebiliyor mu; «Yarın acaba havanın yuzde 21 oksijeni, yuzde 77 azotu değişebilir, bir oksijen tupuyle gezeyim.» diyor mu? Bir ateist bile, ilĂ‚hî irĂ‚deye teslim hĂ‚linde. Fakat kalbin korluğu, inanmaya mĂ‚nî oluyor…”
Hakîkaten bir ateist bile -her ne kadar inkĂ‚r etse de- kĂ‚inattaki ilĂ‚hî tanzime teslîmiyet sayesinde huzur icinde yaşayabiliyor. Herkes ilĂ‚hî kudrete îtimadla hayĂ‚tiyetini devam ettiriyor. Fakat o kudretin sahibini ikrĂ‚r edebilmek, ancak selîm fıtratların nasîbi…
Su, H2O; yani iki hidrojen, bir oksijenden oluşuyor. Biri yanıcı, biri yakıcı. Eğer oksijen ve hidrojen serbest kalsa, her şey birbirine girer, hayat mumkun olmaz. Ancak ne buyuk bir sanat ve kudrettir ki, CenĂ‚b-ı Hak, yanıcı ile yakıcıyı birleştiriyor ve onu, yani suyu, butun mahlûkat icin bir hayat kaynağı hĂ‚line getiriyor.
Su, kirlendiğinde semĂ‚ya cıkıp en guzel şekilde temizleniyor ve tekrar rahmet olarak yeryuzune iniyor.
Bir balık, suyun icindeki oksijenle yaşarken, sudan cıkınca oluyor. HĂ‚lbuki havadaki oksijen, sudakinden daha fazla…
EKOLOJİK DENGE Toprak, verimini devam ettiriyor. Ya ettirmese?
Her cicek kendi mevsiminde acıyor. Her meyve-sebze, kendi mevsiminde veriyor. Sanki her birinin altında birer bilgisayar var.
Hepsi kendi hududu icinde. Hepsi ilĂ‚hî bir tanzim icinde. Muhteşem bir ekolojik denge…
KĂ‚inattaki bu kadar mukemmel nizam, bu kadar ince ve hassas denge karşısında, insanın boş yere yaratıldığını zannetmesi ve diğer mahlûkat gibi sorumsuz yaşamaya kalkışması, kalbin karanlık bir virane olmasından başka bir şey değildir.
HĂ‚sılı kĂ‚inattaki her harekete cok ince ve tam yerinde bir olcu konulmuştur. Bu olculerde en ufak bir artma veya eksilme olsa, şu gorduğumuz nizam ve Ă‚henk, hemen bozuluverir.
CenĂ‚b-ı Hak, bu nizĂ‚mı insanın hizmetine vermiştir. Âyet-i kerîmelerde şoyle buyrulur:
“O, goklerde ve yerde ne varsa hepsini, kendi katından (bir lûtfu olmak uzere) size Ă‚mĂ‚de kılmıştır. Elbette bunda duşunen bir toplum icin ibretler vardır.” (el-CĂ‚siye, 13. Ayrıca bkz. LokmĂ‚n, 20)
“…RahmĂ‚n olan AllĂ‚h ’ın yaratışında hicbir uygunsuzluk goremezsin. Gozunu cevir de bir bak, bir bozukluk gorebiliyor musun? Sonra gozunu, tekrar tekrar cevir bak; goz (hicbir nizamsızlık ve bozukluk tespit edemeden) Ă‚ciz ve bitkin bir hĂ‚lde sana donecektir.” (el-Mulk, 3-4)
“Goğu Allah yukseltti ve mîzĂ‚nı (dengeyi) O koydu. Sakın dengeyi bozmayın!” (er-RahmĂ‚n, 7-8)
İNSAN ANATOMİSİ İnsana baktığımız zaman da bu ilĂ‚hî tanzim goze carpıyor:
İnsan kendisine bir baksın. Hicbir eksiği var mı? Hic vucudunda fazladan bir kemik var mı? Yahut eksik bir kemik var mı vucudumuzda?
Neye ihtiyacın var; iki ayak lĂ‚zım, CenĂ‚b-ı Hak iki ayak ihsĂ‚n ediyor. İki kol gerekli, iki kol ihsĂ‚n ediyor. Gozumuz, kulağımız, nerede yer alacak; başta. Başka bir yerde değil, başka mekĂ‚nda değil.
