Sıdk ne demektir? Sadakat nedir, ne anlama gelir? Sıdk / sadakat ayetleri ne anlatmaktadır? İslam ’da sadakatin onemi nedir? Sıdk / sadakat ile ilgili ornekler.Peygamberlerin en muhim vasıflarından biri olan “sıdk / sadÂkat”, sozde ve ozde doğruluk, ihlÂslı ve samîmî olmak demektir.
SIDK AYETLERİ Peygamberler, ilÂhî istikÂmet uzere olan hÂlleri ve kavilleri ile dÂim sadÂkati tebliğ hÂlindedirler. Kur ’Ân-ı Kerîm ’de, bÂzı peygamberlerin şahsiyeti anlatılırken; “O, sıddîk (dosdoğru) bir nebî idi.” (Meryem, 41, 56) buyrulmaktadır.
Yine Kur ’Ân-ı Kerîm ’de:
“AllÂh, sadÂkat gosterenleri, sadÂkatleri sebebiyle mukÂfatlandıracaktır...” (el-AhzÂb, 24) buyrulur.
Bu muhim vasfa sÂhip olabilmek icin, dunyÂda birtakım gayretlerde bulunmak lÂzımdır. Bunların en muhimini CenÂb-ı Hak bizlere şoyle beyan buyurmaktadır:
“Ey îmÂn edenler! AllÂh ’a karşı takv sÂhibi olun ve sÂdıklarla beraber bulunun!” (et-Tevbe, 119)
YÂni sÂdıklarla beraberliği artırmak, sadÂkat vasfını kazanmaya ve onların hÂliyle hÂllenmeye vesîle olacaktır.
Şeyh SÂdî-i ŞîrÂzî, sÂdıklarla beraberliğin fazîletini ve bunun zıddına sÂdıklardan ayrılmanın hazin Âkıbetini şoyle ifÂde eder:
“AshÂb-ı Kehf ’in kopeği Kıtmîr, sÂdıklarla beraber olup onlara sadÂkat gosterdiği icin buyuk bir şeref kazandı, nÂmı Kur ’Ân-ı Kerîm ’e gecti.[1] Nûh ve Lût -aleyhimesselÂm- ’ın hanımları ise, fÂsıklarla beraber oldukları icin cehenneme dûcÂr oldular.[2]”
İnsanların yardıma en fazla muhtac olduğu ve kimsenin kimseye fayda vermediği kıyÂmet gununde, sadÂkat, en kıymetli sermÂye durumuna gelecektir. DunyÂda bu vasıfla yaşayanlar, orada hakîkî karşılıklarını alacaklar, en sıkıntılı anlarında imdatlarına yetişen sadÂkat sÂyesinde selÂmete ereceklerdir. Allah TeÂlÂ, o gunu; “…Bu, sÂdıklara sadÂkatlerinin fayda vereceği gundur…” (el-MÂide, 119) şeklinde tavsîf eder. Yine Âyet-i kerîmede buyrulduğu uzere o gun; “…Allah TeÂlÂ, sÂdık erkek ve kadınlara, mağfiret ve buyuk bir ecir hazırlamıştır.” (el-AhzÂb, 35)
İSLAM ’DA SADAKATİN ONEMİ Fahr-i KÂinÂt -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- Efendimiz de, sadÂkatin ehemmiyetini bizlere şoyle ifÂde buyurur:
“Sıdk, insanı iyiliğe, iyilik de Cennet ’e goturur. Kişi, doğru soylemeye devÂm ettikce, sonunda sıddîklardan olur. Yalan, kişiyi fucûra, fucûr da Cehennem ’e goturur. Kişi yalan soylemeye devÂm ettikce, sonunda AllÂh indinde yalancılardan yazılır.” (BuhÂrî, Edeb, 69; Muslim, Birr, 103-105)
SIDK / SADAKAT HAKKINDA ORNEKLER Âlemlerin Efendisi, sadÂkatin zirvesinde idi. O ’nun bu hÂlini, en azılı duşmanları Ebû Cehil, Ahnes bin Şerik, Nadr bin HÂris ve daha sonra musluman olan Ebû Sufyan bile îtirÂf etmek mecbûriyetinde kalmışlardır.[3] Allah Rasûlu -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem-, hicbir zaman hak olmayan bir soz soylememiş, hatt şaka yaparken dahî sadÂkatten ve doğru sozlulukten ayrılmamıştır.
