Rabbimiz, Fetih Sûresi ’nin son Ă‚yetinde Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz ’in yanında bulunanların, yani O ’nunla kalbî beraberliği temin etmiş olanların vasıflarını zikreder. İşte Peygamber Efendimizle (s.a.v) kalbi beraberliği, muhabbeti sağlayanların 5 ozelliği...Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz şoyle buyurmuştur:

“Kişi sevdiği ile beraberdir.” (BuhĂ‚rî, Edeb, 96)
AshĂ‚b-ı kirĂ‚m, omurleri boyunca Fahr-i KĂ‚inat Efendimiz ’in bu mujdeli sozune sarılmış, ellerindeki en buyuk sermĂ‚ye ve yegĂ‚ne teselli kaynağı olarak Allah Rasûlu ’nun muhabbetini gonullerinde ziyadeleştirmeye calışmışlardır.
Onlar, Efendimiz ’in şahsında, eşsiz bir zarĂ‚fet Ă‚bidesi gorduler. Engin bir şefkat ve merhamet ummĂ‚nı olan mustesnĂ‚ bir gonul seyrettiler.
O Peygamberler İmĂ‚mı ’na ummet olabilmenin ne buyuk bir şeref, O Gonuller SultĂ‚nı ’na rĂ‚m olabilmenin ne buyuk bir lûtuf, O Rahmeten li ’l-Âlemîn ’e yakın olabilmenin, AllĂ‚h ’a yakınlaştıran ne buyuk bir vesîle olduğunu yakînen idrĂ‚k ettiler. Bu sebeple de ashĂ‚b-ı kirĂ‚mın her biri O ’na ayrı bir hayranlık duydu. Her biri O ’nu ayrı sevdi. “Kişi sevdiği ile beraberdir.” hadîsinin muhtevasına girebilmek ve bu dunyadaki beraberliklerini ebedî hayatta da devam ettirebilmek gĂ‚yesiyle, Rasûlullah Efendimiz ’in her hĂ‚lini, bir golgenin sahibine olan sadĂ‚kati nisbetinde taklit etmeye gayret gosterdiler.
İbadeti, muĂ‚melĂ‚tı, guzel ahlĂ‚kı O ’ndan oğrendiler. İdrĂ‚k ettiler ki, bir gonul, cĂ‚hiliye kalıntılarını kalbinden temizlemediği muddetce, Rasûlullah Efendimiz ’e ve dolayısıyla Hakk ’a yakınlıkta mesafe katedemez. Kalp cirkin vasıflardan temizlenmeden, yani tezkiye olmadan, gonul bahcesi yeşeremez. Bir letĂ‚fet diyarı olan Cennet ’e de, kalbî galatlarla, cirkin vasıflarla girilemez.
Rabbimiz, Fetih Sûresi ’nin son Ă‚yetinde Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz ’in yanında bulunanların, yani O ’nunla kalbî beraberliği temin etmiş olanların vasıflarını zikreder. İlk vasıf;
1- KÂFİRLERE KARŞI CETİN Bir musluman, AllĂ‚h ’ın sevmediklerinden dĂ‚imĂ‚ uzak olacak. İslĂ‚m ’dan hicbir zaman tĂ‚viz vermeyecek. Nitekim ashĂ‚b-ı kirĂ‚m on uc senelik Mekke devrinde cok ağır zulumlere dûcĂ‚r oldu. İbadet yasaklandı. Kulluk yasaklandı. Fakat o muslumanlar buyuk bir sabırla mukĂ‚vemet gosterdiler. Hicbiri îmanlarından en ufak bir tĂ‚viz vermedi.
Bugun de en muhim iş, akĂ‚idimizi koruyabilmek. İslĂ‚m mukemmeldir, mukemmelin kendi dûnundakilere bir ihtiyacı yoktur. Bir musluman; şahsiyetiyle, karakteriyle, giyimi, kuşamı, Ă‚dĂ‚bı ve orfuyle İslĂ‚mî bir hayatın icinde olacak. ÎmĂ‚nın vakĂ‚rını, İslĂ‚m ’ın şahsiyet ve karakterini dĂ‚imĂ‚ muhafaza edecek.
