
İslam ’da verilen sozu tutma ve emaneti korumanın onemi nedir? İslam ’da emanet ve emaneti yerine getirmekle ilgili ayet ve hadisler.İslam ’da emanet ve emaneti yerine getirmek hakkında ayetler ve emanetle ilgili ayet ve hadislerin acıklaması.
EMANETLE İLGİLİ AYETLER 1. “Hic şuphesiz Allah size, emanetleri ehline teslim etmenizi emreder.” (NisĂ‚ sûresi, 58)
Bu Ă‚yetin tamamının anlamı şoyledir: “Hic şuphesiz Allah size, emanetleri ehline teslim etmenizi ve insanlar arasında hukmettiğiniz zaman adĂ‚letle hukmetmenizi emreder. Allah size ne guzel bir oğut veriyor. Şuphesiz Allah işitir ve gorur.”
Emanet, insanın emin ve itimat edilir olması, kendine maddî ve manevî bir şeyin gonul rahatlığı ile korkusuzca teslim edilebilir ve istenildiğinde sağlam bir vaziyette alınabilir halde bulunması demektir. Ayrıca insanın bu eminliği sebebiyle, gerek Allah gerek insanlar tarafından herhangi bir surette kendisine bırakılmış olan şeye de emanet denilir. İnsan, Allah TeĂ‚lĂ‚ ’nın emanetini taşıyan bir emin, bir vekil olma niteliğine sahip yegĂ‚ne yaratıktır. Bu sebeble, butun yaratıklar uzerinde hukum ve tasarruf yetkisi, sadece insana verilmiştir. İnsan, bu yetkiyi ne kadar mukemmel kullanıp yerine getirir ve emaneti yerli yerine koyabilirse, kıymeti o derecede artar ve yukselir. Emanet ile hukmun, yani hĂ‚kimiyetin bu birbirinden ayrılmaması gereken alĂ‚kasından dolayı, once emanet, arkasından da adaletle hukmetme emredilmiştir. O halde emin olmayanın adil olması herhalde duşunulemez. Bu ustun nitelikleri bir arada topladığı icin, bu Ă‚yet-i kerîmenin, dinin ve şeriatın tamamını işaret yoluyla ifade ettiği ve ahkĂ‚m ayetlerinin esası kabul edildiği soylenmektedir.
İnsanın butun davranışları, Rabbine, kendine ve halka karşı mukellef olduğu uc ceşit emanetin dışa akseden goruntusudur.
Rabbine karşı emanete riĂ‚yet eden bir kimse, Allah ’ın hukumlerine, ilĂ‚hî kanunlara uyar. Bu, butun uzuvları ilgilendiren vazifelerimizle doğrudan alĂ‚kalıdır. Cunku insanın her uzvu kendisine verilen bir emanettir. Her emaneti, yerli yerinde ve Allah ’ın rızasına uygun tarzda kullanmak, korumak gerekir. Aksi takdirde emanete hiyĂ‚net edilmiş olur.
İnsanın kendine karşı eminliği, din ve dunya işlerinde en doğru ve kendine en faydalı olanı tercih edip secmesi, zararlı olan her şeyden uzak durmasıdır.
Halka karşı emanet sahibi olmak, insanların hak ve hukukunu gozetmek, onlara zarar ve ziyan vermemek, insanları aldatmamaktır. Yoneticilerin halka adaletli davranması, Ă‚limlerin insanları hak olan yola, doğru itikada ve sahih amele sevketmesi, halkın da yoneticilere ve Ă‚limlere hıyanetten sakınması bu emanetin gereklerindendir. Eşlerin birbirine karşı hak ve vazifeleri, ırz ve namuslarını korumaları, cocuklarını terbiye etmeleri de emanetin icinde sayılır.
O halde emanet, Allah ’a karşı hak ve vazifeleri, kulların hukukunu, yani umûmî ve husûsî hukuku, bunlarla ilgili olan davranışları, sozleri, itikĂ‚dî, amelî ve ahlĂ‚kî alanı, maddî ve manevî hakların hepsini kapsayıcı bir niteliğe sahiptir. Âyet-i kerimedeki emir de butun mukellefleri icine alır.
