
Allah icin sevmenin, buna teşvik etmenin fazileti. Kişinin sevdiği kimseye onu Allah icin sevdiğini soylemesi ve sevildiğini oğrenen kimsenin soyleyeceği sozler.ALLAH İCİN SEVMEKLE İLGİLİ AYETLER
“Muhammed, Allah ’ın elcisidir. Onunla beraber bulunanlar kÂfirlere karşı cok şiddetli ve metin, kendi aralarında pek yumuşak ve gayet merhametlidirler. Onları rukû ve secde ederken, Allah ’tan lûtfunu ve hoşnudluğunu dilerken gorursun. SîmÂları yuzlerindeki secde izinden bellidir. İşte bu, onların Tevrat ’ta anlatılan vasıflarıdır. İncil ’deki vasıfları da şoyledir: Bir ekin tohumu gibidirler ki, o tohum filiz cıkarır, filizleri kuvvetlenir, kalınlaşır, sapı uzerinde dimdik durur. Bu ciftcilerin hoşuna gider. Allah bunları boylece coğaltıp kuvvetlendirmekle kafirleri ofkelendirir. Onlardan iman edip yararlı işler işleyenlere Allah bağışlanma ve buyuk bir ecir va ’detmiştir.” Fetih sûresi (48), 29
Hz. Peygamber ’in cevresindeki ilk muslumanları, ashÂb–ı kirÂmı Tevrat ve İncil ’deki sıfatlarıyla tanıtan Âyet-i kerîmenin, “kendi aralarında pek yumuşak ve gayet merhametlidirler” kısmı, konumuzu ilgilendirmektedir. Zira bu sıcak ve samimi dostluk ve anlayış ancak birbirlerini karşılıklı olarak sevmekle kurulabilir. Merhamet sevgiden doğar, şefkat sevginin sonucudur.
Burada ashÂb-ı kirÂmın ve tabiî İslÂm toplumunun nasıl sevgi, kulluk ve ihlas temelleri uzerinde oluştuğu, bir tohumun, sapları uzerinde dimdik duran ve ciftcilerin hoşuna giden ekin haline gelişiyle temsîlî olarak anlatılmaktadır. Bu hızlı ve sağlıklı gelişme, imansızları, sevgisizleri Âdeta kudurtmuş, cıldırtmıştır.
Muslumanların birbirlerini Allah icin sevmeleri onları duşmanlarına karşı cok cetin ve metin bir bunye haline getirir.
Bu Âyet-i kerîmeden onceki Âyette İslÂm ’ın butun dinlere ustun geleceği mujdesi verilmektedir. Bu mujde hic kuşkusuz, gecmişte olup bitmiş bir gelişmenin mujdesi değildir. O, uzak gelecekleri de icine alır. Boylesine buyuk ustunlukleri gercekleştirecek muslumanların ana vasıflarının başında birbirlerini Allah icin sevmeleri bulunmaktadır.
“Daha onceden Medine ’yi yurt edinmiş ve gonullerine imanı yerleştirmiş olan kimseler, yanlarına hicret edip gelenleri severler.” Haşr sûresi (59), 9
Medineli muslumanların, muhÂcirlere karşı tutumları tam mÂnÂsıyla bir sevgi zeminine oturuyordu. Kendileri, butun varlıklarını Mekke ’de bırakıp goc etmiş ve bu yuzden de fakir duşmuş bulunan muhacirleri hemen her şeylerine ortak edecek derecede onlara yakınlık gostermişler ve imkÂnlarını seve seve onların istifadesine sunmuşlardır. Allah TeÂlÂ, bu Âyette onların bu ustun vasıflarını bildirmekte, dostca munÂsebetlerin temelinde sevginin bulunduğunu, bu noktada ensÂr-ı kirÂmın ornek teşkil ettiğini herkese duyurmaktadır.
MuhÂcirlerin gelişinden once Medine ’yi yurt ve iman evi olarak hazırlamış olan ensar, muhÂcirleri kendilerine tercih edecek derecede severlerdi. Onların bu sevgileri, her hangi bir karşılık beklemekten kaynaklanmıyordu. Onlar, Allah icin sevdikleri Mekkeli muslumanları yine bu sevgilerinin gereği olarak ağırlıyorlar, barındırıyorlardı. Fazilet ve ustunlukleri işte bu noktadaydı, buradan doğmaktaydı.
