
İslÂm medeniyetinin toplum yapısı nasıldı? Tarihte ecdÂdımız nasıl bir toplum yapısı inşÃ‚ etti? Gunumuz dunyasında o sosyal dokuyu, toplum hayatındaki o ahlÂkî yapıyı yeniden nasıl ihy edebiliriz? İşte cevapları...CenÂb-ı Hak Âl-i İmrÂn Sûresi ’nin 110. Âyet-i kerîmesinde;
“Siz, insanlığın (iyiliği) icin cıkarılmış en hayırlı bir ummetsiniz. İyiliği tavsiye eder, kotulukten sakındırırsınız.” buyuruyor.
Bakara Sûresi ’nin 143. Âyetinde de;
“İşte boylece sizin insanlığa şahitler olmanız (İslÂm ’ın şahidi olmanız, İslÂm ’ı temsil edebilmeniz), Rasûl ’un de size şahit olması icin sizi mûtedil (hayırhah) bir millet kıldık…” buyuruyor.
Boylece biz kullarının, yeryuzunde Hakk ’ın temsilcisi olan ve gonlunden rahmet tevzî eden hayırlı bir ummet olmamızı, bir rahmet toplumu olmamızı CenÂb-ı Hak arzu ediyor.
Rabbimiz ’in dostluğuna da bu şekilde nÂil olabiliriz. Yine bu şekilde:
“Bilesiniz ki, AllÂh ’ın dostlarına korku yoktur; onlar uzulmeyecekler de.” (Yûnus, 62) Âyet-i kerîmesinin mujdesine ererek, o zor gecitlerde, o zor gunlerde CenÂb-ı Hak ile dostluğun ihsan ve ikramlarına mazhar olabiliriz -inşÃ‚allah-.
RAHMET TOPLUMUNU OLUŞTURACAK UNSUR İnsanlık, ancak İslÂm şahsiyet ve karakterini kazandığında “Rahmet Toplumu” ortaya cıkar. Nitekim;
–Asr-ı saÂdet devri,
–HulefÂ-i rÂşidîn devri,
–Emevîlerin Omer bin Abdulaziz devri,
–Endulus-İspanyaʼnın ilk uc asrı,
–Osmanlıʼnın ilk uc asrı…
İşte butun bu devirlerde insanlık, “Rahmet Toplumu”nun nasıl olması gerektiğinin zirve tezÂhurlerini muşÃ‚hede etmiştir.
Bu “rahmet toplumu”, dunyada buyuk bir fazîletler medeniyeti inşÃ‚ etti. Bu nasıl bir medeniyetti?
–İnsanlıkta bir medeniyetti -bugunun tamamen tersine-,
‒AhlÂkta bir medeniyetti,
‒İlimde bir medeniyetti,
‒İctimÂî ve iktisÂdî hayatta bir medeniyetti,
‒Sanatta, mîmÂrîde, edebiyatta, mustesn bir medeniyet meydana getirdi.
Medeniyet, yalnız İslÂm ’da. Bugun başka yerde bir medeniyet yok! Bir Afrikalıya soralım; “Sizin memleketinizden hic medeniyet gecti mi?” diye. Nasıl Amerika ’ya kole olarak taşındıklarını soralım. Nasıl memleketlerinin somurulduğunu soralım ki o medeniyet getirdiğini soyleyenlerin yuzlerindeki maskeler duşsun! Hangi medeniyet?!.
Yine 2. Cihan Harbi ’ne baktığımız zaman, otuz milyon insan katledildi. 1945 ’te Japonya ’nın iki şehri komure dondu. İnsan, kadın, cocuk, ağac, toprak… Hepsi komur oldu. Yaklaşık altı milyon yahudi, gaz odalarında katledildi, fırınlarda yakıldı, sabun yapıldı!..
Hangi medeniyet bu?! Ne medeniyeti bu?!.