Mufessirlerden pek coğu gibi, fakihler ve diğer İslĂ‚m Ă‚limleri de bu Ă‚yetin ozellikle emirler, iş başındaki idareciler hakkında nazil olduğu kanaatindedirler. Cunku her işi ehline tevdi etmek ve adaletle hukmetmek onların gorevidir. Ancak, herkesin bir sorumluluk taşıdığı gerceği goz onune alınınca emanetin, yukumluluğu olcusunde herkesi ilgilendirdiği neticesine varılır.
2. “Biz emaneti goklere, yere, dağlara sunmuşuzdur da onlar bunu yuklenmekten cekinmişler ve ondan korkup titremişlerdir. Pek zĂ‚lim ve cok cĂ‚hil olan insan onu yuklenmiştir.” (AhzĂ‚b sûresi, 72)
Allah TeĂ‚lĂ‚ ’nın goklere, yere ve dağlara sunduğu emanet, gerek kendi hukukuna, gerek insanların hukukuna yonelik emir ve yasaklardan, zorlama ve cebirle değil, rıza ve secme hurriyetiyle yaptırmak istediği fiiller, vazife ve mukellefiyetlerdir. Bu emanet, gok, yer ve dağların dayanamıyacakları kadar zor, mes ’uliyeti cok buyuk bir yuktur. Bunların neleri kapsadığını bir onceki Ă‚yetin acıklamasında belirttik. Bu Ă‚yette, Allah TeĂ‚lĂ‚ bu yukun ağırlığını bizlere temsil yoluyla anlatmış, gok, yer ve dağların yuklenmekten korkup cekindiği ve titrediği bir yuku insanoğlunun yuklendiğini, bu sebeple de mes ’uliyetimizi hissetmemiz gerektiğini hatırlatmıştır.
İnsanoğlu cok zĂ‚lim, haksızlığa ve başkasına eziyet etmeye cok yatkındır. Allah ’ın ve kulların hukukunu yuklendiği halde, bunları gereği gibi yerine getirmediği icin de kendine yazık etmektedir. Aynı zamanda cok cĂ‚hildir. Cunku Ă‚lim olsaydı, akıbetini bilir, duşunur ve zulmetmezdi.
EMANETLE İLGİLİ HADİSLER 1. Munafığın Alametleri Ebû Hureyre radıyallahu anh ’den rivayet edildiğine gore, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şoyle buyurdu:
“Munafığın alĂ‚meti uctur: Konuşunca yalan soyler, soz verince sozunden cayar, kendisine bir şey emanet edildiğinde hıyanet eder.” (BuhĂ‚rî, ÎmĂ‚n 24; Muslim, ÎmĂ‚n 107-108. Ayrıca bk. BuhĂ‚rî, ŞehĂ‚dĂ‚t 28, VesĂ‚yĂ‚ 8, MezĂ‚lim 17, Cizye 17, Edeb 69; Tirmizî, ÎmĂ‚n 14)
Bir rivayette: “Oruc tutsa, namaz kılsa ve kendini mumin zannetse bile” buyurulur. (Muslim ÎmĂ‚n 109)
Hadisin Acıklaması Munafık, icinden kĂ‚fir olup, dışından musluman gorunen kimsedir. Eğer bu goruntu imanda ise, nifĂ‚kı kufurdur. İmanda değilse amel bakımından munafıktır. Munafıklık, Kur ’an ve Sunnet ’te uzerinde cok durulan bir konudur. Biz burada nifĂ‚k ve munafıklık konusuna girmeyeceğiz. İlgili bahislerde alĂ‚kası miktarınca bu konuya yer verilecektir. Bu hadis, ileride 690 ve farklı bir rivayetle 1546 numara ile tekrar gelecektir.
Munafıklık alĂ‚metlerinden biri, emanete hıyanettir. Hıyanet, emanet edilen şeyde, dine, şeriata aykırı şekilde tasarrufta bulunmaktır.
Bu hadiste sayılan uc alĂ‚metten birincisi, yani yalan soylemek, sozun bozuk olmasına; ikincisi yani va ’dinden donmek, niyetin bozukluğuna; ucuncusu olan hıyanet de fiilin, davranışın bozukluğuna delĂ‚let eder.
