
Ashab-ı Kehf kimdir? Kur ’an-ı kerim ’de Ashab-ı Kehf kıssası nasıl anlatılmaktadır?Kureyş muşrikleri, Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz ’in peygamber olmadığını Mekkelilere kanıtlamak ve Efendimiz -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- ’i zor durumda bırakmak maksadıyla yahudi Ă‚limlerine danışmaya karar verdiler. Nadr bin el-HĂ‚ris ve Utbe bin Ebî Muayt ’ı Medîne ’deki yahudi Ă‚limlerin yanına gonderdiler. Kitap ehli oldukları icin kitapta gecen nebevî bilgilerden oğrenip Peygamber Efendimiz -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- ’e soru soracaklardı. Onların niyet ve maksatlarını oğrenen Medîneli yahudi Ă‚limleri kendilerine hem taktik vermiş ve hem de soracakları soruyu oğretmişlerdi:
“-Size soyleyeceğimiz uc şeyi O ’na sorun. Eğer onlardan ikisini size haber verir, ucuncusuyle ilgili de cok mĂ‚lumĂ‚t vermezse, O gonderilmiş bir peygamberdir. Eğer hic birine cevap vermez ya da hepsini cevaplandırırsa, yalancı biridir. Bunlar, AshĂ‚b-ı Kehf, Zulkarneyn ve ruhtur.”
Mekke ’ye donduklerinde bu konuşmaları yĂ‚renlerine aktaran Nadr ve Ukbe:
“-Biz sizlere Muhammed ’le aramızda nihĂ‚î hukmu verecek şeylerle geldik!” dediler.
Sonra da Ebû Cehil ile birlikte Efendimiz -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- ’e gelip sorularını sordular. Allah Rasûlu -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-:
“-Hakkında soru sorduğunuz bu şeyleri yarın size bildireceğim!” deyip, “İnşĂ‚allah” kelimesini zikretmedi. On beş gun vahiy gelmedi. Mekkeli muşrikler gelip gittikce kendisiyle alay etmeye başladılar. Bu gecikme, Rasûlullah Efendimiz ’e cok ağır geldi. CenĂ‚b-ı Hak, nihayet sûrelerin en gizemlisini; hikmet, sır ve inananlara mujdeler getiren Kehf Sûresi ’ni indirdi.
ASHAB-I KEHF KISSASI CenĂ‚b-ı Hak:
“Yoksa Sen, Bizim Ă‚yetlerimizden olan AshĂ‚b-ı Kehf ve rakîmi mi şaşırtıcı buldun?” (el-Kehf, 9) buyurarak sûreye AshĂ‚b-ı Kehf kıssası ile başlar. Anlatılan Ă‚yetler hayret verici olsa da, bunda şaşılacak bir şey yoktur. En guzel amelleri, en şaşmaya değer alĂ‚metleri; sonu toprak olan dunya hayatına aldanmayan, denenmiş kimseler icinden ortaya cıkarmak, AllĂ‚h ’ın Ă‚detidir. ŞĂ‚nı yuce olan Allah TeĂ‚lĂ‚, yerleri, gokleri ve icinde bulunan her şeyi, bu kıssada olup bitenlerden daha hayret verici ve goz kamaştırıcı şekilde dizayn etmiş ve kendi varlık ve kudretine bir delil olarak ortaya koymuştur. Tabiî gorebilen gozlere…
Muhammed bin İshĂ‚k ’ın nakline gore, kıssanın gectiği donemde insanların durumu şoyle anlatılmaktadır:
“İncil ehlinin işi altust olmuş, iclerinde suclar buyumuştu. Krallar azgınlık etmiş, putlara tapıp onlara kurbanlar kesmekteydi. Gercek İncil ’e inanan musluman halk, inancında serbest bırakılmamış, turlu şiddet ve işkencelerle putlara tapmaya zorlanmaktaydı.”
