
Tevbe irĂ‚desiz donuş olan olum gelmeden evvel, irĂ‚deli olarak AllĂ‚h ’a donmek, O ’nun emir ve nehiylerine tam bir teslîmiyetle, cĂ‚n u gonulden rĂ‚m olmaktır. Peki tevbe ve istiğfar ne demek? Hangi vakitlerde tevbe edilmeli? Tevbenin onemi nedir? Tevbenin kabul şartları neler? Hz. Adem (a.s.) nasıl tevbe etti? Seyyidul istiğfar duası ve fazileti nedir?DunyĂ‚, bir imtihĂ‚n mekĂ‚nı olduğundan, insanların iyiliğe de kotuluğe de meyil ve istîdĂ‚dı vardır. Bu istîdĂ‚dların hangisi teşvîk, tahrîk ve takviye olunup inkişĂ‚f ettirilirse, insan şahsiyeti ona gore bir huviyet kazanır.
Bir kimsenin, hic de mecbûr olmadığı hĂ‚lde, karşısındakine bir bardak su ik­rĂ‚m etmesi, bir teşekkur borcu doğurur ki, bu da insĂ‚nî ve vicdĂ‚nî bir vecîbe kabûl edilir. Aslında bu olcu, bize CenĂ‚b-ı Hakk ’ın sayısız nîmetleri karşısında nasıl bir minnettarlık ve şukur hissi icinde yaşamamız gerektiğini hatırlatır. HĂ‚l boyleyken, bir insanın, fıtratında bulunan cehĂ‚let, şehvet, kibir, gurur, hırs, cimrilik, hased, is­raf ve ofke gibi mezmum sıfatlara temĂ‚yul ederek, kısaca nefse tĂ‚bî olarak ilĂ‚hî nîmetler karşısında nan­korluk etmesi, onun sĂ‚hib olduğu fıtrî şerefe golge duşuren buyuk bir aldanıştır.
İnsanoğlu, nefsĂ‚nî arzularına mağlûb olduğu ve îmĂ‚nın feyz parıltılarını kaybettiği zaman gunĂ‚ha meyleder. Vicdanlarda ahlĂ‚kî destek azalınca, ince duşunuş ve rûhî derinlik de kaybolur. İstikĂ‚met sĂ‚hibi olma yolunda ciddî bir zaaf ortaya cıkar. Gunahlar, tatlı bir mûsikî gibi nefslere hoş gelir ve Ă‚deta vebĂ‚linin ağırlığı hissedilmeden işlenebilir. İnsanın dunyĂ‚ya gĂ‚filĂ‚ne temĂ‚yulu neticesinde işlediği gunahlar, onun insanlık şeref ve haysiye­tini de zedeler. Bu durum, rûhların gunah karanlığı ile kirletilmesine sebep olur.
TEVBE VE İSTİĞFAR NEDİR? HĂ‚lbuki insanoğlu, mĂ‚sumluğunun saf rĂ‚yihası icinde doğar ve cihĂ‚na tertemiz olarak gelir. Din de bu fıtrî temizliği korumak icin AllĂ‚h tarafından insana verilen bir lutuf ve mer­hamet tecellîsidir. Dolayısıyla kul, bu iki sĂ‚ik sĂ‚yesinde gaflet perdelerini aralayabi­lirse, işlediği curmun ağırlığını vicdĂ‚nında hisseder. Onun ic Ă‚leminde saklı bulunan fazîlet hisleri uyanır. Kalbi buyuk bir nedĂ‚metle icin icin yanar ve ılık gozyaşlarıyla Rabbine gonlunu acar. İşte bu yanış ve pişmanlık “tevbe”dir. Ardından af dilemek icin Rabbe acılan ellerin sĂ‚ikı olan kalblerden taşan niyĂ‚zlar da “istiğfĂ‚r”dır.
AllĂ‚h -celle celĂ‚luhû-, kulun nedĂ‚metinden, tevbesinden, istiğfĂ‚rından hoşla­nır. Cunku O, “RahmĂ‚n” ve “Rahîm”[1] esmĂ‚sının sĂ‚hibidir ve: “…Şunu iyi bilin ki, AllĂ‚h, cokca tevbe edenleri ve cok cok temizlenenleri sever.” (el-Bakara, 222) buyurmuştur.