Bu alĂ‚metler, bazan gercekten musluman olan birinde bulunabilir. O takdirde o kimseyi kufurle veya munafıklıkla mı itham edeceğiz? Halbuki bir muslumanın kĂ‚fir veya munafık olduğuna hukmetmenin cĂ‚iz olmadığı, hatta bunun haram olduğu konusunda ummetin icmĂ‚ı vardır. İmam Nevevî, kendisinde bu nitelikler bulunan muslumanın munafığa benzediğini ve munafıkların ahlĂ‚kıyla ahlĂ‚klandığı fakat kĂ‚fir ya da munafık olmadığını soyler. Resûl-i Ekrem Efendimiz, muslumanların munafıklık alĂ‚metlerini Ă‚det ve ahlĂ‚k haline getirmemelerini ihtar eder ve onları bundan sakındırır.
Hadisten Oğrendiklerimiz 1. Munafıklık gercekte kĂ‚firliktir.
2. Yalan soylemek, va ’dinden caymak ve emanete hıyanet etmek munafıklık alĂ‚metidir.
3. Musluman olduğu halde, kendisinde munafıklık alĂ‚meti bulunan kimse, munafığa benzeyen ve onun ahlĂ‚kıyla ahlĂ‚klanan bir kimse olarak nitelendirilir. Boyleleri icin kĂ‚fir ve munafık hukmu verilmez.
4. Muslumanlar, munafıklık alĂ‚meti ve ahlĂ‚kından uzak durmalıdırlar.
2. İslami ’da Emanetin Onemi Huzeyfe İbni ’l-YemĂ‚n radıyallahu anh şoyle dedi:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bize iki olayı haber verdi. Bunlardan birini gordum, diğerini de bekliyorum. Hz. Peygamber bize şunları soyledi:
“Şuphesiz ki emanet, insanların kalplerinin ta derinliklerine kok salıp yerleşti. Sonra Kur ’an indi. Bu sayede insanlar Kur ’an ’dan ve sunnetten emaneti oğrendiler.” Sonra Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bize emanetin kalkmasından bahsetti ve şoyle dedi:
“İnsan bir kere uyur ve kalbinden emanet cekilip alınır, ondan belli belirsiz bir iz kalır. Sonra bir kere daha uyur, yine kalbinden emanet alınır; bu defa da ayağının uzerinde yuvarladığın korun bıraktığı iz gibi bir eseri kalır. Sen onu icinde hicbir şey olmadığı halde kabarık gorursun.” Daha sonra Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem eline cakıl taşları alarak ayağının uzerinde yuvarladı. Sozlerine de şoyle devam etti:
“Neticede insan o hale gelir ki, insanlar alış-veriş yaparlar da, neredeyse emaneti yerine getirecek bir kişi bile kalmaz. Hatta şoyle denilir:
“Filan oğulları arasında emin bir adam varmış.” Bir başka kişi hakkında da: “Ne kadar cesur, ne kadar zarif, ne kadar akıllı bir kişi” denilir. Oysa kalbinde hardal tanesi kadar bile iman yoktur.”
Şuphesiz ki bir zamanlar, sizin hanginizle alış-veriş yapacağıma aldırmazdım. Cunku alış-veriş yaptığım kişi muslumansa, dini kendisini benim hakkımı vermeye yoneltirdi. Şayet hıristiyan veya yahudi ise, va-lisi benim hakkımı vermeye onu sevkederdi. Fakat bugun sizden sadece belli birkac kişiyle alış-veriş yapıyorum. (BuhĂ‚rî, Rikak 35, Fiten 13; Muslim, ÎmĂ‚n 230. Ayrıca bk. Tirmizî, Fiten 17; İbn MĂ‚ce, Fiten 27)
Hadisin Acıklaması Hadisin ravisi Huzeyfe, sahĂ‚bîler arasında fitneler, yani kıyametten once ortaya cıkacak bir takım hĂ‚diselerle ilgili olarak Peygamberimiz ’in soylediklerini en iyi bilen kişi idi. Hadis kitapları onun bu yondeki pek cok rivayetine yer verir.
Huzeyfe ’nin burada bahsettiği ve Resûlullah ’dan duyduğu iki hadisten biri, emanetin kalblerin derinliğinde yerleşmesi, ikincisi de, emanetin kalkması ile ilgili olandır. Burada zikredilen emanet, yukarıda gecen Ă‚yetlerin acıklamalarında ortaya koymaya calıştığımız gibi, oz bir ifadeyle, Allah ’ın ve insanların hukuku, Allah ’ın kullarına farz kıldığı ibadetler, kısaca dinin kendisidir. Butun bunlar dikkate alındığında, emanet kavramının ne derecede buyuk ehemmiyet taşıdığı ortaya cıkmış olur.