Guc, kuvvet ve mevki sahibi inancsızların ilk yaptıkları şey, nefislerini ilĂ‚h edinmek, kulluk ve ibadete yegĂ‚ne lĂ‚yık olan AllĂ‚h ’a inananları zor kullanarak kendilerine benzetmeye calışmaktır. “AshĂ‚b-ı Kehf” (Mağaradaki Gencler) kıssası, boyle fitne zamanlarında inananlardan beklenen duruşu, inanclarında sebat eden samimî mu ’minlerin duĂ‚sına CenĂ‚b-ı Hakk ’ın mukemmel bir yardımla icĂ‚betini anlatır.
Bu zĂ‚lim krallardan biri de Rum krallarından Dakyanus ’tur. Muşriklerden tayin ettiği zĂ‚bıtaları, îman edenleri takip edip gizlendikleri yerlerden cıkararak onları Dakyanus ’a getirir. O da muslumanları putlara kurban kesilen mezbahalara sevk ederek putperestlikle oldurulme arasında secim yapmaya zorlar. Dunya hayatına rağbet edip olumden korkanlar, onun dediğini yaparlar. Ebedî hayatı tercih edenleri de parcalayıp oldurerek şehrin surlarına ve kapılarına astırır. Sıra AshĂ‚b-ı Kehf ’in şehri olan Dekinos ’a gelir.
Kral, askerlerine îman ehli olanların takip edilip yakalanmasını emreder. Buyuk bir surek avı başlar. İnananlar kacıp gizlenir. AhlĂ‚ksızlığın diz boyu olduğu şehirde kralın gozune girerek mevki bekleyen şahsiyetsizler, inananların kim olduğunu ve bulundukları yerleri ihbar ederler. Şehirde kimseye guven kalmamıştır.
“Biz Sana onların kıssalarını gercek olarak anlatacağız. Hakikaten onlar, Rablerine îman eden birkac genc idi. Biz de onların hidayetlerini artırdık.” (el-Kehf, 13)
Bu duruma şahit olup cok uzulen, Allah ’tan başka ilĂ‚h olmadığına kalben inanan, samimî birkac genc yiğitten oluşan az bir topluluğa, CenĂ‚b-ı Hak hidĂ‚yet ve kalplerini takviye etmekle dinde sebatlarını artırarak yardımda bulunur. Nitekim Yuce Allah şoyle buyurmaktadır:
“HidĂ‚yet bulanlara gelince, onların hidĂ‚yetlerini artırdı ve onlara takvĂ‚larını verdi.” (Muhammed, 17)
* * *
Yıllarca ısrarla işlenen gunahlar, tevbe ile temizlenmeyince yaşlı insanların kalplerinde inancsızlığı ve dinde gayretsizliği artırır. Gencler, daha temiz ve gunahsız oldukları icin îmĂ‚nî konularda daha istîdatlıdırlar. Gencler, hakka daha cabuk yonelirler. O sebeple genc nesil, toplumlar icin buyuk ehemmiyet teşkil eder. İbn-i Kesîr tefsirinde şunları belirtir:
“AllĂ‚h ’a ve Rasûlune icĂ‚bet edip cağrılarını kabul edenlerin coğunluğu genc idi. Kureyş ’in yaşlıları ise dinleri uzere kalmaya devam ettiler; onlardan ancak az sayıda kimseler îman etmişti.
TaberĂ‚nî ve İbnu ’l-Munzir, İbn-i Abbas ’tan şoyle dediğini rivayet etmektedir:
«Allah ne kadar peygamber gonderdiyse, mutlaka o genc idi. Daha sonra Yuce AllĂ‚h ’ın:
“«İbrahim adında genc bir yiğidin onları diline doladığını işitmiştik.» dediler.” (el-EnbiyĂ‚, 60)
“Hani MûsĂ‚ genc delikanlısına şoyle demişti...” (el-Kehf, 60) Ă‚yetlerini okudu.
