
Ord. Prof. Dr. Suheyl Unver ’in, ‘Salname 1970 Yıllığı ’nda yer alan ‘Gıda Tarihimizde Oğle Yemeği Yoktur ’ başlıklı yazısını sizler icin derledik...İstanbul'da doğduk; buyuduk ve yaşıyoruz. Gozumuzu actığımızdan beri sabahleyin kahvaltıyı oğrendik. Oğleyin de akşam olduğu gibi yemek yendiğini gorduk. Yalnız evin efendisi bulunduğundan en mutena yemeklerin akşama bırakıldığını ve oğleyin mutlaka kurulan sofraya daha hafif yemeklerin konduğunu da hep biliriz.
ANADOLU'DA YEMEK KULTURU
Eh butun dunyada da boyle. Bunda şaşacak Bir şey yok. Fakat Anadolu'da dolaşırken goruyoruz ki sabahleyin kuvvetli bir yemek var. Oğleyin yenmiyor. Akşamleyin bilhassa koylerde kÂfi aydınlanma olmadığı ve oğle yemeği de yenmediğinden guneş batmadan once gun aydınlığının son saatine yemek var. Buna hÂl bircok yerlerde devam olunuyor. Bu nereden geliyor? Tarihimizde vakfiyelerden ve İstanbul'daki imaret aşhanelerinden sabahleyin kuşluk vaktinde ve bir de akşamleyin yemek oğrencilere ve vakfın diğer memurlarına veriliyor. Bazı devlet memurları da imaretten yemek alıyor. Ya orada yiyor; veyahut evine goturuyor. Onlara akşam yemeği vermek yok. Lakin oğrenciler ve onlardan verilenlerden kalanın fazlasının verildiği fakirler var.
OĞLE YEMEĞİ NEREDEN CIKIYOR?
Selcuklu, beylikler ve Osmanlı vakfiyelerinde de boyle. Peki oğle yemeği nereden cıkıyor? Bu da 125 sene once Tanzimat ile bir nevi Avrupaperestlik olarak, esas ana prensipler uzerinde olmayarak sırf bir nevi alafrangalık da maalesef beraber girdiğinden esaslaşıyor. XVIII. asırda da Garp'da bu var diye de halk kitlesi arasında değil; aristokratlarda veyahut ele gecirdikleri haksız servetlerle oyle gecinmek isteyenlerde ifşa edilmeyen bir Avrupa modası olarak yer aldığını goruyoruz. Lakin bizim kendi malımız olan hafta ve erfane ile gidilen gezintilerinde yemek yine oğleye yaklaşık olmakla beraber tam o değildir. Sofra kurulu durur, once birlikte yemek yenir. Sonra gezenler, tozanlar, acıkanlar, susayanlar; o hazır sofrada duranlardan gide gele cimlenirler. Fakat esas yine kuşluk yemeğidir. Gezintilerde de bu anane bozulmaz. İmaretler'de yine yemekler iki oğun verilir.
ALAFRANGA ÂDET OLARAK OĞLE YEMEĞİ
Tanzimat ’tan beri sanki kafaca yapılacak bir değişiklik kalmamış gibi sırf bu alafrangalığı taammumu buyuk şehirlerde ve onların yakınında olup buralarla teması olan koylere zaman zaman sirayet etmiş ve lakin oralarda ve bilhassa başşehir İstanbul'da yine imaret aşhaneleri yakın zamanda kapanıncaya kadar sabah ve akşam usulunden vazgecmemiş; muhafazakar halk da bu zengin sonradan gormuşlerin alafrangalığına uymamıştır. Mesela buyukbabam (1829- 1888) devrinin cidden hattatlarından Mehmed Şevki Efendi evinde bu eski anane bozulmamış, kuşluk yemeği kalkmamış; herkes aynı sofrada sabahleyin; akşama kadar acıkmayacak şekilde karnını doyurmuş. Şevki Efendi, bu sofradan ancak birkac gunler durmasından bayatlamış ekmek parcalarını suya banarak yemiş, onun esaslı yemeği akşamlara inhisar etmiştir. Gece hayatı yoktur. Guneş batmadan akşam yemeği yenir. Badehu namaz eda edilir; mum ışığında yatsı beklenir. O da eda edildikten sonra yatılır. Lakin kendisi başta olmak uzere herkes guneş doğmadan kalkar. Evinde coluk cocuk gunde iki oğun doyarak yer. Zira hayat ele gecen paranın cokluğuna nazaran ucuzdur. Fakat kendisi bir oğun; o da akşamlayın kuvvetlice yer ve istirahata cekilir. Oğleyin acıktığı tahmin olunmaz. Zira midesinden daha hazım olunacak gıdalar boşalmamıştır. Sabahleyin biraz su ile ekmek; oğleyin pek acıkırsa belki bir şerbet. İşte gunluk hayatı. Fakat şu var ki calışması fasılasız ve yorulmayarak devam etmiştir. Bittabi ailemize tealluk ettiği icin verdiğim bu misal tek de değildir. İstanbul'da hemen hemen umumidir. Demek Tanzimat muayyen zumreler haricinde XX. asır başına gelinceye kadar halk ve orta halliler arasında bu eski ananeyi bozamamıştır. XX. asır başlangıcında iş değişmiş; umumileşmiştir. Ne var ki Garp ve bilhassa Amerika bu garip ve asla sıhhî olmayan ve bilhassa kafa ve vicdaniyle calışacakları yoran oğle yemeği usulunden feragat yolunu tutmuştur.