Emanetin insanların kalblerinin derinliklerine yerleşmesi, kok salması onların fıtratında bu duygunun bulunduğunu ifade eder. Nitekim, Resûlullah Efendimiz, her doğanın fıtrat, yani İslĂ‚m uzere doğduğunu bildirir. Kur ’Ă‚n-ı Kerîm ve Peygamberimiz ’in sunneti, insanların emaneti daha iyi oğrenmesini ve uygulanmasını sağlamıştır. Cunku onlar, farzı ve sunneti, haramı ve mubahı Kur ’an ve hadisten alıp oğrendiler. Kur ’an ’ın yanında ozellikle sunnetin de zikredilmesi, onun dinin ikinci kaynağı olduğunu, KelĂ‚m-ı Kadîm olan Kur ’an ’ın nassına nisbetle ikinci dereceyi teşkil ettiğini ortaya koyar.
Peygamber Efendimiz ’in emanetin kalkması sozuyle kastettiği, imanın zayıflaması, semeresinin azalması ve muslumanların hassasiyetinin kalmamasıdır. Cunku hadisin devamında bunların meydana getirdiği olumsuz neticeleri goruyoruz.
İnsanın uyuması, emanetin ve imanın noksanlaşmasına yol acan, kotuluk işlemeye sebeb olan gaflet halinden kinĂ‚yedir. İnsan Allah ’ın Kitabından ve Rasûlu ’nun sunnetinden gafil olduğunda haramlara dalar, gunah işler ve neticede imanı zayıflar. Butun bunlar emanetin kalkmasının, iman noksanlığının ve kalbin kararmasının alĂ‚metleri sayılır. Kalb, iman nuru ile aydınlanır. İmanı olmayanın kalbi kara sayılır. Peygamber Efendimiz ’in: “Emaneti olmayanın, imanı da yoktur” (Ahmed İbni Hanbel, Musned, III, 135) hadisi de emanetin oneminin, buyukluğunun ve şumûlunun bir gostergesi sayılır.
İnsanın gafleti arttıkca, imanı zayıflar, eminliği ortadan kalkar, dînî hassasiyeti, hak ve hukuka riĂ‚yeti yok olur. Boylece kalbdeki siyah leke-ler coğalır ve kalb simsiyah kesilir. O zaman insan hainleşir. Alış-verişde hainlik yapmayan, durust olan parmakla gosterilecek kadar az kalır. Hatta “filan oğulları arasında emin bir adam varmış” diye dillere destan olur. Oysa onun kalbinde hardal tanesi ağırlığınca bile emanetten, imandan eser kalmaz, bulunmaz.
Bu hadis, zamanla insanların din ve iman cihetinde bozulacağını, emanetin yavaş yavaş ortadan kalkacağını ve insanların birbirine guvenlerinin kalmayacağını haber vermektedir.
Hadisten Oğrendiklerimiz 1. İman ve emanet duygusu yaratılıştandır.