Kehf ashĂ‚bı da “inanmış genc yiğitler”di. Genclerin birbirlerine tesiri cok daha kolay olduğu icin, genc icin arkadaşı cok muhimdir. Dindar bir arkadaş, dîni oğrenmek ve ibadetleri edĂ‚ etmek icin bulunmaz hazinedir. Bunun en buyuk misĂ‚li, inancları uğruna birlikte hareket edip olumu goze alan, AshĂ‚b-ı Kehf ’tir. Bu genc topluluğun vasıfları şoyleydi: Bunlar AllĂ‚h ’a îman etmişti. Allah da kalplerine sabır ve sebĂ‚tı ilham etmiş, sĂ‚lih ameli kolaylaştırmak sûretiyle îmanlarını artırmıştı. O bakımdan onlar her şeyden irtibatlarını koparıp AllĂ‚h ’a yonelebilmiş, insanlardan uzaklaşabilmiş ve dunyaya rağbet gostermemişlerdi.”
* * *
Zorba kralın yardımcıları, bu gencleri ihbar eder. Kral, onları, hucrelerinde bastırıp huzuruna getirtir. Bu şekilde devam edemeyeceklerini soyleyip genclerin putlara ibadet veya olum arasında secim yapmalarını ister.
“(Oranın hukumdarı karşısında) ayağa kalkarak dediler ki: «Bizim Rabbimiz, goklerin ve yerin Rabbidir. Biz, O ’ndan başkasına ilĂ‚h deyip tapmayız, yoksa sacma sapan konuşmuş oluruz. Şu bizim kavmimiz, Allah ’tan başka ilĂ‚h edindiler. Onların ilĂ‚h olduğuna dĂ‚ir acık bir delil getirselerdi ya! AllĂ‚h ’a karşı yalan uydurandan daha zalim kim olabilir?»” (el-Kehf, 14-15)
Karşısında yiğitce ayağa kalkarak AllĂ‚h ’a kulluğu bırakıp da putlara tapmayacaklarını îlan eden bu korkusuz genclere sinirlenen kral, onemli bir iş icin Ninova Şehri ’ne gideceğini, geri donunceye kadar kendilerine duşunmeleri icin muhlet verdiğini soyler. Uzerlerindeki kıymetli elbiselerin soyulmasını emredip onları yanından cıkarır. Kralın tehdit edip korkuttuktan sonra durumlarını gozden gecirmeleri icin onlara sure tanıması, AllĂ‚h ’ın o genclere bir lutfuydu.
Rûhu ’l-BeyĂ‚n Tefsîri ’nde Bursevî Hazretleri, genclerin bir cobanla karşılaştıklarını, cobanın onlarla aynı inanca sahip olup:
“-Madem rûhen kavminizden ayrıldınız, bedenlerinizle de kavminizde ayrılın (dağdaki geniş mağara demek olan) kehfe sığının! Şirk ehlinden uzaklarda, tenhĂ‚ bir yerde yalnızca AllĂ‚h ’a ihlĂ‚sla ibadet edin. Eğer siz boyle bir şey yapacak olursanız, Allah sizin uzerinize sizi kavminize karşı kendisiyle koruyacağı bir rahmet yayar ve işinize buyuk bir kolaylık sağlar, yani kendisinden yararlanacağınız ve size kolay gelecek yollar acar.” (bkz. el-Kehf, 16) diyerek gencleri “Benclus Dağı”nda sarp bir mağaraya gizlenmeye yonlendirir.
Kendisi ve coban kopeği de onlara katılır. Genclerin her biri, babasının evinden bir şeyler alır, bir kısmını sadaka verir, kalan kısmını da yanlarına alarak mağaraya sığınırlar. Gece gunduz namaz kılıp, Allah TeĂ‚lĂ‚ ’ya inleyiş ve feryad ile duĂ‚ ederler. Nafaka işini Yemliha ’ya bırakırlar. O, sabahleyin bir miskin kıyafetine girerek şehre gider, lĂ‚zım olanı alır, biraz da havĂ‚dis araştırıp arkadaşlarına doner.
