Muslumanlar kimlere muhabbet duyup, kimlerle dost olmalıdır? Peygamber Efendimiz (s.a.v) bu konuda nasıl uyarıyor? Kufur ehline duyulan muhabbet ve gosterilen dostluğun hayatımıza maddi manevi etkileri nelerdir?SĂ‚lih ve sĂ‚dık mu ’minlerle beraber olup kĂ‚firler ve fĂ‚sıklardan uzak durmak hususunda Ă‚yet-i kerîmelerde şoyle buyrulmaktadır:
“Ey îmĂ‚n edenler! Allah ’tan korkun ve sĂ‚dıklarla beraber olun!” (et-Tevbe, 119)
“…ZĂ‚limler topluluğu ile oturma!” (el-En‘Ă‚m, 68)
Yine, AllĂ‚h ’ın sevdiklerini sevip sevmediklerinden uzak durmanın ehemmiyetini beyan sadedinde bir hadîs-i şerîfte de şoyle buyrulmaktadır:
“Kim bir kavmi severse, Allah TeĂ‚lĂ‚ onu onların arasında haşreder.” (Heysemî, X, 281)
Mu ’minler icin; gonul ehli, sĂ‚lih ve sĂ‚dık kullarla beraberlik; sadra şifĂ‚, rûha gıda olan bir huzur vesîlesidir. Nitekim ashĂ‚b-ı kirĂ‚m, Peygamber Efendimiz -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- ’in sohbetinde mustesnĂ‚ bir vecd ve istiğrak hĂ‚li yaşarlardı. Sanki başlarının ustune bir kuş konmuş, kıpırdasalar ucacakmış gibi, pur-dikkat Efendimiz ’i dinler, gonulleri ulvî hislerle dolar, bambaşka bir hĂ‚let-i rûhiyeye burunurlerdi.
Zira Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz ’in soz, fiil ve takrirlerinin yanı sıra, bir de guzel yuzuyle birlikte dışına yansıyan, hissedilen, fakat sozle ifade edilemeyen “hĂ‚l”lerinden de istifade ederlerdi.
Nitekim bugun bizler de aynı Ă‚yet-i kerîmeleri ve hadîs-i şerîfleri okuyoruz. Fakat ashĂ‚b-ı kirĂ‚mın aldığı o feyz ve rûhĂ‚niyeti alamıyoruz. Cunku Rasûl-i Ekrem -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz ’in sadır Ă‚leminden suzulerek gelen o hĂ‚l sirĂ‚yetinden mahrûmuz.
Bunun yegĂ‚ne telĂ‚fîsi ise Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz ’e olan muhabbetimizi, yani kalbî irtibatımızı artırmaktır. Nitekim Yemen illerinde bir Peygamber Ă‚şığı olan Veysel Karanî Hazretleri, mekĂ‚n olarak Allah Rasûlu ’nden uzakta bulunmasına ve O ’nu gorememiş olmasına rağmen, engin muhabbetinden kaynaklanan kalbî yakınlığı sĂ‚yesinde Peygamber Efendimiz ’den mĂ‚nen mustefîd olmuştur. İki kalp arasındaki o muhabbet bağında nice mĂ‚nevî alışverişler gercekleşmiştir.
Nitekim Efendimiz -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Yemen ’e doğru donmuş ve:
“Ben Yemen ’den gelen nefes-i RahmĂ‚nî ’yi duyuyorum.” buyurmuştur. (TaberĂ‚nî, Kebîr, VII, 52/6358)
Yine hırka-yı saĂ‚detlerini Veysel Karanî Hazretleri ’ne gondererek:
“Bunu giysin ve ummetime duĂ‚ etsin.” buyurmuşlardır. (Muslim, FedĂ‚ilu ’s-SahĂ‚be, 223-225)
Demek ki kalpler arasında muhabbet bağı varsa, mekĂ‚n bakımından uzakta olmanın bir ziyĂ‚nı yoktur. Bunun zıddına, gonuller birbirinden uzaksa, zĂ‚hiren yakın olmanın da bir faydası yoktur. Nitekim bu hĂ‚li ifade sadedinde; “Yemen ’deki yanımda, yanımdaki Yemen ’de!” tĂ‚biri meşhur olmuştur.