AllĂ‚h TeĂ‚lĂ‚ ’nın kullarına olan şefkat ve merhameti, bir annenin yavrusuna olan merhametinden hic şuphesiz cok daha fazladır. O, kullarına gazab etmek istemez. LĂ‚kin kul, nankorlukte ve zulumde ısrar ederse, cezĂ‚yı hak etmiş olur. O ’nun RahmĂ‚n ve Rahîm esmĂ‚sının muktezĂ‚sı olarak rahmeti, gazabından cok daha fazladır.
Nitekim şu hadîs-i şerifte kulların tevbe ve istiğfĂ‚rı karşısında AllĂ‚h TeĂ‚lĂ‚ ’nın rızĂ‚sı ve memnûniyeti ne guzel dile getirilmiştir: “Herhangi birinizin tevbe etmesinden dolayı AllĂ‚h TeĂ‚lĂ‚ ’nın duyduğu hoşnutluk, ıssız colde giderken uzerindeki yiyecek ve iceceğiyle birlikte devesini elinden kacıran, arayıp taramaları netice vermeyince deveyi bulma umidini busbutun kaybederek bir ağacın golgesine uzanıp yatan, derken yanına devesinin geldiğini gorerek yularına yapışan ve aşırı derecede sevincinden ne soylediğinin farkında olmayarak şaşkınlıkla: «–AllĂ‚h ’ım! Sen benim kulumsun; ben de senin rabbinim.» diyen kimsenin sevincinden cok daha fazladır.” (Muslim, Tevbe, 7; Tirmizî, KıyĂ‚met, 49)
O ’nun rahmeti her şeyi ihĂ‚ta etmiştir. Nitekim CenĂ‚b-ı Hak; “…Rahmetim her şeyi kuşatmıştır…” (el-A ’rĂ‚f, 156) buyurarak kullarına olan merhametinin enginliğini beyĂ‚n etmiştir.
Bu hakîkati ifĂ‚de etmek uzere AllĂ‚h Rasûlu -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- de bir hadîs-i kudsîde AllĂ‚h TeĂ‚lĂ‚ ’nın: “Rahmetim gercekten gazĂ‚bımı gecmiştir!” buyurduğunu bildirir. (BuhĂ‚rî, Tevhîd, 15) Bundan dolayı butun peygamberler, ummet­lerini dĂ‚imĂ‚ tevbe ve istiğfĂ‚ra dĂ‚vet etmişlerdir.
TOVBENİN ONEMİ Peygamberler dışında hicbir insan, beşerî husûsiyetleri itibĂ‚riyle mĂ‚sum değil­dir; az veya cok gunah işlemekle karşı karşıyadır. Bundan dolayı, Kur ’Ă‚n-ı Kerîm ’de gunahlardan arınmanın bir ifĂ‚desi olan “Tevbe” isminde mustakil bir sûre mevcuttur. “Tevbe” kelimesi, Kur ’Ă‚n-ı Kerîm ’de seksen kusur yerde gecer.
Yine AllĂ‚h TeĂ‚lĂ‚ ’nın gunahları bağışlayacağını ifĂ‚de eden yuzlerce kelimenin yanı sıra ozellikle “Gafûr” ism-i şerîfi doksan iki defĂ‚, “GaffĂ‚r” ism-i şerîfi beş yerde tekrarlanmakta, “GĂ‚fir” ism-i şerîf de bir defa zikredilmektedir. Butun bunlar tevbenin ehemmiyetini ve CenĂ‚b-ı Hak tarafından kabul edileceğini gostermekle birlikte kulları tevbe ve istiğfara teşvîk etmektedir. Kulun, gunĂ‚hının hattĂ‚ gafletinin suc olduğunu bilmesi bir irfĂ‚n, Rabbinden af dilemesi de bir vicdĂ‚n borcudur. GunĂ‚hın bir suc olduğunu bilememe ve ondan donmenin luzûmunu idrĂ‚k edememe gafleti, -AllĂ‚h muhĂ‚faza buyursun- kalbin iflĂ‚sı ve cehennem yolculuğunun alĂ‚metidir.