MeselĂ‚ insan tek ayaklı olsa yuruyemez veya ayaklarının biri diğerine gore daha uzun olsa rahat hareket edemezdi. Tek kolu olsaydı işlerini duzgun yapamazdı. Goz, kulak, dil, hepsi ayrı bir tanzim. Biri olmasa, vucudun Ă‚hengi ve dengesi bozuluyor.
Bugun; “Ver gozunu, al dunyayı!” deseler, kim değişir?!.
Her hucre kendi vazifesini icrĂ‚ edeceği uzvun icinde yer alıyor. İnsana daha bir nutfe hĂ‚lindeyken sanki bir koşu duduğu calınıyor; her hucre, kendi vazifesini yapacağı uzva koşuyor. Goz hucresi, kalbe gitmiyor. Kalp hucresi karaciğerde yer almıyor. Vucudun sıhhat ve dengesi, butun uzuvlardaki bu Ă‚henge bağlı.
VelhĂ‚sıl butun kĂ‚inĂ‚t, CenĂ‚b-ı Hakk ’ın ilĂ‚hî kudret ve azamet sergisi. CenĂ‚b-ı Hak onu, insan idrĂ‚kine gore tanzim etmiş. Yeter ki insan, kalbindeki muhabbetle baksın, ibretle baksın, tefekkurle baksın, takvĂ‚ ile baksın…
Mu ’min de kĂ‚inattaki bu ilĂ‚hî ahengi taşıyacak. İbadetler, ahlĂ‚k, muĂ‚melĂ‚t, bir zarĂ‚fet icinde olacak.
CenĂ‚b-ı Hak buyuruyor:
“Sizi sadece boş yere yarattığımızı ve sizin hakikaten huzûrumuza geri getirilmeyeceğinizi mi sandınız?” (el-Mu ’minûn, 115)
İNSAN NİCİN YARATILDI? Mahlûkat, insan icin yaratıldı. İnsan da AllĂ‚h ’a kulluk icin. Yoksa yaratılışın bir mĂ‚nĂ‚sı olmazdı.
Bu kadar ilĂ‚hî azamet karşısında inanmamak, kalbin Ă‚mĂ‚ olmasıdır. CenĂ‚b-ı Hakk ’ı inkĂ‚r etmek mumkun değil. Her şey CenĂ‚b-ı Hakk ’ın şĂ‚hidi durumunda.
CenĂ‚b-ı Hak, ateist zihniyetteki gĂ‚fillere, ilzĂ‚m edici bir uslûpla soruyor:
“Acaba onlar herhangi bir yaratıcı olmadan mı yaratıldılar? Yoksa kendileri mi yaratıcıdırlar?” (Tûr, 35)
Soruyor CenĂ‚b-ı Hak: Hic kendi kendine yaratılan bir şey var mı?
ATEİZMİN EN ONEMLİ NEDENİ Onun icin ateizme, inancsızlığa suruklenmenin en muhim sebebi, kĂ‚fir ve fĂ‚sıklarla beraberliktir. Onlarla zĂ‚hirî beraberlik, zamanla zihnî beraberliğe, o da neticede kalbî beraberliğe goturuyor.
Efendimiz -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-, Semud Kavmi ’nin asırlar once azĂ‚ba uğramış enkazından gecerken, ashĂ‚bını îkaz buyurdu:
“Buradan hızlı ve huzunlu gecin, su almayın, aldığınızı da dokun!”[2]
Bugun sabah-akşam ekranlardan, telefonlardan, televizyonlardan ve kirli sokaklardan ehl-i kufrun neşriyĂ‚tını seyreden, propagandalarına mĂ‚ruz kalan insanımızın hĂ‚lini bir duşunelim.
Eğer eğitim, tĂ‚lim ve tedrisat gayretlerimizi bırakırsak, emr-i bi ’l-mĂ‚ruf, nehy-i ani ’l-munker calışmalarımızı hakkıyla gercekleştirmezsek, bizim evlĂ‚tlarımız başkalarının nesilleri olur.
Âyette şeytanın mallara ve evlĂ‚tlara ortak olacağı ifade ediliyor.[3]
EvlĂ‚dın biyolojik anne-babası olmak, bir şey ifade etmiyor. Onu şeytan emziriyorsa, ehl-i kufur besliyorsa, onların evlĂ‚dı oluyor.
