“Ben”i “biz” edemedik, bir turlu… Hedefleri; rahat, masa başı işte calışarak cok para kazanmaya kilitlenmiş genc nesilleri, kendi ellerimizle oluşturuyoruz. Oyle rahatımıza duştuk ki, bu hÂlden kurtulmamızın gerekliliğini dahî duşunemiyoruz.Kalp, Allah TeÂl ’nın nazargÂh-ı ilÂhîsi, insanın ozudur. Tıpkı:
“Ben yere goğe sığmam. Bir mu ’min kulumun kalbine sığarım.”[1] kudsî hadîsinde buyurulduğu gibi ya da:
“Şunu iyi bilin ki, insan vucudunda kucuk bir et parcası vardır. Eğer bu et parcası iyi olursa, butun vucut iyi olur. Bozulursa, butun vucut bozulur. İşte bu et parcası, kalptir!”[2] hadîs-i şerifinde gectiği uzere değerli kılınan; mÂnevî kirlerle lekelenip hasta olan, sahih tevbe ile sÂfiyet kazanan cevherdir.[3] Cevherin barınağıdır insanoğlu, buna mukabil gafletle hasbihÂl eder.
Gaflet işte; gunumuzde bedenî hastalıklarımıza dert yanarken, cevherimizdeki hastalıkları onemsemiyoruz. VelhÂsıl zÂhirimize takılıp kalıyoruz da, bÂtınımızı es geciyoruz.
“Ey îman edenler! Zannın coğundan kacının. Cunku zannın bir kısmı gunahtır. Birbirinizin kusurlarını araştırmayın. Biriniz, diğerinizi gıybet etmesin. Biriniz, olmuş kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? İşte bundan tiksindiniz değil mi? O hÂlde Allah ’tan korkun. Şuphesiz Allah, tevbeleri cok kabul edendir; cok merhametlidir.”[4] Âyet-i kerîmesi ve:
“Ey diliyle îman edip de kalplerine îman tam olarak yerleşmeyen kimseler! Muslumanları gıybet etmeyiniz, onların kusurlarını da araştırmayınız! Kim muslumanların kusurlarını araştırırsa, Allah da onun kusurlarını araştırır. Allah kimin kusurlarını araştırırsa, onu evinin icinde bile olsa rezil eder.”[5] hadîs-i şerîfini duymazdan gelip, kendi kusurlarımıza bakmadan yeri-goğu gıybetlerle inletiyoruz. Bizleri ikaz edenlere ise, “Yuzune de soylerim, ben gercekleri soyluyorum!” tepkisini gostererek aklımızca haklı sebepler (!) buluyoruz.
Gunumuz dunyasında cocuklar ile ebeveynler arasında rol karmaşası oluşturup anne-babayı durmadan cocuğuna hizmet eden, onu memnun etmek icin her turlu fedakÂrlığı yapan kimseler hÂline getiriyor, cocukları ise evdeki tek otorite yapıyoruz.
“Aman cocuğum ders calışsın, ben onun odasını da toplarım! Arkadaşları arasında boynu bukulmesin, her istediğini hemen alırım! Yeter ki hırcınlaşmasın, akraba ziyaretlerine gelmese de olur! Eve misafir gelmiş, cocuğumuzun keyfi kacmasın, bir «Hoş geldin!» demese de olur! Beyni cok yoruldu, bayram tatillerinde sıla-i rahim yerine buyuklerden uzakta tatil programları yapsak da olur!” gibi pek cok hatalı davranışlarımızla, cocuklarımızın kalplerine rahata duşkunluk ve “ben merkezcilik” tohumlarını ekiyoruz.
BENİ BİZ YAPIN “Ben”i “biz” edemedik, bir turlu… Hedefleri; rahat, masa başı işte calışarak cok para kazanmaya kilitlenmiş genc nesilleri, kendi ellerimizle oluşturuyoruz. Oyle rahatımıza duştuk ki, bu hÂlden kurtulmamızın gerekliliğini dahî duşunemiyoruz. Beyler gobek yaptı, hanımlar kilolarından şikÂyetci... Artık toplumumuzun buyuk bir kısmı, hayatını yeme-icme, gezip tozma, alışveriş yapıp hava atma, dizi ve yarışma programları karşısında saatlerini verme uzerine kurguladı.
Gıybetle kirlenmiş, rahata duşkunluk ve ben merkezcilikle zehirlenmiş kalplerimize bir de “her şeyi elde etme hırsı” yukluyoruz. Elde edemedikce haset ediyor, mutsuz oluyoruz. Sonra da şikÂyetlere boğulup ofke nobetleri geciriyoruz.
“O takv sahipleri ki, bollukta da darlıkta da Allah icin infÂk ederler; ofkelerini yutar ve insanları affederler. Allah da, (bu şekilde davranan) ihsan sahiplerini sever.”[6] Âyet-i kerîmesi ışığında ofkemizi yutup insanları affetmek yerine, şeytanı hoş tutuyoruz.
Kibirleniyor, boburleniyor, boylece ateşi iyice korukluyoruz. Butun yaratılana olan sevgi ile kalplerimizi cilÂlamak yerine, kendimizi daha bir severek kalp pasımızı artırıyoruz.
BİRBİRİNİZİ SEVMEDİKCE “Sizden biriniz, kendisi icin sevip arzu ettiği şeyi, din kardeşi icin de sevip arzu etmedikce gercek mÂnÂda îman etmiş olmaz.”[7] hadîs-i şerîfine yaraşır bir hayat suremiyoruz.
Sevgi, merhamet kaybolurken kalplerden, yerini adÂletsizlik ve zulmun aldığını goruyoruz.
KanaatkÂrlığı, yardımlaşmayı gonderip; cimrilik, makam, şan, şohret, tuketim cılgınlığı ve israfı dÂvet ediyoruz.
HÂlbuki gunumuz dunyası hastalıklı kalplerini; sabır ve namazla, tevbe, istiğfar, şukur, tefekkur, rızÂ, teslîmiyet, ibadet, comertlik, fedakarlık, merhamet, mutevÂzîlik ve empatiyle tezkiye edebiliriz.
Tezkiye edilmiş kalbimize sevgiyi boca edip, nakşedebiliriz gonullere. Sevgiyle okşayabiliriz bir yetimin başını. Sevebilir, sevilebilir, sevindirebiliriz…
Sevgiyle kalın…
Sevginin olduğu yerde kalın…
Dipnotlar:
[1] Aclûnî, Keşfu ’l-HafÂ, II, 195.
[2] BuhÂrî, Îman, 39; Muslim, MusÂkÂt, 107-108.
[3] Bkz. Tirmizî, Tefsîru ’l-Kur ’Ân, 83; İbn-i MÂce, Zuhd, 29.
[4] el-HucurÂt, 12.
[5] Ebû DÂvûd, Edeb, 35/2032; İbn-i Kesîr, Tefsir, IV, 229.
[6] Âl-i İmrÂn, 134.
[7] BuhÂrî, ÎmÂn, 7; Muslim, ÎmÂn, 71-72.
Kaynak: Dr. Ayca Toksoz, Şebnem Dergisi, Sayı: 176


İslam ve İhsan