İbadet; kulun Allah ’a karşı kulluk vazifesini, O ’nun emrettiği tarzda yerine getirmesidir. Peki ibadet nicin yapılır? İslam ’da emredilen ibadetler nelerdir? İslam ’da ibadetin yeri ve onemi nedir? İslam ’da ibadetlerin hikmeti ve faydaları...İslĂ‚m ’ın esĂ‚sı îman, hedefi ise sĂ‚lih ameller ve guzel ahlĂ‚ktır. İslĂ‚m sadece vicdanda gizlenmesi lĂ‚zım gelen bir şey değildir. Zira fikir ve kalp sahasında kalarak amelî bir sûrette yaşanmamış olan herhangi bir hakîkatin, ne kadar yuksek olursa olsun, pek fazla kıymeti yoktur. İnsan, inandığı bir hakîkate diliyle tercuman olmaz ve onu fiilen yaşamazsa, ona olan îman ve muhabbeti yavaş yavaş zayıflar. Bunun icin İslĂ‚m, yalnız nazarî ve îtikĂ‚dî esasları değil, amelî hukumleri de tĂ‚lim etmiştir. Yani İslĂ‚m, tam mĂ‚nĂ‚sıyla bir hayat dînidir. Kalbin en derin noktasından başlayarak onu tamamen saracak olan îman, lisandan Ă‚b-ı hayat gibi akacak, sonra da butun vucûda ve muhîte sirĂ‚yet edecektir.
Îman, kuru bilgiler ve nazariyĂ‚t ile değil, hakîkatler karşısında tefekkuru ziyĂ‚deleştirip kalbî Ă‚lemde derinleşme ve ibĂ‚detleri rûhĂ‚niyetle edĂ‚ edebilme neticesinde muhĂ‚faza edilir. Eğer dıştaki ibĂ‚det kalesi zayıflarsa onun icindeki îman kalesi de tehlikeye duşer. ÎmĂ‚nı bir lĂ‚mbaya benzetirsek, ibĂ‚detler, ceşitli yonlerden esen ruzgĂ‚rlar karşısında onu sonmekten koruyan ve ışığını daha da ziyadeleştiren bir fĂ‚nus gibidir.
İlim, ancak tatbik ve tecrube ile gelişir ve kokleşerek meleke hĂ‚line gelir. TatbikĂ‚ta konulmayan kuru bilginin muhafazası cok zor olduğu gibi, faydası da yok denecek kadar azdır. Aynı şekilde îmĂ‚nın insanda kokleşip yerleşmesi de ancak ibĂ‚detler sĂ‚yesinde mumkundur.
Îman neşvesinin hazzı, mubĂ‚rek ve has kullarda butun fĂ‚nî neşvelerin uzerine cıkmıştır. Dunyevî acı, ıztırap ve elemlerin yakıcı, dayanılmaz ve helĂ‚k edici şiddetini Ă‚deta yok etmiştir:
MûsĂ‚ -aleyhisselĂ‚m- ’a karşı musĂ‚bakaya cıkan sihirbazlar îmĂ‚n edince, zĂ‚lim Firavun onların kol ve ayaklarını capraz keserek hurma kutuklerine astırdı. Bu yeni muslumanlar, Firavun ’un buyuk zulmu karşısında beşerî bir acziyet gosterip îmĂ‚nen zaafa duşme endişesiyle ellerini semĂ‚ya kaldırdılar:
“YĂ‚ Rabbî! Uzerimize sabır yağdır; canımızı Musluman olarak al!..” diye CenĂ‚b-ı Hakk ’a ilticĂ‚ ettiler. Ve nihayet şehĂ‚detin lĂ‚hûtî hazzı icerisinde Rablerine kavuştular.
Samîmî birer Musluman olan ilk Îsevîler de, sirklerde arslanların dişleri arasında parcalanma pahĂ‚sına da olsa tevhîd inancında sebĂ‚t ettiler. Tattıkları ulvî lezzetler icinde şehĂ‚det şerbetini aşk ile ictiler.
Onceleri eline bir iğnenin batmasından dahî korkan Hazret-i Sumeyye, îmĂ‚nın ulvî hazzını tattıktan sonra, muşriklerin kızgın demirlerle vucûdunu dağlamalarına rağmen buyuk bir tahammul gosterdi. ÎmĂ‚nından aslĂ‚ tĂ‚viz vermedi. Vahşî işkencelere mĂ‚ruz kaldıktan sonra, bir ayağı bir deveye, diğer ayağı da başka bir deveye bağlanarak canavarca parcalandı. Kocası Hazret-i YĂ‚sir -radıyallĂ‚hu anh- da yaşlı ve zayıf bir kimse olmasına rağmen tahammul otesi bir sabır gosterdi. NihĂ‚yetinde o da şehĂ‚det şerbetini icti. Boylece YĂ‚sir Ă‚ilesi -radıyallĂ‚hu anh- İslĂ‚m ’ın ilk şehîdleri oldular. Îmanlarının bedelini, onu aşkla yaşayarak ve canlarıyla odediler.
Hazret-i BilĂ‚l ’in o dĂ‚sitĂ‚nî hĂ‚li de aynı likàullah (AllĂ‚h ’a kavuşma) neşvesi sĂ‚yesindedir. BilĂ‚l -radıyallĂ‚hu anh- da, azgın ve gozu donmuş muşriklerin ağır işkenceleri altında siyah derisinden kırmızı kanlar akarken vucûdu bir pelteye donduğu hĂ‚lde «Ehad, Ehad, Ehad… Allah birdir, Allah birdir, Allah birdir.» diyordu. Acı ve ıztıraptan ziyĂ‚de îmĂ‚nın ulvî zevkini tatmış bir gonulle likàullah hazzını yaşıyordu. Zira onlar, İslĂ‚m nîmetinin buyukluğunu gercek mĂ‚nĂ‚da idrĂ‚k hĂ‚linde idiler. Boylece her iki dunyada da ilĂ‚hî izzetlerin kapılarını aşk ve vecdleriyle aralamasını bildiler. FĂ‚nî omurleri:
“Ey îmĂ‚n edenler! Allah ’tan, O ’na lĂ‚yık bir takvĂ‚ ile korkun ve ancak musluman olarak can verin!” emr-i ilĂ‚hîsinin muhtevĂ‚sı icinde son bularak gercek ve ebedî hayata nĂ‚il oldular.
Onların ardından gelen mu ’min nesiller de İslĂ‚m ’ı başlarına tĂ‚c ettikleri her demde azîz oldular.
İbĂ‚detlerle takviye edilmeyen bir îman ise, zamanla zayıflayacağı icin, insanın davranışları uzerindeki musbet tesirini kaybeder. ÎmĂ‚nın tesiri zayıfladıkca da insan menfî duygulara ve kotu ahlĂ‚ka suruklenerek muhtelif gunah ve kotulukleri işlemeye başlar.
İBADETİN HİKMETLERİ CenĂ‚b-ı Hak, ibĂ‚detin hikmetine temas ederek şoyle buyurur:
“Ey insanlar! Sizi ve sizden oncekileri yaratan Rabb ’inize ibadet (kulluk) ediniz. Umulur ki, boylece takvĂ‚ya ermiş (gunahlardan korunmuş ve AllĂ‚h ’ın emirlerini yerine getirmiş) olursunuz.” (el-Bakara, 21)
Gunahlardan korunup ibadetlerine devam eden bir kul da her dem AllĂ‚h ’a yaklaşıyor demektir. Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz bunu şoyle ifade buyurmuşlardır:
“Allah TeĂ‚lĂ‚ şoyle buyurdu:
«Her kim Ben ’im bir dostuma duşmanlık ederse, Ben de ona harp îlĂ‚n ederim. Kulum kendisine farz kıldığım amellerden daha sevimli herhangi bir şeyle Bana yakınlık kazanamaz. Kulum Bana, (farzlara ilĂ‚veten işlediği) nĂ‚file ibadetlerle durmadan yaklaşır, nihayet Ben onu severim. Kulumu sevince de Ben onun işiten kulağı, goren gozu, tutan eli ve yuruyen ayağı olurum. Ben ’den her ne isterse, onu mutlaka veririm; Bana sığınırsa, onu korurum...»” (BuhĂ‚rî, RikĂ‚k, 38. Ayrıca bkz. Ahmed, VI, 256; İbn-i HibbĂ‚n, Sahîh, II, 58/347)
BĂ‚zı rivĂ‚yetlerde şu ilĂ‚ve vardır:
…Akleden kalbi ve konuşan dili olurum.” (TaberĂ‚nî, Kebîr, VIII, 221/7880; Heysemî, II, 248)
İbadetler, rûhî tekĂ‚mulu sağlayarak nihayetinde kişiyi Cehennem ’den kurtarıp Cennet ’e nĂ‚il eder. Âhirette insana faydası dokunacak yegĂ‚ne sermĂ‚ye, îmanla yapılan ibadetler ve amel-i sĂ‚lihlerdir. Toprağın sînesine ancak amel-i sĂ‚lihlerimizle gomuleceğiz.
