
Huzursuzluk, yalnızlık, psikolojik cokuntu ve bunalımlar icinde boğuşan topluma care olacak tedavi yontemi nedir? Bunalan cağımıza nasıl bir cozum yolu uygulanmalıdır? İşte cağımız problemlerine cozum yolu...Bunalan cağa tasavvuf uslûbuyla iman, İslÂm ve ihsan aşısı gerekmektedir. Tasavvuf, Allah ’ın yeryuzune indirdiği son ve kÂmil bir din olan İslÂm ’ın engin bir zevk-i selîm, kalb-i selîm ve akl-ı selimle fert ve toplum planında derinlikli bir hayat halinde yaşanmasının bir usulu ve uslûbudur. Bugun, Rabbimizin diriltici İslÂm mesajının, kendimizden başlamak uzere once İslÂm ummetine, sonra da tum insanlığa, tasavvufun gonulleri fetheden sahih uslubuyla yeniden sunulmasının tam zamanıdır. Zira maddeye ram olmuş insanın bunalan gonlune pencere acmak, onu yeniden diriltecek ve kendisine getirecektir.
Tasavvuf, yeni bir din soylemi değildir. Hakk ’ın kullarına en buyuk ihsanlarından biri olan İslÂm ’la insan arasındaki enfusî ve ÂfÂkî engelleri kaldırıp kopruler kuran bir eğitim sistemidir. İman ve İslÂm ’ı ihsan kalitesinde kemÂliyle yaşatma disiplinidir. Yureklere heyecan ve muhabbet aşılamak suretiyle, İslÂm ’ı aşkla ve şevkle yaşamanın adıdır.
TASAVVUF BUGUNE NE SOYLER? GUNUMUZ İNSANINA NE VAAT EDER? İnsanın tabiatı değişmemiştir. Belki ihtiyacları, alışkanlıkları farklılaşmıştır; fakat ilk insandan buyana değişmeyen insanî ozellikler aynen devam etmektedir. Mesel korkuları vardır, rızık endişesi taşır, gelecek kaygısı icini huzursuz eder, başına gelen bel ve musibetler onu umitsizlik girdabına surekler, varlıkla şımarır, yoklukta caresizleşir, olum korkusu yureğini titretir. Uzun emeller, dunyaya karşı aşırı hırslar, bitmez tukenmez ic fısıltılar, vesveseler, vehimler ve daha neler neler insanın yakasını bırakmaz. Yakınların kaybolması ile yaşanan yalnızlık urpertisi, tutunduğu fani dalların bir bir kırılması ve tutunacak bir dal ve dayanacak bir dağ bulamaması hayatı cehenneme cevirir. Sayılan butun bu hadiseler karşısında nasıl bir duruş sergileneceğine dair beşerî tedaviler, psikolojik seanslar coğu zaman yuzeysel tedbirlerden ibarettir ki insanı gercek anlamda huzura kavuşturmaları soz konusu değildir. Kur ’Ân-ı Kerim ve sunnet-i nebevîde bunların receteleri var ise de hangi receteyi ne zaman ve nasıl uygulayacağını coğu insan bilemez. Bilse bile o iradeyi kuşanmakta zorlanır. İşte tasavvuf ocaklarında, insanı, onun nefsini, duygularını, med ve cezirlerini iyi bilen hÂzık tabipler ve pozitif enerji veren iyilik ve takv erlerinin oluşturduğu manevî iklim sayesinde insan, tabii bir şifa ve huzur surecine girmiş olur.
