“Kimlerle arkadaşlık edilmez?” diye soruyorsanız şu beş ceşit kişi ile arkadaş olmaktan sakının!CĂ‚fer-i SĂ‚dık Hazretleri buyurur:
“Beş ceşit insan ile arkadaş olmaktan sakın!
Yalancı: Cunku onunla beraber olduğun surece aldanış icinde bulunursun. O serap gibidir. Sana uzağı yakın, yakını uzak gosterir. Ahmak: Sana faydalı olmak istediği zaman bile zarar verir, bunun da farkında olmaz. Cimri: Senin en fazla muhtac olduğun şeyi senden esirger. Korkak: Seni başkasına teslim eder ve zor zamanda kacıp gider. FĂ‚sık: Seni bir lokmaya ya da daha azına satar.”[1] Bir hadîs-i şerîfte;
“Kişi dostunun dîni uzeredir. Onun icin her biriniz kiminle dostluk ettiğine dikkat etsin!” buyrulmuştur. (Ebû DĂ‚vûd, Edeb, 16/4833)
KİMLERLE DOST OLDUĞUNUZA DİKKAT EDİN Hicbir insan, anne-babasını ve doğduğu muhiti kendisi secemez. Fakat kimlerle dost olacağını secmek, insanın elindedir ve bu tercihlerinden dolayı da mesʼûldur. Zira insan, dostlarının hĂ‚l ve ahlĂ‚kından hisseler alır, şahsiyet ve karakterini bu tesirlerle inşĂ‚ eder. Ekseriyetle doğru yola da, yanlış yola da dostlarının telkinleriyle yonelir. Dolayısıyla ahlĂ‚kî zaaflara muptelĂ‚ kimselerle ulfet edip onlarla dostluk kurmak, mĂ‚nevî hayata zehir sacmaktan farksızdır.
CĂ‚fer-i SĂ‚dık Hazretleri de bu hakîkate dikkat cekerek, mĂ‚neviyat ve ahlĂ‚k itibĂ‚riyle ceşitli zaafları bulunan kimselerden, -onları îkaz ve tebliğ dışında- uzak durmayı telkin etmektedir. Zira unsiyet edilen kimseler arasında kolayca yayılabilen kotu huylar ve nefsĂ‚nî zaaflar, kişiyi îman zaafına kadar surukleyebilmektedir.
YALANCILARDAN UZAK DURUN Bunların en tehlikelisi ise “yalan” illetidir. Nitekim bir hadîs-i şerîfte şoyle buyrulur:
“Sıdk (doğruluk), insanı iyiliğe, iyilik de Cennet ’e goturur. Kişi, doğru soylemeye devam ettikce, sonunda sıddîklardan olur. Yalan, kişiyi fucûra (gunah ve ahlĂ‚ksızlığa), fucûr da Cehennem ’e goturur. Kişi yalan soylemeye devam ettikce, sonunda Allah indinde yalancılardan yazılır.” (BuhĂ‚rî, Edeb, 69)
Sıdk/doğruluk o kadar muhimdir ki, Ă‚yet-i kerîmede hesap gununden bahsedilirken;
“…Bu, sĂ‚dıklara sadĂ‚katlerinin fayda vereceği gundur…” (el-MĂ‚ide, 119) buyrulmaktadır.
PEYGAMBERİMİZİN SIFATLARI SadĂ‚kat, Musluman şahsiyetinin ayrılmaz bir vasfıdır. Muşrikler dahî Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimizʼe peygamberliğinden once, ismiyle hitĂ‚b etmek yerine “el-Emîn” ve “es-SĂ‚dık” sıfatlarıyla hitĂ‚b ederlerdi. Zira guvenilir ve doğru olmak, Oʼnun aslî tabiatı idi.
Yine Rasûl-i Ekrem -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz ’e bir gun:
“–Mu ’min, korkak olabilir mi?” diye sorulmuştu.