MevlÂn Hazretleri ne guzel buyurur:
“Gideceğin yerde yalnız kalmayı istemiyorsan, hayırdan, iyilikten, ibadetten birer evlĂ‚dın (yani yardımcın) olsun!” (DîvĂ‚n-ı Kebîr, II, 692)
İBADETLERİN İNSANA FAYDALARI İbĂ‚detlerin insanın rûhî yapısı uzerinde pekcok musbet tesiri vardır. İbadetlerin her biri ayrı bir keyfiyet taşır ve her biri ruhlara verilen mĂ‚nevî birer gıdĂ‚ ve vitamin mesĂ‚besindedir. İbadetlerini yerine getiren bir mu ’min, mĂ‚nen kuvvetli olur ve gonul huzûru icinde yaşar. Hayatta karşılaştığı mĂ‚nîler, zorluklar ve imkĂ‚nsızlıklar karşısında ye ’se kapılmaz, strese duşmez. İbadetlerini ihmĂ‚l eden kimse ise iki cihanda da huzur bulamaz. Hadîs-i şerîfte şoyle buyrulur:
“İnsan, kulluk vazifelerini îfĂ‚da kusur gosterir, yani her ibadetini kĂ‚fî miktarda yapmayıp azaltırsa CenĂ‚b-ı Allah onu gam ve kedere muptelĂ‚ kılar.” (Ali el-Muttakî, Kenzu ’l-UmmĂ‚l, no: 6788)
Bunun yanında, insan ibadetler sĂ‚yesinde maddiyĂ‚ta dalıp gitmekten kurtulur, rûhen yukselir ve nezĂ‚ket, zarĂ‚fet ve hassĂ‚siyet kazanarak gercek insanlık şerefine nĂ‚il olur. İbĂ‚det, muĂ‚melĂ‚t ve guzel ahlĂ‚k ile AllĂ‚h ’a yaklaşabildiği nisbette kĂ‚inĂ‚tın gozbebeği olma vasfını elde eder.
Diğer taraftan ibadetlerin, maddî faydaları da vardır. Zira İslĂ‚m, insĂ‚nî faaliyet alanlarının hicbirini ihmal etmez. Bunlar arasında muhteşem bir denge kurar. İslĂ‚m, hayatı butun yonleriyle kuşatan mukemmel bir sistemdir.
MeselĂ‚ Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz, ibadetlerine dikkat eden mu ’minlerin rızkına bolluk verileceğini ifĂ‚de buyurmuşlardır.
Yine Allah Rasûlu -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- şoyle buyurmuşlardır:
“Rabb ’iniz -azze ve celle- : «Eğer kullarım Bana îcĂ‚b ettiği şekilde itaat etseler, Ben onlara yağmuru gece yağdırırım, gunduz de uzerlerine Guneş ’i doğdururum. Onlara ayrıca gok gurleme sesini de duyurmam.» buyuruyor.” (Ahmed, II, 359; HĂ‚kim, IV, 285/7657)
Gorulduğu uzere İslĂ‚m, ibadetlere cok ehemmiyet vermektedir. Bu sebepledir ki amel-i sĂ‚lihler, Kur ’Ă‚n-ı Kerîm ’de ve hadîs-i şerîflerde umûmiyetle îman ile birlikte zikredilir. Bu durum aynı zamanda ibadetlerin îmĂ‚nı muhĂ‚faza etmedeki muhim rolunu ve dindeki merkezî yerini de gosterir.
Şunu da hatırlatalım ki ibĂ‚detler, daha cok, kişinin kendisine fayda vermektedir. Zira CenĂ‚b-ı Hakk ’ın kimsenin ibĂ‚det ve tĂ‚atine ihtiyacı yoktur. Belki ibĂ‚detler, bize lûtfettiği dunyevî ve uhrevî sayısız nîmetler karşısında CenĂ‚b-ı Hakk ’a duyulan şukrun bir ifĂ‚desi olabilir. ZĂ‚ten bunca nîmet, lûtuf ve ikramlarına rağmen Allah TeĂ‚lĂ‚ ’ya karşı hic değilse ibadetlerini yerine getirmek sûretiyle şukur etmeyen insan, ne buyuk bir nankorluk icindedir!
HĂ‚lbuki CenĂ‚b-ı Hakk ’ın azameti karşısında kĂ‚inatta bulunan her şey O ’na ibadet hĂ‚lindedir. Kur ’Ă‚n-ı Kerîm, yerde ve gokte ne varsa hepsinin Allah TeĂ‚lĂ‚ ’yı hamd ile tesbih ettiğini ifade eder. Yıldızlar, dağlar, ağaclar, hayvanlar gokyuzunde saf saf ucan kuşlar ve diğer varlıklar Allah TeĂ‚lĂ‚ ’nın istediği şekilde, bizim idrak ve ihĂ‚tamızın dışında, O ’na ibadet etmektedirler. Buna, “kĂ‚inatın ibadeti” denir.
HĂ‚sılı ibĂ‚detsiz bir hayat duşunulemez. Zira CenĂ‚b-ı Hak insanı kulluk ve ibadet etmesi icin yaratmıştır. İnsanın fıtratını da buna gore tanzim etmiştir. Bu sebeple insan, dĂ‚imĂ‚ Yuce Rabb ’ine ve Yaratıcı ’sına sığınmak, O ’ndan yardım taleb etmek ve O ’na ibadet etmek ihtiyacı icindedir. Bunun icindir ki insan hayatı, kĂ‚inĂ‚tın Yaratıcı ’sına ulaşmak uzere bir hakîkat arayışının tezĂ‚hurleriyle doludur.
“İnsan, ibĂ‚det icin yaratılmıştır.” sozunden hareketle, muslumanların dĂ‚imĂ‚ ciddî ve hep meşakkatler icinde olduğu zannedilmemelidir. Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz dĂ‚imĂ‚ tebessum hĂ‚lindelerdi ve muslumanlara, birbirlerinin yuzune tebessum ettiklerinde sadaka sevabı alacaklarını haber verirlerdi.
AshĂ‚b-ı kirĂ‚m kendi aralarında şakalaşır, neşeli sozler soyler, Efendimiz -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- de onlara tebessum buyururlardı.
Yine Allah Rasûlu -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- bayramlarda, duğunlerde neşe izhĂ‚r edilmesini tavsiye ederlerdi. Yani muslumanların da rahatlamaya, dinlenmeye ve tenezzuhe ayırdıkları vakitleri vardır. Ancak bunların hepsi, onların hayatında, gaflet ve nefsĂ‚niyetten uzak bir şekilde ve mukemmel bir olcu ve Ă‚henk icinde cereyĂ‚n eder.
İslĂ‚m, ibadetleri muhtelif şekillerde emretmiş ve muhtelif zamanlara serpiştirmiştir. Bu da insanın yorulmadan ve bıkmadan, devamlı sûrette Allah TeĂ‚lĂ‚ ile birlikte olmasını sağlar. Her dĂ‚im AllĂ‚h ’a yakın olduğunu ve O ’nunla birlikte bulunduğunu hissetmek ise, insana buyuk bir huzur ve emniyet bahşeder.
İBADET KİME VE NİCİN YAPILIR? Son olarak şunu da ifĂ‚de edelim ki, ibadete lĂ‚yık olan yegĂ‚ne varlık CenĂ‚b-ı Hak ’tır. Zira ibadet; saygı, itaat ve tĂ‚zim mertebelerinin en yukseğidir. Boyle bir şey ise yalnız AllĂ‚h ’a yapılır ve yalnız O ’nun hakkıdır. Cunku vucûdu, hayatı ve bunlara Ă‚it butun nîmetleri veren, yalnız Allah TeĂ‚lĂ‚ ’dır. Bu sebeple Allah ’tan başkasına secde etmek, haram kılınmıştır.
İSLAM ’DA TEMEL İBADETLER Abdest ve Temizlik İslĂ‚m, hem maddî hem de mĂ‚nevî temizliğe ehemmiyet verir. İnsanların her bakımdan temiz, tertipli, nĂ‚zik ve hassas olmasını ister. İnsanlara huzur verecek guzel kokular surunmeyi en muhim sunnet-i seniyyeler arasında zikreder. Bu sebeple temizliği ibadet telĂ‚kkî ederek, butun ibadetlerin en başına yerleştirir. İslĂ‚m ’a yeni giren kişinin gusul abdesti almasını şart koşar. Namaz, tavaf, Kur ’Ă‚n-ı Kerîm tilĂ‚veti gibi ibadetlerin, abdest almadan kabûl edilmeyeceğini bildirir.
