Derviş nedir, kime denir? Nasıl derviş olunur? İşte derviş olabilmenin şartları...Derviş, Allah TeÂl ’ya yakın olma yolunda cabalayan, guzel ahlak sahibi bir mu ’min olabilmek icin maneviyat yoluna duşen insan demektir. Bu sebeple bir tasavvuf yoluna bağlanan kişilere derviş denir. Ancak dervişlik kolay bir iş değildir. Gercek derviş olabilmek icin bazı şartlar vardır.
Tasavvufî eserlerin “ÂdÂbu ’l-murîdîn” yani dervişlerin uyması gereken kurallar hakkındaki bolumlerinde bircok madde sayılmıştır. Bu maddelerden bazıları o kitabın yazıldığı doneme ait gelenek ve edep anlayışını yansıtırken, diğer bazıları her zaman gecerli olan kurallardır.
DERVİŞ OLABİLMENİN ŞARTLARI Dervişliğin butun zaman ve mekanlar icin gecerli olan değişmez şartları ve kurallarını şoyle ozetlemek mumkundur:
1. Derviş, İslamiyet ’in emir ve yasaklarına tam olarak bağlı olmalıdır.
İmÂm-ı RabbÂnî hazretleri: “İnsanlar Âhirette tasavvuftan değil, şeriattan sorguya cekileceklerdir”, buyurmaktadır. Yani kişi kabirde ve Âhirette namaz, oruc, zekat gibi farz ibÂdetleri ile icki, faiz gibi haramdan kacıp kacmadığından sorguya cekilecektir. Tasavvuf, şeriatın aşk ve şevk ile yaşanması icin bir yardımcıdan ibÂrettir. Bu sebeple gercek bir derviş once dinî hukumlere sıkıca sarılmalıdır. AbdulhÂlik GucduvÂnî hazretleri de muridine yaptığı tavsiyede: “Sermayen, fıkıh kitapları olsun”, buyurmuştur.
2. Derviş, ummet kaygısı icinde olmalı, gerektiğinde bu yolda manevî değerleri uğruna canını fed edebilmelidir.
Tasavvuf tarihine bakıldığında bir Nakşibendî mensubu olan Şeyh ŞÃ‚mil ’in Kafkaslar ’da vatan savunması adına yuruttuğu cihad, KÂdirî ve Nakşibendî olan Emîr AbdulkÂdir el-CezÂirî ’nin Fransızlara karşı ulkesi Cezayir ’de yuruttuğu mucadele, Muhammed ZiyÂuddin Nurşinî ’nin 1. Dunya Savaşı ’na muridleriyle birlikte katılması ve bir kolunu kaybetmesi, Uskudar Ozbekler Tekkesi ’nde Şeyh At Efendi ’nin Anadolu ’daki millî mucadeleye destek icin canını hice sayarak yuruttuğu faaliyetler, gercek bir dervişin nasıl olması gerektiği konusunda onumuze ışık tutmaktadır.
3. Derviş, Allah yolunda bir hizmet soz konusu olunca, sağa sola bakmadan “Ben varım” diyebilen kişidir.
BahÂeddin Nakşbend hazretleri tasavvufî eğitimi esnasında şeyhinin tavsiyesi ile yedi yıl boyunca Buhara sokaklarındaki taş, diken gibi insanlara zararlı olacak şeyleri temizlemiş, hasta olan sokak hayvanlarının tedavisiyle meşgul olmuş, Buhara medreselerini de temizleyerek talebelere hizmet etmiştir. Ubeydullah AhrÂr hazretleri de insanlara hizmet gÂyesiyle hamama gider, insanlara kese atar, sonra da para vermesinler diye kacıp gidermiş. Cunku para karşılığında yapılan iş hizmet değil, ticarettir. Hoca AhrÂr şoyle buyururdu: “Biz bu yolu ve manevî hali tasavvuf kitapları okuyarak elde etmedik, insanlara hizmetle elde ettik”. Demek ki gercek derviş, Allah yolunda bir hizmet gundeme gelince şahsî kÂr-zarar hesabı yapmadan koşabilen kişidir.
4. Derviş, şefkatli ve comert olmalıdır.
Şefkat ve comertlik birbiriyle bağlantılıdır. Fakir ve muhtac insanlara şefkat ve merhamet nazarıyla bakabilen kişiler comertce onlara ikramda bulunabilir.