Onun icin AllĂ‚h ’ın sĂ‚lih ve sĂ‚dık kullarıyla kalben beraberlik, mĂ‚nevî bir hazine değerindedir. Bunun aksine, AllĂ‚h ’ın sevmediği, bĂ‚tılın esiri olmuş gayr-i muslimler ve nefsĂ‚niyetin kulu-kolesi hĂ‚line gelmiş olan gĂ‚fillerle kalbî beraberlik de, rûha zehir sacan mĂ‚nevî bir felĂ‚kettir.
CenĂ‚b-ı Hak bize namazın her rekĂ‚tında FĂ‚tiha Sûresi ’ni okutturuyor. Bu o kadar muhimdir ki, bir insan namazda hatim indirse, fakat Fatiha Sûresi ’ni okumasa, namazı yeniden kılması lĂ‚zım gelir. Fatiha ’daki -akĂ‚id bakımından- en muhim hususlardan biri ise şu Ă‚yet-i kerîmelerde beyan edilmektedir:
اِهْدِنَا الصِّرَاطَ الْمُسْتَق۪يمَ . صِرَاطَ الَّذ۪ينَ اَنْعَمْتَ عَلَيْهِمْ
“Bizi doğru yola, kendilerine nîmet verdiklerinin yoluna ilet!..” (el-FĂ‚tiha, 6-7)
Yani mu ’min, her hĂ‚l ve hareketiyle, kendilerine nîmet verilmiş olan “peygamberler, sıddîklar, şehidler ve sĂ‚lihlerin”[2] istikĂ‚metinde bulunmanın gayreti icinde olmalıdır. Bunun icin hayatında sĂ‚lih mu ’minlerin safında yer almalı, onlarla hĂ‚l ve amel beraberliği icinde bulunmaya gayret gostermelidir. Buna ilĂ‚veten:
“…Gazaba uğrayanların ve sapıkların (yoluna) değil.” (el-FĂ‚tiha, 7) Ă‚yetinde de beyĂ‚n edildiği uzere, gayr-i muslimlerin ve hak yoldan sapmışların yoluna uymaktan ve onlara benzemekten sakınmalıdır. Hasbe ’l-kader boyle kimselerin yakınında bulunmak mecburiyeti hĂ‚sıl olursa, onların tesiri altında kalmaktan kalbini korumalı, bilĂ‚kis onlara tesir etmeye gayret gostermelidir.
Zira Allah ve Rasûlʼunun duşmanlarına sempati ve hayranlık duymaktan, hattĂ‚ onlara en ufak bir iltifat nazarıyla bakmaktan bile kalbi korumak gerekir. Aksi hĂ‚lde bu nevi tavırlar, onların îtibĂ‚rını artıracağından, AllĂ‚h ’ın gazabına sebebiyet verir.
Unutmayalım ki, AllĂ‚h ’ı ve O ’nun sevdiklerini sevmek kadar, O ’nun sevmediklerinden kalben uzaklaşmak da îmĂ‚nın bir gereğidir. Hakka ve hayra duyulan muhabbet nisbetinde onun zıddı olan bĂ‚tıl ve şerre karşı buğz ve muhĂ‚lefet hissi taşımamak, bir îman zaafıdır.
İmĂ‚m GazĂ‚lî ’nin KimyĂ‚-yı SaĂ‚det adlı eserinde nakledildiğine gore Hazret-i ÎsĂ‚ -aleyhisselĂ‚m- şoyle buyurmuştur:
“AllĂ‚h ’a isyan edenlere duşmanlık duymak sûretiyle AllĂ‚h ’a dost olun! Âsîlerden uzak durmakla AllĂ‚h ’a yaklaşın ve onlara buğz etmekle AllĂ‚h ’ın rızĂ‚sını kazanın!..”[3]
PEYGAMBER EFENDİMİZİN RENGİ BİR ANDA SOLDU PEKİ NEDEN? Şu hĂ‚dise ne kadar ibretlidir:
Bir gun Hazret-i Omer -radıyallĂ‚hu anh-, elinde bir kısım Tevrat sayfaları ile Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz ’e gelip:
“–Ey AllĂ‚h ’ın Rasûlu! Bunlar Tevrat ’tan bazı kısımlar… Onları Zurayk Oğulları ’na mensup bir arkadaşımdan aldım.” dedi.