Allah Rasûlu -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-, yemekten once ve sonra elleri yıkamayı ve yatmadan evvel abdest almayı tavsiye ederlerdi. HattĂ‚ mu ’minleri, imkĂ‚n nisbetinde dĂ‚imĂ‚ abdestli bulunmaya teşvik ederlerdi.
Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-, bir sabah muezzini BilĂ‚l-i Habeşî -radıyallĂ‚hu anh- ’ı yanına cağırıp:
“–BilĂ‚l! Hangi ameli yaparak benden once Cennet ’e girdin? Ne zaman (ruyamda) Cennet ’e girsem, ayakkabılarının tıkırtısını onumde duyuyorum. Dun gece de (ruyamda) Cennet ’e gitmiştim, ayakkabılarının tıkırtısını yine onumde duydum…” buyurdular.
BilĂ‚l -radıyallĂ‚hu anh-:
“–YĂ‚ RasûlĂ‚llah, her ezan okuyuşumda, muhakkak iki rekĂ‚t namaz kılarım. Abdestim bozulduğunda da hemen abdest alır ve uzerimde AllĂ‚h ’ın iki rekĂ‚t namaz hakkı olduğunu duşunurum.” dedi.
Bunun uzerine Rasûl-i Ekrem Efendimiz:
“–İşte bu ikisi sĂ‚yesinde (o yuce mertebeye ermişsin)!” buyurdular. (Tirmizî, MenĂ‚kıb, 17/3689; Ahmed, V, 354)
CenĂ‚b-ı Hak, abdesti emir ve tĂ‚rif ettiği Ă‚yet-i kerîmenin sonunda şoyle buyurur:
“…Allah size herhangi bir gucluk cıkarmak istemez; fakat sizi tertemiz kılmak ve size (ihsĂ‚n ettiği) nîmetini tamamlamak ister; umulur ki şukredersiniz.” (el-MĂ‚ide, 6)
Yine namaz kılacak insanın elbiselerinin ve bulunduğu yerin temiz olması şart koşulmuştur.
İslĂ‚m ’ın emrettiği abdest, gusul ve diğer temizlikleri incelediğimizde, bunların sıhhat cihetinden pek cok fayda ve hikmetler ihtivĂ‚ ettiğini goruruz. En basitinden, insanlar buyuk bir ibadet neşvesi icerisinde hem kendilerini ve cevrelerini temiz tutarlar, hem de sıhhatlerini muhĂ‚faza ederler. Zira Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz:
“Temizlik îmĂ‚nın yarısıdır.” buyurmuştur. (Muslim, TahĂ‚ret, 1)
Muslumanlar hayattayken temizliğe hassĂ‚siyet gosterdikleri gibi, vefĂ‚t ettikten sonra da ilĂ‚hî yolculuğa temiz olarak gitmek isterler. Bu sebeple vefĂ‚t eden muslumanın cenĂ‚zesi guzelce yıkanır, gusul abdesti aldırılır, tertemiz ve beyaz bir kefene sarılarak guzelce kokulanır ve yine temiz bir toprağa emĂ‚net edilir. KıyĂ‚met gunu oradan tertemiz cıkması icin duĂ‚ edilir.
Namaz Kulu MevlĂ‚ ’nın vuslat deryĂ‚sına goturen ibĂ‚det pınarlarının en buyuğu ve ehemmiyetlisi hic şuphesiz ki namazdır. Zira namaz, şumûl, muhtevĂ‚ ve rutbe bakımından butun ibĂ‚detlerin zirvesi ve ozu durumundadır.
KĂ‚inĂ‚ttaki butun varlıklar; Guneş, yıldızlar, cayır, cimen, ağaclar, hayvanlar hep zikir hĂ‚lindedir. Saflar hĂ‚linde ucan kuşlar, dağlar, taşlar, keyfiyeti bizce mechul bir tesbihat ile Hakk ’a kulluk ederler. NebĂ‚tĂ‚tın ibĂ‚deti kıyĂ‚m hĂ‚linde, hayvanlarınki rukû hĂ‚linde, cansız sayılan varlıklarınki de yere kapanmış vaziyette, yani secde hĂ‚lindedir. SemĂ‚ ehlinin durumları da boyledir. Meleklerin bir kısmı kıyĂ‚mda, bir kısmı rukûda, bir kısmı secdede, bir kısmı da tesbîh ve tehlîl hĂ‚lindedir. Ancak CenĂ‚b-ı Hakk ’ın mu ’minlere bir mîrĂ‚c olarak ikrĂ‚m ettiği namaz ise, butun bu ibĂ‚detleri kendinde toplamıştır. Dolayısıyla namazı guzelce kılanlar, yerde ve gokte bulunan butun varlıkların ibĂ‚detlerinin hepsini ihtivĂ‚ eden bir ibĂ‚det yapmış olarak hesapsız mukĂ‚fat ve derûnî tecellîlere nĂ‚il olurlar.
Namaza benzeyen hicbir ibĂ‚det yoktur. Namaz kılan kimse, namazdan başka hicbir şeyle meşgul olamaz. Namaz onu, her turlu alĂ‚kadan keser. CenĂ‚b-ı Hak ile başbaşa tĂ‚rifsiz bir vuslat yaşatır. Diğer ibĂ‚detlerde durum boyle değildir. MeselĂ‚ oruclu kişi, aynı anda calışabilir, hacceden kişi gerektiğinde alışveriş yapabilir. Ama namaz kılan kişinin maddesi de mĂ‚nĂ‚sı da, huzûr-i ilĂ‚hîdedir. Nitekim Ă‚yet-i kerîmede:
“Secde et ve yaklaş!” buyrulur. (el-AlĂ‚k, 19)
Maddî bakımdan namaz; insan vucudunun muhtelif ic ve dış hareketlerde bulunmasını sağlar. Hayatı nizam uzere tertiplice yaşama temrinleri yaptırmak sûretiyle kişiye zaman disiplini kazandırır.
MĂ‚nevî olarak namaz; ilĂ‚hî huzurda bulunma, tefekkur etme, korku zamanında tesellî verme, neş ’e zamanında rûhĂ‚niyeti takviye etme, îmĂ‚nı koruma, CenĂ‚b-ı Hak ile unsiyetin artması gibi feyz ve bereketlerle doludur.
İctimĂ‚î guzellikleri bakımından namaz; birlik ve beraberlik, tanışma, unsiyet, ulfet, îman ve kardeşlik bağlarının kuvvetlenmesi gibi sayısız guzelliklere vesîledir. Bilhassa cemaatle kılınan namaz, Cuma ve bayram namazları, insanlar arasında ırk, renk, dil, makam ve mevkî ayrımı yapmaksızın AllĂ‚h ’a kullukta aynı safta bir araya gelme, butunleşme, yardımlaşma ve ictimĂ‚î muhasebeyi sağlar.
RûhĂ‚nî tecellîleri bakımından namaz; kişinin ilĂ‚hî huzûra cıkarak ihlĂ‚s, takvĂ‚ ve sadĂ‚kat gibi guzel vasıflar kazandığı bir ibadettir. İnsan, namazda kalp Ă‚lemini mĂ‚nevî bir bahar iklîmine cevirir.
Namaz gunde en az beş defa tekrarlandığı icin devamlı CenĂ‚b-ı Hakk ’ı hatırlatır. Kalp ve vicdanı AllĂ‚h ’a bağlar. AllĂ‚h ’ın sonsuz kudretini, mutlak irĂ‚desini, rahmet ve merhametini, kerem ve ihsĂ‚nını, azap ve ikàbını insanın kalbine yerleştirir. Boylece insanı gunah, cirkinlik ve haksızlıklardan alıkoyar. Âyet-i kerîmede şoyle buyrulur:
“(Rasûlum!) Sana vahyedilen Kitab ’ı oku ve namazı kıl! Muhakkak ki namaz, hayĂ‚sızlıktan ve kotulukten alıkoyar. AllĂ‚h ’ı zikretmek, şuphesiz en buyuk iştir. Allah yaptıklarınızı bilir.” (el-Ankebût, 45)
Bir kişi Peygamber Efendimiz ’e gelerek:
“–Falan zĂ‚t gece namaz kılıyor, sabah olunca da hırsızlık yapıyor!” dedi. Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- şoyle buyurdu:
“–Hakîkî namaz kılıyorsa, bu namazı ve namazda okuduğu Kur ’Ă‚n Ă‚yetleri, onu yaptığı kotu fiilden uzaklaştıracaktır.” (Ahmed, II, 447)
Gercekten de muslumanlar arasında suc işleme oranı cok duşuktur. Bugun dunya uzerinde en az cinĂ‚yet işlenen yerler musluman ulkelerdir. Avrupalı araştırmacılar, İslĂ‚m ulkelerinde cinĂ‚yet oranı neden duşuk diye cok ciddî ilmî calışmalar yapmaktadırlar.
