
Dostluk; sevenin sevilende kendi husûsiyetlerini gormesinden kaynaklanır. Gercek dostlar arasındaki muhabbet, fizikteki birleşik kaplar misÂli, his ve fikirlerde aynîleşmeyi sağlar. Zîr gercek dostluk, iki gonul arasındaki cereyan hattı gibidir. Bu cereyanla yÂni muhabbet akışı ile dostların her hÂli birbirine sirÂyet eder.
Bu itibarla gercek dostluk; ayrı bedenlerin bir kalp ile yÂni aynı duyuşlar icinde yaşamasıdır. Dostluğun yaşatılması da dostların her hÂdise karşısında aynı duygulara sahip olmasına bağlıdır.
DOSTLUĞU OLUŞTURAN UNSUR NEDİR?
Dolayısıyla duygu muşterekliğine sahip olmayanların, akrabÂlık veya arkadaşlık gibi zÂhirî veya tesÂdufî yakınlıklarının gercek dostlukla alÂkası yoktur. Nitekim Ebû Leheb, Hazret-i Peygamber ’in oz amcası olduğu hÂlde, O ’na en uzak duşen bedbahtlardan biriydi. Bu yuzden dostuyla kalbî beraberliğe sahip olmayan, onun sevinciyle sevinip huznuyle mahzun olmayanların dostluk iddiÂları, dort duvar arasındaki kuru beraberlikler gibi, bir kıymet ifÂde etmez.
Dostluğun temel harcı muhabbettir. Hakîkî muhabbet; cefÂları safÂ, zahmetleri de rahmet hÂline getirir. Bu itibarla bir kimsenin muhabbetinin gercek olup olmadığını anlamak icin sevdiğinin meşakkatlerine ne kadar tahammul gosterebildiğine bakmak kÂfîdir.
Nitekim CenÂb-ı Hak da en cok, dostluğun zirvesinde yaşayan peygamberlerini cile cemberinden gecirmiştir.
Dostlarla kalbî beraberlik durumunda, onların sundukları en acı yemişler ve zehirle pişmiş aşlar bile tatlılaşır. Hazret-i MevlÂn ’nın ifÂdesiyle:
“Bir dosta, dostun cefÂsı nasıl ağır gelir ki?.. Cef ve ızdırap bir şeyin ici gibidir. Dostluk onun kabuğuna benzer. Dostluğun belirtisi belÂlardan, Âfetlerden, mihnetlerden hoşlanmak değil midir? Dostluk, (her ahvÂlde karakteri değişmeyen bir) altın gibidir. Bel ise ateşe benzer. HÂlis altın, ateş (yÂni ıztıraplar) icinde saf bir hÂle gelir.”
“Dostlarla oturan kişi, kulhanda alevler icinde bile olsa, (o dostluğun lezzetiyle) gul bahcesinde oturuyor gibidir.”
GERCEK DOSTLUK NASIL OLUR?
İnsanı olgunlaştıran, cilelerdir. Bir sÂhildeki taşlara baktığımız zaman, uzerinde hicbir sivrilik ve puruzun kalmamış olduğun goruruz. Zîr dalgalar asırlarca onları dove deve butun sivriliklerini Âdeta torna etmiştir. Cileler de boyledir.
Bu bakımdan gercek dostluk, hayatın sadece rahat zamanlarında, iyi gunlerinde yaşanan dostluk değildir. Asıl dostluk, zor zamanlarda da gosterilebilen dostluktur ki insanın olgunluğunun da nişÃ‚nesidir. EnsÂr-MuhÂcir dostluğu bunun en parlak misÂlidir.
Oyle ki EnsÂr-ı KirÂm, Âdeta mal beyÂnında bulunarak, butun varlıklarını ortaya koyup MuhÂcir kardeşleriyle eşit olarak boluşmeyi goze alabilmişlerdir. Buna mukÂbil gonulleri birer kanaat hazinesi hÂlinde olan MuhÂcirler de istiğn gostererek:
“–Malın ve mulkun sana mubÂrek olsun kardeşim, sen ban carşının yolunu goster, yeter!” diyebilme olgunluğunu gostermişlerdir. (Bkz. BuhÂrî, Buyû, 1)
Zîr onlar, dostluğun merkezine Mevl ve Rasûlu ’nu yerleştirdiler. Butun kalbler: “Allah bizden ne ister, RasûlullÂh bizi nasıl gormek ister?” diye ulvî bir heyecan icindeydi.