Allah dostlarından Ahmed er-RifÂî bir gece evine geldiğinde iceride bir hırsız olduğunu fark eder. Yanına yaklaşınca hırsız telaşlanır. Ahmed er-RifÂî hazretleri şefkatle: “Oğlum! Galiba bu buğday cuvalını almak istiyorsunuz. Ama buğdaydan ekmek yapmak icin once oğutmek, sonra kepeğini vs. ayıklamak lazım. Bu işler seni yorar. Oysa kilerde hazır un var. Sana ondan vereyim” der. Hırsız şaşkın vaziyette Ahmed er-RifÃ‚î ’yi takip ederek kilere gider.
RifÂî ona: “Bu un cuvalını yukleyecek bineğin var mı?” diye sorar. Adam: Var, deyip kapıdaki bineğini getirir. Kasabanın kenarına kadar hırsıza refakat eden Ahmed er-RifÂî hazretleri ayrılacakları zaman: “EvlÂdım! Senin ihtiyac sahibi olduğunu onceden oğrenip ihtiyacını gidermemiz lazımdı, seni buraya kadar yorduk, bize hakkını helal et!” der. Şaşkınlığı bir kat daha artan hırsızın dudaklarından: “Helal olsun” sozleri dokulur. Ancak koyune donen hırsız Ahmed er-RifÂî hazretlerinin bu şefkat ve comertliğinin tesiriyle sabaha kadar uyuyamaz ve ertesi gun gelip ona murid olur.
Bu tur menkıbelerin tasavvufî kitaplarda kaldığı, gunumuzde orneğinin bulunmadığı zannedilmemelidir. 1993 senesinde İstanbul Umraniye ’de Uhud Oğrenci Yurdu ’nda idareci olarak vazife yaptığım donemde Uhud Camii abdesthanesinde bekcilik yapan altmış yaşlarında bir amcamız vardı. Bir gun: “Allah Osman Efendi ’den binlerce kez rÂzı olsun. Onun iyiliğini unutamam…” gibi sozler soyluyordu. Biz: “Hayrola, ne oldu?” diye sorunca anlatmaya devam etti:
“Kirada oturuyordum, maddî sıkıntı icindeydim. Uskudar ’daki Hudayi Vakfı ’na gittim. Biraz yardım istedim. Belki bir kira miktarı yardım alabilirim diye duşunuyordum. Osman (Topbaş) Efendi bana: “Sizin oralarda bir evin fiyatı ne kadar” diye sordu. Ortalama bir rakam soyledim. Cıkardı o kadar para verdi ve: “Al bu parayı, kendine bir ev al, kiradan kurtulursun” dedi. Ben bu comertliği nasıl unutabilirim, diyordu ağlamaklı gozlerle. Bu hÂdiseyi ne zaman hatırlasam, rahmetli Fahrettin Tivnikli ağabeyimizin: “Muhtac bir insana ikramda bulunurken, oylesine cok vermek lazım ki, adamın yureği hoplasın” sozu hatırıma gelir. Demek ki derviş boyle şefkatli ve butcesi nisbetinde comert olmalıdır.
5. Derviş, nefsini yenen, nefsin kotu ahlakından uzaklaşabilen kişidir.
Nefsin kotu ahlakının başında kibir, hased, riyÂ, dunya sevgisi gibi kotu huylar gelir. İnsan bu sıfatlardan kurtulduğu oranda “derviş” sıfatına yaklaşır. Ubeydullah AhrÂr hazretleri: “Ene ’l-Hak demek kolay, eneyi kırmak zordur” buyurmuşlar (Raûf Ahmed Muceddidî, Durru ’l-maÂrif, İstanbul 1997, s. 66). Eneyi kırmak, benliği, bencilliği, nefsi kırmaktır. Aziz Mahmud HudÂyî Hazretleri Bursa ’da kadı olduğu donemde Şeyh UftÂde hazretlerine murid olmak isteyince UftÂde ona: “Kadı Efendi! Mesleğiniz ve mevkiiniz sizde bir benlik meydana getirmiş. Bu vaziyette manevî yolda ilerlemeniz mumkun değil. Kadılık vazifesini terk eder, sonra da Bursa pazarında sıradan bir elbise giyip ciğer satabilirseniz sizi dervişliğe kabul ederiz” der. Bu zor teklif karşısında once tereddut geciren HudÂyî nefsini kırabilmiş, denilenleri yapmış ve gonuller sultanı bir Allah dostu olmuştur.
