Umitlerimiz ve korkularımız nelerdir? İnsan neden umit ve korku arasında yaşamalıdır? İnsanların kazanma umidi ve kaybetme korkusu.İnsan hayatı, kazanma umidi ve kaybetme korkusu arasındaki gel-gitlerden ibarettir. Umit ve korku dinamizm ve heyecan kaynağıdır. Beklentisiz ve endişesiz hayat anlamsızdır. Boyle bir hayat bir bakıma olulerin hayatıdır.
Umit ve korkular ceşit ceşittir. Şahıslara gore dereceleri de farklıdır. Dunyalık icin umit ve korkular olduğu gibi Âhirete dair de beklenti ve endişeler vardır.
Fakirler dunyalık elde etme umidi, zenginler de sahip oldukları dunyalıkları kaybetme korkusu icinde yaşarlar.
Yuzu Âhirete donuk olanların umidi birinci planda Mevla ’nın rızasını kazanmak, korkusu ise O ’nun gazabına maruz kalmaktır.
İNSANI KOLELEŞTİREN HIRS Dunya ve ahirete dair olan umit ve korkuların olculu olması gerekir. Aşırı beklenti ve endişe insanı koleleştirir. İhtirasa donuşen istekler, umitsizliğe yol acan korkular normal hayatı anormal hale getirir. Umit ve korku arasında denge kurmak, huzurlu ve dengeli bir hayat icin şarttır. Arap şairi ne guzel soylemiş: “Dunya hırsı nice hurleri kole yaptı. Aclara deve dikeni yemeyi oğretti.” Kaybetmenin uzuntusu kazanmanın sevincine baskındır. Cocuk bekleyen anne-baba, cocuğa sahip olunca cok sevinirler. Şayet cocuğu kaybederlerse, kaybetmenin uzuntusu sahip olmanın sevincinden kat kat fazla olur. Filozof şair Ebu ’l-Al el-Maarri şoyle soylemiş: “Şuphesiz olum anının bir uzuntusu, doğum anının sevinclerinden kat kat ustundur.” Varlıktan darlığa duşmek insana ağır gelir. Varın tadını tatmayan yokun acısını hissetmez.
İnsanın serveti ne kadar cok, makamı ne kadar yuksek olursa kaybetme endişesi de o kadar artar. Bu endişe onun normal duşunme ve hareket etmesine engel olur. Pek cok zenginin cimriliği buradan kaynaklanmaktadır. MevlÂmız bu gerceği şoyle ifade ediyor: “Şayet Rabbinin rahmet hazinelerine siz sahip olsaydınız, harcamakla tukenir korkusuyla kıstıkca kısardınız. İnsanoğlu cok cimridir.” (İsra, 100)
CİMRİLİK VE KORKAKLIK SEBEBİ Aşırı koruma refleksi insanın elini ayağını bağlamaktadır. Serveti kaybetme endişesi ne kadar baskınsa coluk cocuğu koruma endişesi de o derece baskındır. Hz. Peygamber (sav) cocuk icin şoyle buyurmuş: “Cocuk cimrilik ve korkaklık sebebidir.” (İbn Mace, Edeb: 3) Genellikle anne-babalar cocuklara miras kalsın diye fazla hayır-hasenat yapmazlar, biz olursek onlara kim bakar endişesiyle cihat icin isteksiz davranırlar. Geri durmaya mazeret olarak “viran olası hanede evlad u ıyal var” denir.
Kaybedecek şeyi olmayanlar daha cesur olurlar. İstek ve arzular arttıkca kolelik bağları da o nisbette artar.
Gunumuz dunyasında teknolojinin sağladığı imkÂnlarla elde edilen aşırı servetler, bunların sağladığı luks ve konfor insanları adeta sarhoş etmekte, esrar ve eroin gibi bağımlılık yapmaktadır. Pek cokları bu luks ve konforun verdiği sarhoşluktan bir turlu ayıkamamakta, bu sarhoşluğun devamını sağlamak icin pek cok insanî ve islÂmî değeri feda etmektedir.
Hz. Peygamber (sav) ’in sade ve mutevazı hayatı ortada iken bugun O ’nun ulkesi ve civarında yaşayan ve Mevl ’nın bahşettiği petrol sayesinde KÂrun gibi zengin olanlar, HÂrun gibi değil KÂrun gibi hayat surmektedirler. Butun ummete yetecek serveti şahsi hırs ve saltanatları icin harcayan, iktidarlarını korumak icin emperyalistlerle ortaklık yapan, Allah ’ın ummete bahşettiği kaynakları ummetin aleyhine kullanan haramiler buyuk bir ihanet icindedirler. Ustelik bunlar bu ihanetlerini dini değerleri kullanarak, Musluman kisvesine burunerek surdurmektedirler. Emperyalistler sayesinde ele gecirdikleri servet ve gucleri kaybetmemek icin en iğrenc yollara, en tiksindirici manevralara tevessul etmekte, hÂdimlik goruntusunde hÂinlik yapmaktadırlar. Şayet bunlarda bu derece servet elde etme hırsı ve bu servetleri kaybetme korkusu yerine Mevla ’nın rızasını kazanma arzusu ve O ’nun gazabına maruz kalma korkusu olsaydı boyle bir zillet, melanet, mefsedet ve hıyanet icinde olmazlardı.