AllĂ‚h TeĂ‚lĂ‚ boyleleri hakkında şu acıklı tehditte bulunmaktadır: “...Kim ki tevbe etmezse, işte onlar zĂ‚limlerin ta kendileridir!” (el-HucurĂ‚t, 11) Hadîs-i şerîfte: “Yapılan gunahlardan pişmanlık, tevbedir. Gunahlarına tevbe eden kimse sanki o gunĂ‚hı işlememiş gibi olur.” (İbn-i MĂ‚ce, Zuhd, 30/4252; es-Suyûtî, el-CĂ‚miu ’s-Sağîr, II, 161) buyrulmuştur.
Kul bir hatĂ‚ işlediği zaman AllĂ‚h ’ın affedeceğine mağrur olarak (aldanarak) gecikmemeli, hemen tevbe ipine sarılmalıdır. ZîrĂ‚ Ă‚yet-i kerîmede tevbenin kabûlu icin acele etmek gerektiği şoyle bildirilmektedir: “AllĂ‚h katında makbûl olan tevbe ancak o kimselerin tevbesidir ki, onlar bilmeyerek gunah işlerler, sonra da cok gecmeden tevbe ederler. AllĂ‚h, Alîm (hakkıyla bilen)dir, Hakîm (her işi hikmetli ve sağlam olan) ’dır.” (en-NisĂ‚, 17)
TOVBEYİ GECİKTİRMEK Şeytana aldanarak tevbeyi geciktirenlerin ise hazin Ă‚kıbetini şoyle haber vermektedir: “Yoksa o gunahları işleyip de nihĂ‚yet onlardan birine olum gelince: «Şuphesiz ben şimdi tevbe ettim.» diyenlerin tevbesi (makbûl bir tevbe) değildir; kĂ‚fir kimseler olarak olenlerinki de makbûl değildir. İşte onlar yok mu, kendileri icin pek elem verici bir azap hazırladık.” (en-NisĂ‚, 18)
BĂ‚zı Ă‚limlerimiz, Ă‚yet-i kerîmedeki bu ilĂ‚hî îkĂ‚z ve tehditten kurtulmanın yolunu gostererek: “Olum gelmeden evvel tevbe etmekte acele ediniz!” (MunĂ‚vî, Feyzu ’l-Kadîr, V, 65) demişlerdir.
TOVBENİN KABUL ŞARTLARI Ayrıca tevbenin kabûlu icin, yalnız dilin “estağfirullĂ‚h” demesi, kĂ‚fî değildir. Bununla birlikte kalbî bir titreyiş ve aynı hatĂ‚yı tekrar etmemeye azmetmek zarûrîdir.
Hazret-i MevlĂ‚nĂ‚ -kuddise sirruh- tevbede luzûmlu olan hĂ‚let-i rûhiyeyi şu şekilde ifĂ‚de eder: “NedĂ‚met ateşiyle dolu bir gonulle ve nemli gozlerle tevbe et! ZîrĂ‚ cicekler, gu­neşli ve ıslak yerlerde acar!” Tevbe ve istiğfĂ‚r, ferd ve milletleri selĂ‚mete goturur. Gelecek belĂ‚ ve musîbet­leri izĂ‚le eder.
Şu hadîs-i şerîf, mu ’minlerin davranışlarını tanzîmde buyuk bir ehemmiyet arz eder: “Bir mu ’min, AllĂ‚h ’ın azĂ‚bının şiddetini bilse idi, cennetten umîdini keserdi! KĂ‚firler de, AllĂ‚h ’ın merhametinin ne (kadar geniş) olduğunu bilselerdi, cen­nete girmeyi umîd ederlerdi!” (Muslim, Tevbe, 23) Bu bakımdan her bir mu ’min, “havf ve recĂ‚”; yĂ‚ni “korku ile umîd” arasında yaşamalı; “Cehenneme sĂ‚dece bir kişi girecek!” deseler, “AcabĂ‚ ben miyim?” korkusu icinde, “Cen­nete sĂ‚dece bir kişi girecek!” deseler, yine “AcabĂ‚ o ben miyim?” umîdi icinde olmalıdır. Korkuda kademeleşme olduğu gibi muhabbette de bir kademeleşme soz konusudur.
GunahkĂ‚r kimseler AllĂ‚h ’ın azĂ‚bından korktukları hĂ‚lde ehlullĂ‚h, gonullerinin mahbûbu CenĂ‚b-ı Hakk ’ı incitmekten ve sevgisinden mahrum kalmaktan korkarlar. Unutulmamalıdır ki peygamberler dahî zelle işlemiş, onun ıztırĂ‚bı ile tevbe ve istiğfĂ‚r icinde yaşamış, boylece kendilerine beşerî acziyet tattırılmıştır. Cunku mutlak ustunluk ancak AllĂ‚h ’a Ă‚ittir. Acziyetten mustesnĂ‚ ve munezzeh olan yalnızca O ’dur.