“–Evet, olabilir!” buyurdu.
“–Mu ’min, cimri olabilir mi?” diye soruldu.
“–Evet, olabilir!” buyurdu.
“–Peki mu ’min, yalancı olabilir mi?” diye soruldu.
Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz bu sefer:
“–Hayır, aslĂ‚!” buyurdu. (Muvatta ’, KelĂ‚m, 19; Beyhakî, Şuab, IV, 207)
Demek ki bir muʼmin -beşer olmak hasebiyle- hata ve kusurlardan butunuyle uzak duramasa da, dunyevî plĂ‚nda kendi aleyhine olduğunu bilse bile, mutlakĂ‚ yalandan uzak durmalı, doğruluk ve durustluğu hicbir zaman elden bırakmamalıdır.
Nitekim Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz, şakalarında dahî hakîkat dışı bir ifĂ‚de kullanmamışlardır. O ’nun doğruluk hassĂ‚siyeti oyle bir seviyeye ulaşmıştır ki, bir kadının cocuğunu cağırırken:
“−Gel bak sana ne vereceğim!” demesi uzerine, hemen kadına, ona ne vereceğini sormuş, kadın da birkac hurma vereceğini soyleyince:
“−ŞĂ‚yet ona bir şey vermeyecek olsaydın, sana bir yalan gunahı yazılırdı.” buyurmuşlardır. (Ebû DĂ‚vûd, Edeb, 80/4991; Ahmed, III, 447)
Şunu aslĂ‚ unutmamalıyız ki, ahdinden donmek, sozunde durmamak, aldatmak, kandırmak gibi cirkin vasıflar, kişinin sadece ahlĂ‚kını ifsĂ‚d etmekle kalmaz, îmĂ‚nını da temelinden sarsar.
Nitekim bir hadîs-i şerîfte:
“EmĂ‚neti (guvenilirliği) olmayanın, îmĂ‚nı da yoktur.” buyrulmuştur. (Ahmed, III, 135)
Yalan gunahının, mĂ‚nevî hayat uzerindeki ağır tahribĂ‚tına işaret sadedinde Hazret-i Âişe -radıyallĂ‚hu anhĂ‚- VĂ‚lidemiz de şoyle buyurmuştur:
Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimizʼe, yalandan daha kotu ve cirkin gelen bir huy yoktu. AshĂ‚bından birinin herhangi bir hususta azıcık yalan soylediğini duysa, onun tevbe ettiğini oğreninceye kadar, kendisini o sahĂ‚bîden uzak tutar, onunla goruşmek istemezdi.” (İbn-i Sa‘d, I, 378)
MUMİN NE DEMEK? AllĂ‚hʼa îmĂ‚n edenlerin ortak adı olan “muʼmin” kelimesinin bir mĂ‚nĂ‚sı da, cevresine îtimat ve emniyet telkin eden, guvenilir ve durust kimse demektir. Bu bakımdan muʼminler olarak, peygamberlik vazifesinden once dahî “el-emîn” ve “es-sĂ‚dık” sıfatlarıyla tanınan bir Peygamberʼin ummeti olduğumuzu unutmamalı, Oʼnun ahlĂ‚kını, gucumuz nisbetinde ornek almaya calışmalıyız.
Zira Peygamber Efendimiz -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem-;
“Kişi sevdiğiyle beraberdir.” buyurmuştur. (BuhĂ‚rî, Edeb, 96)
Bu beraberlik ise, yalnız zĂ‚hirî beraberlik değil; hĂ‚l, amel ve ahlĂ‚k beraberliğidir. Bu sebeple nebevî ahlĂ‚kın bugunku temsilcileri mevkiinde bulunduğumuzu hatırımızdan cıkarmayıp dĂ‚imĂ‚ İslĂ‚m ahlĂ‚kına yakışır bir şahsiyet ve karakter sergilemeliyiz.