* * *
İbn-i Kesîr buna dayanarak tefsirinde, insanlar arasında fitnelerin baş gostermesi esnĂ‚sında meşrû olan tutumun bu olduğunu, dînine zarar gelir korkusuyla, fitne ve fitnecilerden kacmak gerektiğini soyler. Hadîs-i şerifte buyrulur:
“Cok zaman gecmeden sizden birinizin en hayırlı malı, dînini fitnelerden kurtarmak uzere, kacmak maksadıyla kendileriyle birlikte dağların tepelerini ve yağmur yağan yerleri takip edeceği birkac koyun olacaktır.” (BuhĂ‚rî, Ebû DĂ‚vûd)
İşte boyle bir durumda insanlardan uzak kalmak meşrûdur, fakat sĂ‚ir hĂ‚llerde meşrû değildir. Cunku bu durumda cemaatlere ve Cumalara gitmek gibi onemli fırsatlar kaybolur.
Hadîs-i şerifte buyrulduğu uzere:
“İnsanlarla oturup kalkan, onların eziyetlerine katlanan mu ’min, onlarla oturup kalkmayan, eziyetlerine katlanmayan mu ’minden daha faziletlidir.” (Tirmizî, KıyĂ‚met, 55/2507)
* * *
Zorba kral şehre donunceye kadar, bu şekilde mağarada kalmaya devam ederler. Kral gelir gelmez bu gencleri aratır ve babalarını yanına getirtir. Genclerin babaları, oğullarının kendilerine isyan edip, mallarını yağma ettiklerini, carşılarda israf edip, dağa kactıklarını soyleyerek ozur dilerler. Durumu oğrenen Yemliha, az miktarda azık alıp yakalanmamak icin hemen geri doner. Yakalanmaktan endişe eden gencler, ağlayarak secdelere kapanıp:
“Rabbimiz! Bize katından bir rahmet ver ve bizim icin şu işimizden bir kurtuluş yolu hazırla.” (el-Kehf, 10) diyerek yalvarırlar.
Allah TeĂ‚lĂ‚, onlara bir uyku verir, yatarlar, nafakaları başuclarında uyuyakalırlar.
“Bunun uzerine biz de kulaklarını tıkayarak mağarada onları yıllarca uyuttuk.” (el-Kehf, 11)
Hiddetlenen Dakyanus, genclerin yerini buldurur. Gencleri uyutan Allah TeĂ‚lĂ‚, onun gonlune de mağaranın kapısını kapatmayı getirir. Dakyanos; aclıktan, susuzluktan olsunler, mağaraları kabirleri olsun diye mağaranın girişinin ordurulmesini emreder. Dakyanos ’un evinde îmĂ‚nını gizleyen, Pendros ve Runas isimli iki mu ’min vardır. Bunlar, AshĂ‚b-ı Kehf ’in isimlerini neseplerini ve kıssalarını iki kurşun levhaya yazıp bir bakır tabuta koyarak yapılan duvarın icine koymayı kararlaştırır ve yaparlar.
“Ey Rasûlum! Baksaydın Guneş ’in doğduğu zaman mağaranın sağ tarafına yoneldiğini, batarken de sol taraftan onları makaslayıp gectiğini gorurdun. Onlar, mağaranın geniş bir yerinde idiler. İşte bu, AllĂ‚h ’ın mûcizelerindendir. Allah kime hidĂ‚yet ederse, işte o, hakka ulaşmıştır; kimi de hidayetten mahrum ederse, artık ona doğru yolu gosterecek bir dost bulamazsın.” (el-Kehf, 17)
“Bir de onları mağarada gorseydin uyanık sanırdın. HĂ‚lbuki onlar uykudadırlar. Biz onları sağa-sola cevirirdik. Kopekleri de girişte on ayaklarını ileri doğru uzatmıştı. Eğer onları gorseydin, arkana bakmadan kacardın ve icin korku ile dolardı.” (el-Kehf, 18)
Yuce AllĂ‚h ’ın onlara rahmet ve lutfunun bir tecellîsi de uyumaları esnasında Guneş ’in mağaranın sağına ve soluna meyledip gunun başında da sonunda da onlara değmemesiydi. Onları goren ise, onları uyanık sanırdı. Cunku kendileri uyudukları hĂ‚lde gozleri acıktı. Kopekleri ise, onları korumak icin mağaranın kapısında on ayaklarının uzerine yatmıştı. O da onlar gibi uykudaydı. Yine Yuce AllĂ‚h ’ın lutfunun bir tecellîsi de onları sağa-sola cevirmesidir. TĂ‚ ki, yer onların etlerini yiyerek curutmesin. Onların bu şekilde cevrilmeleri de AllĂ‚h ’ın bir lutfudur.