İLK TOVBE EDEN İNSAN: HZ. ADEM ’İN (A.S.) TOVBESİ İlk tevbe eden peygamber Hazret-i Âdem -aleyhisselĂ‚m- ’dır. HavvĂ‚ vĂ‚lide­mizle beraber yaptıkları şu tevbe meşhûrdur: “…Ey Rabbimiz! Biz kendimize zulmettik. Eğer bizi bağışlamaz ve bize acımaz­san, mutlakĂ‚ ziyĂ‚n edenlerden oluruz.” (el-A ’rĂ‚f, 23) Bu duĂ‚, kendilerinden sonra kıyĂ‚mete kadar gelecek evlĂ‚dlarına en guzel bir istiğfĂ‚r numûnesidir.
CenĂ‚b-ı Hak, merhameti sebebiyle kullarını tevbe ve istiğfĂ‚ra dĂ‚vet eden ve boylece onları bağışlayacağını mujdeleyen Ă‚yetlerinde şoyle buyurmaktadır: “An­cak (yap­tı­ğı ko­tu­luk­ler­den) vaz­ge­cip îmĂ‚n ede­rek sĂ‚­lih amel­ler iş­le­yen­ler var ya, iş­te Al­lĂ‚h on­la­rın ko­tu­luk­le­ri­ni iyi­lik­le­re (gu­nah­la­rı­nı se­vap­la­ra) ce­vi­rir. Al­lĂ‚h cok ba­ğış­la­yı­cı, en­gin mer­ha­met sĂ‚hibi­dir. Kim tevbe edip amel-i sĂ‚lih işlerse, şuphesiz o, tevbesi kabûl edilmiş olarak AllĂ‚h ’a doner.” (el-Fur­kĂ‚n, 70-71) “O (muhsinler ki) bir gunah işledikleri yahut nefslerine zulmettikleri zaman AllĂ‚h ’ı hatırlayarak hemen gunahlarının bağışlanmasını dilerler. AllĂ‚h ’tan başka gunahları kim affedebilir? Bir de onlar, bile bile, işledikleri (gunah) uzerinde ısrar etmezler. İşte onların mukĂ‚fĂ‚tı Rableri tarafından bağışlanma ve altından ırmaklar akan, ebedî kalacakları cennetlerdir. Amel-i sĂ‚lih işleyenlerin mukĂ‚fĂ‚tı ne guzeldir!” (Âl-i İmran, 135-136)
Âyet-i kerîmede, ihsĂ‚n kıvĂ‚mında bir hayat surenlerin gunahta ısrar etmedikleri ve hemen tevbeye sarıldıkları vurgulanmaktadır. ZîrĂ‚ onlar: “IsrĂ‚r edildikce kucuk gunahlar kucuk olarak kalmayıp buyuk gunah hĂ‚line gelir; istiğfĂ‚ra devĂ‚m edildikce de buyuk gunahlar affedilip silinir.” hikmetince hareket etmektedirler.
Âyet-i kerîmelerde buyrulur: “Onlar bilmezler mi ki AllĂ‚h kullarının tevbesini kabûl eder ve sadakaları (bizzat) alır. Cunku AllĂ‚h tevbeleri cok cok kabûl buyuran ve Rahîm olandır.” (et-Tevbe, 104) “(Ey Ra­sû­lum!) De ki: Si­zin duĂ‚ ve ni­yĂ‚z­la­rı­nız ol­ma­zsa, Rab­bim si­ze ne di­ye de­ğer ver­sin?..” (el-Fur­kĂ‚n, 77)
DUADA EN ONEMLİ HUSUS DuĂ‚da asıl olan, ihlĂ‚s, muhabbet ve samîmiyettir. Samîmî duĂ‚lar, bir muhabbet tezĂ‚hurudur. Yukarıdaki Ă‚yet-i kerîme, kulun, muhabbetle yapılan bir duĂ‚ ile değer kazandığını ifĂ‚de buyurmaktadır. Bu yuzden tevbeler cĂ‚n u gonulden olmalıdır.
