CÂfer-i SÂdık Hazretleri, uzleti tercih edip kendini ilme ve ibadete vermiş, Âbid, zÂhid, huşû hÂlinde yaşayan buyuk bir Allah dostudur.İmÂm MÂlik (r.a.), onun hakkında şoyle der:

“CÂfer-i SÂdık Hazretleri ’nin huzûruna varırdım; o, guzel ve nukteli sozlerden hoşlanır, dÂim tebessum hÂlinde bulunurdu. Yanında Nebî -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- zikredildiğinde ise hemen toparlanır, Âdeta rengi sararırdı. Yanına uzun zaman gidip geldim. Onu hep şu uc hÂlden biri uzere gorurdum: Ya namaz kılar, ya oruclu olur veya Kur ’Ân-ı Kerîm okurdu. Abdestsiz olarak hadîs-i şerîf rivÂyet ettiğini hic gormedim. MÂlÂyÂnî konuşmazdı. Haşyetullah sebebiyle yureği titreyen Âbid ve zÂhidlerdendi. Yanına vardığımda mutlak kendi altındaki minderi alıp bana ikram ederdi…”[1]

AMELSİZ DAVETCİ OLMAZ

CÂfer-i SÂdık g ibadetler hususunda şoyle buyururdu:

“Namaz, her takv sahibi icin (Hakk ’a) yakınlıktır. Hac, her gucsuzun cihÂdıdır. Bedenin zekÂtı oructur. Amelsiz dÂvetci, yay olmadan ok atmaya calışan kişi gibidir. Sadaka vermek sûretiyle, rızkın uzerinize bolca inmesini sağlayınız. ZekÂt vererek mallarınızı koruyunuz. İktisatlı davranan, fakir duşmez. Tedbir, hayatın yarısıdır. İnsanlarla dost olmak, aklın yarısıdır… Anne-babasını uzen, onlara Âsî olmuş olur. Musîbet zamanında sabredemeyip feverÂn eden, sevÂbından mahrum kalır… Allah TeÂl sabrı musîbet miktÂrınca, rızkı da ihtiyac miktÂrınca indirir. Kendisine verilen malı idÂreli kullananı Allah TeÂl rızıklandırır. Malını sacıp savuranı ise Allah TeÂl mahrum bırakır.”[2]

ALLAH'IN ZİYAFETİ

SufyÂn-ı Sevrî (r.a.) şoyle anlatır:

“Hac icin Mekke ’ye gittim. CÂfer bin Muhammed ’i Ebtah ’da devesini cokturmuş hÂlde gordum. Ona:

«–Ey RasûlullÂh ’ın evlÂdı! Vakfe mekÂnı neden Meş ’ar-i Haram ’da değil de Harem ’in otesinde kılındı?» dedim. Şoyle cevap verdi:

«–KÂbe AllÂh ’ın evi, Harem perdesi ve vakfe yeri de kapısıdır. Kullar O ’na varmayı dileyince, onları tazarrû ve niyaz hÂlinde kapıda durdurdu, vakfe yaptırdı. İceri girmelerine izin verince onları ikinci kapıya, Muzdelife ’ye yaklaştırdı. Cok yalvarıp yakardıklarını ve fazlasıyla gayret gosterdiklerini gorunce onlara merhamet etti. Merhamet edince de onlara kurbanlarını takdim etmelerini emretti. Onlar kurbanlarını keserek kirlerini giderip gunahlardan temizlendiklerinde ise onlara evini ziyaret etmelerini emretti.»

«–Peki teşrîk gunlerinde oruc tutmak neden mekruh goruldu?» diye sordum. CÂfer-i SÂdık (r.a.):

«–Cunku insanlar AllÂh ’ın ziyafetindedirler. Misafirin oruc tutması hoş gorulmez.» diye cevap verdi.

«–KurbÂnın olayım, fayda vermeyen bir bez parcası olduğu hÂlde, insanlar KÂbe ’nin ortulerine ne diye yapışıyorlar?» dedim. Şoyle cevap verdi:

«–Bu, birine karşı curum işleyen ve curmunu bağışlaması icin o kişinin eteklerine yapışıp etrÂfında donen kişinin hÂline benzer.”[3]

ŞEYTANDAN ALLAH'A SIĞINMA DUASI

CÂfer-i SÂdık g, Kur ’Ân okumadan once yapılan istiÂzenin, yani “أَعُوذُ بِاللّٰهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّج۪يمِ : İlÂhî rahmetten kovulmuş şeytandan AllÂh ’a sığınırım.” duÂsının hakîkatini şoyle îzah buyurmuştur:

“(Gercek) istiÂze, Kur ’Ân kıraatine tÂzîm olmak uzere ağzı yalan, gıybet ve iftirÂdan temizlemektir.”[4]

Şuphesiz ki CÂfer-i SÂdık Hazretleri ’nin bu ifÂdesi, onun butun ibadet hayatına akseden kalbî hassÂsiyetlerinin tipik bir misÂlidir.