Bunun en muhim sebebi, İslĂ‚m ’ın getirdiği inanc esasları, ibadetler ve ahlĂ‚k kĂ‚ideleridir. İslĂ‚mî bir eğitim alan insan, Allah ’tan korkar, yaptığı zerre kadar iyilik ve kotuluğun dahî karşılığını Ă‚hirette goreceğine inanır. Neticede şerlere kilit, hayırlara anahtar olur.
Muayyen vakitlerde kılınan namaz, gun icinde insanı belli aralıklarla iş yoğunluğundan ve hayatın monotonluğundan kurtarıp rahatlatır. Rabb ’ine karşı itaat, teslîmiyet ve şukran duygularını ifĂ‚de etmesini sağlar. Secdeye varan insan, kendisiyle yuz yuze gelerek ic Ă‚lemine donme fırsatı bulur.
İnsanların giderek birbirinden uzaklaştığı, menfaatperestliğin one cıktığı ve ferdiyetciliğin hĂ‚kim olduğu gunumuz dunyasının muhim bir hastalığı da yalnızlık hissidir. İnsanı psikolojik rahatsızlıklara surukleyen bu hastalığın en guzel ilĂ‚cı namazdır. Namaz, ister ferdî olarak, isterse fazîletini artırmak icin cemaatle kılınsın, insanın yalnızlık hissini gunde en az beş defa giderir. Cunku namaz, insanı AllĂ‚h ’ın huzûruna cıkardığı icin, tek başına kılsa bile, ona yalnız olmadığını hatırlatır. Cemaatle kılındığında ise insanı hem AllĂ‚h ’ın huzûruna goturur hem de diğer mu ’min kardeşleriyle bir araya getirir.
Sosyoloji alanında mutehassıs olan Prof. Dr. Umit Meric şoyle demiştir:
“Namaz kılan bir toplumun psikolojiye, zekĂ‚t veren bir toplumun da sosyolojiye ihtiyacı yoktur.”
CenĂ‚b-ı Hak, namaz husûsunda “Secde et ve yaklaş!” buyuruyor. FelĂ‚ha eren kullarının namazı huşû ile kıldıklarını haber veriyor. Huşû ile kılınan bir namaz sĂ‚yesinde insanın CenĂ‚b-ı Hakk ’a karşı tevekkul ve teslîmiyeti artar. Bu teslîmiyet neticesinde kişi, psikolojik rahatsızlıklardan muhĂ‚faza edilir. Zira o, en yuce kuvvete, yani CenĂ‚b-ı Hakk ’a teslim olarak kendini Ă‚deta ebedî huzûrun kollarına bırakmıştır.
Namaz kılan bir mu ’min, CenĂ‚b-ı Hakk ’ın muhĂ‚fazası altında olduğunu hisseder ve buyuk bir mĂ‚nevî huzur ve emniyet duygusu icinde yaşar. Zira Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- namaz kılmayanlar icin şoyle buyurmuşlardır:
“…Kim namazı bile bile terk ederse, o kişi Allah TeĂ‚lĂ‚ ’nın himĂ‚yesinden ve hıfz u emĂ‚nından uzak kalır.” (İbn-i MĂ‚ce, Fiten, 23)
Dolayısıyla namaz kılan bir toplum madden ve mĂ‚nen sıhhatli olur. Nitekim Asr-ı SaĂ‚det ’te Medîne ’ye bir doktor gelmişti. Yapacak bir iş bulamadı. Neticede Efendimiz -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- ona Ă‚ilesinin yanına donmesini tavsiye ettiler. Yine, bize gelen nakillere baktığımızda, Asr-ı SaĂ‚det ’te psikolojik bir rahatsızlığa rastlamıyoruz.
CenĂ‚b-ı Hak, Peygamber -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz ’i ornek olarak gondermiştir. O her hususta ornek olduğu gibi psikoloji ve rûhî tedĂ‚vi husûsunda da ornektir. Aynı şekilde toplumun ıslĂ‚hı husûsunda da ornektir. Bunun en buyuk delili de Asr-ı SaĂ‚det toplumudur…
Diğer taraftan namaz, îmandan sonra, AllĂ‚h ’ı zikretmek icin yapılan amellerin en fazîletlisi ve en kĂ‚milidir. Kelime-i şehĂ‚detten sonra İslĂ‚m ’ın en muhim ruknudur. Namaz kılan insanın kucuk gunahları affedilir.
Bir gun Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz ashĂ‚bına:
“–Ne dersiniz? Birinizin kapısının onunde bir nehir aksa, o kimse her gun bu nehirde beş defa yıkansa, (vucûdundaki) kirden bir eser kalır mı?” diye sormuşlardı. AshĂ‚b-ı kirĂ‚m:
“–O kimsenin kirinden hicbir şey kalmaz.” dediler. Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-:
“–Beş vakit namaz, işte bunun gibidir. Allah beş vakit namazla gunahları silip yok eder.” buyurdular. (Muslim, MesĂ‚cid, 283. Bkz. BuhĂ‚rî, MevĂ‚kît, 6)
Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz gurul gurul akan bu bol sulu nehrin, hemen kapımızın onunde olduğunu haber veriyor. Yani nehir bize cok yakın, ondan su almamız ve icine girip yıkanmamız cok kolay! Kucuk bir gayretle, CenĂ‚b-ı Hakk ’ın vaad ettiği buyuk lûtuf ve ihsanlara kavuşabiliriz.
Namaz, Cennet ’in anahtarı olduğu icin, Allah Rasûlu -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-, Cennet ’e girmek ve orada kendisine komşu olmak isteyenlere, cokca secde etmelerini tavsiye buyururlardı.
Secde, aynı zamanda Cehennem ’den kurtuluş vesîlesidir. Bu hakîkat, hadîs-i şerîfte şoyle beyan edilir:
“…KıyĂ‚met gunu Allah TeĂ‚lĂ‚, Cehennem ehlinden dilediklerine rahmet edecektir. Meleklerine, dunyadayken AllĂ‚h ’a ibadet edenleri oradan cıkarmalarını emredecek, onlar da cıkaracaklardır. Melekler, onları secde izlerinden tanırlar. Allah, Cehennem ’e secde izlerini yemeyi haram kılmıştır. Ateş, insanın her tarafını yakar, sadece secde yerine dokunamaz.” (BuhĂ‚rî, EzĂ‚n, 129)
Secdeden maksat, umûmiyetle namazdır. BĂ‚zı Ă‚yet-i kerîme ve hadîs-i şerîflerde namaz, en muhim ruknu olan secde ile ifade edilmiştir.
Namazın bir faydası daha vardır ki o hepsinden muhimdir. O da Cennet ’e giren mu ’minlere CemĂ‚lullĂ‚h ’ı seyrettirmesidir. AshĂ‚b-ı kirĂ‚mdan Cerîr -radıyallĂ‚hu anh- şoyle anlatır:
Bir gece Rasûl-i Ekrem Efendimiz ’le birlikte oturuyorduk. Allah Rasûlu -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-, dolunaya bakarak şunları soylediler:
“–Şu dolunayı birbirinizi itip kakmadan rahatca nasıl goruyorsanız, (aynı şekilde) Rabb ’inizi de (Cennet ’te) oyle rahatca goreceksiniz. Artık Guneş ’in doğmasından ve batmasından onceki butun namazları kılabilmek icin elinizden gelen gayreti gosteriniz!”
Allah Rasûlu -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-, bu sozlerin ardından şu Ă‚yet-i kerîmeyi tilĂ‚vet ettiler:
“…Guneş ’in doğmasından ve batmasından once Rabb ’ini hamd ile tesbîh et; gecenin bir kısım saatleri ile gunduzun iki ucunda da tesbîh et ki, Rabb ’inin rızĂ‚sına erebilesin!” (TĂ‚hĂ‚, 130)[20] (BuhĂ‚rî, MevĂ‚kît 16, 26; Tefsîr, 50/1; Tevhîd, 24; Muslim, MesĂ‚cid, 211)
HĂ‚sılı namaz, insanı yaratılış maksadına ulaştıran en muhim ibadettir. Zaten insanın iskelet yapısının, rahatca rukû ve secde edebilecek durumda halkedilmesi de bir bakıma namazı kolaylaştırmak ve boylece insanı maksadına daha cok yaklaştırmak icindir. Bu sebeple insan, butun hayatını namaz vakitlerine gore tanzim etmeli, namazı hayatın mihveri kılmalıdır.
Oruc ve RamazĂ‚n-ı Şerîf Oruc, AllĂ‚h ’ın emrine tĂ‚bî olmak ve O ’nun rızĂ‚sını kazanabilmek icin imsak vaktinden akşam Guneş ’in batışına kadar yemek, icmek ve cinsî munĂ‚sebetten uzak durmak sûretiyle yapılan bir ibadettir.