Bunun icin de, kendimiz doğruluk ve durustluk prensiplerinden tĂ‚viz vermeyip dostlarımızı da boyle kimselerden secmeye îtinĂ‚ gostermeliyiz.
AHMAKLARDAN UZAK DURUN CĂ‚fer-i SĂ‚dık Hazretleriʼnin ikinci olarak dostluğundan sakınmayı tavsiye ettiği kimseler ise “ahmak”lardır. Zira ahmak, dostuna faydalı olduğunu zannederek ona zarar verir de bundan haberi bile olmaz.
Ahmak, kendisi akla muhtac iken başkalarına akıl vermeye calışan, kendisi dalĂ‚lette olduğu hĂ‚lde başkalarına yol gosterme iddiĂ‚sında bulunan şaşkın kimsedir. Yani o, kendi kalbinin olu olduğunu bilmeden başka kalpleri diriltmenin derdine duşen gĂ‚fil insandır. Tıpkı MevlĂ‚nĂ‚ Hazretleriʼnin naklettiği şu kıssada olduğu gibi:
Bir gun Hazret-i ÎsĂ‚ -aleyhisselĂ‚m- ’a bir kimse yol arkadaşı olmuş. Beraber giderlerken bu adam, bir koşede bĂ‚zı kemikler gormuş ve Hazret-i ÎsĂ‚ ’ya:
“–Ne olur yĂ‚ ÎsĂ‚! Bildiğin ism-i Ă‚zam ’ı bana da oğret de bu kemikleri diriltip kaldırayım.” diye yalvarmış.
Hazret-i ÎsĂ‚ ise cevĂ‚ben:
“–O iş senin kĂ‚rın değildir. İsm-i Ă‚zam ’ı okuyup oluyu diriltmek icin, yağmurlardan daha temiz bir nefes sahibi, kullukta meleklerden daha anlayışlı bir kişi olmak gerek. İsm-i Ă‚zam, (haram ve şupheli lokmanın gecmediği) temiz bir ağız ve (Allahʼtan uzaklaştıran her şeyden arınmış bir) kalp ister. Yani oyle bir kimse ki, nefsi haram ile kirlenmiş olmasın ve melekler gibi isyan ve gunahtan pĂ‚k olsun. Cunku bir kimsenin nefsi pĂ‚k olmadan, o kimsenin duĂ‚sı makbûl olmaz!..
MeselĂ‚ farzedelim ki sen, Hazret-i MûsĂ‚ʼnın asĂ‚sını elinde tutabilirsin. Fakat MûsĂ‚ ’daki kuvvet sende var mı ki, onu ejderha yapabilesin… İşte bunun gibi, sende ÎsĂ‚ ’nın nefesi yokken ism-i Ă‚zam ’ı okumanın sana ne faydası olur ki?!” dedi.
Fakat gĂ‚fil adam yine durmadı ve:
“–YĂ‚ ÎsĂ‚! Bu istîdat bende yoksa, bĂ‚ri sen o kemiklerin uzerine oku!” dedi. ÎsĂ‚ -aleyhisselĂ‚m-, bu ahmağın sozlerine ziyĂ‚desiyle şaşırdı ve:
“–YĂ‚ Rabbi! Bu esrĂ‚rın hikmeti nedir? Bu ahmağın bu derece tartışmaya meyli nedendir? Kendisinin kalbi olu, başkasının cesedini diriltmeye calışıyor! HĂ‚lbuki ona duşen; asıl olu olan kendi kalbini ihyĂ‚ etmeye calışmaktır. Kendi kalbini diriltmek icin duĂ‚ edeceğine, başkalarını ihyĂ‚ya calışıyor. Bu ne dehşetli bir gaflettir!” diyerek hayretini ifĂ‚de etti.