Ebû Sufyan ve Heraklius hadisi Ebû Sufyan -radıyallÂhu anh-, musluman olmadan once, İslÂm duşmanlarının onde gelenlerinden biriydi. Bir zamanlar, ticÂret icin Şam ’a gittiğinde, Bizans Kralı Herakliyus ile uzun bir konuşma yapmıştı. Ebû Sufyan -radıyallÂhu anh-, o konuşmayı naklederken şoyle der:
“…Herakliyus bana:
«–Peygamberlik iddiÂsında bulunmazdan evvel, O ’nu hic yalancılıkla ithÂm etmiş miydiniz?» diye sordu.
«–Hayır!» dedim.
«–Hic sozunde durmadığı olur muydu?» dedi.
«–Hayır! Verdiği sozu muhakkak tutar, ancak biz şimdi O ’nunla bir muddet antlaşma hÂlindeyiz. Bu muddet zarfında ne yapacağını bilmiyoruz!» dedim. O ’nu kotulemek icin araya sokuşturacak bundan başka bir soz bulamadım!..
«–O zÂt size neleri emrediyor?» diye sordu. Ben de:
«–O; “Yalnız AllÂh ’a kulluk ediniz, O ’na hicbir şeyi ortak koşmayınız, atalarınızın îmÂn ettiklerini soyledikleri şeyleri terk ediniz.” diyor ve bize namaz kılmayı, sadÂkati, iffetli yaşamayı ve akrab ile ilgilenmeyi emrediyor.» dedim…
Herakliyus şoyle dedi:
«–Ben sana; bu iddiÂsından once O ’nu hic yalanla ithÂm ettiniz mi, diye sordum, sen; hayır, dedin. Boylece anladım ki O, ne insanlara ne de AllÂh ’a yalan soyleyecek biri değildir.
Hic sozunde durmadığı oldu mu, diye sordum; hayır, dedin. Peygamberler de boyledir, sozlerinden asl donmezler…»
Herakliyus tekrar:
«–Size ne emrediyor?» diye sordu.
«–SÂdece AllÂh ’a kulluk, namaz, sadÂkat, iffetli yaşamak ve sıla-i rahim.» dedim. Bunun uzerine Herakliyus şoyle dedi:
«–Eğer bu dediklerin doğru ise O zÂt, cok yakın bir zamanda şu ayaklarımın bastığı yerlere bile hÂkim olacaktır…»” (BuhÂrî, Bed ’u ’l-Vahy, 6; Muslim, CihÂd, 74)
Bana 6 şeyi garanti edin hadisi Efendimiz -aleyhissalÂtu vesselÂm- şoyle buyurmuştur:
“Bana şu altı şey hakkında soz verin, ben de size Cennet icin kefîl olayım:
Konuştuğunuz zaman doğru konuşun! Vaatte bulunduğunuz zaman yerine getirin! EmÂnet husûsunda guvenilir olun! İffetinizi koruyun! Gozlerinizi haramdan muhÂfaza edin! Ellerinizi haramdan uzak tutun!” (Ahmed, V, 323) Yalan gunahı AbdullÂh bin Âmir -radıyallÂhu anh- anlatıyor:
Bir gun annem beni cağırdı. RasûlullÂh -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- de evimizde bulunuyordu. Annem:
“–Gel de sana bir şey vereyim!” dedi. Allah Rasûlu:
“–Ona ne vermeyi duşunmuştun?” diye sorunca, annem:
“–Ona bir hurma vermek istemiştim.” cevÂbını verdi. Bunun uzerine RasûlullÂh -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem-:
“–Bil ki, eğer ona bir şey vermeseydin, sana bir yalan gunÂhı yazılırdı.” buyurdu. (Ebû DÂvûd, Edeb, 80/4991; Ahmed, III, 447)
Aldatan bizden değildir hadisi RasûlullÂh -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem-, carşıda bir satıcının yanına vardı. Onundeki buğday yığınının icine elini daldırdı ve ıslak olduğunu fark etti. Satıcıya:
“–Nedir bu?” diye sordu. Adam:
“–Ey AllÂh ’ın Rasûlu, yağmur ıslattı.” deyince Efendimiz:
“–Bu yaşlığı ustte bırakıp insanların gormesini sağlayamaz mıydın? Aldatan benden değildir!” buyurdu. (Muslim, ÎmÂn, 164)
Musluman, butun hÂl ve hareketlerinde asl doğruluktan ayrılmamalı, kimseyi aldatmamalıdır.