Başta oruc olmak uzere namaz, zekĂ‚t, infak, zikir, Kur ’Ă‚n tilĂ‚veti, yardımlaşma, ikrĂ‚m etme gibi ibadetlere ağırlık verilerek değerlendirilen Ramazan ise, feyizli bir hayatın yaşandığı mubĂ‚rek bir mukĂ‚fĂ‚t ayıdır. Ayların efendisidir. Bu ayda CenĂ‚b-ı Hak kullarına cok buyuk ikram ve ihsanlarda bulunur. Af kapılarını sonuna kadar acar. Kucucuk amellere bile buyuk sevaplar lûtfeder. Nitekim Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- şoyle buyurmuşlardır:
“Ramazan ayı girdiğinde Cennet kapıları acılır, Cehennem kapıları kapanır ve şeytanlar zincire vurulur.” (BuhĂ‚rî, Bed ’u ’l-Halk, 11; Muslim, SıyĂ‚m, 1, 2, 4, 5)
Orucun Hikmetleri
Bu mubĂ‚rek ayda, fĂ‚nî lezzetlerden vazgecip bĂ‚kî lezzetlere nĂ‚il olmanın sırrına, Hak TeĂ‚lĂ‚ ’nın emir buyurduğu oruc ibadetiyle kavuşulur. Oruc tutan mu ’min, dĂ‚imî bir ibĂ‚det şuuru icinde nefs engeliyle mucĂ‚dele eder ve onu kontrol altında tutarak tesirini asgarîye indirir.
Oruc, hayat mucĂ‚delesinde zarûrî olan “azim, sabır, sebat, irĂ‚de, kanaat, hĂ‚le rızĂ‚, metĂ‚net, nefsĂ‚nî arzulardan uzaklaşma” gibi hĂ‚llerin tĂ‚limi ile ahlĂ‚kî durumumuzu kemĂ‚le erdirir. Nefsin yemek, icmek ve şehvetten yana, bitmez tukenmez arzularına karşı insanın şeref ve haysiyetini koruyucu bir kalkan vazifesi gorur.
Yine oruc, mahrûmiyet ve aclık vĂ‚sıtasıyla, CenĂ‚b-ı Hakk ’ın lûtfettiği sayısız nîmetlerin kadrini hatırlatır. Yoksulların hĂ‚llerini duşundurup onlar icin duyacağımız merhamet ve şefkat hisleriyle yureklerimizi hassaslaştırır. Şukran duygularını canlandırır. Bu vasfıyla oruc, sosyal hayattaki kin, hased, kıskanclık gibi toplumu huzursuzluğa boğan menfîlikleri bertaraf etmekte en muessir bir ibadettir.
Oruc, yalnız bu ummete değil, evvelki ummetlere de farz kılınmıştır. Allah TeĂ‚lĂ‚ buyurur:
“Ey îmĂ‚n edenler! Oruc, sizden oncekilere farz kılındığı gibi, AllĂ‚h ’a karşı gelmekten sakınasınız diye, sayılı gunlerde size de farz kılındı...” (el-Bakara, 183-184)
İslĂ‚m ’ın farz kıldığı ibĂ‚detler, ceşitli mĂ‚nevî hastalıklar icin ilĂ‚c gibidir. NefsĂ‚nî arzular, dunya suslerine aldanmak, zevk ve eğlenceye meyil gostermek de, mĂ‚nevî-rûhĂ‚nî hastalıkları ortaya cıkaran sebeplerdendir. Bu tur mĂ‚nevî hastalıklara yakalanmamak icin perhiz yapmak gerekir. Oruc ise bu tedĂ‚vînin en guzel yoludur. Zira orucu, insanı yaratan CenĂ‚b-ı Hak emretmektedir. Elbette kullarının ihtiyacını en iyi O bilir.
Gercekten oruc, pek cok maddî ve mĂ‚nevî hastalığa bir ceşit ilĂ‚c durumundadır. Bunun icindir ki, «sayılı gunler»de tutulur. Zira bir ilĂ‚c devamlı kullanılırsa vucut ona alışır ve artık ilĂ‚cın bir faydası gorulmez. Bu sebeple Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-:
“Ben bundan sonraki hayatımı hep oruclu gecireceğim!” diyen sahabîsine:
“–Butun zamanını oruclu gecirenin orucu yoktur.” buyurmuşlar ve bu sozlerini uc defa tekrarlamışlardır. (BuhĂ‚rî, Savm 55-57)
Tıp cevreleri de, otuz gunden az tutulan orucun tesirsiz olacağını, kırk gunden fazlasının da alışkanlık yaparak, belli donemlerde yeme icmeye ara vermenin getireceği faydaları temin etmeyeceğini bildirmektedirler.
Oruc, insana yeme-icme disiplini, iştahına hĂ‚kim olma alışkanlığı kazandırır. Oburluğa, pisboğazlığa ve netice itibĂ‚rıyla hastalıklara mĂ‚nî olur. Oruc tutan kişi şişmansa, fazla kilolarını atar, bir yıl aralıksız calışan sindirim sistemi orucla dinlenmiş olur.
KĂ‚inĂ‚ta baktığımızda orada da orucun pek cok misĂ‚lini buluruz:
Biyolojik araştırmalar, vahşî hayvanların kar yağdığında karınlarını doyurmak icin hicbir şey bulamadıklarını gostermiştir. Bunun sonucu olarak bu hayvanlar kışı uyuyarak, yani Ă‚deta ilkbahara kadar oruc tutarak gecirmektedirler.
Ağacların durumu da aynıdır. Kışın yapraklarını doker uykuya dalarlar ve hattĂ‚ ilkbahar gelip buzlar eriyene kadar koklerine su bile alamazlar. Oruclu gecen bu birkac aydan sonra ilkbahar geldiğinde daha canlı ve daha verimli olurlar. Bu durum, yaprak ve ciceklerinin bolluğundan da anlaşılabilir.
Madenler bile oruca muhtactırlar. Motor ve makineler uzun sure calıştıktan sonra bir sure durdurulurlar. Bu dinlenme, onların eski guclerini kazanmalarını sağlar.
Son zamanlarda Tıp ’ta uygulanan yeni bir tedavi metoduyla, kronik hastalıklar, hastanın durumuna gore uzun veya kısa sureli oruclarla iyileştirilmektedir.
Diğer taraftan orucun belli bir ayda tutulması, muslumanların birlik ve beraberliğini sağlaması acısından da muhimdir. Bir de diğer insanlarla birlikte yapılan işler kişilere kolay gelir ve Ramazan-ı Şerîf bir bayram havası icinde beraberce idrĂ‚k edilir. Neticede, sayılı gunlerden ibĂ‚ret olan oruc, yine sayılı gunlerden ibaret olan hayatımıza mustesnĂ‚ bir incelik, derinlik ve zarĂ‚fet kazandırır.
Bunun yanında Ramazan-ı Şerîf ayının, senenin butun mevsimlerini dolaşması da, ayrı bir hikmet ifĂ‚de eder. Senenin muhtelif mevsimlerinde yaşanan sıcak, soğuk, serin ve ılık gunler ile uzun, kısa veya dengeli butun gunlere sırasıyla Ramazan isabet eder. Boylece oruc, belli zaman aralıklarıyla senenin butun gunlerini bereketlendirir. Bu durum, aynı zamanda oruc tutanlar icin de nice farklı zorluk ve kolaylık dolu tecellîlere vesîle olur; mu ’min gonullere nice mĂ‚nevî hazlar yaşatır. Yine bu hĂ‚l, mu ’minlerin, her hĂ‚lukĂ‚rda Allah TeĂ‚lĂ‚ ’nın emrine itaat etmesinin en guzel bir temsîlidir.
CenĂ‚b-ı Hak, Ramazan ve oruc hakkında şoyle buyurur:
“Ramazan ayı, insanlara yol gosterici, doğrunun ve doğruyu eğriden ayırmanın acık delilleri olarak KurĂ‚n ’ın indirildiği aydır. Oyleyse sizden Ramazan ayını idrak edenler onda oruc tutsun! Kim o anda hasta veya yolcu olursa (tutamadığı gunler sayısınca) başka gunlerde kazĂ‚ etsin. Allah sizin icin kolaylık ister, zorluk istemez. Butun bunlar, sayıyı tamamlamanız ve size doğru yolu gostermesine karşılık AllĂ‚h ’ı tĂ‚zîm etmeniz, şukretmeniz icindir.” (el-Bakara, 185)
Bu Ă‚yet-i kerîmeye gore CenĂ‚b-ı Hak, orucun Ă‚deta Kur ’Ă‚n ’ın indirilmesine bir şukur olarak tutulmasını arzu etmektedir. Ancak O, her hususta olduğu gibi orucu da kullarına kolaylaştırmıştır. Onları hicbir zaman zor durumda bırakmamıştır. Âyetin son kısmında ise Ă‚deta oructan hĂ‚sıl olması gereken hususu beyan buyurmuştur. Buna gore insan, oruc ile AllĂ‚h ’ın azametini ve lûtuflarını idrĂ‚k etmekte ve O ’na en guzel şekilde şukredebilmeyi oğrenmektedir.