Âyet-i kerîmelerde şoyle buyrulur: “Ey îmĂ‚n edenler! Samîmî bir tevbe ile AllĂ‚h ’a donun! (Ancak boyle yaptığı­nız takdirde) umulur ki Rabbiniz, sizin kotuluklerinizi affeder!..” (et-Tahrîm, 8) “Ancak tevbe edip hĂ‚llerini duzeltenler, AllĂ‚h ’a sımsıkı sarılıp dinlerini yalnız O ’na has kılanlar başkadır. İşte onlar, (gercekte) mu ’min­lerle beraberdirler ve AllĂ‚h, mu ’minlere yakında buyuk mukĂ‚fĂ‚t verecektir.” (en-NisĂ‚, 146) “AllĂ‚h, sizin tevbenizi kabûl etmek ister; nefsĂ‚nî arzularına uyanlar ise, busbutun yoldan cıkmanızı isterler.” (en-NisĂ‚, 27)
İlĂ‚hî emirlere muhĂ‚lefet mĂ‚nĂ‚sına gelen gunah işleme keyfiyetinden tamĂ‚men uzak kalınmaya calışılsa bile, CenĂ‚b-ı Hakk ’ın nîmetlerine lĂ‚yıkıyla şukredebilmek mumkun olmadığı icin, hic kimse tevbe ve istiğfĂ‚rdan mustağnî kalamaz. Bu husustaki beşerî acziyet, herkes icin gecerlidir. ŞĂ‚yet şukre muvaffak olunsa, bu da bir nîmet olduğundan, başka bir şukru îcĂ‚b ettirir.
Boylece şukur borcu, beşer uzerinde sonsuza kadar devĂ‚m eder. HatĂ‚ ile me ’lûf kılınan insanın butunuyle gunahlardan uzak kalması cok zordur. Kul gafleten de olsa gunĂ‚ha duşecek, acziyetini hissedecek ve Yuce Rabbine ilticĂ‚ edecektir. İnsanın, Rabbinin azametini ve kendi hicliğini tam olarak idrĂ‚k etmesi bu ilticĂ‚ ve yakarışların derinliğine ve keyfiyetine bağlıdır.
AllĂ‚h Rasûlu -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- şoyle buyurmuştur: “Her insan bircok hatĂ‚ yapabilir. Fakat hatĂ‚ yapanların en hayırlısı cokca tevbe edenlerdir.” (İbn-i MĂ‚ce, Zuhd, 30/4251)
PEYGAMBER EFENDİMİZİN TOVBE VE İSTİĞFARI HatĂ‚ işleme keyfiyetinden peygamberler bile hĂ‚ric değildir. Onlar da zaman zaman hatĂ‚ yapmışlar ve Rablerine tevbe ve istiğfĂ‚rda bulunmuşlardır.
RasûlullĂ‚h -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- şoyle buyurur: “BĂ‚zen kalbimin perdelendiği olur. Ama ben AllĂ‚h ’a gunde yuz defa istiğfĂ‚r ediyorum.” (Muslim, Zikir, 41; Ebû DĂ‚vûd, Vitir, 26) “VallĂ‚hi ben gunde yetmiş defĂ‚dan fazla AllĂ‚h ’tan beni bağışlamasını diler, tevbe ederim.” (BuhĂ‚rî, DeavĂ‚t, 3; Tirmizî, Tefsîr, 47; İbni MĂ‚ce, Edeb, 57)
Ancak RasûlullĂ‚h Efendimiz ’in bu tevbe ve istiğfĂ‚rı coğu zaman bir hatĂ‚sından dolayı değil, AllĂ‚h TeĂ‚lĂ‚ ’ya daha cok yakınlık kesbetmek ve O ’nun rızĂ‚sını kazanmak icindir. Efendimiz her an mĂ‚nevî bir terakkî icinde bulunduğundan, bir sonraki hĂ‚l ve makĂ‚mına gore daha aşağı seviyede bulunan bir onceki hĂ‚l ve makĂ‚mına istiğfĂ‚r etmiştir. Ummetine farklı istiğfĂ‚r şekilleri tĂ‚lim buyurmuştur. Bunların en muhimi “seyyidu ’l-istiğfĂ‚r”dır.