MANEVİ ZİYAFET

Yine CÂfer-i SÂdık (r.a.):

“Allah TeÂl ’nın «Ey îmÂn edenler!» hitÂbındaki lezzet, kişiden ibadet ve tÂatin butun yorgunluk ve ağırlığını giderir, yok eder (bilÂkis ibadetleri mÂnevî bir ziyÂfet hÂline getirir).” buyurmuştur.[5]

Onun zikri de ayrı bir feyz ve rûhÂniyet taşırdı. Nitekim şoyle buyurmuştur:

“Hakîkî zikir, Hakk ’ın zikri esnÂsında mÂsivÂyı (kulu Allah ’tan uzaklaştıran her şeyi) unutmaktır. İşte o vakit, kul icin Allah TeÂl her şeye bedel olur.”[6]

KABİR EHLİNİN CEVABI

CÂfer-i SÂdık (r.a.) geceleyin kabristana gider ve şoyle derdi:

“–Ey kabir ehli, ne oluyor da sizi cağırdığım zaman cevap vermiyorsunuz?”

Sonra kendi kendine:

“–VallÂhi onlar ile cevÂbın arasına girildi. Sanki şimdi ben de onlar gibi oldum ve aralarına katıldım!” diyerek kıbleye yonelir, fecrin doğuşuna kadar tefekkur ve ibadetle meşgul olurdu.[7]

İNSAN OYUN VE EĞLENCE İCİN YARATILMAMIŞTIR

Bir gun yoksulun biri, CÂfer-i SÂdık Hazretleri ’ne:

“–Neden gece gunduz calışıp durmaktasın?” diye sormuştu. O da şoyle cevap verdi:

“–Baktım, benim işimi bir başkası benim gibi yapamıyor, ben de kendi işimi kendim yapmaya karar verdim ve tembelliği boynumdan attım. Yaratıldığımdan beri rızkım, bana gelip yetişiyor. Bu yuzden ne hırsım kaldı, ne de tamahım. Bir gun olum gelip catacak, kimse benim icin olmeyecek. Bu sebeple olume hazırlanmaya ve onu karşılamaya koyuldum. İnsanlarda bir vef gormedim. O yuzden de cÂn u gonulden Allah TeÂl ’nın vefÂsını tercih ettim, bundan başka her şeyi terk ettim. Onların hepsi zandan ibÂret olduğu icin hepsinden vazgectim.”[8]

İnsan oyun ve eğlence icin yaratılmamıştır; mÂnen yucelerek Hakk ’a vÂsıl olmak icin yaratılmıştır. O hÂlde bereketli bir ibadet omru yaşayıp eldeki en kıymetli sermÂye olan omru zÂyî etmemek gerekir. İnsan bilmez mi ki omur takviminden her gun bir yaprak duşmektedir! Geceler ve gunduzler birbirini takip etmekte, seherin ve sabahın bereketleri, uykudaki gÂfillerin uzerinden gecip gitmektedir. Bu şekilde gÂfilÂne bir hayat yaşayanlar, kıyÂmet sabahına uyanınca ellerinde hicbir şey bulamazlar. Ellerindeki omur sermÂyesi de tukenmiş olur. Gafletle işledikleri azıcık amelleri ise onların kurtuluşuna kÂfî gelmez.

[1] Kādî IyÂz, Tertîbu ’l-MedÂrik, II, 52; İbn-i Hacer, Tehzîbu ’t-Tehzîb, II, 104-105; Muhammed Ebû Zehra, a.g.e, s. 76-77.

[1] Ebû Nuaym, Hilye, III, 194-195; Mizzî, Tehzîbu ’l-KemÂl, V, 89.

[2] Zehebî, TÂrîhu ’l-İslÂm, IX, 92.

[3] Bursevî, Rûhu ’l-BeyÂn, X, 515, [en-Nahl, 100].

[4] Bursevî, a.g.e, II, 185, [el-Bakara, 183].

[5] Ferîduddîn AttÂr, Tezkiretu ’l-EvliyÂ, s. 56.

[6] Menbicî, Tesliyetu Ehli ’l-MesÂib, s. 192-193.

[7] Ferîduddîn AttÂr, İlÂhînÂme, İstanbul 2010, s. 121.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Altın Silsile, Erkam Yayınları
İslam ve İhsan