CenĂ‚b-ı Hak, Kur ’Ă‚n-ı Kerîm ’de îmĂ‚nını korumak icin kendini fedĂ‚ edenleri bildirir. Firavun tarafından ağır bir işkence altında katledilen sihirbazları, zĂ‚lim AshĂ‚b-ı Uhdûd ’un ateş dolu hendeklerde yaktıkları mu ’minleri, kavmi tarafından taşlanarak şehîd edilen Habîb-i NeccĂ‚r ’ı bildirir.
İnsanın her uzvunda bir irĂ‚de vardır. İstediğin zaman gozunu acıp kapatabilirsin. Elini kaldırıp indirebilirsin. Ancak kalpte irĂ‚de yoktur. Kalp ya musbete ya da menfîye doner. Bu sebeple îman kalpte iyice koklenmeli ki, bir tĂ‚viz olmasın. Amel-i sĂ‚lihlerle, ibadetle, muĂ‚melatla, muĂ‚şeretle, guzel ahlĂ‚kla Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- ’in izini takip edeceğiz ki, îmĂ‚nın kuvveti artacak, îmandan herhangi bir tĂ‚viz verilmeyecek. CenĂ‚b-ı Hak bizden boyle bir îman istiyor.
Rabbimiz bunun ehemmiyetini bizlere, namazın her rekĂ‚tında okuduğumuz:
غَيْرِ الْمَغْضُوبِ عَلَيْهِمْ وَلَا الضَّاۤلّ۪ينَ
“…Gazaba uğramışların ve sapmışların yoluna değil!” (el-FĂ‚tiha, 7) Ă‚yetiyle tekrar tekrar hatırlatıyor.
HattĂ‚ Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz, bir muslumanın ibadette dahî gayr-i muslimlere benzemesini yasaklıyor. MeselĂ‚ Muharrem ayının 10. gunu yahudilerin de oruc tuttuklarını gorunce, onlara benzememek icin Muharrem ’in 9-10 veya 10-11. gunlerinin oruclu gecirilmesini emir buyurmuştur.
Yine tek olarak cumartesi gunu oruc tutmayı, yahudilere benzemek olacağından;
“Uzerinize farz olunan orucun dışında cumartesi gunu oruc tutmayın.”[1]
“Cumartesi ve pazar gunleri muşriklerin bayram gunleridir. Ben onlara muhĂ‚lefet etmek isterim.”[2] buyurmak sûretiyle mekruh kılmıştır.
Ezan husûsunda da boru calınma teklifini yahudilerin, can calınmasını da hristiyanların Ă‚deti olması dolayısıyla kabul etmemiştir.
AshĂ‚b-ı kirĂ‚m da hayatları boyunca bu hassĂ‚siyeti sergilediler. MeselĂ‚ Hudeybiye ’de Hazret-i Osman -radıyallĂ‚hu anh- elci olarak Mekke ’ye gonderildiği zaman, muşrikler kendisine:
“–İstiyorsan sen KĂ‚be ’yi tavĂ‚f edebilirsin!..” demişlerdi. Cunku mevki sahibi akrabaları vardı. Fakat Hazret-i Osman:
“–Hazret-i Peygamber KĂ‚be ’yi tavĂ‚f etmedikce ben de edemem! Ben BeytullĂ‚h ’ı ancak O ’nun arkasında ziyaret ederim. Allah Rasûlu ’nun kabûl edilmediği bir yerde (ibadette bile) ben de yokum!..”[3] buyurmak sûretiyle Allah Rasûlu ’ne olan sadĂ‚katini tescil etti.
Gercek muhabbet, lĂ‚yıkına muhabbet yani AllĂ‚h ’a ve sevdiklerine muhabbet; mustahakkına nefret yani Allah ve Rasûl ’une Ă‚sî olan herkesten uzaklaşmaktır. Bu bir îman alĂ‚metidir.
En buyuk gaflet, Efendimiz ’i tanıyamamak, dolayısıyla O ’ndan kalben uzak kalmaktır. Zira O ’nu tanıyanın, O ’ndan uzak kalması aslĂ‚ duşunulemez!