2. Kur ’an ve Sunnet, insandaki fıtrî duyguların gelişmesini, oğrenilmesini ve uygulanmasını sağlar.
3. Emanet, imanı, Allah ’ın ve kulların hukukunu, ilĂ‚hî teklifleri, kısaca dinin esasını ifade eden bir tĂ‚birdir.
4. Dinde gosterilecek gaflet, imanın ve emanetin noksanlaşmasına sebep olur.
5. Sunnet, Kur ’an ’ın hemen yanında yer alır ve dinin ikinci ana kaynağını teşkil eder.
6. Dînî hayat ve imanın tezĂ‚hurleri, Ă‚hir zamanda daha da zayıflar ve azalır.
3. Sırat ’tan Gecişi Hızlandıran Şeyler Huzeyfe ve Ebû Hureyre radıyallahu anhumĂ‚ ’dan rivayet edildiğine gore, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şoyle buyurdu:
“Şanı yuce ve ustun olan Allah, insanları bir araya toplar. Mu ’minler ayağa kalkarlar ve Cennet kendilerine yaklaştırılır. Âdem aleyhisselĂ‚m ’a gelirler ve derler ki:
- Ey babamız! Bize Cennet ’in acılmasını iste! Âdem der ki:
- Sizi Cennet ’ten cıkaran, babanızın hatasından başka ne ki? Ben bu işin ehli değilim. Siz, Allah ’ın dostu olan oğlum İbrahim ’e gidiniz. Bunun uzerine İbrahim ’e giderler, o da:
- Ben bu işin ehli değilim. Ben geriden geriye, uzaktan halîl idim. Siz, Allah TeĂ‚lĂ‚ ’nın kendisiyle konuştuğu MûsĂ‚ ’ya gidiniz der. Onlar MûsĂ‚ ’ya giderler. MûsĂ‚ kendilerine:
- Ben bu işin ehli değilim. Siz Allah ’ın kelimesi ve ruhu olan İsĂ‚ ’ya gidiniz, der. İsĂ‚ ’ya geldiklerinde:
- Ben bu işin ehli değilim, diye karşılık verir. Bunun uzerine onlar, Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem ’e giderler. O da hemen ayağa kalkar ve kendisine şefaat icin izin verilir. Emanet ve rahim (akrabalık bağı) gonderilir ve bu ikisi sıratın sağ ve solunda dururlar. Sizin ilk kafileniz şimşek gibi gecer. Ben:
– Annem babam feda olsun, şimşek gibi gecmek nedir? dedim. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
–“Şimşeği gormediniz mi? Goz acıp yumacak kadar bir zamanda gecip gidiverir!” buyurdu. Sonrakiler ruzgĂ‚r gibi, kuş gibi, koşucular gibi gecerler. Onları amelleri boyle suratli gecirir. Peygamberiniz sırat uzerinde durup şoyle der:
–“Ey Rabbim! SelĂ‚mete cıkar, selĂ‚mete cıkar.”
Neticede, kulların amelleri kendilerini sırattan gecirmede Ă‚ciz kalır. O kadar ki, yurumeye gucu yetmeyen bir adam oturağı uzerinde surunerek gelir. Sıratın iki tarafında emrolunduklarını yakalamakla memur asılı cengeller vardır. Bazıları yaralanmış vaziyette kurtulur, bazıları da Cehennem ’e yuvarlanır.”
Ebu Hureyre ’nin nefsi elinde olan Allah ’a yemin ederim ki, Cehennem ’in dibi yetmiş yıllık mesafe kadar derinliktedir. (Muslim, ÎmĂ‚n 329)
Hadisin Acıklaması Umûmî mahiyetiyle kıyamet ahvalinden bahseden bu hadisin muhtevası oldukca acık ve anlaşılır niteliktedir.
İmam Nevevî ’nin hadisi bu konuda zikretmesinin sebebi, emanetin onemi ve buyukluğunu one cıkaran bir rivayet olmasından dolayıdır. Ancak hadiste dikkat ceken bir kac noktaya da kısaca işaret etmemiz faydalı olur, kanaatindeyiz.
Peygamberlerin ma ’siyet, yani buyuk ve kucuk gunahlar işleyip işlemedikleri konusunda Ă‚limlerimiz ceşitli goruşler ileri surer ve bu konuda deliller ortaya koyarlar. İşin teferruatına girmeden, genel olarak kabul edilen prensipleri şoyle hatırlatabiliriz:
* Nubuvvetle gorevlendirildikten sonra, peygamberlere kufur izafesi asla cĂ‚iz değildir. Onlar bundan tamamen ma ’sumdurlar. Peygamber olmadan once kufre nisbet edilip edilmeyecekleri konusunda goruş ayrılıkları vardır; ancak doğru olan ve coğunluğun kabul ettiği, bunun da cĂ‚iz olmadığıdır.
* Peygamberlerin buyuk gunah işlemedikleri konusunda Ă‚limlerimiz arasında goruş birliği vardır. Hem şer ’î deliller, hem de akıl bunun boyle olması gerektiğine işaret eder. Bu sebeble, konu uzerinde icmĂ‚ vaki olmuştur. Peygamberlere mahsus olan “ismet” sıfatı da bunu gerektirir.
* Peygamberlerde sehv ve nisyan, yani yanılma ve unutma gibi hallerin olabileceğini bazı Ă‚limler kabul etmemişler ve bu yonde gelen rivayetleri tevil etme yoluna gitmişlerdir. Âlimlerin buyuk coğunluğu ise, sehv ve nisyanın olabileceğini, nitekim olduğunu soylemişlerdir ki, doğru olan da budur.