HĂ‚sılı orucun asıl mĂ‚nĂ‚ ve ozu, belirli bedenî arzulara ara vermek yanında, şuuru da dunyevî alĂ‚kalardan, AllĂ‚h ’ın dışındaki şeylerden (mĂ‚sivĂ‚dan) boşaltarak CenĂ‚b-ı Hak ile beraberlik icin mĂ‚nevî teksîfin mumkun olan en ust sınırına ulaşmaktır.
Orucun Fazîleti
Hazret-i MevlÂn -kuddise sirruh- buyurur:
“İnsanın asıl gıdĂ‚sı AllĂ‚h ’ın nûrudur. Ona aşırı ten gıdĂ‚sı vermek lĂ‚yık değildir. İnsanın asıl gıdĂ‚sı, ilĂ‚hî aşk ve akıldır.
İnsan, asıl rûhĂ‚nî gıdĂ‚sını unuttuğu ve ten gıdĂ‚sına duştuğu icin huzursuzdur. Doymak bilmez. İhtirasından yuzu sararmış, ayakları titremekte, kalbi telĂ‚şla carpmaktadır. Nerede yeryuzu gıdĂ‚sı, nerede sonsuzluğun gıdĂ‚sı?!.
Allah şehîdler icin; «Rızıklanmaktadırlar.» diye buyurdu. O mĂ‚nevî gıdĂ‚ icin ne ağız, ne de ceset vardır.”
Az yemekte, bilhassa aclık ve oructa on guzel haslet vardır:
1) Aclıkta kalp safĂ‚sı ve hĂ‚fıza kuvveti; toklukta ise ahmaklık ve unutkanlık olur.
2) Aclıkta kalp rikkati olur; duĂ‚ ve ibĂ‚detlerden haz ve feyz alınır. Toklukta ise kalp katı olur ve ibĂ‚detten zevk hĂ‚sıl olmaz.
3) Aclıkta gonul yumuşaklığı, inkisar ve tevĂ‚zû; toklukta ise taşkınlık, gurur, kibir ve ovunme olur.
4) Aclıkta fakir ve aclar duşunulur. Toklukta ise bunlar unutulur, duşunulmez olur.
5) Aclıkta şehevî ve nefsĂ‚nî istek ve arzular kırılır. Toklukta ise nefs-i emmĂ‚re kuvvet bulur.
6) Aclıkta vucut zinde ve uyanık bir hĂ‚ldedir. Toklukta ise uyku ve gaflet ağır basar.
7) Aclıkta ibĂ‚det ve kulluğa devam etmek kolaydır. Toklukta ise tembellik ve gevşeklik olur.
8) Aclıkta beden sıhhatli olur. Toklukta ise vucut yıpranır ve hasta olur.
9) Aclıkta bedende hafiflik ve ferahlık; toklukta ise ağırlık ve atĂ‚let olur.
10) Aclıkta sadaka vermeye, îsar ve infĂ‚ka şevk gelir. Bu da, kulu kıyĂ‚met gununun dehşetli sıcağında serin bir golgeliğe nĂ‚il kılar. Toklukta ise, ya cimrilik ya da musriflik ortaya cıkar. Bu da kulu mĂ‚nen helĂ‚k eder.
Yani tokluk, nefsĂ‚nî arzuları tahrîk ederken; aclık, -aşırıya kacmadıkca- tefekkur ve tehassus melekesini guclendirir.
HĂ‚sılı oruc, insanın her bakımdan sıhhatli olmasını sağlar. Nitekim Allah Rasûlu -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- şoyle buyurur:
“Oruc tutunuz ki, (madden ve mĂ‚nen) sıhhat bulasınız!” (Heysemî, III, 179)
Aclıkla kazanılan maddî-mĂ‚nevî sıhhat ve hasletlere işaret eden en kĂ‚mil mesned şudur: CenĂ‚b-ı Hak, peygamberlerini nubuvvetin feyzini almaya orucla hazırlamıştır. Onlar mĂ‚nevî kemĂ‚lĂ‚tın zirvesine ulaşınca bir sure insanlık Ă‚leminden uzaklaşmış ve kendilerinde melekî vasıflar tecellî etmiştir. Boylece kalpleri ve dimağları, ilĂ‚hî vahyin feyziyle dolup taşmıştır. MeselĂ‚;
Sina Dağı ’nın pek kıymetli peygamberi Hazret-i MûsĂ‚ -aleyhisselĂ‚m- Tevrat nĂ‚zil oluncaya kadar kırk gun kırk gece oruc tutmuştur.
Sair Dağı ’nın mukaddes peygamberi Hazret-i ÎsĂ‚ -aleyhisselĂ‚m- da, İncil ’den ilk kelĂ‚mı duyuncaya kadar, kırk gun kırk gece oruc tutmuştur.
Hazret-i Muhammed -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- de, Kur ’Ă‚n-ı Kerîm nĂ‚zil olmaya başlamadan once, uzun sure Mekke yakınındaki Hira Mağarası ’nda yalnız başına kalmış ve gunlerini muhtelif ibĂ‚detlerle gecirmiştir. Sonunda Cibrîl ’in sesinden mujdesini almış ve ilĂ‚hî feyizlerin nûru, gonlune doğmaya başlamıştır.
Yine MîrĂ‚c ’a cıkıp CenĂ‚b-ı Hak ile keyfiyeti bizce mechul olan husûsî bir goruşmeye nĂ‚il olmadan evvel, muşriklerin uc sene devam ettirdikleri ambargo boyunca şiddetli aclığa ve muhtelif sıkıntılara sabrederek rûhî kemĂ‚lĂ‚tın zirvesine yukselmiştir.
Bu hakîkatler de gosteriyor ki, orucun asıl gĂ‚yesi ve faydası mĂ‚nevîdir. Dolayısıyla oruc, bir ibĂ‚det olduğundan, sırf o gĂ‚ye ile tutulmalıdır. Onun yalnız zĂ‚hirî faydaları gĂ‚ye hĂ‚line getirilirse, oruc, ibĂ‚det olmaktan cıkar. Yani oruclarımızda mide dolgunluklarını onlemek, kilo vermek gibi gĂ‚yeler olmamalıdır. Boyle oruclarda rızĂ‚-yı ilĂ‚hî duşunulemez. Allah icin tutulan oruclarda ise bu gibi faydalar zĂ‚ten kendiliğinden zuhûr eder.
Bu sebeple oruc tutan musluman, kalbî hayatını, nefsĂ‚nî arzu, meyil ve duşuncelerden korumalıdır. Sadece yemek-icmek gibi bedenî temĂ‚yullerden uzak durmakla kifĂ‚yet etmeyip gonul Ă‚lemini de gıybet, yalan, kin ve haset gibi her turlu suflî tavırlardan da muhafaza etmelidir.
Burada sayamadığımız daha pek cok fayda ve fazîleti sebebiyle CenĂ‚b-ı Hak, kullarını oruca teşvik etmiştir. İnsanların oruca rağbet etmeleri icin de onun fazîletini kat kat artırmıştır. Her iyiliğe, on mislinden yedi yuz misline kadar sevap verilir. Ancak oruc bunun hĂ‚ricindedir. Onun karşılığını Allah TeĂ‚lĂ‚ hesapsız olarak verecek ve oruc tutan kullarını gerek dunyada gerekse Ă‚hirette sevindirip Cennet ’inde husûsî olarak ağırlayacaktır. Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz şoyle buyurmuşlardır:
“Allah TeĂ‚lĂ‚ şoyle buyurdu: «İnsanın oruc dışındaki her ameli kendisi icindir. Oruc ise Ben ’im icindir, onun mukĂ‚fatını da Ben vereceğim.»
Oruc kalkandır. Biriniz oruc tuttuğu gun kotu soz soylemesin ve kavga etmesin. Şayet biri kendisine hakaret eder ya da catarsa:
«–Ben orucluyum!» desin.
Muhammed ’in canı kudret elinde olan AllĂ‚h ’a yemin ederim ki, oruclunun ağız kokusu, Allah katında miskten daha hoştur. Oruclunun sevineceği iki Ă‚n vardır:
Biri, iftar ettiği Ă‚ndır, diğeri de Rabb ’ine kavuşup orucunun karşılığını gorduğu Ă‚ndır.” (BuhĂ‚rî, Savm, 9; Muslim, SıyĂ‚m, 163)
VelhĂ‚sıl oruc, rûhun en guzel gıdĂ‚larından biridir. Kulu bedenen ve mĂ‚len riyĂ‚zat hĂ‚linde yaşatır. HelĂ‚lleri bile asgarîde kullanmaya alıştırarak rûhu inkişĂ‚f ettirir. HelĂ‚lleri dahî riyĂ‚zat hĂ‚linde kullanan bir mu ’min ise şupheli şeylerden daha fazla sakınır ve haramlara hic yaklaşmaz.