NEMRUT GİBİ OLMAYI TERCİH EDENLER Hz. Omer gibi, Omer Bin Abdulaziz gibi olmak yerine Nemrut ve Firavun gibi olmayı tercih edenler, onlar gibi kıyamete kadar hep lanetle anılacaklardır.
Fakru zaruret icinde kıvranan, gayri muslim ulkelere iltica icin yola cıkıp denizlerde boğulan binlerce Musluman, ummetin serveti uzerine coreklenen bu haramilerin israfı ve insafsızlığı yuzunden bu acı tabloları yaşamaktadır. Sahte cenneti andıran saraylarda, altın yaldızlı arabalarda, binbir gece masalları gibi hayat suren bu sefihler; BilÂl ’e, AmmÂr ’a işkence eden Ebu Cehil, Ebu Leheb ve Umeyye b. Halef ’den daha sefildirler. Hic olmazsa onlar bu cinayetleri din kisvesi altında yapmıyorlardı.
İNSANLARIN EN HAYIRLISI Luks ve israf icinde cennet hayatı surenler, bedeni zevklerin kolesi olanlar; gariplere, mazlumlara hizmet etmenin zevkinden habersizdirler. Yerine gore Muslumanlığı kimseye bırakmayan bu harÂmiler sozde ummeti olduklarını iddia etikleri Hz. Peygamber (sav) ’in “İnsanların en hayırlısı insanlara, en faydalı olanıdır.” “Komşusu acken tok yatan bizden değildir” buyurduğunu duymadılar mı?
“Kim kardeşine yardım ve ona fayda sağlamak icin yururse ona Allah yolunda cihad edenlerin sevabı gibi sevap verilir.” “Kim Musluman kardeşinin bir ihtiyacını giderirse, omru boyunca Allah ’a hizmet etmiş gibidir.” dediğini işitmediler mi?
Bir garibin yuzunu guldurmek, onun duasını almak mı daha değerli, bin kişiye yetecek serveti bayağı zevki icin bir gecede harcamak mı daha değerli?
HİZMETİN MEŞAKKATİ GİDER GERİYE SEVABI KALIR Akıllı insan şu gerceği hic aklından cıkarmamalıdır: “Hizmetin meşakkati gider geriye sevabı kalır. İsyanların lezzeti gider geriye cezası kalır.” Bedenî zevkler buhar olur, ucup gider. Biraz once yenen en lezzetli yemeğin tadı kaybolmuştur. Fakat yapılan bir iyilik hatırlandıkca daima sevinc kaynağı olur. Yapılan hayırlar sadaka-i cariyeye donuşur.
Mide ve şehvet erbabının bilmediği, tatmadığı zevkler vardır. Oyle olmasaydı ashab-ı kiram malını mulkunu bırakıp Mekke ’den Medine ’ye hicret eder miydi? Şehid olup ebedi saadete ermek icin en kıymetli varlıkları olan canlarını seve seve verirler miydi? Kendileri muhtac oldukları halde kardeşlerini kendilerine tercih ederler miydi? Zevk sadece yemek-icmek, cinsel arzuları tatmin etmek, gezip eğlenmekten mi ibarettir?
“BEN KAYBOLANLARI SEVMEM” FÂni zevkleri kaybetmemek icin ebedî zevkleri feda edenler en ahmak kişilerdir. Adı ustunde fÂni, yani yok olmaya, kaybedilmeye mahkûm. Hasta olduğunda ağzının tadı gidiyor, zevk alamıyorsun. Uzerine titrediğin fani varlıklar! Ya sen onları terk ediyorsun veya onlar seni terk ediyor. Kalıcı olan kerpic gecici olan altından daha değerlidir. Hz. İbrahim: “Ben kaybolanları sevmem” (En ’am, 76) demiş, kaybolmayana yonelmişti.
Filozof şair Maarri ne guzel soylemiş:
“Akıllı kişi, sonu yokluk olan varlığa aldanmaz.”
Ustad Necip Fazıl ’a kulak verelim: “Onune gelenle değil, seninle olume gelenle beraber ol.”
Muhim olan faniyi kazanma arzusu değil, BÂkiyi kaybetme korkusudur. Hintli filozof da pek guzel soylemiş: “Senden başka hic bir şeyi olmayan ben, senden başka her şeyi olanlara acırım.
AtÂullah İskenderi ne demiş? “Seni bulan ne kaybetmiş, seni kaybeden ne bulmuştur.”
Mezar taşlarında da “Huvel BÂki = BÂki olan O ’dur” yazıyor. Mesele BÂkinin rızasını kazanmaktır.
Satırlarımızı yine bir şairin sozuyle noktalayalım: “Senin sevgini kazandıktan sonra dunya malının ne değeri olur? Zira toprak uzerindeki her şey topraktan ibÂrettir.”
Kaynak: Ali Rıza Temel, Altınoluk Dergisi, Sayı: 404


İslam ve İhsan
GERCEK MUMİN ALTI KORKU İCİNDEDİR - VİDEO