Bugunun en onemli imtihanlarından biri biz muslumanlar icin kardeşlik ve fedakÂrlık imtihanıdır.Hayat, gonullerdeki îman ve takvÂnın test edildiği ilÂhî imtihanlarla doludur. Hatt hayat, imtihan icinde imtihandır. Mu ’minin vazifesi, bu imtihanlar karşısında bir îman zaafı gostermemektir.

Şu fÂnî cihanda, imtihana tÂbî tutulmayan kimse yok. LÂkin her yaşın ve her devrin imtihanı da farklı. Mesel gencliğin imtihanı, daha ziyade nefsiyle. Ticaret ehli ve zenginin imtihanı, malıyla. Fakirin imtihanı, mahrûmiyetiyle. Âlimin imtihanı, ilmiyle. Anne-babanın imtihanı evlÂdıyla…

Butun bu imtihanların yegÂne maksadı, gonlun Cennet ’i kazanmaya lÂyık bir hÂle gelebilmesi.

İnsan, nÂil olduğu nîmetler icin Rabbine şukretmezse veya başına gelen bel ve musîbetler sebebiyle Rabbine sığınıp sabretmezse, îman testinden muvaffakıyetle gecebileceği notu nasıl alabilir?

GUNUMUZUN İMTİHANI

Bugun bizim imtihanlarımızdan biri de kardeşlik ve fedakÂrlık imtihanı.

MÂlum olduğu uzere, asırlar boyunca ilÂhî hakîkatlerle yoğrulmuş olan orf ve geleneğimizde bir “Tanrı misafiri / ضُيُوفُ الرَّحْمٰن anlayışımız var. Bu sebeple kim olursa olsun, isterse hicbir yakınlığımız olmasın, kapımıza gelip bize sığınan misafire Allah rızÂsı icin kapımızı acmak, ona ikram etmek, aziz milletimizin bir alÂmet-i fÂrikası olmuştur.

Misafirperverlik, ecdÂdımızdan bize yÂdigÂr kalan en kıymetli hasletlerimizden biridir. Misafirin gonlunu hoş tutmak, onları AllÂhʼın emÂneti bilip guzelce ağırlamak ve memnun ederek uğurlamak, toplum olarak mÂnevî bunyemizde mevcut olan aslî bir fazîlettir.

İşte bugun de vatanımızda, bizlere misafir olan uc milyon Suriyeli din kardeşimiz var. Bunlar icinde dul ve yetimler de cok buyuk bir yekûn teşkil etmektedir. Onların dertleriyle dertlenebilmek, zulumle yanmış yureklerini şefkat ve merhametimizle serinletebilmek, bizim icin muhim bir kardeşlik mes ’ûliyeti.

Diğer taraftan din kardeşlerimizin gonul yangınlarına duyarsız kalmak, gormezden gelmek ise buyuk bir fÂcia. Zira hadîs-i şerîfte buyrulduğu uzere;

“Mu ’minlerin dertleriyle dertlenmeyen, onlardan (mu ’minlerden) değildir.” (HÂkim, Mustedrek, IV, 352; Heysemî, Mecmau ’z-ZevÂid, I, 87)

Seriyy-i Sakatî -rahmetullÂhi aleyh-, dersinde talebelerine bu hadîs-i şerîfi îzÂh ederken, bir talebesi heyecanla iceri girer ve:

“–Ustadım! Bağdat carşısı yandı, kul oldu. Yalnız sizin dukkÂn kurtuldu. Gozunuz aydın!” der.

Seriyy-i Sakatî sevinc icinde birden; “ElhamdulillÂh!..” deyiverir.

Otuz sene sonra bir dostuna:

“–Ben o vakit, «ElhamdulillÂh!..» demekle, bir anlık da olsa sırf kendimi duşunmuş, felÂkete uğrayanların ıztırÂbından uzak kalmış oldum. İşte, otuz senedir o hÂlimin tevbesi icindeyim!..” der.[1]

Unutmayalım ki, bu kardeşlerimizin de evleri-barkları tÂrumÂr oldu. Canları yandı. En yakınları şehid oldu. Gonulleri ıztırapla doldu. Geride pek cok sahipsiz yetim ve oksuz kaldı.

AllÂh ’ın en sevgili kulu olan Efendimiz -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- de bir yetimdi. CenÂb-ı Hak, daha doğumundan evvel babasını, kucuk yaşta iken annesini ve cok gecmeden de dedesini aldı. Bizler O yetim peygamberin ummetiyiz.

Yureği merhamet menbaı olan Rasûlullah -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- Efendimiz de yetimi muhafaza edip hak yolda yetiştirenler icin işaret ve orta parmağını yan yana getirmiş ve:

“(Onlarla) Cennet ’te boyle beraber bulunacağız.” buyurmuşlardır. (BuhÂrî, Edeb, 24)

Şayet bizler, bu muhÂcir kardeşlerimize bîgÂne kalırsak, sahipsiz kalan cocuklar ve Âileler yanlış yollara duşebilirler. Dînî ve dunyevî curumlere bulaşabilirler. Yarın bunların hesabını CenÂb-ı Hak, imkÂnı olduğu hÂlde onlara sahip cıkmayanlara sorar.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Genc Dergisi, Yıl: 2017 Ay: Haziran Sayı: 129
İslam ve İhsan