ZekĂ‚t ZekĂ‚t, belli bir miktarın uzerinde mala sahip olan zenginlerin, hicrî takvime gore senede bir defa mallarından % 2,5 nisbetinde Allah icin vermeleridir. ZekĂ‚t; fakirlere, yoksullara, zekĂ‚t toplayan memurlara, gonulleri İslĂ‚m ’a ısındırılacak olan kimselere, hurriyetlerini satın almaya calışan kolelere, borclulara, Allah yolunda calışanlara ve yolda kalanlara verilir. (et-Tevbe, 60)
Hayvanlar ve toprak mahsulleri de zekĂ‚ta tĂ‚bîdir. Her birinin hesapları farklı farklı yapılır. Toprak mahsullerinin zekĂ‚tına “oşur” denir.
İslĂ‚m, zekĂ‚t gibi belli olcude mecbûrî bir infĂ‚kın yanında yuksek himmet sahiplerinin, durumlarına gore infak ve tasaddukta bulunmasını da kendilerine bırakmıştır.
Zengin ile Fakirin Vazifeleri
Fertlerin ve toplumların guclu-gucsuz, sıhhatli-sıhhatsiz, bilgili-bilgisiz, zengin-fakir gibi farklı durumlarda bulunması, takdîr-i ilĂ‚hînin nice derin ve ince hikmetlerini ihtivĂ‚ etmektedir. Her şeyden once, hayatta sahip olduğumuz butun nîmetleri CenĂ‚b-ı Hak bize bir imtihan vĂ‚sıtası olarak lûtfetmiştir. HattĂ‚ sahip olduğumuz nîmetler kadar icine duştuğumuz mahrûmiyetler de birer imtihan vesîlesidir. CenĂ‚b-ı Hak şoyle buyurur:
“Her ne zaman Rabb ’i, imtihan icin insana ikrĂ‚m edip bol nîmet verse, «Rabb ’im bana ikrĂ‚m etti!» der. Ne zaman da imtihan edip rızkını daraltsa, «Rabb ’im bana değer vermedi!» der.” (el-Fecr, 15-16)
Buna gore meselĂ‚ zenginlik bir izzet, fakirlik de bir zillet değil, taksîm-i ilĂ‚hîdir. Allah TeĂ‚lĂ‚ şoyle buyurur:
“...Dunya hayatında onların maîşetlerini aralarında Biz taksîm ettik. Birbirlerine iş gordurmeleri icin de kimini(n maîşetini) derecelerle otekine ustun kıldık. (Ancak) Rabb ’inin rahmeti, onların biriktirdiklerinden daha hayırlıdır.” (ez-Zuhruf, 32)
CenĂ‚b-ı Hak kulları arasındaki taksimĂ‚tı farklı yaptığı gibi mukellefiyetleri de ona gore tanzîm ederek kullarına aslĂ‚ haksızlık etmemiştir. Bu Ă‚yet-i kerîmeden ayrıca, insanlar arasındaki farklılığın, toplum Ă‚henk ve nizĂ‚mını temin etmede muhim bir role sahip olduğunu anlıyoruz.
Zengin, malını nereden kazanıp nereye sarf ettiği husûsunda, yani helĂ‚l veya haram kazanclarından, zekĂ‚t, sadaka, hayır ve hasenĂ‚t fasıllarından AllĂ‚h ’ın huzûrunda hesap verecektir. O, varlığının muayyen bir kısmını fakirlere vermeye memur kılınmakla, serveti bakımından buyuk bir imtihana tĂ‚bîdir. Ancak diğerleriyle birlikte bu imtihanı da kazandığı takdirde rızĂ‚-yı ilĂ‚hîye ve Cennet nîmetlerine nĂ‚il olacaktır.
Fakir de, sabır, şikĂ‚yet, isyan, kin, haset, iffet gibi hususlardan hesĂ‚ba cekilecektir. Bunların neticesi AllĂ‚h ’ın rızĂ‚sına uygun duşerse, onun dunya cilesi, ebedî bir Ă‚hiret saĂ‚detine donuşecektir.
Fakir, dunyada zenginin maddî desteğine muhtac olduğu gibi, zengin de hem dunyada hem de Ă‚hirette fakirin duĂ‚sına muhtactır.
Şukur ehli comert zenginler ile sabırlı ve haysiyetli fakirler, insanlık şerefinde ve ilĂ‚hî rızĂ‚da beraberdirler. Ancak İslĂ‚m ’da, kibirli hasis zenginler ve buna mukĂ‚bil sabırsız ve istemeyi Ă‚det hĂ‚line getiren fakirler zemmedilmiştir. Nitekim Hazret-i Peygamber -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-:
“YĂ‚ Rabbî! Zenginlik ve fakirliğin fitnelerinin şerrinden Sana sığınırım!” diye duĂ‚ buyururlardı. (Muslim, Zikir, 49)
O hĂ‚lde kanaat, tevekkul, teslîmiyet ve itaat kimde galebe hĂ‚linde ise, gercek zengin odur...
Calışmak ve helĂ‚l yoldan mal-mulk sahibi olmak, elbette meziyettir. Doğru olan, bunları kalbe sokmadan, yani putlaştırmadan Hak yolunda infĂ‚k edebilmektir. Aksi hĂ‚lde servet, dunyada hamallık, Ă‚hirette de acıklı bir azap sebebi olur.
İnfak, sadaka ve Allah yolunda hizmet ve gayretin ehemmiyetini bildiren şu kıssa cok ibretlidir:
Beşîr bin HasĂ‚siyye -radıyallĂ‚hu anh- şoyle anlatır:
Nebiyy-i Ekrem -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz ’e bey ’at etmek icin geldim. Bana, Allah ’tan başka ilĂ‚h olmadığına ve Hazret-i Muhammed ’in de O ’nun kulu ve Rasûlu olduğuna şehĂ‚det etmemi, namaz kılmamı, zekĂ‚t vermemi, İslĂ‚m uzere haccetmemi, Ramazan orucunu tutmamı ve Allah yolunda cihĂ‚d etmemi şart koştu.
Ben şoyle dedim:
“–Ey AllĂ‚h ’ın Rasûlu! VallĂ‚hi bunlardan ikisine gucum yetmez. Onlar da cihĂ‚d ve sadakadır. Muslumanlar, cepheden kacan kimsenin AllĂ‚h ’ın gazabına uğramış olarak doneceğini soyluyorlar.[23] Ben ise cihĂ‚d meydanına varınca, nefsimin korkuya kapılıp olmeyi istememesinden endişe ediyorum. Sadakaya gelince, vallĂ‚hi benim kucuk bir koyun surusu ve on deveden başka bir şeyim yoktur. Onlar da Ă‚ilemin maîşet kaynağı ve binek hayvanlarıdır.”
Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- elini yumdu, salladı ve şoyle buyurdu:
“–CihĂ‚d (Allah yolunda hizmet) yok, sadaka yok, peki ne ile Cennet ’e gireceksin?!”
Ben hemen:
“–YĂ‚ RasûlĂ‚llah, Sana bey ’at ediyorum!” dedim ve koştuğu butun şartlar uzerine bey ’at ettim. (Ahmed, V, 224; HĂ‚kim, II, 89/2421; Beyhakî, Şuab, V, 8; Heysemî, I, 42)
ZekĂ‚t ve İnfaktaki Hikmetler
ZekĂ‚t, sadaka ve infak, varlıklı insanların servetlerine aldanarak azgınlaşmasına ve muhtacların zenginlere karşı kin ve haset gibi menfî duygulara kapılmasına mĂ‚nî olur. Boylece ictimĂ‚î hayatı korur, fertleri birbirine kardeşlik ve muhabbetle bağlar. Zenginlerle fakirler arasındaki mesafeyi asgarîye indirir. Neticede fakirlerin sayısı yok denecek kadar azalarak, yoksulluk ve caresizlik sebebiyle meydana gelen bircok tatsız hĂ‚disenin onune gecilmiş olur.
ZekĂ‚tın, toplumdaki farklı insanları nasıl birbirine kaynaştırdığını gosteren şu misĂ‚l, ne kadar cĂ‚lib-i dikkattir:
Hazret-i Omer -radıyallĂ‚hu anh- bir evin yanından geciyordu. Kapının onunde yaşlı ve Ă‚mĂ‚ bir yoksulun dilendiğini gordu. Arkasından yaklaşıp koluna dokundu ve:
“–Sen ehl-i kitĂ‚bın hangi sınıfındansın?” diye sordu. Yaşlı zĂ‚t, yahudî olduğunu soyledi. Hazret-i Omer -radıyallĂ‚hu anh-:
“–Seni bu hĂ‚le duşuren sebep nedir?” dedi. ÂmĂ‚ yahudî:
“–Benden cizye alınması, bir de ihtiyac sahibi ve yaşlı olmam beni bu hĂ‚llere duşurdu.” dedi.
