ZekÂt hakları itibarıyla fakirler, bir bakıma zenginlerin sermayelerine kırkta bir ortak durumundadırlar. Bu sebepledir ki her zengin her hicrî senede mutlaka sayım ve hesabını duzgun bir şekilde yaparak, fukarÂnın hakkını malından cıkarmalıdır. ZekÂtı vermeyenler; Allah katında, ortağının malını gasp eden hırsızlar durumundadır.CenÂb-ı Hak; kullarının rızkını verirken eşitlik gozetmemiş, kimisine cok, kimisine az vermiştir. İkisi de imtihandır. Zaten kimsenin hicbir şekilde hicbir hakkı da mevcut olmadığı icin eşitlik diye bir şey mevzubahis değildir.
Kur ’Ân-ı Kerim ’de CenÂb-ı Hak, az mal verdiği peygamberinin de cok servet verdiği peygamberinin de ahvÂlini bize misal vermektedir.
O NE GUZEL KULDUR!
Bol nimet verdiği Hazret-i Suleyman ’ın Allah yolunda malı, bir emÂnet olarak ne kadar guzel kullandığını, nasıl şukredici bir kul olduğunu beyÂn ederek, onun hakkında;
نِعْمَ الْعَبْدُ
“O ne guzel kuldur!” buyurmaktadır. (Bkz. SÂd, 30-40)
Diğer taraftan rızık darlığı ve ceşitli iptilÂlarla imtihan ettiği, sabır kahramanı Hazret-i Eyyûb icin de;
نِعْمَ الْعَبْدُ
“O ne guzel kuldur!” buyurmaktadır. (Bkz. SÂd, 41-44)
Rasûlullah -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- Efendimiz de; varlıkta da yoklukta da infÂk edişiyle, sabrıyla, şukruyle, her hÂliyle bize en guzel misal, usve-i hasene olmuştur.
Cunku mulkun gercek sahibi O ’dur. Kulların elinde mal, gecici bir emÂnettir. Rızkı geniş olanın mes ’ûliyeti vardır. Âyet-i kerîmede buyurulur:
“Onların mallarında, (ihtiyacını arz edebilen) sÂile ve (hÂlini arz edemeyen) mahruma bir hak vardır.” (ez-ZÂriyÂt, 19)
ZEKÂT HAKLARI NELERDİR?
Yani, zekÂt hakları itibarıyla fakirler, bir bakıma zenginlerin sermayelerine kırkta bir ortak durumundadırlar. Madencilik, ziraat ve hayvancılıkta farklı nisbetler vardır. Mal sahibi herkes, servetiyle alÂkalı zekÂt ahkÂmını mutlaka guzelce oğrenmeli, her hicrî senede mutlaka sayım ve hesabını duzgun bir şekilde yaparak, fukarÂnın hakkını malından cıkarmalıdır.
ZekÂtı vermeyenler; Allah katında, ortağının malını gasp eden hırsızlar durumundadır.
Kaldı ki;
ZekÂt, varlık sahiplerinin mes ’ûliyetlerinin asgarî seviyesidir. CenÂb-ı Hak; Kur ’Ân-ı Kerim ’de zekÂttan cok daha fazla bir şekilde, infÂkı emreder. İnfÂk icin zekÂtta olduğu gibi asgarî hudutlar, şartlar yoktur. Ucu acıktır. İnfak; CenÂb-ı Hakk ’a giden bir yol, bir sırÂt-ı mustakîmdir. Bu yolun da rehberi Allah Rasûlu -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- ’dir. Fahr-i KÂinÂt Efendimiz son nefesine kadar, AllÂh ’ın dînini hem ibÂdet u tÂatlerle ve muÂmelÂtla yaşamış, hem de tebliğ ve emr-i bi ’l-mÂruf hizmetleriyle yaşatmıştır. Efendimiz; infÂk ile dolu bir hayatın en ÂşikÂr, en guzîde misÂlidir.
