İnsanın dunyaya gonderiliş gayesi nedir? Bu gaye doğrultusunda nasıl bir hayat surmeliyiz? Kıyas ve kıstaslarımız ne olmalı? Arz-ı endÂm ne demek? İşte cevapları...Bizler bu dunyaya “arz-ı endÂm” icin gonderilmedik. Yani nÂil olduğumuz nîmetlerle şımarıp buyuklenmek ve taşkınlık yapmak icin gonderilmedik. BilÂkis kendi hiclik, yokluk ve acziyetimizin farkında olarak, huzûr-i ilÂhîye yuz surmek ve “arz-ı hÂl” etmek icin geldik. İşte bu kalbî kıvamı tahsil etmek icin, bu dunya dershanesinde bulunuyoruz. En muhim tahsil de, kalbe bu terbiyeyi verebilmektir.
NEFSİNİ BİLEN RABBİNİ BİLİR Yunus Emre Hazretleri buyurur:
İlim ilim bilmektir, ilim kendin bilmektir,
Sen kendini bilmezsin, bu nice okumaktır?
Kul icin her şey, ilÂhî kudret ve azamet karşısında haddini bilmekten, yani kendi hicliğini idrakten sonra başlar. Sır ve hikmetler, insana ancak bu idrÂke erdikten sonra acılır. Bunun icindir ki:
“Nefsini bilen, Rabbini de bilir.” denilmiştir.
Yani kendi yokluk, hiclik ve Âcizliğini lÂyıkıyla kavrayan bir kul; Rabbinin varlığını, birliğini, kudret ve azametini derinden idrÂk eder. İnsan; kendisini yoktan var eden, rızıklandıran, nîmet veren sahibini tanıdığı zaman, “…Hic bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?..”[1] Âyetinde işaret edilen, gercek mÂnÂda “bilen”lerden olur. O zaman kendi cuz ’î irÂdesini, Rabbinin kullî irÂdesine cÂn u gonulden rÂm edebilmeyi, canına minnet bilir. Hakîkî mÂnÂsıyla kulluk da bu merhaleden sonra başlar.
Dolayısıyla gercek cÂhil, eline hic kalem-kÂğıt almamış olan değil; cantası diploma tomarlarıyla dolu olsa bile, Rabbinin azameti karşısında kendisinin bir “hic” hukmunde olduğunu idrÂk edememiş olandır. Nefsinin gurur ve kibrinden dolayı Âdeta gonul gozu Âm olandır.
CenÂb-ı Hak, insana olan merhametinden oturu, her vesîleyle hidÂyet imkÂnları sunuyor, kulunu Cennet ’e davet ediyor. Bunun icin peygamberler gonderiyor, kitaplar gonderiyor; zerreden kureye sayısız kudret ve azamet tecellîleriyle dolu olan kÂinÂtı, bir hikmetler ve ibretler meşheri hÂlinde kullarının gozleri onune seriyor. T ki insan nereye baksa, orada CenÂb-ı Hakk ’ın kudret nişÃ‚nelerini gorebilsin. Kendine baksın, toprak terkibine baksın, atmosfere baksın; her gorduğu şeyde ilÂhî sanatın eşsizliğini hayranlıkla temÂşÃ‚ etsin…
İşte gercek ilim, CenÂb-ı Hakk ’ın sonsuz lûtfunu ve sayısız nîmetlerini gorup O ’na şukran duyguları icinde yaşamaktır.
Mesel bir bardaktan su icerken duşuneceğiz: Su, 2 hidrojen 1 oksijenden oluşuyor; biri yanıcı, diğeri yakıcı. HÂlbuki CenÂb-ı Hak, o su ile butun mahlûkata hayat bahşediyor.
Su, yeryuzunde sayısız mahlûkÂtın icinden gecerek kirlenince, Guneş ışınlarıyla buharlaşıp semÂya cıkıyor. Orada Âdeta filtreden gecip temizleniyor, yine yeryuzune rahmet olarak iniyor. Yeryuzu yaratıldığından beri, bu devr-i dÂim acaba kac sefer gercekleşmiştir? Bir bardak suyun mÂcerası, yani nereleri dolaştığı, kac kez semÂya cıkıp indiği yazılmak istense, ciltler dolusu kitap olur.