Bu dunyada Efendimiz ’den habersiz yaşayanlar, definenin uzerinde omur surup de aclık ve sefĂ‚let icerisinde olen bedbaht kimselere benzerler. Nitekim amcası olmasına rağmen, O HidĂ‚yet Guneş ’ine Ă‚mĂ‚ kesilerek şirk karanlıkları icinde helĂ‚k olan Ebû Leheb hakkında CenĂ‚b-ı Hak şoyle buyurdu:
“Ebû Leheb ’in iki eli kurusun! Kurudu da. Malı ve kazandıkları ona fayda vermedi. O, alevli bir ateşte yanacak. Odun taşıyıcı olarak ve boynunda hurma lifinden bukulmuş bir ip olduğu hĂ‚lde karısı da (ateşe girecek).” (et-Tebbet, 1-5)
Peygamber Efendimiz ’in yanında bulunanların bir diğer vasfı:
2- KENDİ ARALARINDA COK MERHAMETLİ Merhamet, bir mu ’minin îmĂ‚nını tescil eden bir alĂ‚met-i fĂ‚rikadır. Merhamet, îmĂ‚nın ilk meyvesidir. Dolayısıyla bir mu ’minin gonlu, merhamet ummĂ‚nı olacak. Gonlunden rahmet taşıracak. Din kardeşine karşı yuzunden tebessum aslĂ‚ eksik olmayacak.
ZĂ‚ten “Allah” diyen bir kalbin, merhametten, muhabbetten, ikramdan, affetmekten nasipsiz olması duşunulemez. Oyle ki o, butun mazlumların, mağdurların, yetimlerin, gariplerin, hayvanatın, velhĂ‚sıl butun mahlûkatın kendisine zimmetli olduğu telĂ‚kkîsiyle yaşar. Bir musluman nabzının bu hassĂ‚siyetle atması lĂ‚zımdır.
Efendimiz ’le kalben beraber olanların bir diğer vasfı:
3- ONLARI RUKÛYA VARIRKEN, SECDE EDERKEN GORURSUN Namaz, CenĂ‚b-ı Hak ile baş başa gercekleşen bir mulĂ‚kat ve beraberliktir. Namaz, mu ’minin mîrĂ‚cıdır. İlk farz olan ibadettir. LĂ‚kin namaz, bir mecbûriyet savar gibi değil, kalp ve beden Ă‚hengi icinde kılınmalıdır. Rukû ve secdeler, bir rûhĂ‚niyet tevzî etmelidir. Huzur hĂ‚li vermelidir. Cunku kul, namazla CenĂ‚b-ı Hakk ’a yaklaşacaktır. Zira Ă‚yet-i kerîmede buyrulur:
“Secde et ve yaklaş!” (el-Alak, 19)
Mesela bir muhĂ‚rebede Hazret-i Ali ’nin ayağına ok isĂ‚bet etmişti. IztırĂ‚bının şiddetinden dolayı oku cıkaramadılar. Hazret-i Ali -radıyallĂ‚hu anh-:
“–Ben namaza durayım da oyle cıkarın!” dedi.
Dediği gibi yaptılar. Hicbir zorluk cekilmeden, kolayca cıkarıldı. Hazret-i Ali selĂ‚m verip; “–Ne yaptınız?” diye sorduğunda, oradakiler; “–Cıkardık!” dediler. Zira Hazret-i Ali -radıyallĂ‚hu anh- ’ın vucudu, namazın huşûu ve mĂ‚nevî hazzı ile Ă‚deta kendinden gecmiş, dunyadan tecerrud etmişti…
Yine Peygamber Efendimiz ’in bir sefer esnĂ‚sında nobetci bıraktığı AbbĂ‚d bin Bişr -radıyallĂ‚hu anh- namaza durmuştu. Duşman, ok atmaya başladı. AbbĂ‚d -radıyallĂ‚hu anh- kendisine ancak iki-uc ok isĂ‚bet ettikten sonra rukû ve secdeye varıp namazını tamamladı. Ardından da nobetci arkadaşı Hazret-i AmmĂ‚r ’a haber verdi.