SEYYİDUL İSTİĞFAR DUASI VE FAZİLETİ ŞeddĂ‚d bin Evs -radıyallĂ‚hu anh- ’dan rivĂ‚yet edildiğine gore Rasûl-i Ekrem -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- şoyle buyurdu: “İstiğfĂ‚rın en ustunu kulun şoyle demesidir: اَللّهُمَّ أَنْتَ رَبِّي لاَ إِلهَ إِلاَّ أَنْتَ خَلَقْتَنِي وَأَنَا عَبْدُكَ، وَأَنَا عَلَى عَهْدِكَ وَوَعْدِكَ مَا اسْتَطَعْتُ، أَعُوذُ بِكَ مِنْ شَرِّ مَا صَنَعْتُ، أَبُوءُ لَكَ بِنِعْمَتِكَ عَلَيَّ وَأَبُوءُ لَكَ بِذَنْبِي فَاغْفِرْ لِي، فَإِنَّهُ لاَ يَغْفِرُ الذُّنُوبَ إِلاَّ أَنْتَ AllĂ‚h ’ım! Sen benim Rabbimsin. İbĂ‚dete lĂ‚yık Sen ’den başka ilĂ‚h yoktur. Beni Sen yarattın. Ben Sen ’in kulunum. Ezelde Sana verdiğim sozumde ve vaadimde hĂ‚lĂ‚ gucum yettiğince durmaktayım. İşlediğim kusurların şerrinden Sana sığınırım. Bana lutfettiğin nîmetleri yuce huzûrunda minnetle anar, gunĂ‚hımı îtirĂ‚f ederim. Beni affet; şuphe yok ki gunahları Sen ’den başka affedecek yoktur.”
Rasûl-i Ekrem -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-, sozune şoyle devam etti: “Her kim, bu seyyidu ’l-istiğfĂ‚rı sevĂ‚bına ve fazîletine butun kalbiyle inanarak gunduz okur da o gun akşam olmadan olurse cennetlik olur. Yine her kim, sevĂ‚bına ve fazîletine gonulden inanarak gece okur da sabah olmadan olurse cennetlik olur.” (BuhĂ‚rî, DeavĂ‚t, 2, 16; Ebû DĂ‚vûd, Edeb, 100-101; Tirmizî, DeavĂ‚t, 15; NesĂ‚î, İstiĂ‚ze, 57)
Hakîkaten CenĂ‚b-ı Hakk ’ın nîmetleri, bizim şukrumuzun erişemeyeceği kadar sayısızdır. Âyet-i kerîmede buyrulur: “O size istediğiniz her şeyden verdi. AllĂ‚h ’ın nîmetlerini saymaya calışsanız, saya­mazsınız! Doğrusu insan, (AllĂ‚h ’ın sonsuz nîmetleri karşısında) cok zĂ‚lim (ve) cok nankordur!” (İbrĂ‚hîm, 34)
TĂ‚biînin ileri gelen Ă‚limlerinden AtĂ‚ bin Ebî RebĂ‚h -rahmetullĂ‚hi aleyh- Peygamber Efendimiz ’in istiğfĂ‚r ve şukru ile alĂ‚kalı şoyle bir hĂ‚dise anlatıyor: Hazret-i Âişe ’ye: “–AllĂ‚h Rasûlu ’nde gorduğun en hayranlık verici hĂ‚li bana anlatır mısın?” dedim.
Âişe vĂ‚lidemiz: “–Onun hangi hĂ‚li hayranlık vermezdi ki!” dedi ve şoyle devam etti: “–Bir gece yanıma geldi, yatağa girdi, bir muddet sonra: “–MusĂ‚ade edersen kalkıp Rabbime ibĂ‚det edeyim.” dedi.
Ben de: “–VallĂ‚hi seninle berĂ‚ber olmayı cok isterim, ancak senin sevdiğin şeyi daha cok severim.” dedim.
Bunun uzerine kalktı, abdest aldı, sonra namaza durdu ve ağlamaya başladı. O kadar ağladı ki gozyaşları goğsunu ıslattı. Sonra rukûya vardı, yine ağladı, sonra secdeye vardı, secdede iken de ağladı, sonra secdeden başını kaldırdı yine ağladı. Bu durum, tĂ‚ BilĂ‚l -radıyallĂ‚hu anh- gelip de sabah ezĂ‚nını okuyuncaya kadar devam etti.