İNGİLİZ HALKINDA OĞLE YEMEĞİ YOK
Lakin Avrupa'da bilhassa İngiltere'de dunyanın eski usulune uyarak oğle yemeği halk tabakası arasında yoktur. Onlar da sabahleyin kuvvetli yerler ve akşama kadar yemezler; oğleden sonraki calışma verimi duşmez. Bizde boyle mi? Yemek biraz da insanları hasta etmek demekdir. Bilhassa oğleyin cok yemek yiyen insan Âtıllaşır, kafası işlemez. Bir nevi yemek hastası olur. Oturduğu yerde uyur. Hele memur ise yediği yemek miktarınca tenbelleşir; iş ve gucunu kaytarır, yani iş verimi azalır. Bu yuzden gunde binlerce iş saati heder olur. Oğleden oncesi faaliyet ve işguzarlık oğleden sonra devam ettirilemez. Bu oğle yemeği butun dunya yuzunde yeniden ele alınacak bir sosyal ve ekonomik bir problem olmuştur. Bircok şahıslar bunu kendi uzerlerinde yapmağa muvaffak olmuşlardır. Hele yatılı mekteplerde oğle yemekleri duşunulecek ve acil hal caresi arayan bir konudur. Oğleyin mukemmel yiyen bir cocuk oğleden sonraki derslerini dikkatle takib edemez. Uyuklamalar ve soylenenler uzerinde duşunememek hep oğleden sonradır. Ve bu cihetle bu derslerden tam ve muspet netice elde edilemez.
YOKSULLARIN BAŞARILI OLMASININ SEBEBİ
Mekteplerimizde bizim orta ve yuksek tahsil devrelerimizde ekmek ve peynirle vakit geciştirirken fakir talebenin derslerinde ve imtihanlarda muvaffak olma sebeplerinden biri de bu yoksulluklarıdır. Zengin cocuğu ve yatılı okullarda mukemmel oğle yemeği yiyenlerin muvaffakiyetleri daima duşuktur. Bunu dunya capında bir mesele olarak bugunku pek de yerinde yolunda olmayan kıt duşuncelerimizle hal yoluna gitmek zordur. Fakat fertler kendilerini kurtarma yoluna gidebilir; oğle yemeklerini memurlar ve oğrenciler ve oğretmenler kaldırarak yerine hafif bir sandvicle işi geciştirebilirse cemiyeti bundan değil; amma kendi kafalarını ve sağlıklarını ve iş zamanında kendilerini yemek hastası yapmaktan kurtarmış olurlar. On asır once dunyanın en buyuk ve cok değerli Musluman hekimi Buharalı İbn Sina der ki: “Gunde bir defa ye; kuvvetli ye; bu sana kÂfi gelir; zira bağırsaklarımız uzun olduğundan hazım devresi uzun surer. Eğer bağırsaklarımız kuşlarınki gibi kısa olsaydı nefes alır gibi yerdik.” Suheyl Unver, Salname 1970 Yıllığı, sf 90-94 Alıntılayan: Necdet Omer Ozer
Kaynak: Dunyabizim https://www.islamveihsan.com/suheyl-unver-kimdir.html
İslam ve İhsan