İnsan bugun daha da yalnızlaşmıştır. Kalabalıklar icinde yapayalnızdır. Yalnızlık ise zayıflıktır, huzursuzluk kaynağıdır. Nefsinin, şeytanın ve cevrenin vesveseleri icinde gonlu dumanla dolmuş bir eve donmuştur. Nefes almakta zorlanmaktadır. Hayatı ve hadiseleri bu sisli ve puslu havada doğru gorememenin ve değerlendirememenin karmaşası icinde bir oraya bir buraya coğu zaman maksatsız ve hedefsiz bir şekilde koşuşturmaktadır. Gun gun avunacak oyuncak ve eğlence peşindedir. Kendisine ve hayata dair ulvî hedefler koyamamaktadır. Zira kendi hakikatini ve değerini unutmuştur. İlÂhî mesaj bunun sebebi olarak kişinin Allah ’ı unutmasına dikkat ceker. Evet, Allah ’ı unutan kendi oz hakikatini unutur. İşte tasavvuf tam da bu noktada insanı Allah ’ı hatırlamaya cağırır. Hayata dair meşru hicbir şeyden onu koparmadan hayatın icinde Allah ile birlikte olmanın yolunu gosterir. Allah ile yaşanan bir hayat, kişiyi hicbir zaman yalnızlık girdabına duşurmez. Huzun ve gam boylelerinde mekÂn tutmaz. Tam aksine her şeyde O ’nu goren ve hisseden bir gonul acıklığı icinde her şeyle ulfet eder ve hatta dost olur. Niyazi Mısrî tasavvufi terbiye ile insanın eriştiği bu kıvamı şoyle dile getirir:
Ben sanırdım Âlem icre bana hic yÂr kalmadı
Ben beni terkeyledim gordum ki ağyÂr kalmadı
Tasavvuf dun olduğu gibi bugun de insanı kendine ve Rabbine cağırmaktadır. “Bir ben vardır bende benden icerû” diyerek onu engin ufuklarda kanat cırpmaya davet eder. Et ve kemikten oluşan beden kafesine sığmayacak kadar buyuk ve hatta kÂinatı ve daha da otesini yureğine sığdıracak kadar enginleşebileceğine işaret eder. Daralan insana gercek hurriyetin yolunu gosterir. Ruh kuşunun beden hapsinden kurtulması icin ona bir program sunar. Dunyevî hazların ağında duştukce duşen insanın elinden tutar ve onu gok sofralarına buyur ederek ulvî duyguların semalarında seyran ettirir.
Tasavvuf, hayatın akışı icerisinde selde suruklenen kutukler misali başını bir oraya bir buraya vuran insana, dalgalı denizde nasıl kaptanlık yapılacağının eğitimini verir. Varlıkla kavgalı insan gider, ulfet ve barış icinde Yûnus misali “Dağlar ile taşlar ile cağırayım Mevlam Seni” diyen varlığın ritmine uyum sağlamış mutmain bir kişilik ortaya cıkar.
Tasavvuf dun gercekleştirdiği gibi bugun de sığlaşan edebiyata derinlik katabilecek, sanat ve mimariye ulvî bir ruh ufleyebilecek istidattadır. Basarı (baş gozunu) basiretle (gonul gozu) birleştirecek, gorulenle yetinmek değil, gorunmeyenle bile bir bağ kurdurabilecektir. Hayatı doğumla başlayıp olumle biten bir hayat değil, olumle yeniden doğulan ebediyet Âlemiyle birleşen bir butunlukte anlamamıza ayne ’l- yakîn (gozle gorurcesine bir kıvamda) bir pencere acacaktır.
Tasavvuf bencilleşen, menfaatine kilitlenmiş ve neticede kendisine tapan bencil ve kibirli insanı alır, rahmet peygamberinin izinde etrafına muhabbet ve merhamet kanatlarını acan bir rahmet insanı inşa eder. Tasavvuf bunu dun yaptı, bugun yapmaya devam ediyor ve yarın da yapabilecek kapasitedir. Onemli olan boylesine sıhhatli ocakların varlığını surdurebilmektir. Bu ocakların boylesi derya gonullu insanlar yetiştirebilmesidir.
TASAVVUF BUGUNE NE SOYLER? “Tasavvuf bugune ne soyler?” sorusuna tasavvufun tarihine bakarak “Tasavvufun bugununun insanına soyleyeceği cok şey var; onun buna testedilmiş kabiliyeti var” diye cevap vermek mumkundur. Fakat sorulması gereken bir diğer soru şudur: Tasavvuf bugun gunumuz insanına bu guzellikleri taşıyacak yeterli sayıda maneviyat erine sahip midir? Vadettiği guzelliklerin soz ve hÂl dilini, cağın insanının aklına ve gonlune dokunacak usul ve uslûbu keşfedebilmiş midir? Belki sahih bir silsile ile bu ocakların icinde bulunanların dert edinmesi gereken esas soru budur. Yoksa bugunun insanı dune gore tasavvufî terbiyeye ve onun engin ufuklarına cok daha fazla muhtactır. Uyandırılmayı bekleyen gonulleri tutuşturacak gonuller var oldukca tasavvufun ocağı da sonmeyecektir.
Kaynak: Dr.Oğr. Uyesi Adem Ergul, Altınoluk Dergisi, 2019 – Aralık, Sayı: 406
İslam ve İhsan
GUNUMUZ İNSANININ EN MUHİM PROBLEMLERİ NELERDİR?