İNFÂK VE ZEKÂT
ZekÂt varlıktan verilir. İnfÂk ise hem varlıkta hem yoklukta verilir!..
Oyle ki;
İnfÂk Âyetleri nÂzil olduğunda, Suffe ’de yani Mescid-i Nebevî ’nin cardağında yatıp kalkan, gidecek evi bile olmayan fakir sahÂbîler, bu Âyetlerin şumûlune girebilmek, Rabbimiz ’in methettiği infak sahiplerinden olabilmek aşk ve iştiyÂkıyla dağlara gittiler, odun vb. şeyler topladılar, sattılar, parasını Allah Rasûlu ’ne getirerek infÂk edenlerden oldular.
CenÂb-ı Hak esmÂ-i husnÂsından «el-Vedûd» sıfatı ile her şeye muhabbet tevzî etmiştir. Bunun meşrûsu vardır, gayr-i meşrûsu vardır. EvlÂt, hanım ve mal gibi meşrû muhabbetler bile, ancak Allah ve Rasûlu ’ne muhabbete basamak olabilirse kıymet ifade eder. Cunku bu sevgiler eğer Allah ve Rasûlu ’nun muhabbetine merhale olamazsa, ancak son nefese kadar devam eder, mahşer yerinde;
وَامْتَازُوا الْيَوْمَ اَيُّهَا الْمُجْرِمُونَ
“Ayrılın bir tarafa bugun, ey gunahkÂrlar!” (YÂsîn, 59) denildiği Âna kadar devam eder. Cunku esas ebedî yolculuk Allah ve Rasûlu ’ne muhabbet iledir. FÂnî sevgiler asgarî seviyede tutulmalı, o sonsuz aşka o ebediyet yolculuğuna merhale ve basamak olmalıdır.
Unutmamalıdır ki, bu dunyada istifade edilen her nimetin mes ’ûliyeti ve hesabı vardır. Âyet-i kerîmede buyurulur:
“Sonra o gun (kıyÂmet gunu), nimetlerden mutlaka hesaba cekileceksiniz?” (et-TekÂsur, 8)
Elmalılı Muhammed Hamdi Efendi, bu Âyet-i kerîmenin tefsirinde şu ibretli kıssaya yer verir:
Bu Âyet-i kerîme nÂzil olduğunda hicbir şeyi olmayan muhtac bir sahÂbî ayağa kalkarak;
“‒(YÂ RasûlÂllah!) Benim uzerimde (hesabı verilecek) nimetlerden bir şey var mı?” diye sordu.
Rasûlullah -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- Efendimiz ise hulÂsaten;
“–Golge, iki nalin ve soğuk su.” cevabını verdi. (Bkz. Suyûtî, VIII, 619)
Hakikaten CenÂb-ı Hak; yeryuzune ağaclar ve evler yapabileceğimiz malzemeler lutfetmeseydi, coller gibi dumduz bir boşluk hÂlinde yaratsaydı, o guneşin altında hÂlimiz nice olurdu?
SÂir mahlûkat; dikenlere, taşlara, haşerata, sıcak-soğuk, kirli-tozlu, ıslak-kuru yerlere basarak yurumek mecburiyetinde. Onlar icin ayakkabı imkÂnı yok. Fakat insan CenÂb-ı Hakk ’ın lutfettiği ceşit ceşit nimetleri, CenÂb-ı Hakk ’ın verdiği akıl ve kabiliyet ile işleyerek; ayakkabılar, cizmeler, sıcaktan ve soğuktan koruyan ceşit ceşit kıyafetler îmÂl ediyor.
Yine su, gokyuzunde tuzlarından arınıp rafine olup donen ne buyuk bir nimet!..
Sadece bu uc nimeti duşunup, hesabını verebilir miyiz, bir duşunmeli!..
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Yuzakı Dergisi, Yıl: 2017 Ay: Ağustos Sayı: 150
İslam ve İhsan