
Satırlardan değil, sadırlardan yukselsin sesimiz. Merhamet sadece şiir mısralarında, kitap sayfalarında kalmasın.Bir cığlıktır bu. Suları cekilmiş toprağın, yağmuru doluya donmuş bulutların ve hangi yone eseceğini bilemeyen deli ruzgÂrların ahengi bozulan dunyaya karşı yukselen merhamet cığlığı... Fıtratını bozduğumuz yaşlı dunyamızda kirlettiğimiz denizlerin, umursamadığımız bozulan cevre dengesinin ve deldiğimiz ozon tabakasının musebbibi olan biz insanlara, dunyaya ayak bastığımız ilk gun gibi hesapsız, kinsiz, garazsız, temiz olma cağrısıdır bu.
MERHAMET CAĞRISI Kıyıya vuran balinalara, kutuplarda katledilen fok balıklarına, nesli tukenen Afrika maymunlarına gosterilen hassasiyeti anlarız. Ancak boğazı kesilip oluk oluk kanı akıtılan yuzbinlerce insana ve yok edilen onuruna duyarsız olunmasına asla kayıtsız kalamayız. Bu carpıklığa karşın, dini, ırkı ne olursa olsun kuresel işgale uğrayan kalplerde bir diriliş icin merhamet cağrısı yapalım hep beraber.
Satırlardan değil, sadırlardan yukselsin sesimiz. Merhamet sadece şiir mısralarında, kitap sayfalarında kalmasın. Hasretini duyduğumuz guzel dunyanın imarı icin gonul seferberliği icinde kendimizi, kentimizi ve dunyamızı yeniden imar etmek icin, sığınalım Rabbimizin merhametine…
Merhametinin nihayetsiz olduğuna inandığımız, bizi şefkatiyle, rahmetiyle kuşatan ve sayısız isyanımıza, nisyanımıza rağmen yine merhamet kapısını acık tutan Rabbimizin rahmet pınarından ne olurdu bir damla kuruyan gonullerimize akıtabilseydik! Ne olurdu goz pınarlarımız bu kadar kurumadan, gozu yaşlı Rahmet Peygamberinin mubarek gozlerinden akan yaşlardan bir katre de bizim gonlumuze duşseydi! Ne olurdu ağıtını yaktığımız, yasını tuttuğumuz Kerbel ’nın icimize duşurduğu ateş, bizim kinimizi, nefretimizi değil de merhametimizi, şefkatimizi buyutseydi. Heyhat! Alamadık alınması gerekenleri. Goremedik yıllarca icimize atılan fitne tohumlarını. Hissedemedik dost gorunumlu duşmanlarımızın hilelerini.
MERHAMETSİZLİĞİN SEBEBİ NEDİR? Bu gun insanlık urkutucu boyutlara varan, acımasızlık, tahammulsuzluk ve bencillik sarmalı icerisinde vicdanını koreltmiş, duygularını yitirmiş ve merhamet yoksunu olmuş bir haldedir. Merhametsizlik, kitlesel bir eylem halini almış. İnsan, kendi cinsini adeta parcalıyor, katlediyor, yok ediyor. Bu denli korkunc bir duruma gelişimizin altında yatan sebepler nelerdir acaba? Son yuz yılda bu kadar hak, hukuk, insanlık soylemleri geliştirilirken aksi yonde yukselen bir tahammulsuzluk ve merhametsizliğin sebebi nedir acaba?
İnsanlık Âleminde, kendi cıkarlarını korumak adına her turlu insanî değeri ayaklar altına alan dini başka, dili başka, kulturu başka toplumların feryadımızı duymasını beklemiyoruz. Cunku medeniyetlerini kan ve somuru uzerine kuranların merhamet gibi bir hassasiyetleri olamaz. Bundan dolayı kendi halimize ağlama anlamında, aynayı kendimize tutalım, aynı din mensubu, aynı dili konuşan aynı toprağın evlatları olarak bizlere ne olduğunun cevabını arayalım.