Doğru sozluluk İmÂm MÂlik -rahimehullÂh- anlatıyor:
Bana anlatıldığına gore, bir gun LokmÂn Hakîm ’e:
“–Sende gorduğumuz (meziyet ve fazîletlerin mÂhiyeti) nedir?” diye sorulmuştu.
O da şu cevÂbı vermişti:
“–Doğru sozluluk, emÂneti yerine getirmek, beni ilgilendirmeyen şeyi terk etmek ve ahde vef gostermek.” (Muvatta, KelÂm, 17)
Hadisler gunumuze nasıl ulaşmıştır? AshÂb-ı kirÂm ve onların izinden yuruyen sÂlih mu ’minler, yeri geliyor bir rÂvîden hadîs alabilmek icin, o zamanın zorlu şartları altında bir aylık mesÂfeyi kat ediyorlardı. Onlar, nebevî terbiye ile oyle bir fazîlet Âbidesi hÂline gelmişlerdi ki, hayvanını yanına cekmek icin boş yem torbasını gosterip onu kandıran kişinin bu davranışını bir şahsiyet zaafı telÂkkî edip ona îtimÂd etmiyorlar, boyle kimselerin ahlÂkını mûteber saymıyorlardı. YÂni bir hayvanı bile olsa kandırma ve aldatma duygusu taşıyan kişiyi, Allah Rasûlu ’nun hadîs-i şerîfleri muktezÂsınca yaşamadığı icin, hadîs nakline liyÂkatli gormuyorlardı.
Hz. Ebubekir ’e neden Sıddık denilmiştir? Varlık Nûru Efendimiz -aleyhissalÂtu vesselÂm-, İsr ve MîrÂc hÂdisesini Kureyş muşriklerine haber vereceği zaman:
“–Ey CebrÂîl! Kavmim beni tasdîk etmez!” dedi.
CebrÂîl -aleyhisselÂm-:
“–Ebûbekir Sen ’i tasdîk eder. O sıddîktır.” dedi. (İbn-i Sa ’d, I, 215)
Nitekim muşrikler, MîrÂc hÂdisesini duyduklarında, derhÂl Hazret-i Ebûbekir ’e gittiler:
“–Arkadaşın, bir gece icinde Mescid-i Aks ’ya gittiğini, oradan da goklere cıkıp sabah olmadan tekrar Mekke ’ye geldiğini soyluyor. Bakalım buna ne diyeceksin?” dediler.
Ebûbekir -radıyallÂhu anh-, Hazret-i Peygamber -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- ’e olan dÂsitÂnî îman sadÂkatinin şevki icinde:
“–O ne soyluyorsa doğrudur! Cunku O ’nun yalan soylemesine imkÂn ve ihtimal yoktur! Ben, O ’nun her getirdiğine peşînen inanırım...” dedi.
Muşrikler tekrar:
“–Sen O ’nu tasdîk ediyor, bir gecede Beytu ’l-Makdis ’e gidip geldiğine inanıyor musun?” dediler.
Hazret-i Ebûbekir:
“–Evet! Bunda şaşılacak ne var? VallÂhi O bana, gece veya gunduzun herhangi bir vaktinde kendisine Allah ’tan haber geldiğini soyluyor da ben yine O ’nu tasdîk ediyorum.” dedi.
Daha sonra Ebûbekir -radıyallÂhu anh-, o sırada KÂbe ’de bulunan Peygamber Efendimiz ’in yanına gitti. Olanları bizzat O ’nun mubÂrek fem-i saÂdetlerinden dinledi ve:
“–Sadakte (doğru soyledin) y RasûlÂllah!..” dedi.
Allah Rasûlu -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- de, O ’nun bu tasdîkinden gÂyet memnun kalarak cihÂnı aydınlatan tebessumuyle Hazret-i Ebûbekir ’e:
“–Ey Ebûbekir! Sen «Sıddîk»sın!..” buyurdu. (İbn-i HişÃ‚m, II, 5)
O gunden sonra Ebûbekir -radıyallÂhu anh-, “Sıddîk” lÂkabıyla meşhur oldu.