Bugun de goruyoruz, Suriye ’ye bakalım, Yemen ’e bakalım, Mısır ’a bakalım, Filistin ’e bakalım, Gazze ’ye bakalım… Hangi medeniyet bu?! Ne medeniyeti bu?!. İnsanları ciğneyerek, merhameti kazıyarak, yeryuzunu mÂtem ulkelerine cevirerek mi medeniyet gelecek?! Esas medeniyet İslÂm ’da…
İSLÂM MEDENİYETİNİN İNSANLARI NASIL İNSANLARDI? Bir misal:
Hazret-i Omer -radıyallÂhu anh- İslÂm ’dan evvel, sert ve haşin mizaclı idi. O Omer eriyip gitti; onun yerine gozu yaşlı, gonlu şefkat ve merhamet dolu, dÂim ummetin saÂdetini duşunen, yuksek mes ’ûliyet şuuruna sahip bir “Hazret-i Omer” geldi.
“Fırat ’ın kenarında bir kuzu zÂyi olsa, bu sebeple AllÂh ’ın beni hesaba cekmesinden korkarım.”[1] dedi. Kendisini surekli bir nefis muhÂsebesine tÂbî tuttu.
Geceleri sırtında erzak cuvalı ile, mahalleleri dolaşıp zayıfların, muhtacların yanıbaşında bulundu.
Yetimlerin, oksuzlerin ve kimsesizlerin kimsesi oldu. Kırık gonulleri tesellî etmeden, onların gozyaşlarını silmeden, onlara tebessum ettirmeden gonlu huzur bulmadı.
Kul hakkı hassÂsiyeti, CenÂb-ı Hakk ’ın verdiği nîmetlerin mes ’ûliyeti:
Peygamber Efendimiz -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- vefÂt ederken dahî iki şey uzerinde şiddetle durdu. Enes -radıyallÂhu anh- diyor ki:
“VefÂtı esnÂsında Rasûlullah -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- ’in yanındaydık. Bize uc defa:
«–Namaz hususunda Allah ’tan korkun!» dedi. Sonra da şoyle buyurdu:
«–Emriniz altındaki insanlar hakkında Allah ’tan korkun, iki zayıf hakkında Allah ’tan korkun: Dul kadın ve yetim cocuk. Namaz hususunda Allah ’tan korkun!»
Sonra; «Namaz, namaz…» diye tekrar etmeye başladı. (Sesi duyulmaz olunca bile) mubÂrek rûhu cıkıncaya kadar bunu icten ice tekrar edip durdular.” (Beyhakî, Şuab, VII, 477)
Yani Efendimiz -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- biz ummetinin kurtuluşu icin bilhassa namaza ve emrimiz altındakilerin hukukuna dikkat etmemizi, dul, yetim ve kimsesizlere sahip cıkmamızı emir buyurdular.
Bugun dunya -maalesef- dullarla, yetimlerle, kimsesizlerle doldu…
Yine Hazret-i Omer ’in kul hakkı hassÂsiyetine dÂir bir misal vereceğim:
İyÂs bin Seleme -radıyallÂhu anh-, babasından şoyle naklediyor:
“Hazret-i Omer -radıyallÂhu anh- carşıya uğramıştı. Elinde bir as vardı. AsÂyı bana doğru sallayarak -tabi o zamanlar yollar dar- «Muslumanların yolunu kapatma, yolu ac!» dedi. As elbisemin ucuna geldi. Bir sonraki sene tekrar karşılaşınca bana:
«‒Seleme, hacca gidecek misin?» diye sordu. «Evet» deyince elimden tutup beni evine goturdu. Bana 600 dirhem verdi ve:
«‒Bunları hac yolunda kullanırsın. Şunu bil ki bunlar sana salladığım asÂya karşılıktır!» dedi. Ben:
«‒Ey Mu ’minlerin Emîri! Bahsettiğin as meselesini hatırlayamadım?» dedim. O da:
«‒Ben ise hic unutamadım!» dedi.” (Taberî, TÂrîh, IV, 224)
Bu da cok muhim. Yarın kul haklarıyla karşı karşıya geleceğiz obur tarafta…
“Kitabını oku! Bugun sana hesap sorucu olarak kendi nefsin kÂfîdir.” (el-İsrÂ, 14) denilecek. O dosyalar acılacak. O dosyalarda;
“Kim zerre miktarı hayır yapmışsa onu gorur. Kim de zerre miktarı şer işlemişse onu gorur.” (ez-ZilzÂl, 7-8)