GONUL COĞRAFYAMIZ ‘‘Gonul Coğrafyamız ’ ’ olarak bildiğimiz, gonullerimizde nÂdîde yeri olan, şehirlerinden İslam kokusu gelen, medeniyet beşiği, insanlığın şaheserleri olmuş topraklarımıza, bu toprakların cocuklarına ne oldu da kılıcları kardeşlerinin kanları ile boyanır oldu? Her aklımıza geldikce, Şam-ı Şerif, Bağdat, Kerkuk, Musul ve Kudus; nutkumuz tutuldu, yuzumuz soldu, gozlerimiz nemlendi. Biz neden kaybettik merhamet gibi bir hazinemizi! Neden kaybettik urperen yureğimizi, titreyen kalbimizi ve yaşaran gozlerimizi!
Merhamet, katledilen, masumluğunda şuphe olmayan minik yavruların solan gozleriyle, duran kalpleriyle sanki mezara gomuldu bizim topraklarımızda. Merhamet, ozunu ve gozunu kan burumuş, kardeşine sıktığı merminin ucunda sonsuza dek kayboldu gitti. Merhamet, kadınların, cocukların, yaşlıların her şeyden ote ‘insan ’ ın can veren bedeninde bir hayal olup uctu gitti.
OKSUZ ŞEHİRLER Coğrafyamız boyle. Gonul coğrafyamız dediğimiz bu oksuz şehirler ne acı ki boyle! Yazmaya utandığımız, soylemekten ar ettiğimiz bir merhametsizlik ateşi kule cevirdi, bir zamanlar baharın masal dunyasına cevirdiği kentlerimizi. Bir vakit taş duvarlarında ve asude sokaklarında cıvıl cıvıl koşan masumların tatlı sesleri yankılanırken, kurşunların delik deşik ettiği beyaz evlerin onunde beyaz ortusu ile oturan annelerin sadece hayalleri kaldı. Merhametsizlik ateşinin yaktığı şey, annelerin yureklerinde yavrularına duyduklarıydı. Bir kuşun gagasıyla yavrusunu beslemesi, bir yağmur tanesinin tomurcuğa hayat olması, bir şefkat elinin yetimin başını okşamasıydı merhamet. Diğer taraftan harabelerin icinde insanlığını arayan yetimler, oksuzler, bizim kardeşlerimizdi. Namusu kirlenen kadınlar, gecmişi ve geleceği elinden salınan nice insan bizden biriydi.
Biz, azar azar kaybettik insanlığımızı. Etrafa bakmadan, gayriyi suclamadan, soylediklerimiz de kendimize, yazdıklarımız da, feryadımız da… Bir tarafta kendi dingin dunyamızda, bizim gibi duşunen, bizim gibi yaşayan ve kendi dunyasının sınırları icinde kendi has odasında hayatını surduren insanlarla mutlu-mesut devam ederken diğer tarafta yangın yeri olan koca bir coğrafyayı ve orada zillete mahkûm edilen milyonlarca insanı gormeliyiz. Gormeliyiz, elimizden alınan nesilleri. Mankurtlaştırılan yavrularımızı. Kendisine sığınan muhaciri acımadan hunharca katleden insan bizim toprağımızda boy verdi. Paylaşmayan, tahammul etmeyen, kanaatten uzak bu şehir insanı, merhametsiz bir iklimin ardından ortaya cıktı.
MAHALLENİZDEN DIŞARI CIKIN! Biz dunyamızın kapılarını acmalıyız. Pencerelerimizi acmalıyız ki ust katımızdan alt katımızdan, yan komşumuzdan yukselen feryatları duyabilelim. Kendi mahallemizden dışarı cıkmalı, başka semtlerde yaşanan hayatları gormeliyiz. Merhamete susamış milyonlarca insana ulaşabilecek bir ışığımız olmalı. Dunya evimizle cami, evimizle sohbetimiz, evimizle yakın dostlarımızdan ibaret değil. Dunyanın derdini kalbimizde duymak gibi bir derdimiz, bir gayretimiz yoksa sadece kendi dunyamızın efsunlu atmosferinde kendimizi avutmaktan oteye gecemeyiz.
Kaynak: Salih Zeki Meric, Altınoluk Dergisi, Sayı: 378, Ağustos 2017
İslam ve İhsan