İbni Atıyye der ki:
“-Onlar hakkında doğru olan şu ki, Yuce Allah onları uyudukları hĂ‚llerinde muhafaza etti. Boylelikle bu, hem kendileri icin, hem de başkaları icin bir Ă‚yet (mûcize ve belge) olmuş oldu. O bakımdan ne elbiseleri eskidi, ne bir hĂ‚lleri değişti.”
SĂ‚lih ve hayırlı kimselerle arkadaşlık edip, Allah dostları ile oturup kalkmanın faydasını insan her zaman gorur. AshĂ‚b-ı Kehf ’in kopeği onları bırakmayıp, onlarla birlikte olmanın bedelini, cennete onlar ile gireceği mujdesi ile alır.
“Onları bir mûcize olarak uyuttuğumuz gibi, birbirlerine sorsunlar diye kendilerini uyandırdık da iclerinden bir sozcu şoyle dedi:
«-Ne kadar durup kaldınız?» (Kimi

«-Bir gun ya da gunun bir parcası kadar kaldık.» dedi.
(Kimi de) şoyle dedi:
«-Ne kadar durduğunuzu, Rabbiniz daha iyi bilir. Şimdi siz birinizi, bu gumuş paranızla şehre gonderin de baksın, hangi yiyecek daha temiz ise, ondan size azık getirsin. Hem cok dikkatli davransın ve sizi kimseye sezdirmesin.»
«Cunku şehir halkı, sizi ellerine gecirirlerse muhakkak sizi taşlayarak oldururler veya kendi dinlerine cevirirler ki, o zaman siz dunyada da Ă‚hirette de aslĂ‚ kurtuluşa eremezsiniz.»
“Boylece insanları onlardan haberdar kıldık ki, oldukten sonra dirilmenin hak olduğunu ve kıyamet gununden şuphe edilemeyeceğini bildirmek icin, oylece şehir halkına buldurduk. Onları mağarada bulanlar, aralarında durumlarını tartışıyorlardı. Dediler ki:
«Ustlerine bir bina (kilise) yapın. Bununla beraber Rableri, onları daha iyi bilir.» Sozlerinde ustun gelen mu ’minler: «Uzerlerine muhakkak bir mescid yapacağız.» dediler.” (el-Kehf, 19-21)
* * *
Muşriklerin, anne ve babasını, AllĂ‚h ’ı inkĂ‚r etmedikleri icin işkence altında oldurmelerine şĂ‚hit olup, kendisini de aynı şekilde oldureceklerini anlayan Ammar bin YĂ‚sir, dînini inkĂ‚ra zorlandığı zaman dili ile inkĂ‚r ettiğini soylemişti. Ammar bin YĂ‚sir ’in dinden cıktığı haberini, sahĂ‚bîler Peygamber Efendimiz -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- ’e haber verdiler. Ammar bin YĂ‚sir ’i huzuruna cağırıp inkĂ‚r sozunu soylerken kalbinin ne durumda olduğunu soran Efendimiz ’e, Ammar:
“-O sırada kalbim îmanla dopdoluydu.” cevabını verdi.
Onun zorluk Ă‚nında takındığı bu tavır kınanmamış ve aynı durum olursa aynı şekilde davranması, “Kalbi îmanla mĂ‚mur olduğu hĂ‚lde, inkĂ‚ra zorlanan hĂ‚ric” (Bkz. en-Nahl, 106) Ă‚yetine binĂ‚en Peygamber Efendimiz -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- tarafından tenbih edilmişti.