Peygamber Efendimiz ’in yuzunun rengi birden değişiverdi. Bunun uzerine Abdullah bin Zeyd -radıyallĂ‚hu anh-, Hazret-i Omer ’e:
“–Allah senin aklını başından mı aldı?! RasûlullĂ‚h ’ın yuzu ne hĂ‚le geldi, gormuyor musun?!” dedi.
HatĂ‚sını anlayan Hazret-i Omer -radıyallĂ‚hu anh- hemen;
“–Rab olarak Allah ’tan, dîn olarak İslĂ‚m ’dan, peygamber olarak Muhammed -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- ’den, rehber olarak Kur ’Ă‚n ’dan rĂ‚zı olduk.” dedi.
Bunun uzerine Allah Rasûlu ’nun uzuntusu gitti, yuzunde Ă‚deta guller actı. Sonra da şoyle buyurdu:
“–Nefsim kudret elinde olan AllĂ‚h ’a yemin ederim ki, eğer MûsĂ‚ -aleyhisselĂ‚m- aranızda olup da ona uyarak beni terk etseydiniz, derin bir dalĂ‚lete duşmuş olurdunuz. Siz ummetler icinde benim nasîbimsiniz, ben de peygamberler icinde sizin nasîbinizim.” (Heysemî, I, 174)
VelhĂ‚sıl gercek bir îman; lĂ‚yığına muhabbet, mustahakkına da nefreti gerekli kılar. Nitekim Fetih Sûresi ’nin son Ă‚yetinde, Peygamber Efendimiz ’in yanında bulunan mu ’minlerin vasıfları zikredilirken “kĂ‚firlere karşı cetin (yani zerre kadar tĂ‚vizsiz), kendi aralarında ise merhametlidirler”[4] buyrulmaktadır.
Demek ki gayr-i muslimlerin bĂ‚tıl inanclarından en ufak bir in ’ikĂ‚s alınmayacak. Onların orf, Ă‚det ve inanclarına karşı gonulde en kucuk bir temĂ‚yul ve sempati bulunmayacak. Zira İslĂ‚m mukemmeldir; mukemmelin ise tahrife uğramış ve bozulmuş olandan alacağı bir şey yoktur.
Yıllar once, meşhur filozof ve siyaset adamı, eski Fransız komunist parti buro şefi Prof. Roger Garaudy İslĂ‚mʼı tedkik edip musluman olduktan sonra İstanbul ’a gelmişti. Yıldız Sarayı ’nda bir konferans veriyordu. O konferansta Garaudy dinleyicilere hitĂ‚ben şoyle demişti:
“–Sizler, dîn olarak, fikir olarak sağlamsınız. Batı ise her bakımdan hastadır. Fakat ne gariptir ki, siz hastayı taklit ediyorsunuz, kendi sağlamlığınızdan haberiniz yok!..”
ALLAH DOSTLARINDAN ORNEK Mahmud SĂ‚mi Ramazanoğlu -rahmetullĂ‚hi aleyh- bircok sohbetinde şu hĂ‚diseyi naklederdi:
“Beylerbeyi ’nde oturan Âdil Bey isminde, mĂ‚nevî hĂ‚l sahibi ve keşfi acık bir zĂ‚t vardı. Zaman zaman ziyaret ederdim. Bir gun bana şu tavsiyede bulundu:
«GĂ‚fillerden kendini koru! Onlarla oturup sohbet etme! Zira kalpten kalbe in ’ikĂ‚s olur. Karşındakinin gunah hĂ‚li sana da sirĂ‚yet eder. Sirke kupunden sirke sızar, bal kupunden bal sızar.»
