MenÂkıpnÂmelerde nice irfan ehlinin, nefislerindeki varlık vehmini sıfırlamak icin halkın nazarında kendilerini kucuk duşurecek bir takım uygulamalara tÂbi tutuldukları hikaye edilir.İrfan ve tezkiye arayışında Muhyiddin UftÂde'nin (k.s.) kapısını calan meşhur Bursa kadısı Mahmud Efendi ’nin, sokakta ciğer satmakla şohretini ifn etme terbiyesine tÂbi tutulması, Halid-i Bağdadî gibi şohretli bir zatın, Abdullah Dehlevî (k.s.) tarafından dergahın temizlik işleriyle meşgul edilmesi, hep bu gayeye matuf uygulamalara birer ornektir.

Bu ve benzeri uygulamalar neticesinde kendi varlık vehmini silen bu buyuk mucahede erleri, sonucta cağları soz ve hallerinden in ’ikas eden feyiz şebnemleriyle sulayan bereketli ırmaklar olmuşlardır. Bu hakikati MevlÂn HÂmûş ’un (k.s.) şu sozleri ne guzel ifade eder: “Bir kimse oz varlığının kaydından kurtulmuşsa ne yapsa iyidir; kurtulmamışsa ne yapsa kotu.”

NefsÂniyet bulanıklığından kurtulmuş kimselerde “Sen cıkınca aradan, kalır seni Yaratan” sırrı tecelli etmiş, bakışlarında, duyuşlarında, hareket ve davranışlarında Hakk ’ın tesir ve tecellileri zuhur etmiştir.

BEKÂ SIRRI

Varlık ve benlik vehminin toprağa gomulmesi, ebedî dirilişin başlangıc noktasıdır, denilebilir. İcinde nefsani- yet kokusu olmayan amel ve davranış, Allah icindir. Allah adamı olmanın belki ilk adımı da budur. Kendi adına değil, Allah adına iş goren bir ferdin gucu, tesiri, bek sırrından bir fÂnî olarak mazhariyeti ve etrafına rahmet ve keremiyle ihsan meyveleri ikram etmesi, her turlu tavsifin ustunde olacaktır. İşte bunun icin denilmiştir ki: “Bir insanın tevazudan nasibi ne ise insanlık derecesi de o kadardır.”

İNSANIN AYAĞINI KAYDIRAN SEBEP

Şohrete Âfet nazarıyla bakılmıştır. Zira şohretler, coğu zaman insanın ayağını yerden kesmiştir. FÂnilerin alkış ve iltifatı, ayakların kaymasının en onemli sebeplerinden biridir. Bu bakımdan icinde bulunduğu varlık ve makamı hazmedemeyecek kimselerin terbiyesinde, coğu zaman “mal ve makamı terk” usulu devreye girmiştir. Bu uygulama ya da terbiye metodu, kişiyi zillete ve meskenete cekmek değil, onun ozundeki niyetini tashih ve gonul cevherini fuyuzÂt-ı ilÂhiye ve rahmet-i RahmÂn ’a acarak ic kaliteyi sağlamak ve neticede amel ve davranışlarını salah kıvamına eriştirmektir. Hakikatte bu ameliye, kişiyi bereketli ve feyizli bir kimliğe taşımak ve onu halk icinde manevî bir gonul sultanı, Hak katında ise makbul ve şerefli bir kulluk kıvamına yukseltmektir. Şairin ifadesiyle terakki sağlayacak rahmet iklimine girmektir:

Mazhar-ı feyz olamaz duşmeyince hÂke nebÂt Mutevazî olanı rahmet-i RahmÂn buyutur.

Tevazu ve mahfiyet, gonul cevherinde samimiyet ve ihlÂs sırrının tezahur etmesine ciddi bir zemin hazırlar. Halkın nazarında buyuk gorunmekten vazgecip, Hakk ’ın dergÂhında makbûliyetin tÂlibi olmak, ihlas nişÃ‚nıdır. Ehlullahtan niceleri vardır ki, şohret Âfetine ducar olmamak icin kendilerine yonelen teveccuh ve iltifatı kesme adına, halk nazarında kendilerini sıradan gosterecek bazı hÂl ve tavırlara tevessul etmişlerdir. Hatta oyle ki bunu meşreb edinen “MelÂmilik” adıyla tasavvufî bir ekol bile doğmuştur.