Şu hĂ‚dise de, bu hakîkatin bir başka ifĂ‚desidir:
Buyuk velîlerden Necmeddîn-i KubrĂ‚ Hazretleri, talebeleriyle birlikte sĂ‚lih bir zĂ‚tın cenazesine iştirĂ‚k eder. MevtĂ‚ya telkinde bulunulduğu sırada, Necmeddîn-i KubrĂ‚ Hazretleri tebessum eder. Talebeleri, hocalarının boyle bir anda tebessum etmesine hayret edip bunun hikmetini sorarlar. Hazret, once acıklamak istemez, fakat ısrar edilince şoyle der:
“–Telkini, diri oluye yapar. HĂ‚lbuki burada telkin veren kimsenin kalbi gĂ‚fil; mezara giren mevtĂ‚nın kalbi ise dipdiri. GĂ‚fil birinin kalben diri olana telkin vermesine taaccub ettim.”
Hayatta en kotu hamĂ‚kat; her biri ilĂ‚hî kudret ve sanatın muhrunu taşıyan varlıkları, alık ve abus bir cehre ve boş nazarlarla seyredip bunların hikmet ve ibret safhasına intikal edememektir.
Yine en fecî ahmaklık, kĂ‚inatta sergilenen ilĂ‚hî kudret ve azamet tecellîlerinin hikmetinden gĂ‚fil kalmaktır. Akılları hayran bırakan ve havsalaya sığmayacak derecede bir mukemmellik ve ihtişam arz eden ilĂ‚hî tanzîme rağmen, hayat ve kĂ‚inĂ‚tı kor bir tesadufle îzah etme basitliğine duşerek, kendini hayvanlar gibi hur(!), sorumsuz ve başıboş bir varlık olarak gormektir. Boyle kimseler hakkında CenĂ‚b-ı Hak şoyle buyuruyor:
“…Onların kalpleri vardır, onlarla kavramazlar; gozleri vardır, onlarla gormezler; kulakları vardır, onlarla işitmezler. İşte onlar hayvanlar gibidir; hattĂ‚ daha da şaşkındırlar. İşte asıl gĂ‚filler onlardır.” (el-A‘rĂ‚f, 179)
Bunlar, iki parmağıyla iki gozunu kapattığı icin gun ortasında Guneşʼi kaybeden, boylece inkĂ‚r kolaycılığına kacan kor idrĂ‚klerdir. Zira nefsĂ‚nî ihtiraslarını tatmin arzusu, ahmağın gonul gozunu kor etmiş, kalp Ă‚lemini Ă‚deta karanlık bir zindana cevirmiştir. Bu sebeple ahmağın idrĂ‚ki;
“Bu kĂ‚inĂ‚tı kim yarattı, kimin mulkunde yaşıyoruz, bu Ă‚leme nicin geldik, buradan yolculuk nereye?..” gibi, son derece hayĂ‚tî suallerin tefekkurunden dĂ‚imĂ‚ kacmayı tercih eder. Fakat bu kacış ve inkĂ‚r gafleti, onu bir gun, kactığı hakîkatlerle yuzleşmekten kurtaramaz.
En fenĂ‚ ahmaklık; hakîkati hic olmadığı yerde aramaktır. Yani saĂ‚deti sefĂ‚let carşısında bulmaya calışıp boşuna yorulmak ve kendine yazık etmektir. Tıpkı gıdĂ‚sını lĂ‚ğım ve mezbelelikte arayan ve ancak orada huzur bulan kubur fareleri gibi…
Yine en fecî ahmaklık, boylu boyunca bĂ‚tıl batağına saplanmış olduğu hĂ‚lde, kendini hak ve hakîkatin yegĂ‚ne temsilcisi olarak gorme taassubudur. Kibir, gurur ve enĂ‚niyet sarhoşluğu icinde, nĂ‚kıs aklına aşırı guvenerek nefs ve şeytanın elinde oyuncak olmaktır.