Su, istifÂde ettiğimiz sayısız nîmetlerden sadece biri. Âyet-i kerîmede;
“AllÂh ’ın nîmetini saymaya kalksanız, onu sayamazsınız…” (en-Nahl, 18) buyruluyor.
İctiğimiz su, soluduğumuz hava, yediğimiz gıda, velhÂsıl farkında olduğumuz ve olmadığımız butun nîmetler; CenÂb-ı Hakk ’ın, şukrunden Âciz kaldığımız muazzam lûtuflarıdır.
Mu ’min, dÂim bunları ihsÂn eden CenÂb-ı Hakk ’ı hatırlayacak; “Aman y Rabbi!” diyecek. Boylece; Rabbine hamd, şukur, zikir ve abd-i Âcizlik icinde bir kulluk hayatı yaşayacak.
DUNYAYA “ARZ-I ENDÂM” İCİN GONDERİLMEDİK Duşuneceğiz ki bizler bu dunyaya “arz-ı endÂm” icin gonderilmedik. Yani nÂil olduğumuz nîmetlerle şımarıp buyuklenmek ve taşkınlık yapmak icin gonderilmedik. BilÂkis kendi hiclik, yokluk ve acziyetimizin farkında olarak, huzûr-i ilÂhîye yuz surmek ve “arz-ı hÂl” etmek icin geldik. İşte bu kalbî kıvamı tahsil etmek icin, bu dunya dershanesinde bulunuyoruz. En muhim tahsil de, kalbe bu terbiyeyi verebilmektir.
Mahmud SÂmi Ramazanoğlu -rahmetullÂhi aleyh-, sohbetlerinde asıl ilmin, Allah TeÂl ’nın kudret ve azametini kalben hissederek kendi hicliğini mudrik hÂlde yaşamak olduğunu ifade ederlerdi. Bu ilme sahip olmanın şerefini sık sık hatırlatırlardı.
Bir gun ziyaretine gelenlerden biri, hem Hazret ’in duÂsını almak hem de yeğenlerini tanıştırmak istemişti. Huzûruna girip el operken;
“–Efendim! Bu delikanlılar Amerika ’da okuyup muhendis oldular. DuÂlarınızı istirhÂm ederiz!” diyerek yeğenlerini takdim etti.
SÂmi Efendi Hazretleri ise mÂnidar bir tebessumle onlara:
“–Fakir de DÂru ’l-Funûn mezunuyum. Fakat asıl tahsil, mÂrifetullÂh ’ın tahsilidir!” buyurdu.
Bu sebeple her mu ’min, dunyevî olarak hangi tahsili yapmış olursa olsun, mÂrifetullah ’tan nasîb almalı, kalben CenÂb-ı Hakk ’ı tanımalıdır. Kırıntı kabîlinden dunyevî bilgileri, hayatının esası zannetme gafletinden kendini korumalıdır.
VelhÂsıl insan, fÂnî hayatında on tane fakulte bitirse, binlerce kitap okusa, fabrikalar kursa, fakat kendi ozune yabancı kalmışsa, yani kulluğunun farkına varamamışsa, bu dunyada var oluş gayesinden bîhaber yaşıyor demektir.
Necip FÂzıl gafletle gecen bir omru ne guzel hulÂsa eder:
Tam otuz yıl saatim işlemiş ben durmuşum;
Gokyuzunden habersiz ucurtma ucurmuşum…
İşte nîmetlere takılıp o nîmetlerin gercek sahibi olan CenÂb-ı Hak ’tan gÂfil hÂlde yaşanmış bir omurde kazanılan dunyevî bilgilerin, makam, servet ve şohretin, Allah katında hicbir kıymeti olmaz. Bu dunyevî apolet ve etiketlerin, son nefeste, kabirde, kıyamette, mahşerde, hesapta ve Sırat ’ta bir fayda verebilmesi icin, insanın evvel kendini bilmesi gerekir. Yani bu cihana gayesiz gonderilmediğini, Allah ’tan gelip yine O ’na doneceğini idrÂk etmesi, dunyaya geliş ve gidişin mantığını kavraması îcÂb eder.
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Altınoluk Dergisi, 2019 – Ekim, Sayı: 404, Sayfa: 032
İslam ve İhsan
NEFİS VE ŞEYTAN ENGELİ NASIL AŞILACAK?