Varlık vehminden kurtulup mahfiyet ve acziyet icinde bir omur surmek, Hak katında amellerin bereketlenmesine de bir vesiledir. Muhammed Es ’ad Erbili (k.s.) bu gerceğe şoyle işaret eder:

“OLDUNSA VÂKIF ACZİNE EDNÂ AMEL BİR DAĞ OLUR”

Mahfiyet ve hicliğin, ilÂhî rahmete nailiyette yuce bir sır olduğunun şuurunda olan ehl-i hakikat, kendilerine lutfedilen guzellikleri hicbir zaman kendi nefislerine nispet etmemişlerdir. Daima nimetin sahibini gorup şukrunu îfÂda acziyetlerini ifade edegelmişlerdir. Hoca Ubeydullah Taşkendî (k.s.) der ki:

“Bu tÂifenin gonul aynaları, varlık davasından pÂk ve mucellÂdır. Onun icindir ki, eğer kendilerinde zuhur eden hÂl, iman ve İslÂm ’a ait ise “ilmî nispet zuhur etti” buyurmuşlar; aşk ve muhabbete dair zuhuratlar icin de “cezbe nispeti zÂhir oldu” demişlerdir.

Gercek irfan ehli boyle kimseler, manevî hallerini izhar etmekten hay ederek, gizliliğe burunmenin erdemine inanmışlar ve “BÂtın hallerini gizlemek icin ilim ehli sûretine burunup dış perdeden konuşmak, en elverişli usuldur” tespitinde bulunmuşlardır.

Yağan yağmurların kayalıklarda ve tepelerde değil de vadi ve ovalarda birikip toplandığı gibi, manevî ihsanların da mutevazı gonullerde yer tutacağı acıktır. İs ’nın (a.s.) şoyle buyurduğu nakledilir:

“Mahsul, ovadaki sulu ve yumuşak toprakta yetişir. Dağlarda, sert topraklarda yetişmez. Bunun gibi hikmet de mutevazı olanların kalplerinde gelişir, kibirlilerin kalplerinde değil.”

Tevazu ve mahfiyet, gonlu hikmetle muzeyyen olmuş buyuklerde; kibir ve gurur ise kendini buyuk gostermeye calışan ham ve cuce insanlarda muşahede edilegelmiştir. İnce duşunulurse fani bir beşer icin buyukluk davası, esasen kucukluğun ilanıdır.

GONUL SULTANLIĞINA GİDEN YOL

Gonul sultanlığına giden yol, tevazudan gecer. Kibirli insan, dikenli bir calıya benzer, yakın olan herkes ve her şey kendisinden incinir. Bu sebeple boylelerinin, gonul sarayına davet edilecek bir dost olması mumkun değildir. MÂn sultanlarının ortak ozelliklerinden birisi, hic şuphesiz tevazudur. Tevazu Âdeta bir terakki merdivenidir. Nitekim Resul-i Ekrem Efendimiz şoyle buyurmuştur:

“Kim AllÂh TeÂl ’nın rızÂsı icin bir derece tevÂzû gosterirse, AllÂh, onu bu sebeple, bir derece yukseltir. Kim de AllÂh ’a karşı bir derece kibir gosterirse, AllÂh da onu bu sebeple bir derece alcaltır, netîcede onu esfel-i safilîne (aşağıların aşağısına) atar.”

Her şeyde olduğu gibi tevazu ve mahfiyette de ifrata duşmemeli, dengeyi bozmamalıdır. TevÂzu hicbir zaman zillete donuşmemeli, kişiyi kufrÂn-ı nimete goturmemelidir. Tevazu adına nimeti gormemek ya da kucuk gormek, buyuk bir dalÂlete duşmek demektir. Bu durum, bircok kimsenin ayaklarının kayabileceği hassas bir denge noktasıdır. Doğru olan, MevlÂy karşı fakr ve hiclik duygularıyla, uzerimizdeki her bir nimetin ihsan-ı ilahi olduğunun farkında olmak, onun şukrune sa ’yetmek (calışmak) ve nimete bakıp şımarmamaktır.

Kaynak: Dr. Adem Ergul, Şahsiyet Dili ve Geliştiren Liderlik, Erkam Yayınları
İslam ve İhsan