Omer -radıyallĂ‚hu anh- Ă‚mĂ‚ yahudînin elinden tuttu ve onu kendi evine goturdu. Evinde bulabildiği bĂ‚zı şeyleri yahudîye verdi. Sonra BeytulmĂ‚l memurunu cağırdı ve ona şu tĂ‚limĂ‚tı verdi:
“–Bu ve bunun gibi olanlara dikkat et! AllĂ‚h ’a yemin ederim ki eğer biz gencliğinin verimli cağında ondan istifade edip de yaşlanıp coktuğunde boyle sefil bırakırsak, hic de insaflı davranmış olmayız…”
Bu hĂ‚diseden sonra Hazret-i Omer -radıyallĂ‚hu anh-, o ve benzeri kimselerden cizyeyi kaldırdı.[24]
Gayr-i muslimler de, insanlıkta eşimizdir. Son nefes, herkes icin mechul olduğundan, butun insanlara guzel muĂ‚mele etmek ve gayr-i muslimlere, olmeden evvel îman edebilecekleri umidiyle yaklaşmak zarûrîdir. Bu sebeple onlara da zekĂ‚ttan değilse de sadakalardan pay ayrılabilir. Bu ikram ve ihsanlar da neticede onların hidĂ‚yetine vesîle olabilir. Bunun en bĂ‚riz misĂ‚lini yine Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz ’in hayatında muşĂ‚hede etmekteyiz:
Allah Rasûlu -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-, hicretin 7. senesinde Hayber Fethi ’nden sonra kuraklık ve kıtlığa dûcĂ‚r olan Mekke halkına muhtelif yardım malzemeleri gonderdi. Ebû SufyĂ‚n, bunların hepsini teslim alıp Kureyşlilerin fakirlerine dağıttı. Kendisi o zaman muşrik olduğu hĂ‚lde bu Ă‚licenaplığa hayran kalarak:
“–Allah, kardeşimin oğlunu hayırla mukĂ‚fatlandırsın! Cunku O, akrabĂ‚lık hakkını gozetti!” diyerek duyduğu memnûniyeti ifĂ‚de etti.[25]
Bu ve benzeri ihsanlar, Mekkelilerin kalbini yumuşatarak Fetih ’te topluca musluman olmalarını kolaylaştırdı.
Osmanlı tarihinde de bu şekilde pekcok insanın hidayetine vesîle olunmuştur.
Diğer taraftan, zekĂ‚t olarak alınan mulkiyet, kısım kısım, derece derece cemiyetin mağdurlarına intikĂ‚l ettirilir. Boylece toplumda muvĂ‚zene, adĂ‚let ve ictimĂ‚î Ă‚henk meydana gelir. Zenginin serveti temizlenerek sahibine butunuyle helĂ‚l olur.
Dunyada eskiden beri zengin-fakir kavgası suregelmiştir. EkseriyĂ‚ fakirler zenginlere karşı kin ve hasetle bakmış, zenginlerse fakirleri hor ve hakir gormuşlerdir. Bunun istisnĂ‚sı ise ancak zekĂ‚tın hakkıyla edĂ‚ edilebildiği devirlerde mumkun olmuştur. O zamanlarda zekĂ‚t ve sadakalar buyuk bir gizlilik ve nezĂ‚ket icinde takdim edilirdi. Zira Ă‚yet-i kerîmede “...Sadakaları Allah alır!..” buyrulmaktadır. (et-Tevbe, 104) Bugun de zekĂ‚t ibĂ‚deti hakkıyla edĂ‚ edilse, toplumda fakir ve muzdarip insan yok denecek kadar azalır. Nitekim Halîfe Omer bin Abdulazîz devrinde insanlar mallarının zekĂ‚tını getirir, ancak verecek kimse bulamazdı. Omer bin Abdulazîz, bir defasında zekĂ‚t memurunu Afrika ulkelerine gondermişti. Memur, malları dağıtamadan geri getirdi. Cunku zekĂ‚t alacak kimse bulamamıştı. Bunun uzerine o da bu paralarla pek cok kole alıp Ă‚zĂ‚d etti. Bu hĂ‚l, malın ve canın Hak TeĂ‚lĂ‚ icin infĂ‚k edilmesinin bir mukĂ‚fĂ‚tıdır.
İşte İslĂ‚m, insanlığın maddî-mĂ‚nevî yaralarını boylesine guzel bir muhtevĂ‚ icinde sarıp şifĂ‚ bahşederken, diğer sistemler bunu başaramamış, ya ifrata ya da tefrite duşmuşlerdir. Kimi başkasından bir şey istemeyi tamĂ‚men yasak etmiş, kiminde de dilenmek alıp yurumuştur. İslĂ‚m ise, zekĂ‚t ve infak yoluyla bu yaraya son derece hakîmĂ‚ne bir edĂ‚ ile yaklaşmış ve en munĂ‚sip cĂ‚reyi sunmuştur.
Gercekten zekĂ‚t, İslĂ‚m ’ın insanlığa kazandırdığı pek yuce kıymetlerden biridir. Bir zamanların acı gerceklerinden biri olan kolelik zincirini insanın boynundan cıkarmanın yollarından biri de zekĂ‚ttır. Zira zekĂ‚t mallarının kullanılabileceği sekiz yerden biri de kolelerin hurriyete kavuşturulmasıdır.
ZekĂ‚t ve infaktaki sırlardan bir diğeri de, ferdî sermĂ‚yenin dehhĂ‚meleşmesine (anormal buyumesine) mĂ‚nî olmaktır. ZekĂ‚t ve infaklar, sermĂ‚yenin bir kanser hĂ‚line gelmesini engelleyen en guzel bir devĂ‚ ve cĂ‚redir.
Yine zekĂ‚t sĂ‚yesinde Allah yolunda gayret eden pek cok insana destek verilerek hayırlı işlerin yapılmasına onculuk edilir. Talebelerin okumasına yardımcı olunarak bu vesîle ile ilmin, Hakk ’a kulluğa vesîle olarak kullanılması sağlanır.
HĂ‚sılı, zekĂ‚t veren toplumda huzur hĂ‚li teessus eder. Gerek muhtelif İslĂ‚m toplumlarında, gerekse Osmanlı ’da cemiyetin umûmî bir huzur hĂ‚linde olduğunu goruyoruz. Osmanlı toplumu bu huzurla 620 sene ayakta kalmıştır.
ZekĂ‚t verilmeyerek ictimĂ‚î dayanışma bozulduğunda, toplumda hırsızlık, luks merĂ‚kı ve gosteriş gibi yanlışlıklar artar. MĂ‚neviyattan uzaklaşıldıkca da nefsĂ‚nî arzular azgınlaşır ve neticede butun toplum huzursuz olur. Bu durumda sosyoloji ilminin bildirdiği kĂ‚ideler de ancak satırlarda kalır.
Mulk AllĂ‚h ’a Âittir
Şoyle bir duşunecek olursak, Rabb ’imizin mulkunde yaşıyoruz. Onun nîmetleri ile rızıklanıyoruz. MĂ‚lî ibĂ‚detlerde ihmalkĂ‚rlık gosterenler duşunmuyorlar mı ki, acabĂ‚ kimin malını kimden esirgiyorlar?!
Hakîkatte mulk, mutlak olarak AllĂ‚h ’a Ă‚ittir. İnsanların mĂ‚likiyeti ise, devre-mulk gibidir. Dunya malı, AllĂ‚h ’ın kuluna verdiği bir emĂ‚nettir. Fertlerin onu istediği gibi kullanması, aslĂ‚ tasvip edilemez. O, mulkun hakîkî sahibinin emrettiği istîkĂ‚mette kullanılmalıdır.
Bu durumda, infak eden kişi, aslında kendi malını değil, AllĂ‚h ’ın ihsĂ‚n ettiği malı yine AllĂ‚h ’ın bir kuluna vermiş olmaktadır.[28] Bu sebeple Allah TeĂ‚lĂ‚, zekĂ‚tı, imkĂ‚nı olan kişilerin muhtac olanlara vermesi gereken bir hak olarak tĂ‚yin etmiştir. Âyet-i kerîmede şoyle buyrulur:
“Onların mallarında sĂ‚ilin (muhtĂ‚cın) ve mahrumun (iffeti dolayısıyla isteyemeyenin) mĂ‚lûm bir hakkı vardır.” (el-MeĂ‚ric, 24-25; ez-ZĂ‚riyĂ‚t, 19)
Bunun icin ilĂ‚hî ahlĂ‚ka ve lûtfa nĂ‚il olmak isteyen her kul, istifĂ‚de ettiği dunya nîmetlerinden muhtacları ve muzdaripleri de istifĂ‚de ettirmek mecbûriyetindedir. Zira asıl gĂ‚ye, elinden ve dilinden insanların istifĂ‚de ettiği bir mu ’min hĂ‚line gelip AllĂ‚h ’ın rızĂ‚s&#