Ammar -radıyallĂ‚hu anh-:
“–İlk vurulduğunda nicin haber vermedin?” deyince AbbĂ‚d -radıyallĂ‚hu anh- namaza olan aşk ve şevkini, ibadetteki huşûunu gosteren şu muhteşem cevĂ‚bı verdi:
“–Bir sûre okuyordum, onu bitirmeden namazımı bozmak istemedim. Ancak oklar peş peşe gelince, okumayı kesip rukûya vardım. AllĂ‚h ’a yemin ederim ki, Allah Rasûlu ’nun korunmasını emrettiği bu gediği kaybetme endişesi olmasaydı, sûreyi yarıda bırakıp namazı kesmektense olmeyi tercih ederdim.”[4]
Bu misallerle kendimizi kıyĂ‚s edelim. Bizim namazlarımız nasıl? Kul, namazla Hakk ’a yakınlaşır, boylece de fahşĂ‚ ve munkerden uzaklaşır. Bir bakıma namaz, yaşadığımız hayatın muhtevĂ‚sını gosteren bir rontgen gibidir. Kul, kendisini kılmış olduğu namazla mîzĂ‚n edecek.
Bir başka vasıf:
4- ALLAH ’TAN LÛTUF VE RIZ İSTERLER Sağlam bir akĂ‚id ve gonle gıda olan ibadetlerle kalp oyle bir hĂ‚le gelecek ki, dĂ‚imĂ‚ AllĂ‚h ’ın rızĂ‚sını arayacak. Yaptığı her işte gĂ‚yesi Allah olacak. AllĂ‚h ’ın rızĂ‚sı olacak.
AshĂ‚bın en buyuk arzusu, CenĂ‚b-ı Hakk ’ın rızĂ‚sını tahsil etmek olmuştu. Gonullerinde dunyevî ihtiraslar, nefsĂ‚nî istekler silinmiş; yerini AllĂ‚h ’ın muhabbet ve rızĂ‚sına nĂ‚il olma arzusu doldurmuştu. SahĂ‚bî hanımları akşam eve gelen beylerine evvelĂ‚ carşı-pazardan değil, Allah ve Rasûlu ’nun yeni talimatlarından sorarlardı…
Bizler de etrafımıza dĂ‚imĂ‚ İslĂ‚m şahsiyet ve karakterini sergilemek sûretiyle AllĂ‚h ’ın lûtuf ve rızĂ‚sına nĂ‚il olmaya calışacağız. CenĂ‚b-ı Hakk ’ın rızĂ‚sının bazen buyuk, bazen orta, bazen de kucuk bir şeyde gizli olduğunu unutmayacağız. Gazabı icin de aynı durumun gecerli olduğunu bileceğiz.
Bu sebeple CenĂ‚b-ı Hakk ’ın rahmetini celbedecek en ufak bir hayrı bile îfĂ‚ya gayret gosterecek; -Allah muhĂ‚faza buyursun- O ’nun kahrını tecellî ettirecek en kucuk bir yanlış hareketten de şiddetle kacınacağız.
5- ONLARIN NİŞANLARI YUZLERİNDEKİ SECDE İZİDİR Yani CenĂ‚b-ı Hak, emir ve nehiylerine itaat etmek sûretiyle kendisine yaklaşan kuluna ayrı bir haslet ve rûhĂ‚niyet verir. Sîret de dĂ‚imĂ‚ sûrete akseder. Yani sûretler, sîretlerin aynası mesabesindedir.
Âyet-i kerîmede buyrulur:
“…Bu, onların Tevrat ’taki vasıflarıdır. İncil ’deki vasıfları da şoyledir:
«Onlar filizini yarıp cıkarmış, gittikce onu kuvvetlendirerek kalınlaşmış, govdesi uzerine dikilmiş bir ekine benzerler ki bu, ekicilerin de hoşuna gider.» Allah boylece onları coğaltıp kuvvetlendirmekle kĂ‚firleri ofkelendirir…” (el-Fetih, 29)
İslĂ‚m ’ın inkişĂ‚fı, kĂ‚firleri dĂ‚imĂ‚ kızdırmıştır. MeselĂ‚ nicin İslamofobi diyorlar, neden korkuyorlar? Cunku İslĂ‚m ’ı tanımıyorlar. Efendimiz ’i tanımıyorlar. Tanısalar severler, cĂ‚n u gonulden rĂ‚m olurlar.
Efendimiz, on uc senelik Mekke Devri ’nde, dĂ‚imĂ‚ zulme mĂ‚ruz kaldı. On senelik Medîne Devri ’nde de sayısız cilelerle karşılaştı. LĂ‚kin O, ne kadar zulum ve meşakkat altında olsa da her an îmĂ‚nın guzelliklerini sergiledi:
* TĂ‚if ’te kendisini taşlayanların ebedî kurtuluşu icin duĂ‚ etti.