İşte îmanda sadÂkat... Butun mes ’ele doğruyu bulmak ve ondan hic ayrılmamak…
Sahabenin sadakati RasûlullÂh -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- bir bedevîden at satın almıştı. Efendimiz, atı eve kadar getirmesini ve orada parasını almasını bedevîden ric etti. Kendisi biraz hızlıca onden gitti; bedevî ise ağır yuruduğu icin arkada kalmıştı. Bu esnÂda bÂzı kimseler bedevîye gelip at hakkında pazarlık yapmaya başladılar ve daha fazla fiyat teklif ettiler. Onu Peygamber Efendimiz ’in satın aldığını bilmiyorlardı. Bedevî, RasûlullÂh -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- ’e seslenerek:
“–Şu atı alacaksan al, yoksa satıyorum!” dedi. Allah Rasûlu, bedevînin bu sozunu işitince ona donup:
“–Ben onu senden satın aldım ya!” buyurdu. Fakat bedevî:
“–VallÂhi ben onu Sana satmadım!” diye inkÂr etmeye başladı. Efendimiz:
“–BilÂkis! Ben onu senden satın aldım.” dedi. Bu sefer bedevî:
“–ŞÃ‚hit getir!” demeye başladı. Huzeyme bin SÂbit -radıyallÂhu anh- hemen atılıp:
“–Ben şehÂdet ederim, Siz onu satın aldınız!” dedi. 
Allah Rasûlu, Huzeyme ’ye yaklaşarak:
“–Sen alışveriş esnÂsında bizim yanımızda değildin, ne ile şehÂdet ediyorsun?” diye sordu. Huzeyme -radıyallÂhu anh-:
“–Sana olan tasdîkim ile, ey AllÂh ’ın Rasûlu!” dedi.
RasûlullÂh -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem-, bu engin sadÂkati sebebiyle Huzeyme ’nin şehÂdetini iki kişinin şehÂdeti yerine kabûl etti. (Ebû DÂvûd, Akdiye, 20/3607; NesÂî, Buyû, 91; Ahmed, V, 215-216)
Bir rivÂyete gore RasûlullÂh -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem-, Huzeyme ’ye:
“–Sen alışveriş esnÂsında bizim yanımızda değildin. Seni şÃ‚hitliğe sevk eden nedir?” diye sordu. Huzeyme:
“–Ben Siz ’in getirdiğiniz (risÂleti) tasdîk ettim, bildim ki, haktan başka bir şey soylemezsiniz!” dedi. Bunun uzerine Allah Rasûlu:
“–Huzeyme kimin lehinde veya aleyhinde şehÂdette bulunursa, bu ona yeter, (iki şÃ‚hit değerindedir).” buyurdu.
İşte AllÂh ve Rasûlu ’ne sadÂkatin şÃ‚hikası sayılabilecek misallerden biri…
Sahabi icin en buyuk nimet KÂ ’b bin MÂlik -radıyallÂhu anh-, Allah Rasûlu ’nun butun seferlerine iştirÂk etmişti. Tebuk Seferi ’ne iştirÂki ise, bugun-yarın derken gecikmişti. Bu arada ordu gitmiş, KÂ ’b da Medîne ’de kalmıştı. RasûlullÂh -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- seferden donduğunde herkes bir mÂzeret ileri surerken, o ve birkac sahÂbî doğruyu soyleyerek Allah ’tan affını talep etti. Tevbelerinin kabûl edildiğini haber veren Âyet-i kerîme tam elli gun sonra nÂzil oldu. Bu zaman zarfında cok buyuk sıkıntılar cektiler. Dunya, butun genişliğine rağmen onlara dar gelmişti. Fakat samîmiyetle tevbe etmelerinden oturu ilÂhî affa mazhar oldular. Doğruluğa sarılarak kusûrunu îtirÂf eden KÂ ’b bin MÂlik -radıyallÂhu anh-, sadÂkatinden gorduğu faydayı şoyle anlatır:
“AllÂh ’a yemin ederim ki, İslÂm ile şereflendirdikten sonra CenÂb-ı Hakk ’ın bana verdiği en buyuk nîmet, Peygamber Efendimiz ’in huzûrunda doğruyu soylemek, boylece yalan soyleyenlerle birlikte helÂk olmaktan kurtulmaktır. Cunku Allah TeÂlÂ, Tebuk Seferi ’ne katılmayıp da yalan soyleyenler hakkında, onların hazîn Âkıbetini bildiren şu Âyetleri vahyetti:
«…Onlardan yuz cevirin, cunku onlar necistirler. İrtikÂb ettikleri gunÂhın cezÂsı olarak varacakları yer cehennemdir. Kendilerinden rÂzı olasınız diye de size yemin ederler. Siz onlardan rÂzı olsanız bile, AllÂh o fÂsıklardan asla rÂzı olmaz.» (et-Tevbe, 95-96)” (BuhÂrî, MegÂzî, 79)
Sadakat orneği hanım Uhud Harbi sonrası, Medîne-i Munevvere ’deki hanımlar, bir haber alabilmek umîdiyle şehir dışına cıkmışlardı. Hazret-i Âişe -radıyallÂhu anhÂ- da onlar arasında idi. Harre mevkiinde sÂliha kadın Hind bint-i Amr ’a rastladı. Hind, savaşta şehîd duşen kocası Amr bin Cemûh, oğlu HallÂd ve kardeşi AbdullÂh ’ın cesedlerini bir deveye yuklemiş goturuyordu. Hazret-i Âişe ona:
“–Geride ne haber var?” diye sordu.
Hind bint-i Amr -radıyallÂhu anhÂ-:
“–Hayırdır, RasûlullÂh sağdır. O sağ olduktan sonra her musîbet hafif kalır.” dedi. Hazret-i Âişe, devenin uzerindeki cesetleri gostererek:
“–Bunlar kim?” diye sordu. SÂliha hanım Hind:
“–Kardeşim AbdullÂh, oğlum HallÂd ve kocam Amr ’dır.” dedi.
Hazret-i Âişe -radıyallÂhu anhÂ-:
“–Onları nereye goturuyorsun?” diye sorunca da:
“–Medîne ’ye goturuyorum. Orada defnedeceğim.” dedi.
Hind, devesini yurumesi icin biraz zorlayınca, deve olduğu yere coktu. Hazret-i Âişe:
“–Deve, yukunun ağırlığından mı cokuyor?” diye sordu. Hind:
“–Neden coktuğunu bilmiyorum. HÂlbuki başka zamanlarda iki devenin yukunu taşırdı. Fakat şimdi onda farklı bir hÂl seziyorum.” dedi.
Zorlayınca deve kalktı, ancak Medîne ’ye yoneltilince yine coktu. Yonu Uhud ’a cevrilince de koşmaya başladı. Hind, Rasûl-i Ekrem Efendimiz ’in yanına varıp durumu anlattı. Efendimiz ona:
“–Deve vazîfelidir. Amr ’ın herhangi bir vasiyeti var mıydı?” diye sordu. Hind:
“–Amr, Uhud ’a gideceği zaman kıbleye donmuş; «AllÂh ’ım! Bana şehîdlik nasîb et! Beni me ’yûs ve mahrum bir hÂlde ev halkıma dondurme!» diye du etmişti.” dedi.
Bunun uzerine Efendimiz -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem-, sadÂkatin yuceliğini ifÂde eden şu sozleri soyledi:
“–İşte bu yuzden deve yurumuyor. Ey EnsÂr topluluğu! Sizden her kim AllÂh ’a yemin etmişse ona sÂdık kalsın. Ey Hind! Kocan Amr sÂdıklardandır. O şehîd edildiği andan itibÂren melekler kanatlarıyla uzerine golgelik yaptılar ve nereye defnedilecek diye bakıp durdular. Ey Hind! Cennette Amr bin Cemûh, oğlun HallÂd ve kardeşin AbdullÂh bir araya gelecek ve arkadaş olacaklar.”