Yine en hazin ahmaklık, nefsĂ‚nî ve gelgec cĂ‚zibelere aldanarak fĂ‚nî dunyayı, sonsuz bir Ă‚hirete tercih etmektir. Damlaya kanıp deryĂ‚dan gĂ‚fil kalmaktır. Sınırlıyı kazanmak icin sınırsızı satmaktır. Hazret-i Omer -radıyallĂ‚hu anh-ʼın buyurduğu gibi;
“Başkalarının dunyasını Ă‚bĂ‚d etmek icin kendi Ă‚hiretini berbĂ‚d etmektir.” Yani kuldan gelecek fĂ‚nî bir menfaate aldanarak, Rabbinin rızĂ‚sını ve ebedî mukĂ‚fatlarını kaybetmektir.
İşte boylesine bir gaflet ve hamĂ‚kat seline kapılmış kimselerle dostluktan, kişiye fayda değil, ancak zarar dokunur. Bu sebeple ahmağın dostluğundan, titizlikle sakınmak elzemdir.
CİMRİLERDEN UZAK DURUN CĂ‚fer-i SĂ‚dık Hazretleriʼnin ucuncu olarak dostluğundan sakınmamızı tavsiye ettiği kimseler ise “cimri”lerdir.
Unutmamak îcĂ‚b eder ki servetin iki buyuk felĂ‚keti vardır. Biri “israf”, diğeriyse “cimrilik”tir. İsraf; aşağılık duygusunu bastırmak icin yapılan nefsĂ‚nî bir guc gosterisidir. Cimrilik ise korkaklıktır; CenĂ‚b-ı Hakkʼa sığınmak yerine, malına dayanıp guvenmektir.
CenĂ‚b-ı Hak, kendilerinden rĂ‚zı olduğu sĂ‚lih kullarının, bu iki cirkin huydan da uzak olduklarını şoyle beyan buyurmaktadır:
(O sĂ‚lih kullar), harcadıklarında ne israf ne de cimrilik ederler; ikisi arasında dengeli (orta) bir yol tutarlar.” (el-FurkĂ‚n, 67)
Daha once de ifĂ‚de edildiği uzere cimrinin fĂ‚rik vasfı “korkaklık”tır. Âyet-i kerîmede buyrulur:
“Şeytan sizi fakirlikle korkutur ve size cirkin şeyleri (yani cimriliği) telkin eder…” (el-Bakara, 268)
Cimri, rızık hususundaki ilĂ‚hî takdir ve taksîme tevekkul noksanlığı sebebiyle, ihtiyacından fazla biriktirmeye calışır, dĂ‚imĂ‚ malına guvenir. Humeze Sûresiʼnde de bu hakîkate şoyle dikkat cekilmektedir:
(Vay hĂ‚line o kimsenin) ki o, mal toplamış ve onu sayıp durmuştur. (O,) malının kendisini ebedî kılacağını zanneder. Hayır! Andolsun ki o, Hutameʼye atılacaktır. Hutameʼnin ne olduğunu bilir misin? AllĂ‚hʼın, tutuşturulmuş, (yandıkca) tırmanıp kalplerin ta ustune cıkan ateşidir.” (el-Humeze, 2-7)
Malını, kendi varlığının yegĂ‚ne teminĂ‚tı olarak goren cimri, sıkıştığı anda, malını yitirme korkusuyla, dost gorunduğu kimseleri terk etmekten cekinmez. Yani malını kaybetmektense dost kaybetmeyi kolayca tercih eder. Cunku cimri, maddî kıymetlerle satın alınamayacak olan; vefĂ‚, merhamet, sadĂ‚kat ve samimiyet gibi yuksek değerlerden mahrumdur.
Kotu ahlĂ‚k ve cirkin vasıflar, hep birbirine bağlıdır. Cimri insan, merhametsizdir, merhametsiz insan mağrur ve kibirlidir, kibirli insan da Allah yolunda gayret ve fedĂ‚kĂ‚rlıktan uzaktır. Yani cimrilik, butun kotu huylara bağlı olan ve nihĂ‚yetinde insanı mĂ‚nen helĂ‚ke surukleyen, cirkin bir vasıftır.