* Peygamberler buyuk gunahlardan korunduğu gibi, kucuk gunahlardan da korunmuşlardır. Onların “zelle” denilen hataları ise, cezayı gerektirmeyen, kul olmanın gereği fiillerdir. Âlimlerimiz bu konuda goruş birliği icinde olup aralarında ihtilaf yoktur.
Bu hadiste, bazı peygamberlerin kendi hatalarını anarak mu ’minleri başka peygamberlere gondermeleri, onların tevĂ‚zuunun işareti ve ne-ticede şefaatın derece derece olduğunu anlatmak, Hz. Peygamber ’in mevkiinin yuceliğini onlara oğretmek istemelerinin bir sonucu kabul edilir.
Emanet ile sıla-i rahimin sırat koprusunun iki yanına getirilmeleri, her ikisinin dindeki ehemmiyetinin ve mevkiinin buyukluğu sebebiyledir. Bunlar, CenĂ‚b-ı Hakk ’ın dilediği şekil ve suret icinde canlı birer varlık olarak orada duracaklar, sırattan gecenlerden haklarını isteyeceklerdir.
Hadisten Oğrendiklerimiz 1. Yeniden dirilme, mahşer ve hesap haktır, gercektir.
2. Peygamberler arasında derece ve mertebe farkları vardır. Peygamber Efendimiz ’in mevkii diğer butun peygamberlerin onundedir.
3. Şefaat vardır ve Peygamberimiz mahşerde şefaat edecektir.
4. Peygamberler, peygamber olmadan once de buyuk gunahlardan masumdurlar. Peygamberlikten sonra onların işlediği “zelle” denilen kucuk hatalar, kul olmalarının gereğidir.
5. Sırat koprusu haktır.
6. Emanet dinin en onemli esaslarından biridir. Sıla-i rahim de dinimizin buyuk onem verdiği bir ahlĂ‚k prensibidir. Bu ikisi sırattan gecmede bir olcu olacaktır.
4. Borc İstemek ve Borclanmak CĂ‚iz Midir? Ebû Hubeyb Abdullah ibni Zubeyr radıyallahu anhumĂ‚ şoyle dedi:
Cemel vak ’ası gununde, (muharebe) durunca (babam) Zubeyr beni cağırdı. Ben de hemen ayağa kalkıp yanına vardım, dedi ki:
- Ey oğulcuğum! Bugun oldurulenler ya zĂ‚lim veya mazlumdur. Bana gelince, bugun mazlum olarak olduruleceğim kanaatindeyim. En buyuk duşuncelerimden biri, elbetteki borclarımdır. Ne dersin, borclarımızı odedikten sonra malımızdan geriye birşey kalır mı? Sonra şoyle devam etti:
- Ey oğulcuğum! Malımı sat, borcumu ode. Malının kalanı olursa ucte birini vasiyet etti. Vasiyet ettiğinin ucte birinin de Abdullah ’ın cocukları olan torunlarına verilmesini istedi ve:
- Borcları odedikten sonra malımızdan birşey kalırsa, ucte biri senin oğullarına aittir, dedi.
HişĂ‚m diyor ki:
- Abdullah ’ın cocukları, Zubeyr ’in Hubeyb ve AbbĂ‚d gibi bazı cocuklarının akranı idiler. O gun onun dokuz oğlu ile dokuz kızı bulunuyordu.
Abdullah der ki:
- Borcunu bana vasiyet edip duruyor ve:
- Ey oğulcuğum! Şayet borcumdan bir kısmını odemekten aciz kalırsan, MevlĂ‚m ’dan yardım dile, diyordu. Allah ’a yemin ederim ki, ben ne demek istediğini tam anlayamadım ve:
- Babacığım, MevlĂ‚n kim? dedim. O:
- MevlÂm, Allah! dedi.
- Allah ’a yemin ederim ki, onun borcunu odemekte sıkıntıya duştukce:
– Ey Zubeyr ’in MevlĂ‚sı! Onun borcunu ode, derdim. Hemen odeyiverirdi.
Zubeyr ’in oğlu Abdullah sozune devamla der ki:
Zubeyr, altın ve gumuş bırakmadan olduruldu. Sadece bir bolumu GĂ‚be ’de bulunan arazi bıraktı. Bir de on biri Medine ’de, ikisi Basra ’da, biri Kûfe ’de ve biri de Mısır ’da evler bıraktı. Abdullah sozune şoyle devam etti:
Babamın uzerindeki borclar şoyle olmuştu: Bir kimse kendisine gelir, ona bir emanet bırakmak ister, babam Zubeyr ise:
- Hayır, emanet olmaz, fakat borc olarak bırak. Cunku ben onun zayi olmasından korkarım, derdi.