Zerreler, bir yağmur gibi o gun onumuze dokulecek… Bunun icin Efendimiz -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- hadîs-i şerîflerinde şoyle buyurmuştur:
“Ey insanlar! Kimin uzerine gecmiş bir hak varsa onu hemen odesin, dunyada rezil-rusvay olurum diye duşunmesin! İyi biliniz ki dunya rusvaylığı Âhirettekinin yanında pek hafif kalır.” (İbn-i Esîr, el-KÂmil, II, 319)
“Kimin uzerinde din kardeşinin ırzı, nÂmusu veya malıyla ilgili bir hak varsa, altın ve gumuşun bulunmayacağı kıyÂmet gunu gelmeden evvel o kimseyle helÂlleşsin. Yoksa kendisinin sÂlih amelleri varsa, yaptığı zulum miktarınca sevaplarından alınır (hak sahibine verilir). Şayet iyilikleri yoksa, zulmettiği kardeşinin gunahlarından alınarak onun uzerine yukletilir.” (BuhÂrî, MezÂlim 10, Rikāk 48)
* Efendimiz ’in terbiyesiyle o cÂhiliyye vahşetinden nasıl bir medenî insan vucûda geldi? Ebû Bekir Efendimiz ’in terbiyesi ayrı, Omer Efendimiz ’in terbiyesi ayrı, Hazret-i Hamza ’yı şehîd eden Habeşli Vahşî ’nin de terbiyesi ayrıydı. Habeşli Vahşî, İslÂm ’la şereflendikten sonra;
“–Acaba, beni Allah affeder mi?” diye yureği titrer hÂle geldi. İc dunyasında dÂim bu ihtilÂcları yaşamaya başladı.
* Sutcu kızının takvÂsı… Bu kız, hangi mektepte yetişti? Annesi;
“–Kızım, sute su kat, merak etme halife gormez?” dediğinde;
“–Anne, halife gormez ama Allah gormez mi?” dedi.
* Omer bin Abdulaziz g… Hanımı FÂtıma anlatıyor:
“Bir gun Omer bin Abdulaziz ’in yanına girdim. NamazgÂhında oturmuş, elini alnına dayamış, durmadan ağlıyor, gozyaşları yanaklarını ıslatıyordu. Ona, nicin bu hÂlde olduğunu sordum. Bana dedi ki:
«−FÂtıma! Bu ummetin en ağır yuku benim omuzlarımda. Ummet icindeki aclar, fakirler, hasta olup da ilac bulamayanlar, giyecek elbisesi olmayanlar, boynu bukuk yetimler, yalnız başına terk edilmiş dul kadınlar, hakkını arayamayan mazlumlar, kufur ve gurbet diyarındaki musluman esirler, ihtiyaclarını karşılayabilmek icin calışma tÂkatinden kesilmiş muhtac yaşlılar, aile efrÂdı kalabalık olan fakir aile reisleri…
Yakın ve uzak diyarlardaki boyle mu ’min kardeşlerimi duşundukce, yukumun altında eziliyorum. Yarın hesap gununde Rabbim bunlar icin beni sorguya cekerse, Rasûlullah -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- bunlar icin bana itÂb ve serzenişte bulunursa, ben nasıl cevap vereceğim?!»” (İbn-i Kesîr, 9/201)
Hanımı FÂtıma devamla der ki:
“Onun ibadeti sizlerinki kadardı. LÂkin gece yatakta Allah korkusunu ve kıyÂmet hesabını tefekkurden oyle bir hÂle gelirdi ki, haşyetullÂh ile kalbi carpmaya başlardı. Sanki suya duşmuş, yahut avuc icine alınmış bir kuş gibi cırpınırdı. Ben de onun bu hÂline dayanamayıp yorganı ustune orterdim ve kendi kendime:
«Keşke idarecilik mes ’ûliyeti bize tevdî edilmeseydi. Keşke o vazifeyle aramızdaki uzaklık, Guneş ’le Dunya arasındaki mesafe kadar olsaydı.» derdim.”
Dipnot:
[1] İbn-i Ebî Şeybe, Musannef, VIII, 153.
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Genc Dergisi, Yıl: 2020 Ay: Şubat Sayı: 161
İslam ve İhsan
RAHMET İNSANININ OZELLİKLERİ