Taşlanarak oldurulme gibi en zor olum şekli ile tehdit altında olan kimsenin bu zorlanmasının mazeret olarak kabul edilip kalbi îman dolu olduğu hĂ‚lde dili ile inkĂ‚r etmesi, dînen mahzurlu gorulmeyip, cevaz verildiği halde mağaradaki genclerin, zor şartlar altında dahî olsa kufre donerlerse, aslĂ‚ kurtuluşa eremeyeceklerini soylemeleri dikkate şĂ‚yan bir durumdur. Bunun sebebi ise, bu yiğitlerin gĂ‚yesi, kendilerini kurtarmak değil, acık ve gizli olarak AllĂ‚h ’ın rahmetini yaymaktır. Onun icin ruhsat ile amel etmeyi değil, inancları uğrunda şehid edilmeyi temennî ederler. Cunku Allah ’tan cok sakınmaktadırlar. İnkĂ‚r ederek kurtuldukları zaman ise muşriklerin tesirinde kalarak tamamen îmanlarını kaybedeceklerini, inandıkları gibi yaşayamazlarsa yaşadıkları gibi inanacaklarını duşunduklerindendir. Burada, “…Eğer onlara uyarsanız muhakkak ki AllĂ‚h ’a ortak koşanlar olursunuz.” (el-En ’Ă‚m, 121) Ă‚yet-i kerîmesinde bahsedilen tehlike soz konusudur. İnsanların tamamının kĂ‚fir olduğu bir topluluğun icinde inancı saklamak, bir muddet sonra onlar gibi olma tehlikesini de icinde taşır.
Onların uyandırılmaları ise, mağarada kaldıkları sureyi bilmek ve insanları denemek icindir. Alışveriş esnasında tuccar, yıllar once kullanılan parayı gorunce, gencin hazine bulduğu zannı ile onu bırakmayıp ihbar eder. Gencle beraber mağaraya giden askerler, duvarın icine konulan kitĂ‚beyi bularak durumu acığa cıkarırlar.
Cok kısa sure uyuduklarını zanneden AshĂ‚b-ı Kehf, uc yuz kusur sene yattıkları mağaralarından, kabirden kalkar gibi uyanıp kalktıklarını anlamış ve vaktiyle ayaklandıkları muşriklere karşı başarılı olduklarını ve isteyip umdukları AllĂ‚h ’ın merhametinin bir tecellîsini gormuş ve dolayısıyla onceden îman ettikleri şekilde AllĂ‚h ’ın vaadinin hak olduğunu muşĂ‚hede ile bilmişlerdir. Kavimleri ise, bu hĂ‚diseyle AllĂ‚h ’ın “oldukten sonra diriliş vaadinin gercek olduğunu” anlamışlardır. Cunku onların uyuyup uyandırılmaları, olup sonradan diriltilen kimsenin hĂ‚line benzer. Bu kadar uzun sure, onları uyutmaya ve gıdasız olarak bulundukları hĂ‚l uzere tutmaya kĂ‚dir olan Allah, elbette oluleri diriltmeye de kĂ‚dirdir.
Her şeyi anlayan gencler icin gercek olum zamanı gelmiştir, ruhlarını teslim ederler. İnanclı kral ve şehir halkından inananlar mağarada uyuyup orada vefat eden genclerin kabirleri uzerine, bilinip takdir edilsinler diye mescit yaptırırlar. Boylece mescidi ziyaret edenler, CenĂ‚b-ı Hakk ’ın duĂ‚lara icĂ‚bet ettiğini, inanan kullarını zulumden kurtardığını, îmĂ‚nın en buyuk hazine olduğunu, en buyuk dost ve yardımcının Allah olduğunu, kuvvet ve kudretinin sonsuz olup, her şeye gucunun yettiğini yakînen hissetsinler, CenĂ‚b-ı Hak ’tan umitlerini kesmesinler.
“AshĂ‚b-ı Kehf ’in sayılarında ihtilaf edenlerden bazıları:
«Onlar, uc kişidir, dordunculeri kopekleridir.» diyecekler. Diğer bazıları da:
«Onlar, beş kişidir, altıncıları kopekleridir.» diyecekler. Her ikisi de bilinmeyen hakkında tahmin yurutmektir. (Kimileri de

«Onlar, yedi kişidir; sekizincisi kopekleridir.» derler.