Hadîs-i şerîfte buyrulduğu uzere:
“…Cimrilik, dalları dunyaya uzanmış Cehennem ağaclarından bir ağactır. Kim, onun dallarından birine tutunursa, bu onu Cehennemʼe kadar cekip surukler!..” (Beyhakî, Şuabu ’l-ÎmĂ‚n, VII, 435)
Dolayısıyla cimri insanları dost edinmemek ve onlardan gelebilecek dostluk iddiĂ‚larına da dĂ‚imĂ‚ ihtiyatla yaklaşmak îcĂ‚b eder.
KORKAKLARDAN UZAK DURUN CĂ‚fer-i SĂ‚dık Hazretleriʼnin dorduncu olarak dost olmaktan sakınmamızı tavsiye ettiği kimseler ise “korkak”lardır. Cunku korkak, zoru gorunce firĂ‚r eden veya dostunu duşmanına teslim edebilen, duşuk karakterli kimsedir. HĂ‚lbuki bu nevî cirkin huylar, ne İslĂ‚m ahlĂ‚kıyla bağdaşır, ne de din kardeşliği hukukuyla...
Nitekim bir hadîs-i şerîfte:
“Musluman muslumanın kardeşidir. Ona zulmetmez, onu duşmana teslim etmez…” buyrulmuştur. (BuhĂ‚rî, MezĂ‚lim, 3; Muslim, Birr, 58)
KĂ‚mil îmĂ‚na sahip bir musluman, Allahʼtan başkasından korkmaz. Bu sĂ‚yede kula kulluk etmekten kurtulur.
Her hususta ummetine emsalsiz bir ornek şahsiyet olan Peygamber Efendimiz -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- de, duĂ‚larında korkaklıktan AllĂ‚hʼa sığınmış, duşman uzerine yapılan seferlerde ordusunun en onunde yuruyerek ashĂ‚bına cesaret telkin etmiştir. Oʼnun gazĂ‚ meydanlarında sergilediği muhteşem şecaat ve bahadırlığa, yiğitlerin pîri Hazret-i Ali -radıyallĂ‚hu anh- dahî hayran olmuş ve O ’nun cesaret timsĂ‚li sayısız hĂ‚llerinden birini şoyle nakletmiştir:
“Biz Bedir ’de Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- ’e sığınıyorduk. O gun kendisi, duşmana en yakın duranımız ve insanların en cesur ve metĂ‚netli olanıydı.” (Ahmed, I, 86)
AshĂ‚bın îman heyecanından kaynaklanan sayısız cesĂ‚ret misallerinden biri de, Ă‚mĂ‚ sahĂ‚bî Abdullah ibn-i Ummi Mektûm -radıyallĂ‚hu anh-ʼın Kadisiye Seferiʼnde sancaktarlık yapması hĂ‚disesidir.[2]
Sefere cıkılacağı zaman o mubĂ‚rek sahĂ‚bî, buyuk bir îman vecdiyle orduya katılmak istemişti. Fakat kendisine, gozleri gormediği icin seferden muĂ‚f olduğu soylenince, o mubĂ‚rek sahĂ‚bî huzne gark oldu. Yuksek bir îman ufkuyla durumunu tefekkur edince, kendisinin harpten muĂ‚f olduğunu soyleyenlere şu muhteşem cevĂ‚bı verdiği nakledilir:
“–Benim bu hĂ‚limle de size buyuk bir faydam dokunabilir. Cunku ben Ă‚mĂ‚ olduğum icin, duşman kılıclarını goremem, bu yuzden de cesaretim kırılmadan en onde sancağı taşırım. Benim korkusuzca duşman ustune yuruduğumu goren muslumanların da, cesaret, kahramanlık ve heyecanı artar.”
ÂmĂ‚ sahĂ‚bî İbn-i Umm-i Mektûm ’un bu îman cesĂ‚reti, sıhhat ve kuvveti yerinde olan muʼminler icin, ne muhteşem bir ders mĂ‚hiyetindedir.