Daha sonra başından gecen bir hĂ‚diseyi anlattı:
«Hicrî 1340 senesinde İstanbul ’da Ayasofya CĂ‚mii ’nde mevlid okundu. CĂ‚mi, mahfillerine kadar doluydu. Âlimler ve talebeler hep sarıklı olarak cĂ‚mide yerlerini almışlardı. O zamanki cemaatin ekserîsi ilim ehli olduğundan, muhtelif hĂ‚lleri topluluğa başka bir heybet verirdi. Zamanın guzîde hĂ‚fızları Kur ’Ă‚n-ı Kerîm ve mevlid-i şerîf okumaya başladılar.
Fakir de kursuye yakın bir yerde oturmuş, dinliyordum. Biraz sonra bir kabz hĂ‚li geldi. Sıkıldım, bunaldım, daraldım… HĂ‚lbuki Ayasofya gibi bir cĂ‚mide, cemaat-i muslimîn icinde, Kur ’Ă‚n ve mevlid okunurken boyle bir kabz ve sıkılma hĂ‚li olmaması gerekirdi.
Merakla sebebini araştırdım. Bir de ne goreyim; karşımda kasvet-i kalbe muptelĂ‚ olmuş bir adam var! Goğsu goğsume karşı gelmiş… Oradan akis alarak sıkıldığımı anladım ve yerimi değiştirdim. Biraz ferahladım. Fakat bunun tesirini bir hafta kadar uzerimden atamadım…»
Boyle hĂ‚ller bircok mu ’minin başından gecmiştir. BinĂ‚enaleyh insan, yanında veya karşısında oturanların sĂ‚lih, sĂ‚dık ve kalbi saf kimseler olmasına dikkat etmelidir.”[1]
Yine, kufur ehli ve fĂ‚sık kimselerle dostluğun menfî bir hĂ‚l transferine sebep olup kalbe kasvet ve zulmet vermesi hususunda İmĂ‚m-ı RabbĂ‚nî Hazretleriʼnin bir mektubunda naklettiği şu hĂ‚dise ne kadar ibretlidir:
“Bir keresinde hasta bir şahsın ziyaretine gitmiştim. Olume yaklaşmıştı. HĂ‚line teveccuh ettiğimde gordum ki, kalbi şiddetli karanlıklar icinde. Her ne kadar bu karanlığın kalkması icin teveccuh ettiysem de hic kalkmadı. Cokca teveccuhten sonra mĂ‚lûm oldu ki; bu karanlıklar, kufur ehlinden kendisine sirĂ‚yet eden menfî hĂ‚llerden kaynaklanmaktadır. Bu sıkıntıların menşei, kufur ehli ile dost gecinmiş olmasıdır.
Bundan sonra anladım ki; bu karanlıkların def ’i icin teveccuh etmek yerinde bir iş değil… Zira onun bu karanlıklardan temizlenmesi, Cehennem azĂ‚bına kalmıştır ki, kufur ehliyle beraberliğin cezĂ‚sı budur.
Bu arada, şu dahî mĂ‚lûm oldu ki; îmandan bir zerre, onu ebedî Cehennem azĂ‚bında kalmaktan kurtaracaktır. Bu da, o miktar îmĂ‚nın bereketiyle olacaktır.
Daha sonra hatırıma; «Acaba bunun cenĂ‚ze namazını kılmak cĂ‚iz mi, değil mi?» suĂ‚li geldi. Bu da teveccuhten sonra belli oldu ki, onun namazını kılmak yerinde olur. O muslumanlar ki, îmĂ‚nın varlığıyla beraber kufur ehlinin Ă‚detlerini icrĂ‚ ederler ve onların gunlerine hurmet ederler… Onların yine de namazını kılmak gerekir. Onları kuffĂ‚r arasına katmak doğru olmaz… İşin sonunda, onların ebedî azaptan kurtulmalarını ummak da yerinde olur.” (Bkz. MektubĂ‚t-ı İmĂ‚m-ı RabbĂ‚nî, c. I, 266. Mektup)
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Altınoluk Dergisi, 2020 – Mart, Sayı: 409


İslam ve İhsan
SALİHLERLE BERABER OLMANIN FAZİLETİ