Olumu urkutucu, soğuk ve ruha sirayet eden bunaltısından kurtarıp guzelleştirmek mumkun mudur? İnsan nasıl bir hÂl icinde olmalı ki olum guzel gelsin?ŞehÂdet sahneleri, aynı zamanda olumu guzelleştirme hÂlleridir. Olumun urkutucu hÂlinden kurtulup şevk ile şehÂdete yuruyebilmesi, ancak gonlun aşk ve vecd iklimine girebilmesiyle mumkundur. Bu da, nefsÂnî arzuları bertarÂf ederek;
موُتوُا قَبْلَ اَنْ تَمُوتُوا

“Olmeden evvel olunuz!” sırrına erişmekle hÂsıl olur. Yani kul, sağlığında nefis tezkiyesi ve kalp tasfiyesine muvaffak olabilirse; butun dunyevî ızdıraplar ve cileler, onun uzerindeki tesir gucunu o nisbette kaybeder.

KIYMETLİ BİR HAZİNE 'SABIR'

İmtihan dunyasında kaderin işleyişinde mutlaka sabır imtihanları olacaktır. Rabbimiz buyurur:

“Andolsun ki sizi biraz korku ve aclık; mallardan, canlardan ve urunlerden biraz azaltma (fakirlik) ile deneriz.

(Ey Peygamber!) Sabredenleri mujdele!

O sabredenler, kendilerine bir bel geldiği zaman;

«Biz AllÂh ’ın kullarıyız ve biz O ’na doneceğiz!» derler.” (el-Bakara, 155-156)

Sabrın en kıymetli Ânı ise, musîbetle karşılaşılan ilk andır. Bu sebeple sadme-i ûlÂda, yani musîbetle karşılaştığı ilk anda gosterilmesi lÂzımdır. Bu hÂl ise sabrın zirvesidir.

Firavun ’un sihirbazları; Hazret-i Musa ’nın karşısında CenÂb-ı Hakk ’ın hidÂyet tecellîsine mazhar olunca, secdeye kapanıp îmÂn ettiler. Firavun, Âdet deliye dondu ve tehditler yağdırmaya başladı:

“…And olsun ki ellerinizi ve ayaklarınızı caprazlama keseceğim ve muhakkak sizi hurma dallarına asarak (azabın en şiddetlisini tattıracağım.) Boylece, hangimizin azabının daha şiddetli ve surekli olduğunu iyice anlayacaksınız.” (TÂhÂ, 71)

Başlangıcta Firavun, Mısır hazinelerini o sihirbazların onune sermişti. Onlar ise dunya nimetlerini ellerinin tersiyle ittiler, en ağır işkencelerden de yılmadılar. Firavun ’a karşı;

“Ne hukum vereceksen ver! Sen ancak bu dunya hayatına hukmedebilirsin!” (TÂhÂ, 72) diye tavır koydular.

“«Biz zaten Rabbimize doneceğiz!» dediler.” (el-A‘rÂf, 125)

Zulum tatbikatı başladı. Ortalığın can pazarına ve kan golune donduğu o anda, o sîneleri îmÂn ile dolu mu ’minler; Firavun ’a bir minnette bulunup da îmanlarının bir zaafa uğramasından korktular. Gec kavuştukları tevhîdi tez kaybetmemek endişesiyle CenÂb-ı Hakk ’a şoyle iltic ettiler:

“…YÂ Rabbi! Uzerimize sabır yağdır (Firavun ’a minnet sebebiyle îmÂnımızdan donmeyelim) ve canımızı musluman olarak al!” (el-A‘rÂf, 126)

Bu bakımdan sabır, Hakk ’ın takdîrinden dÂim rÂzı olarak Allah ile dost kalabilme sanatıdır. Hakk ’ın şu tÂlimÂtına itimat etmektir:

“…Sizin icin daha hayırlı olduğu hÂlde bir şeyi sevmemeniz mumkundur. Sizin icin daha kotu olduğu hÂlde bir şeyi sevmeniz de mumkundur. Allah bilir, siz bilmezsiniz.” (el-Bakara, 216)

Başa gelen ızdırap verici hÂdiselere sabredip CenÂb-ı Hakk ’a sığınmak; hayır veya şer her şeyin O ’ndan geldiğini bilmek ve bir imtihan olduğunu idrÂk edip mukÂfÂtını kazanmaya calışmak, Hak dostlarının meşrebidir. ŞikÂyetler, feryÂd u figanlar, sızlanmalar ise; zarar ve ziyanı artırmaktan başka bir şey değildir.

Sabır, insanın ic Âlemindeki kıymetli bir hazinedir. Sahibini hem varlığın hem yokluğun, hem belÂnın hem de nimetin tehlikesine karşı koruyan guvenli bir kalkandır.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Yuzakı Dergisi, Yıl: 2017 Ay: Temmuz Sayı: 149
İslam ve İhsan