Zubeyr hayatı boyunca ne bir valilik, ne harac toplama memurluğu, ne de başka bir idĂ‚rî gorevde bulunmadı. Sadece Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem veya Ebû Bekir, Omer ve Osman ile birlikte cihada iştirak etti.
Abdullah diyor ki:
Babamın uzerindeki borcları hesapladım, iki milyon iki yuzbin rakamını buldum.
Hakîm İbni HizĂ‚m, Abdullah İbni Zubeyr ile karşılaştı ve:
- Ey kardeşimin oğlu! Kardeşimin borcu ne kadar? diye sordu. Borcu gizledim ve:
- Yuzbin, dedim. Bunun uzerine HÂkim:
- Allah ’a yemin ederim ki, malınızın buna yeteceği kanaatinde değilim, dedi. Abdullah:
- İki milyon iki yuzbine ne dersin? deyince, HĂ‚kim:
- Buna guc yetirebileceğinizi zannetmiyorum. Borctan odeme yapmakta Ă‚ciz kalacak olursanız benden yardım isteyin, dedi. Abdullah diyor ki:
Zubeyr, GĂ‚be mevkiindeki araziyi yuz yetmişbine satın almıştı, Abdullah orayı bir milyon altı yuzbine sattı. Sonra kalktı ve:
- Kimin Zubeyr ’de alacağı varsa, GĂ‚be ’de bize gelsin! diye ilan etti. Bunun uzerine Zubeyr ’den dortyuz bin alacaklı olan Abdullah İbni Ca ’fer, Zubeyr ’in oğlu Abdullah ’a geldi ve:
- Dilerseniz alacağımdan vazgecip bağışlayayım, dedi. Abdullah:
- Hayır, dedi. Bunun uzerine Abdullah İbni Ca ’fer:
- Şayet borcunuzdan bir bolumunu te ’hir etmek isterseniz, benim alacağımı geri bırakabilirsiniz, dedi. Zubeyr ’in oğlu Abdullah:
- Hayır, bunu da istemiyoruz deyince, Abdullah İbni Ca ’fer:
- O halde bana araziden bir parca ayırın, dedi. Abdullah İbni Zubeyr de:
- Şuradan şuraya kadar olan arazi senin olsun, dedi.
Abdullah, kalan araziden bir bolumunu de sattı. Babası Zubeyr ’in kalan borclarını odeyip bitirdi. Araziden dort bucuk sehim de arttı. Abdullah kalkıp MuĂ‚viye ’nin huzuruna gitti. Orada Amr İbn Osman, Munzir İbni Zubeyr ve İbni Zem ’a da vardı. MuĂ‚viye, Abdullah İbni Zubeyr ’e:
- GĂ‚be ’ye ne kadar değer bicildi? diye sordu. Abdullah:
- Her sehim icin yuzbin, dedi. MuÂviye:
- Bunlardan ne kadarı kaldı? dedi. Bunun uzerine Munzir İbni Zubeyr:
- Ben ondan bir sehimi yuzbine aldım dedi. Amr İbni Osman :
- Bir sehimini de ben yuzbine aldım dedi. İbni Zem ’a:
- Bir sehimini de ben yuzbine aldım, dedi. MuĂ‚viye:
- Şimde geriye ne kadar kaldı? diye sordu. Abdullah İbni Zubeyr:
- Bir bucuk sehim, dedi. MuÂviye:
- Kalan bir bucuk sehimi de ben yuz ellibine satın aldım, dedi. Abdullah İbni Ca ’fer, kendi hissesini MuĂ‚viye ’ye altı yuzbine sattı.