O halde sevgiye Allah rızÂsı dışında bir karşılık duşunmemek gerekmektedir.
ALLAH İCİN SEVMEKLE İLGİLİ HADİSLER
Enes İbni MÂlik radıyallahu anh ’den rivayet edildiğine gore Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şoyle buyurdu:
“Uc ozellik vardır; bunlar kimde bulunursa o, imanın tadını tadar:
Allah ve Resûlunu, (bu ikisinden başka) herkesden fazla sevmek.
Sevdiğini Allah icin sevmek.
Allah kendisini kufur bataklığından kurtardıktan sonra tekrar kufre donmeyi, ateşe atılmak gibi cirkin ve tehlikeli gormek.” (BuhÂrî, ÎmÂn 9, 14, İkrah 1, Edeb 42; Muslim, ÎmÂn 67. Ayrıca bk. Tirmizî, ÎmÂn 10)
İMANIN TADI “SEVGİ VE HOŞNUTLUK”
Hadîs-i şerîflerde imanın tadı, tatlı bir deyimle “halÂvetu ’l-îmÂn” veya “ta ’mu ’l-îmÂn” olarak dile getirilmiştir. Muhaddis NesÃ‚î ’nin bir rivÂyetinde “halÂvetu ’l-îmÂn” yerine “halÂvetu ’l-İslÂm” denilmiş, Âdeta, iman ve İslÂm ’ın tadının birbirinden ayrılmazlığına dikkat cekilmiştir.
Peygamber Efendimiz ’in amcası Hz. Abbas ’dan rivayet edildiğine gore, imanın tadı ile ilgili olarak, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şoyle buyurmuştur:
“Allah ’ı rab, İslÂm ’ı din, Muhammed ’i peygamber olarak benimseyip onlardan rÂzı olan kimse imanın tadını tatmıştır” (Muslim, İmÂn 56)
Enes İbni MÂlik radıyallahu anh ’den rivÂyet edilen bir hadiste de Efendimiz şoyle buyurmuştur:
“Uc ozellik vardır; kimde bunlar bulunursa, cehennem ona, o da cehenneme haram olur: Allah ’a inanmak, Allah ’ı sevmek ve ateşe atılıp yanmayı, kufre donmeye tercih etmek” (Ahmed İbni Hanbel, Musned III, 114).
Naklettiğimiz bu rivÂyetlerden cıkarılabilecek ilk ve genel sonuc, imanın tadına erebilmenin temel şartının sevgi ve hoşnutluk olduğudur.
MUMİNLERİ İMANIN TADINA ERİŞTİRECEK UC OZELLİK
Şimdi muminleri imanın tadına eriştirecek uc ozelliği kısaca inceleyelim:
Allah ve Resûlunu, herkesten (ve herşeyden) fazla sevmek.
Âlimlerimiz tat anlamına gelen halÂveti, itaattan zevk almak, Allah ve Resûlu ’nun hoşnudluğu uğrunda zorluklara goğus germek ve bunları dunyevî cıkarlara tercih etmek olarak yorumlamışlardır. Bu gerceğin hadisteki ifÂdesi, “Rab olarak Allah ’tan, din olarak İslÂm ’dan, Peygamber olarak da Muhammed aleyhisselÂm ’dan rÂzı olmak”tır. Rız “bir şeyle yetinip başka bir şey aramamak” demektir. Sevilen ve benimsenen şey, seven ve benimseyene kolay gelir. Kolay gelen şey ise, rahatlıkla yapılır. Zevkle yerine getirilir. O halde Allah ve Resûlu ’nu her şeyden fazla seven mu ’mine, butun dini gorevler kolay ve zevkli gelir. Tenbellik ve tereddut gostermeden her emri gucu olcusunde yerine getirir. Bu da mu ’mini “inanc adamı” seviyesine ulaştırır. Cunku rızÂ, gonlunu ve ozunu sevgiliye adamaktır. Başka bir ifÂde ile rızÂ, mu ’minin, gonlunu mu ’min olmayana kaptırmaması demektir.