Bu mujde karşısında Hind, bir sadÂkat orneği daha sergileyerek:
“–Y RasûlÂllah! Ne olur AllÂh ’a du et, beni de onlarla bir araya getirsin.” diye yalvardı. (Bkz. VÂkıdî, I, 265-266; İbn-i Hacer, Fethu ’l-BÂrî, III, 216; İbn-i Abdilber, el-İstiÂb, III, 1168)
Sadık sahabi: Hz. Osman Allah Rasûlu -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem-, Hudeybiye Antlaşması oncesinde Hazret-i Osman ’ı, goruşme yapmak uzere Mekke ’ye gondermişti. Osman -radıyallÂhu anh-, RasûlullÂh ’ın emri mûcibince hemen hareket ederek Mekke ’ye gitti. Muşriklere; niyetlerinin umre yapıp donmek olduğunu anlattı. Muşrikler, buna rağmen yine de izin vermediler. Ayrıca Hazret-i Osman ’ı goz hapsine alarak:
“–İstiyorsan sen KÂbe ’yi tavÂf edebilirsin!..” dediler.
Butun muslumanlar tavaf hasretiyle yanıyor, KÂbe gozlerinde tutuyordu. HattÂ, Hazret-i Osman ’ın tavÂf edeceğini duşunerek ona gıpta edenler bile vardı. BÂzıları da tereddutluydu. Belki de Osman -radıyallÂhu anh- buyuk bir sadÂkat ve diğergÂmlık orneği sergileyerek butun muslumanlara izin verilmedikce KÂbe ’yi tavÂf etmezdi.
Durum, tam da ikinci grubun duşunduğu gibi oldu. Kendisini AllÂh ’a ve Rasûlu ’ne adamış olan sÂdık sahÂbî:
“–Hazret-i Peygamber KÂbe ’yi tavÂf etmedikce ben de edemem! Ben BeytullÂh ’ı ancak O ’nun arkasında ziyÂret ederim. Allah Rasûlu ’nun kabûl edilmediği bir yerde ben de yokum...” diyerek Allah Rasûlu -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- ’e olan sadÂkatini tescîl etti. (Ahmed, IV, 324)
Şehzade Korkut ’un turbedÂrı Yavuz Sultan Selim Han, mÂlum ve meşhur celÂdetine rağmen, aynı zamanda cok hassas ve ince ruhlu bir insandı. Fakat devletin birlik ve bekÂsı anlayışı, bÂzen Osmanlı pÂdişahlarını, kabûlu zor kararlar almaya mecbur etmiştir. Nitekim Yavuz Sultan Selim de, bu mecbûriyetin bir netîcesi olarak, kardeşi Korkut ’u bertarÂf etmiş, sonra da cenÂzesinde hazır bulunarak bizzat tabutunu taşımış ve:
“Ey kardeşim! Ne sen oyle yapsaydın ne de ben boyle yapmak mecbûriyetinde kalsaydım!..” diyerek ağlamıştır.
ŞehzÂde Korkut ’un PiyÂle adındaki sÂdık adamını takdîr ederek:
“–Seni, buyuk bir fazîlet olan sadÂkatin sebebiyle affediyorum! Bu sadÂkatinin mukÂfÂtı olarak da seni istediğin makÂma tÂyin edeyim. İstersen vezîrim ol!” teklifinde bulundu.
O da teşekkur etti ve sadÂkatini katmerleyerek:
“–SultÂnım! Bundan sonra benim vazîfem, ŞehzÂde Korkut ’un turbedÂrı olmaktır!..” dedi.
Mumin sozunde durur Sozun ozu, mu ’min sozunde, ozunde ve niyetinde doğru olarak ismini sÂdıklar dîvÂnına yazdırmalı, duny ve Âhirette sadÂkatinin faydasını gormelidir.
Dipnotlar:
[1] Bkz. el-Kehf, 18. Ayrıca Mufessir Bursevî, cennete girecek mahdut sayıdaki hayvanlardan birinin de, sÂdıklarla beraber olduğu icin AshÂb-ı Kehf ’in kopeği olduğunu ifÂde eder. (Tafsîlatlı bilgi icin bkz. İ. Hakkı Bursevî, Rûhu ’l-BeyÂn, İstanbul 1969, V, 226) [2] Bkz. et-Tahrîm, 10. [3] BuhÂrî, Bed ’u ’l-Vahy, 6; Muslim, CihÂd, 74; Taberî, Tefsîr, VII, 240; İbn-i Kesîr, el-BidÂye, III, 113.
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Faziletler Medeniyeti 1, Erkam Yayınları


İslam ve İhsan