Hazret-i Ali -radıyallahu anh-, Allah ve Rasûlu ’ne olan dostluğunun bir nişÃ‚nesi olarak, Hicret gecesi suikastciler tarafından oldurulmeyi goze alıp Efendimiz ’in yatağına uzandı.
Yine Allah ve Rasûlu ’ne bir vef borcu olarak genc sahÂbîler, Efendimiz ’in İslÂm ’a dÂvet mektuplarını cellÂtların onunde yuruyerek kralların huzûrunda okumayı canlarına minnet bildiler.
EN GUZEL DOSTLUK TİMSALİ; ENSAR VE MUHACİRLERİN DOSTLUĞU
Yine EnsÂr ve MuhÂcirler, her hususta kendilerinden once din kardeşlerinin huzur ve saÂdetini duşunerek hareket ettiler. AshÂbdan CÂbir -radıyallahu anh- bu dostluk manzaralarından birini şoyle anlatır:
“EnsÂr, hurmalarını devşirdiklerinde bunları ikiye ayırırlar, bir tarafa cok, diğer tarafa da az hurma koyarlardı. Daha sonra az olan tarafa hurma dallarını koyar(ak o tarafı cok gosterip) MuhÂcirlere; «Hangisini tercih ederseniz alın.» derlerdi. Onlar da (cok gorunen yığın EnsÂr kardeşlerimizin olsun diye, az gorunen yığını alırlar) ve boylece hurmanın coğu onlara giderdi. EnsÂr da bu şekilde az olan kısmı kendilerine ayırmış olurlardı...” (Heysemî, X, 40)
DOSTU İCİN CANINI FEDA ETTİ
Dostluk ve vef hissinin tÂrihimizden şÃ‚heser bir misÂli de Sinan Paşa ve Yavuz Selim HÂn ’ın dostluklarıdır.
Yavuz Selim Han, 22 Ocak 1517 ’de Memlûkleri, RidÂniye ’de mağlûb ederek Mısır ’ı fethetti. Fakat Mısır ’a girmekle iş bitmedi. Memlûk askerleri, dehşet sacan sokak muhÂrebeleri ile mukÂvemet ediyorlardı. Memlûk fedÂîleri, kendilerine Yavuz ’u hedef secmiş bulunuyorlardı. «Yavuz ’u oldurursek, harbi kazanırız » duşuncesinde idiler. Bunu duyan Sinan Paşa, durumu Yavuz ’a arz etti. Yavuz ’un elbiselerini giydi. FedÂîleri kendi uzerine cekti. Yavuz, arkadan yetişip, fedÂîleri bertaraf edinceye kadar Sinan Paşa şehîd oldu.
Yavuz, Mısır ’a girerken, cok mahzun idi:
“–Mısır ’ı aldık, lÂkin Sinan Paşa ’yı kaybettik!..” diyordu. Bu sozleri ile, Âlim ve Ârif bir dostun kaybını, Âdeta koskoca Mısır ’ın fethine denk goruyordu.
HER AN VE DERT ANINDA EN İYİ DOST: ALLAH
VelhÂsıl, asıl dostluk zor zamanlarda da surdurulebilen dostluktur. MevlÂn Hazretleri ’nin buyurduğu gibi:
“Sağlık ve Âfiyet zamanında herkes dosttur. Ama dert Ânında, gam vaktinde Allah ’tan başka eş-dost nerede!
İnsanların coğu, saÂdeti paylaşmakta beraber olmaya gonulludurler. FelÂket, ıztırap ve zorluk zamanlarında ise ortada gozukmezler. Boyleleri dost değil, menfaatlerinin arkadaşıdırlar. Gercek dostlar, safÂda da, cefÂda da zevk ve şevk ile beraber olurlar.
Hazret-i Peygamber -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- gercek dostluğun fazîletini şoyle ifÂde buyurur:
“Yedi sınıf insan vardır ki Allah TeÂl Hazretleri onları hicbir golgenin bulunmadığı bir gunde, kendi (Arş ’ının) golgesiyle golgelendirir… (Bu sınıflardan biri de) birbirlerini Allah icin seven, (birbirlerinin dert ortağı olan) bir araya gelişleri ve ayrılışları bu muhabbetle gercekleşen iki kişidir…” (BuhÂrî, EzÂn, 36)
KAYNAK: Osman Nuri TOPBAŞ, 40 Soru 40 Cevap, Erkam Yayınları
İslam ve İhsan