Cesaretin zıddı olan korkaklık ise, insanı zillet ve esĂ‚rete mahkûm eden bir zaaftır. Bu zaafın tezĂ‚hurleri, kişinin butun hĂ‚l ve tavırlarına sirĂ‚yet eder. MeselĂ‚ korkak biri comert olamaz. Zira infak etmekle malının azalıp fakir duşeceğinden korkar.
Dolayısıyla, kişinin mĂ‚neviyĂ‚tına verdiği menfî tesir sebebiyle, korkak kimsenin dostluğundan da hayır gelmeyeceğini bilmek gerekir.
FASIKLARDAN UZAK DURUN CĂ‚fer-i SĂ‚dık Hazretleriʼnin son olarak dostluğundan sakınmayı tavsiye ettiği kimseler ise “fĂ‚sık”lardır. Cunku fĂ‚sık, nefsinin esiridir. Gunahların cĂ‚zibesine aldanarak nefsĂ‚nî bir yaşayışın mahkûmu olmuştur. Bu yuzden, en ufak bir nefsĂ‚nî menfaati icin dostunu satmaktan cekinmez.
Âyet-i kerîmede, fĂ‚sıklara karşı son derece ihtiyatlı olunması şoyle tavsiye edilmektedir:
“Ey îmĂ‚n edenler! Eğer bir fĂ‚sık size bir haber getirirse onun doğruluğunu araştırın. Yoksa bilmeden bir topluluğa kotuluk edersiniz de sonra yaptığınıza pişman olursunuz.” (el-HucurĂ‚t, 6)
Yani fĂ‚sığın nefsĂ‚nî ihtirasları uğruna sûret-i haktan gorunerek cıkarabileceği fitne ve fesattan aslĂ‚ emin olunamaz. Cunku fĂ‚sık; yalan, iftira ve hakarete alışmış, ahlĂ‚ksız kimsedir. Bu yuzden de fĂ‚sığın ipiyle kuyuya inilmez, sozune îtibĂ‚r edilmez, şĂ‚hitliğine guvenilmez.
Ayrıca fĂ‚sıklar gibi, kufur ehliyle dostluk da, menfî bir hĂ‚l transferine sebep olup kalbe kasvet ve zulmet verir.
İmĂ‚m-ı RabbĂ‚nî Hazretleriʼnin bir mektubunda naklettiği şu hĂ‚dise ne kadar ibretlidir:
“Bir keresinde hasta bir şahsın ziyaretine gitmiştim. Olume yaklaşmıştı. HĂ‚line teveccuh ettiğimde gordum ki, kalbi şiddetli karanlıklar icinde. Her ne kadar bu karanlığın kalkması icin teveccuh ettiysem de hic kalkmadı. Cokca teveccuhten sonra mĂ‚lûm oldu ki; bu karanlıklar, kufur ehlinden kendisine sirĂ‚yet eden menfî hĂ‚llerden kaynaklanmaktadır. Bu sıkıntıların menşei, kufur ehli ile dost gecinmiş olmasıdır.
Bundan sonra anladım ki; bu karanlıkların def ’i icin teveccuh etmek, yerinde bir iş değil... Zira onun bu karanlıklardan temizlenmesi, Cehennem azĂ‚bına kalmıştır ki, kufur ehliyle beraberliğin cezĂ‚sı budur.
Bu arada, şu dahî mĂ‚lûm oldu ki; îmandan bir zerre, onu ebedî Cehennem azĂ‚bında kalmaktan kurtaracaktır. Bu da, o miktar îmĂ‚nın bereketiyle olacaktır.
