Hak dostlarının gonul Âlemleri CenÂb-ı Hakk ’ın cemÂlî esmÂsının mustesn bir tecellîgÂhıdır.Fen fi ’r-Resûl, yani Resûlullah muhabbetinde huzur ve sukûn bularak fÂnî olan Hak dostları, nefislerinden, hev ve heveslerinden konuşmazlar. Onlar bir ney gibi, ic Âlemlerini Hak ’tan uzaklaştıran her şeyden boşaltmış olduklarından, onlardan duyulan butun irşad sadÂları, ahlÂkıyla ahlÂklandıkları enbiy nefesinden bir hissedir. Onların kalpleri, Hak ve hakîkat nurlarının aksettiği berrak ve tertemiz bir ayna mÂhiyetindedir. Nebevî ifÂde ile:
“...CenÂb-ı Hak onların işiten kulağı, goren gozu, tutan eli, yuruyen ayağı, akleden kalbi ve konuşan dili olmuştur.” (Bkz. BuhÂrî, RikÂk, 38)
ALLAH DOSTLARININ CİLESİ Onların gonul Âlemleri CenÂb-ı Hakk ’ın cemÂlî esmÂsının mustesn bir tecellîgÂhıdır. Rabbimizin Kur ’Ân-ı Kerîm ’de en cok tekrarlanan “RahmÂn” ve “Rahîm” esmÂsı, onların gonullerinden, butun mahlûkÂta şÃ‚mil bir merhamet sûretinde tecellî etmiştir. HÂlık ’ın şefkat ve merhamet nazarıyla mahlûkÂta bakış tarzı, onların hayat dustûru olagelmiştir.
HallÂc-ı Mansur taşlanırken:
“–YÂ Rabbî! Benden once beni taşlayanları affet.” buyurmuştur.
Zira o Hak dostları, CenÂb-ı Hakk ’ın اَلْعَفُوُّ sıfatından, yani affediciliğinden bir hisse almış ve bunu kendileri icin tabiat-ı asliye hÂline getirmişlerdir.
HÂtem-i Esam Hazretleri, yanında gayr-i ihtiyÂrî olarak kaba bir ses cıkarmış olan bir ziyaretcinin mahcup olup da incinmemesi icin, uzun muddet kulakları az duyuyormuş gibi yaşamış ve bu yuzden; “esam / sağır, az işiten” lÂkabıyla anılmıştır. Zira o da, CenÂb-ı Hakk ’ın “settÂru ’l-uyûb” yani ayıp ortuculuk vasfını şahsiyetine mezcederek bu cemÂlî esmÂnın mustesn bir tecellîgÂhı mÂhiyetinde bir hayat yaşamıştır.
BUTUN İNSANLIĞIN DERT ORTAĞI MevlÂn CelÂleddîn-i Rûmî Hazretleri de hakîkî bir îman munÂdîsi, butun insanlığın dert ortağı ve gonul tabîbidir. Onun, ilÂhî sır ve hikmetlerle dolu dÂvetnÂmesi olan Mesnevî, yedi asırdan beri irşad tazeliğini muhÂfaza etmektedir. CenÂb-ı Hakk ’ın cemÂlî esmÂsından mustesn bir hisse almış olan Hazret-i MevlÂn ’nın sergilediği şu hÂl, ne kadar da hikmetlidir;
MevlÂn Hazretleri bir gun herkesin şaşkın bakışları arasında cuzzamlıların bulunduğu havuza girmiş, AllÂh ’ın o muzdarip kullarını merhamet ve şefkat kanatları altına alarak mÂnen tedÂvi ve tesellî etmiştir. Zira HÂlık ’ın şefkat nazarıyla mahlûkÂta bakan o Hak dostunun gonul Âlemi, butun insanlığın huzur ve şif bulduğu, Âdeta mÂnevî bir rehabilite merkezi hÂlindeydi.
BahÂuddîn Nakşibend Hazretleri, intisÂbının ilk yıllarında hasta ve muzdarip insanlara, sahipsiz ve yaralı hayvanlara hizmet etmiş, hatt insanların gececeği yolları temizleyerek tam yedi sene k ’bına varılmaz bir hizmet hayÂtı yaşamıştır.
Ebû Hanîfe Hazretleri, baştaki halifenin keyfine gore ictihadda bulunmadığı icin Bağdat kadılığı makÂmını reddederek zindanı tercih etmiş, boylece hak ve adÂleti, hayÂtı pahasına tevzî etmenin bÂriz bir numûnesi olmuştur.
Ahmed ibn-i Hanbel Hazretleri de, “Kur ’Ân mahlûk mudur, değil midir?” munÂkaşası karşısında zindana ve zulme uğramaya rÂzı olmuş, yine de ictihÂdından tÂviz vermemiştir.
VelhÂsıl îman celÂdeti ve zarÂfetine dÂir butun bu misaller, Hakk ’ın dostluk ve yakınlığına mazhar kılınarak mahşerin dehşet ve huznunden ÂzÂd olunmuş o bahtiyar kulların ornek ahlÂkını yansıtan, sayısız misallerden birkacıdır.
Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Hak Dostlarının Ornek AhlÂkından 1, Erkam Yayınları
İslam ve İhsan