Bu hususa cok dikkat etmemiz lĂ‚zım…
DEİZM FİTNESİ Bugun duzgun bir İslĂ‚mî eğitim noksanlığının hazin bir neticesi olarak bir de “Deizm” fitnesi ortaya cıktı. Allah vardır diyor, -inkĂ‚r edecek durum yok cunku- fakat nasıl koyunu-ciceği yaratmış, onlara bir kulluk mes ’ûliyeti vermemişse, insan da oyledir diyor. Yani başıboş, sorumsuz…
CenĂ‚b-ı Hak ise Kur ’Ă‚n-ı Kerîm ’de:
“İnsan, başıboş bırakılacağını mı zannediyor?” (el-KıyĂ‚me, 36)
“Biz gokleri ve yeri bir oyun-eğlence olsun diye yaratmadık.” (Bkz. ed-DuhĂ‚n, 38; el-EnbiyĂ‚, 16) buyuruyor. Hep îkaz ediyor.
Deizm Hastalığı Deizm de ayrı bir hastalık. Mutlak Yaratıcı ’yı inkĂ‚r etmek icin ahmak olmak lĂ‚zım demiştik. Deist de guya Yaratıcı ’yı reddetmiyor, fakat O ’nun Rab oluşunu, yani O ’nun emrettiği nizĂ‚mı reddediyor; Kitab ’ını, Peygamber ’ini ve ahkĂ‚mını inkĂ‚r ediyor. O zaman insanın diğer mahlûkattan ne farkı olur?..
Fakat dîne, sunnete, mezhebe ve ahkĂ‚ma dair kafa karıştırıcı tartışmalar ve toplumumuzun dînî tedris hususundaki cehĂ‚leti, maalesef bu fitnelere zemin hazırlıyor.
Bugun İslĂ‚mî değerleri tam mĂ‚nĂ‚sıyla oğretmek icin ciddî bir tahsil lĂ‚zımdır. Bunun icin bir yaz kursu yetmez. Gunumuzdeki mufredĂ‚tı ve şartları itibĂ‚riyle sadece İmam Hatip Mektepleri de yetmez.
PEYGAMBER EFENDİMİZ ’İN 23 YILLIK İSLAM DERSİ Peygamber Efendimiz, ashĂ‚bına 23 sene İslĂ‚m ’ı oğretti. Bu kultur ancak 23 senede tamamlandı. Demek ki bunun hayat boyu devam eden bir tahsil hĂ‚linde yaşanması lĂ‚zım. Ayrıca takvĂ‚ ehli ve istikĂ‚met sahibi hocalardan tahsil gormek lĂ‚zım.
Cocukluğunda yazları camiye şoyle bir gitmek veya okullarda haftada bir saat verilen din kulturu dersini dînî tahsil icin kĂ‚fî zannetmek, dînî tahsili hafife almaktır. Nitekim boyle bir dînî eğitime sahip insanımız, televizyonlardaki tartışmalar karşısında tereddutlere duşuyor. NefsĂ‚nî duygular da şupheleri korukleyince, hepsini birden rafa kaldırabiliyor.
Devrimizde Batı ’dan gelen cĂ‚hiliye anlayışı her yere musallat olmuş durumda. Fakat caresizlik yok! Care; Peygamber Efendimiz ’i ve ashĂ‚bını ornek alarak tebliğ etmek. Her imkĂ‚n sahibi gayret edecek. Hele insanlara İslĂ‚m ’ı oğretebilecek malûmĂ‚ta sahip kişilerin bir koşeye cekilmesine cevaz yoktur.
Bu kadar cĂ‚hillik varken, bazı Kur ’Ă‚n kurslarının kontenjanı dolmuyorsa, yeterince calışmıyoruz demektir.
O hÂlde bu dunya dershÂnesinde;
1. İnsanımıza esas hayatın Ă‚hiret olduğunu tekrar tekrar hatırlatacağız.
2. Yaptığımız her işin bir hesabının olduğunu anlatacağız.
3. Yaratılış gayemizin Rabbimiz ’i tanımak ve O ’na kulluk etmek olduğunu anlatacağız.
4. Yaşayıp yaşatmak sûretiyle AllĂ‚h ’ın dînine yardım edeceğiz, hizmet edeceğiz. Boyle olduğumuz takdirde Rabbimiz de bizlere yardım edeceğini, ayaklarımızı sırĂ‚t-ı mustakîm uzere sabit kılacağını vaad ediyor.[4]
Dipnotlar:
[1] Bkz. Muslim, MusÂkÂt, 96.
[2] Bkz. BuhĂ‚rî, SalĂ‚t 53, EnbiyĂ‚ 17, Tefsîr, 15/2; Muslim, Zuhd, 38-39.
[3] Bkz. el-İsrĂ‚, 64.
[4] Bkz. Muhammed, 7.
Kaynak: Genclerle 12 Soru-Cevap, Erkam Yayınları
İslam ve İhsan