Daha sonra hatırıma; «Acaba bunun cenaze namazını kılmak cĂ‚iz mi, değil mi?» suĂ‚li geldi. Bu da teveccuhten sonra belli oldu ki, onun namazını kılmak yerinde olur. O muslumanlar ki, îmĂ‚nın varlığıyla beraber kufur ehlinin Ă‚detlerini icrĂ‚ ederler ve onların gunlerine hurmet ederler... Onların yine de namazını kılmak gerekir. Onları kuffĂ‚r arasına katmak doğru olmaz… İşin sonunda, onların ebedî azaptan kurtulmalarını ummak da yerinde olur.” (Bkz. MektubĂ‚t-ı İmĂ‚m-ı RabbĂ‚nî, c. I, 266. Mektup)
Kufur ehlini dost edinmenin hazin Ă‚kıbetine dĂ‚ir, belki de en ibretli misĂ‚l, tarihteki Endulus (İspanya) muslumanlarıdır.
Endulus muslumanları, ilk asırlardaki îman heyecanından uzaklaşarak nefsĂ‚nî ihtiraslar sebebiyle bolunup parcalanmışlardı. Ustelik musluman beylikler, giriştikleri kardeş kavgasında kendilerine yardım etmeleri icin hristiyanları dost edinmişlerdi. İşte bu dostluk(!) onların enkĂ‚zını hazırladı.
VelhĂ‚sıl muʼminler olarak, hayatta kimleri dost edindiğimize son derece dikkat etmeli ve;
“Ey îmĂ‚n edenler! Allahʼtan korkun ve sĂ‚dıklarla beraber olun.” (et-Tevbe, 119) ilĂ‚hî emrini, kendimize dustur edinmeliyiz.
Unutmayalım ki İmĂ‚m GazĂ‚lî Hazretleriʼnin buyurduğu gibi; fĂ‚sık ve gĂ‚fil insanlarla zĂ‚hirî beraberlik, zamanla zihnî beraberliğe, zihnî beraberlik de bir muddet sonra kalbî beraberliğe donuşur. Bu ise, insanın mĂ‚nevî bakımdan adım adım helĂ‚ke suruklenmesi demektir.
CenĂ‚b-ı Hak, fĂ‚sıklarla beraber fısk u fucûra dalanların Ă‚hiretteki pişmanlıklarından bir manzarayı, Ă‚yet-i kerîmelerde şoyle haber verir:
(Cennetʼe girenler uzaklardan gunahkĂ‚rlara sorarlar «–Sizi şu yakıcı ateşe sokan nedir?» Onlar şoyle cevap verirler: «–Biz namaz kılanlardan değildik, yoksulu doyurmuyorduk, (bĂ‚tıla) dalanlarla birlikte biz de dalıyorduk, cezĂ‚ gununu de yalan sayıyorduk. Sonunda bize olum geldi cattı.»” (el-Muddessir, 42-47)
Demek ki CenĂ‚b-ı Hakkʼa secde etmemek, merhametsizlik, cimrilik, katı kalplilik ve Ă‚hireti inkĂ‚r etmek gibi, kulu Cehennemʼe dûcĂ‚r eden vasıflardan biri de, bĂ‚tıla dalıp giden fĂ‚sıklarla hemhĂ‚l olmak, gunahkĂ‚r kimselerle duşup kalkmak ve onların yoluna uymaktır.
ŞĂ‚yet bizler, Ă‚hirette sĂ‚lih ve sĂ‚dıklarla beraber haşrolunmayı istiyorsak; bu dunyada onların yanında yer almalı, onlarla hĂ‚l, tavır ve amel muşterekliği icinde bulunup, ibadet, muĂ‚melĂ‚t ve ahlĂ‚kta onlara benzemeye gayret etmeliyiz.]
Dipnotlar:
[1] GazĂ‚lî, İhyĂ‚, II, 172. [2] Bkz. Kurtubî, Abese, 1-4.
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Cafer-i Sadık (rahmetullĂ‚hi aleyh), Erkam Yayınları


İslam ve İhsan
ARKADAŞSIZ YOLA CIKMA - VİDEO