“İnandım” deyip inandıklarına karşı guvensizlik anlamına gelecek davranışlarda bulunmak zevksizliğin asıl sebebidir. Ağzının tadı bozulmuş olan insana, en usta aşcılar bile yemek beğendiremezler. Zira bozukluk ictedir. İnanc esaslarına karşı rız seviyesinde bir guven duygusuna sahip olmayan kişi de imanından ve ibadetlerinden zevk alamaz. Bu zevksizliğinin sebebini dışta arar ve hayalî bir takım suclular icÂd eder. Oysa asıl sebep icindeki rızÂsızlık, guvensizlik, bir başka deyimle kalitesizlik ’tir. Efendimiz ’in şu beyÂnları bu konuda ne kadar dikkat cekicidir:
“Hicbiriniz, duyguları benim getirdiklerime tÂbi olmadıkca, imanın zevkine varan kÂmil mu ’min olamaz”(Beğavi, Şerhu ’s-sunne, I, 160).
Sevdiğini Allah icin sevmek.
Sevgi, yaratılıştan sahip olduğumuz bir duygudur. Herkes birşeyleri sever. Bir anlamda insanın gercek kolelik zinciri sevgisidir. Zira insana kafa, kalb ve karnından nufûz edilebilir. Kalbi kazanılmış ya da kalbini kaptırmış insan, sevdiğinin mecnûnudur.
“Allah icin sevmek” bir anlamda sevgiye, sevgiden başka karşılık tanımamaktır. İşte bu anlamdaki sevgi, imana derinlik ve zevk katmaktadır. İnsan da imanın tadını boylece tatmaktadır.
Sevgide olcuyu kacırmak, insan icin aklını yitirmek kadar kotu neti-celer doğurabilir. Gonlunu ağyÂra kaptırmış bir kişi, duşman istilÂsına uğramış ulke gibidir. Hicbir yerinde, hic bir koşesinde huzur yoktur. İman izzetine ters duşen bir sevgi, mumini kendi kendisini inkara goturur. Bu da imanı ortadan kaldırır. İman olmayınca onun tadından bahsetmek zaten mumkun değildir.
Hadisimizin konu ile ilgili asıl noktası da burasıdır.
Kufre donmeyi, ateşe atılmak gibi cirkin ve tehlikeli gormek.
Bu, en kısa ifÂdesiyle imansızlığı duşunmemek, boyle bir şeyi aklından gecirmemek demektir. Bir şeyin tadını cıkarabilmek icin ondan ayrılmayı duşunmemek gerekir. İmanın tadı da ona surekli sahip olma isteğine bağlıdır.
Hadisimizde “imandan donmek” ile “ateşe atılmak” arasında bir bağ kurulduğu dikkatinizi cekmiş olmalıdır. Bu, imanın cennette, kufrun cehennemde olduğu temel inancının bir yansımasıdır. Yani acık şekilde, imansızın yerinin cehennem olduğu bildirilmektedir.
Ateşte yanmayı aklı başında olan hic kimse istemez. Onun ne dayanılmaz bir acı ve elem kaynağı olduğunu bilir. İmansızlığı da boyle bilmek ve imana ne pahasına olursa olsun sahip cıkmaya calışmak, onun zevkine ermek demektir.
Netice olarak, imanın tadını cıkarabilmek icin duygusal değil, aklî bir sevgi ve tercihe sahip olmak gerekmektedir. Nitekim Peygamber Efendimiz ’in konuya ait bir duası şoyledir:
“Allahım, imanı bize sevdir. Kalblerimizi imanla susle. Kufru, fıskı ve isyÂnı bize cirkin goster. Bizi doğruyu bulanlardan kıl!” (Ahmed İbni Hanbel, Musned , III,424).
HADİSTEN OĞRENDİKLERİMİZ
1- İmanın tadını cıkarabilmek icin Allah ve Resûlunu her şeyden fazla sevmek, sevdiklerini Allah icin sevmek, imandan sonra kufre donmeyi ateşe atılmak gibi kotu gormek ve boylesi bir bilinc icinde olmak gerekmektedir.
2- Bir kimseyi Allah icin sevmek demek, sevdiğine karşı iyilikle artmayan kotulukle eksilmeyen bir sevgi duymak demektir.
3- Kufre donmesi icin karşılaştığı baskılara olum pahasına da olsa sabreden kimse, boyle davranmayandan daha ustundur.
Kaynak: Prof. Dr. M. Yaşar Kandemir, Riyazus Salihin, Erkam Yayınları
İslam ve İhsan