De ki: «Onların sayılarını Rabbim daha iyi bilir.»
Onları ancak pek azı bilir. Bu sebeple onlar hakkında bu bildirilenler dışında bir munĂ‚kaşaya girişme ve bunlar hakkında hic kimseye de bir şey sorma!
Onlar, mağaralarında uc yuz yıl kadar kaldılar ve dokuz yıl da buna ilave etmişlerdir.
De ki: «Onların ne kadar kaldıklarını Allah daha iyi bilir.»
Goklerin ve yerin gaybı O ’na aittir. O ne guzel gorendir! O ne mukemmel işitendir! Onların, O ’ndan başka bir yardımcısı yoktur. O, kendi hukumranlığına kimseyi ortak etmez.” (el-Kehf, 22-25)
AshĂ‚b-ı Kehf ’in sayıları hakkında farklı farklı kanaatlerde bulunanlar, bunu zanları ile yapmaktadır. Cok az kişi onların sayısını bilir. Kesin bilgi, CenĂ‚b-ı Hakk ’a aittir. Bu hususta kitap ehli ile tartışmak yersiz olup, CenĂ‚b-ı Allah ne bildirdi ise onu soylemek yeterlidir.
İbn-i AbbĂ‚s der ki:
“-Ben Yuce AllĂ‚h ’ın istisna ettiği az kimselerden birisiyim. Onlar yedi kişi idiler.”
İbn-i Cerîr de AtĂ‚ ’dan İbn-i AbbĂ‚s ’ın:
“-Onların sayısı yedi idi.” dediğini rivayet etmektedir. Ancak burada onemli olan bu insanların sayılarını bilmek değildir, onemli olan kıssadan ibret almaktır.
Yusuf HemedĂ‚nî Hazretleri devamlı:
“Rabbim, Sana itaat etmem ve Sana kulluk etmem icin bana yardım et.” diye duĂ‚ eder ve bu şekilde duĂ‚ etmelerini muritlerine tavsiye ederlerdi. AllĂ‚h ’ın yardım ettiği kişiler, AshĂ‚b-ı Kehf gibi sebat ve kurtuluşa ererler.
“Şuphesiz goklerin ve yerin hukumranlığı yalnız AllĂ‚h ’ındır. O, diriltir ve oldurur. Sizin icin Allah ’tan başka ne bir dost, ne de bir yardımcı vardır.” (et-Tevbe, 116)
Yuce Allah kime hidayet bulma tevfîkini ihsĂ‚n eder ve hakka goturecek şekilde ona yol gosterir, sevdiği ve rĂ‚zı olacağı şeylere ulaşma başarısını ihsan ederse, o kimse, AshĂ‚b-ı Kehf gibi doğru yola iletilen ve dunyada da Ă‚hirette de en buyuk nasibe mazhar olan bir kimse olur. Samimî bir duĂ‚ya icĂ‚bet edip, mağara genclerini 309 yıl yemeden-icmeden besleyip koruyan, kendilerinden sonra butun inananlara kıssalarını anlatıp kıyamete kadar unutturmayan, kullarından sağlam bir duruş ile kendisine guvenmelerini isteyen, bunu gorduğu zaman kullarının butun işlerini uzerine alarak onların vekîli, kefîli tek yardımcısı olan Rabbimizin şĂ‚nı ne yucedir. Zekeriya Paygamber ’in duĂ‚sında buyurduğu gibi:
“…Sana yaptığım duĂ‚larda (cevapsız bırakılarak) hic mahrum olmadım.” (Meryem, 4)
Dipnot: Bu yazının hazırlanmasında Kurtubî ’nin, el-CĂ‚miu ’l-AhkĂ‚mu ’l-Kur ’Ă‚n Tefsirinden, İsmail Hakkı Bursevî ’nin, Rûhu ’l-BeyĂ‚n Tefsiri ’nden, İbn-i Kesîr Tefsiri ’nden istifade edilmiştir.
Kaynak: Fatma HĂ‚le Sağım, Şebnem Dergisi, Sayı: 179
İslam ve İhsan