Hazret-i BilĂ‚l, Habîb-i Ekrem Efendimiz ’in ağladığını gorunce: “–Ey AllĂ‚h ’ın Rasûlu, gecmiş ve gelecek butun gunahların affedildiği hĂ‚lde seni bu kadar ağlatan nedir?” diye sordu. Efendimiz -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-: “–(YĂ‚ BilĂ‚l!) AllĂ‚h ’a cok şukreden bir kul olmayayım mı? VallĂ‚hi bu gece bana oyle bir Ă‚yet indirildi ki, onu okuyup da uzerinde tefekkur etmeyenlere yazıklar olsun!” dedi ve şu Ă‚yet-i kerîmeleri okudu: “Şuphesiz ki goklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gunduzun birbiri ardınca gelişinde, akl-ı selîm sĂ‚hipleri icin (AllĂ‚h ’ın birliğini gosteren) kesin deliller vardır. Onlar, ayakta dururken, otururken, yanları uzerine yatarken (her an) AllĂ‚h ’ı zikreder, goklerin ve yerin yaratılışı hakkında derin derin tefekkur ederler ve «Rabbimiz! Sen bunları boşuna yaratmadın. Sen ’i her turlu noksan sıfatlardan tenzîh ederiz, bizi cehennem azabından koru!» (diye yalvarırlar.)” (Âl-i İmrĂ‚n, 190-191) (İbn-i HibbĂ‚n, II, 386)
RasûlullĂ‚h -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- bu sozleriyle, CenĂ‚b-ı Hakk ’ın bahşetmiş olduğu nîmetlerin, kulluğu azaltmaya değil, aksine teşekkuru artırmaya vesîle olması gerektiğini bildirmiştir. Âyet-i kerîmelerde husûsiyle uc şeye dikkat cekilmiştir. Bunlar azamet-i ilĂ‚hiyeyi tefekkur, bu azamet karşısında insanın acziyetini idrak ve bunun tabiî bir neticesi olarak Yuce DîvĂ‚n ’a ilticĂ‚ ve yakarıştır. Bu Ă‚yet-i kerîmeler nĂ‚zil olduğu gece AllĂ‚h Rasûlu -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-, gokteki yıldızları imrendirecek gozyaşları ile sabaha kadar ağlamıştı. AllĂ‚h ’ın lutfu ile mu ’minlerin de gozyaşları, muhakkak ki fĂ‚nî gecelerin ziyneti, kabir karanlıklarının aydınlığı, Ă‚hiretteki cennet bahcelerinin şebnemleridir.
HANGİ VAKİTLERDE TOVBE ETMELİ? Tevbenin en kıymetli vakitleri seherlerdir. Ce­nĂ‚b-ı Hak, ilĂ‚­hî nî­met­le­re maz­har ola­cak bah­ti­yar kul­la­rının s­eher­le­ri ihyĂ‚ eden takvĂ‚ sĂ‚hibi kimseler olduğunu şoy­le beyĂ‚n bu­yu­rur: “O mut­ta­kî­ler, ge­ce­le­ri pek az uyur­lar, se­her va­kit­le­rin­de de is­tiğ­fĂ‚­ra de­vĂ‚m eder­ler­.” (ez-ZĂ‚­ri­yĂ‚t, 17-18) “(O Rah­mĂ‚n ’ın kul­la­rı ki,) Rab­le­ri­nin hu­zû­run­da sec­de­le­re ka­pa­na­rak ve kı­yĂ‚­ma du­ra­rak ge­ce­le­ri­ni ih­yĂ‚ eder­ler.” (el-Fur­kĂ‚n, 64)
Seherlerden sonra nasıl ki şafak vakti gelip karanlıklar uzaklaşır ise seher vakit­lerindeki istiğfĂ‚rlar da, gunah karanlıklarından kurtulup nûrlu mağfiret şafaklarına kavuşmamızın rahmet iklîmidir!
Dipnot: [1] RahmĂ‚n, mubĂ‚lağa sîğası olup “rahmeti bol olan” demektir. Rahîm ise istimrar ifĂ‚de ederek “rahmet eden ve rahmetini mahlûkĂ‚tına ulaştıran” demektir.
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Nebiler Silsilesi 1, Erkam Yayınları
İslam ve İhsan
PEYGAMBER EFENDİMİZİN YAPTIĞI TOVBE DUASI - VİDEO