ALLAH DOSTU OLMAYI GAYE EDİNEN BİR DERVİŞ Nefsin kotu ahlakından biri de ovulme isteği ve halkın iltifatından keyif almasıdır. Allah dostu olmayı gÂye edinen bir derviş bu tuzaktan da uzak durmalıdır. Rivayete gore BÂyezîd-i BistÂmî hazretleri bir muridi ile hacdan donuyordu. Bir şehre uğradılar. Halk onların etrafına toplandı. Kimisi elini opmek istiyor, kimisi cubbesinin eteğine sarılıyor, kimisi de du istiyordu. Halkın bu iltifatından sıkılan BÂyezîd dağılmalarını istediyse de dağılmadılar. Bunun uzerine cantasından bir borek cıkarıp yemeğe başladı. Oysa o gun Ramazan ayı idi. Halk: “Biz de bunu buyuk velî zannediyorduk, Ramazan gunu oruc yiyor” deyip etrafından dağıldılar. BÂyezîd muridine donup: “Oğlum! Biz seferîyiz. Seferî yani yolcu olan kişinin orucunu yemesi, sonra kaz etmesi dînen helaldir. CenÂb-ı Hakk ’ın izin verdiği bir şeyi yaptık, etrafımızdan dağılıverdiler. Elhamdulillah kalabalıktan kurtulduk” demiştir (Benzeri icin bkz. Hucvîrî, Keşfu ’l-mahcûb, thk. M. Âbidî, Tahran 2006, s. 89).
6. Derviş, manevî rehberine karşı muhabbetli olmalıdır.
İnsanlar muhabbet duydukları kişilere benzemek isterler. Onların ahlÂkıyla ahlaklanırlar. Bu sebeple derviş de ahlÂken ornek aldığı şeyhine muhabbetle bağlanmalıdır. Hz. MevlÂnÂ, Konya ’da Şems-i Tebrîzî ’nin sohbetlerinden istifade ediyordu. Bazı muridleri: MevlÂn artık bizimle fazla ilgilenmiyor, vaktini Şems ’in sohbetini dinlemekle geciriyor, diye dedikodu etmeye başlayınca Şems-i Tebrîzî Konya ’yı terk etti. Bu duruma uzulen MevlÂn icine kapandı. Bir gun bir muridi muziplik olsun diye MevlÂn ’ya: “Efendim! Şems-i Tebrîzî Konya ’ya donmuş” dedi. Hz. MevlÂn cok sevindi, uzerindeki cubbeyi cıkarıp o adama hediye etti. Diğer muridler: “Efendim! Bu adam yalan soyluyor. Şems gelmedi” deyince, Hz. MevlÂnÂ: “Biliyorum, ama yalanı bile guzel. Yalanına cubbemi verdim. Gercek olsaydı canımı verirdim” dedi.
YUNUS EMRE DERVİŞLİĞİ NASIL TANIMLIYOR? Muridin rehber kabul ettiği şeyhine olan muhabbeti zÂhirde ve şekilde kalmamalı, oze inmelidir. Bu konuda şu rivayet meşhurdur: Muridlerinden biri BÂyezîd-i BistÂmî hazretlerine: “Efendim! Kurkunuzden bir parca verseniz de bereket olsun diye uzerimde taşısam”, der. BÂyezîd ona cevaben: “Oğlum! Sen adam olmazsan, kurkume değil, derimi yuzup icine girsen fayda etmez” buyurur.
Dervişlik konusunu Yunus Emre ’nin bu konudaki bazı dizeleri ile bitirelim:
“Dervîş olan kişiler, deli olagan olur,
Aşk neydugin bilmeyen, ana gulegen olur.
Gulme sakın sen ana, eyu degildur sana,
Kişi neyi gulerse, başa gelegen olur…
Dervîş Yûnus sen dahi incitme dervîşleri,
Dervîşlerun du‘Âsı kabûl olagan olur…
Bize gercek dervîş gerek, cihÂn doldı da‘v ile,
Yalan da‘v iderisen aşk n ’eylesun senun ile…
Ben dervişim diyene, bir un edesim gelir,
Seğirduben sesine, varıp yetesim gelir.”
Kaynak: Prof. Dr. Necdet Tosun, Altınoluk Dergisi, Sayı: 357 Sayı
İslam ve İhsan