* Hicret ’te fedĂ‚kĂ‚rlığı,
* Bedir ’de muzafferiyeti Hak ’tan bilip şukretmeyi,
* Uhud ’da sabrı,
* Hendek ’te aclık ve fakirliğe karşı sebat ve rızĂ‚yı,
* Hudeybiye ’de firĂ‚seti,
* Hayber ve Huneyn sonrasında zenginliğin gercek asĂ‚let ve saĂ‚deti olan comertlik ve infak zirvelerini,
* Huneyn ’de metĂ‚neti,
* Mekke Fethi ’nde tevĂ‚zu ve affediciliği,
* Tebuk ’te şecĂ‚ati sergiledi.
HulĂ‚sa hayatının butun safhalarında, usve-i hasene / emsĂ‚lsiz bir ornek şahsiyet olarak, guzel ahlĂ‚kın mustesnĂ‚ misallerini sergiledi.
Bugun İslĂ‚m, AllĂ‚h ’ın irĂ‚desini kabul etmeyip nefsinin esiri olarak yaşamak arzusunda olanlara cok ağır geliyor. Onların imtihanı farklı, bizimki farklı…
LĂ‚kin aslĂ‚ unutmayacağız ki, İslĂ‚mî gayretlere revac verildiği zaman CenĂ‚b-ı Hak, kullarına dĂ‚imĂ‚ ayrı bir bereket lûtfetmiştir. AshĂ‚b-ı kirĂ‚m bunun en guzel misĂ‚lidir. Zira onların ustun gayretleriyle İslĂ‚m, dunyanın pek cok beldesine yayılmıştır.
Dolayısıyla gunumuzde de muslumanların ve ehl-i Kur ’Ă‚n ’ın artmasına gayret gostermeli, bunun icin de hĂ‚limiz ve kālimizle tebliğ vazifesine cok ehemmiyet vermeliyiz. Nitekim CenĂ‚b-ı Hak:
“…Allah onlardan îman edip sĂ‚lih amel işleyenlere mağfiret ve buyuk mukĂ‚fat vaad etmiştir.” (el-Fetih, 29) buyurmak sûretiyle, İslĂ‚m ’ın muzafferiyeti icin gayret eden, ter doken, insan yetiştiren kimselere buyuk mukĂ‚fatlar vereceğini mujdelemiştir.
CenĂ‚b-ı Hak, her ne kadar zaman itibariyle uzak olsak da cumlemize, Efendimiz ’e kalben yakın olabilmeyi ihsan buyursun. Zira esas olan, kalben beraber olabilmektir. Nitekim Peygamber -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz, Muaz bin Cebel ’i Yemen ’e vĂ‚li olarak gonderirken kendisine şu nasihatte bulunmuştu:
“İnsanlardan bana en yakın olanlar, kim ve nerede olursa olsun AllĂ‚h ’a karşı takvĂ‚ sahibi olan muttakîlerdir.” (Ahmed, V, 235; Heysemî, IX, 22)
Yine Peygamber Efendimiz -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem-;
“Benim ummetim bereketli bir yağmur gibidir. Başı mı sonu mu (hayırlıdır) bilinmez.” (Tirmizî, Edeb, 81) buyuruyor.
CenĂ‚b-ı Hak bizlere de gonulleri ihyĂ‚ eden bir rahmet damlası olabilmeyi lûtf u keremiyle ihsan buyursun… Havz kenarında Rasûlullah Efendimiz ’e kavuşmayı nasîb eylesin. Âmîn!..
Dipnotlar:
[1] İbn-i MĂ‚ce, Sıyam, 38.
[2] NesĂ‚î, Sunen, Cum ’a, 1.
[3] Ahmed, IV, 324.
[4] Ebû DĂ‚vûd, TahĂ‚ret, 78/198; Ahmed, III, 344; Beyhakî, DelĂ‚il, III, 459; İbn-i HişĂ‚m, III, 219; VĂ‚kıdî, I, 397.
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Şebnem Dergisi, Yıl: 2020 Ay: Mart Sayı: 189


İslam ve İhsan