Abdullah İbni Zubeyr, babasının borclarını odeyip bitirince, Zubeyr ’in diğer cocukları, Abdullah ’a:
- Mirasımızı aramızda taksim et, dediler. Abdullah:
- Allah ’a yemin ederim ki, dort sene sureyle hac mevsiminde:
Kimin Zubeyr ’de alacağı varsa bize gelsin, borcunu odeyelim, diye ilan etmedikce, Zubeyr ’in mirasını paylaştırmayacağım, dedi. Dort sene boyunca bu şekilde ilan etti. Dort sene gecince, mirası taksim etti ve (babası Zubeyr ’in vasiyeti olan) ucte birini ayırdı. Zubeyr ’in dort karısı vardı. Onlardan her birine bir milyon ikiyuzbin duştu. Buna gore Zubeyr ’in butun malı elli milyon iki yuzbin tutmaktadır. (BuhĂ‚rî, Farzu ’l-humus 13)
Hadisin Acıklaması Abdullah İbni Zubeyr ’in bu uzunca rivayeti mevkûf bir hadistir. Yani Resûl-i Ekrem ’e nisbeti soz konusu olmayan, sadece sahĂ‚beye ait bir rivayettir. Bu sebeble, Peygamberimiz ’e aidiyeti kesin olan merfû rivayetler gibi, bir takım şer ’î hukumlerin doğrudan kaynağı olması ihtilaflıdır.
Burada sozu edilen Cemel Vak ’ası, Hz. Ali ile Hz. Aişe taraftarları arasında cereyan eden, İslĂ‚m tarihinin ilk uzucu olayıdır. Cemel, Arap dilinde deve anlamına gelir. Hicrî 36 yılında vuku bulan bu olay esnasında Hz. Aişe iri bir deveye bindiği icin, olaya bu isim verilmiş, bindiği deve de “asker” diye adlandırılmıştır.
Bu hĂ‚disede, iki taraftan birinin icinde yer alan herkes kendini mazlum, karşı cephede bulunanı da zĂ‚lim olarak goruyordu. Cunku her grup, kendisinin doğru yolda olduğu inancı icindeydi. Muslumanlar arasında cereyan eden bir cok hĂ‚disede durum bundan farklı değildir. Zubeyr İbni AvvĂ‚m, bu olayla oldurulecek olursa, mazlum olduğunu ifade ile hak bildiği yolda hareket ettiğine inandığını beyan etmiş olmaktadır.
Zubeyr ’in, sorumluluk hissi taşıyan bir muslumanın ustun hassasiyeti icinde, harp meydanında bile uzerinde bulunan borclarını, kul hakkını duşunerek oğluna vasiyette bulunmasından alınacak ibretler vardır. Cunku kul hakkı, Allah TeĂ‚lĂ‚ ’nın affetmeyeceği gunahlar arasında, ilk sıralarda yer alır.
Zubeyr İbni AvvĂ‚m, Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem ’in sahĂ‚bîlere olan tavsiyelerini bilen bir kimse olarak, malının miras kalanından ucte birini de vasiyet etmiştir. Peygamberimiz, malının ucte birinden fazlasını vasiyet etmek isteyen sahĂ‚bîlerin bu davranışlarını uygun gormemiş, geride kalan vĂ‚rislere başkasına el acıp muhtac olma-yacak derecede mal bırakılmasını tavsiye etmişti. .
İnsan ne kadar mala sahip olursa olsun, o malın zĂ‚yi olması, değerini kaybetmesi, her zaman bir kıymet ifade etmemesi soz konusu olabilir. Cunku dunya malı kalıcı değildir. Bu sebeple, MevlĂ‚mız olan Allah TeĂ‚lĂ‚ ’dan daima yardım istemeliyiz. İnanclı bir muslumanın takip etmesi gereken yol budur. Zubeyr cok guclu bir imana ve buna bağlı olarak hayatının sonuna kadar devam ettirdiği surekli bir amele sahipti. Oğlu Abdullah ’a da işin bu yonunu, yani Allah ’dan asla gĂ‚fil olmamayı ve O ’ndan daima yardım istemeyi ısrarla tavsiye ederdi. Nitekim Abdullah da babasının bu tavsiyesini tutan hayırlı bir evlat olarak, sahih inancla sĂ‚lih amelin tatlı semeresini ve guzel neticesini defalarca gormuştur.
Kazanılan, elde edilen bir malın menşei, helĂ‚lliği ve haramlığı bilinmeli ve gerektiğinde butun insanlar huzurunda beyan edilebilir olmalıdır. Bu, kişinin saygınlığı ve toplumun guvenilirliğini kazanmak acısından onemlidir. Abdullah İbni Zubeyr, babasının yoneticilik, harac ve vergi toplama memurluğu ya da başka idari bir gorevde bulunmadığını ozellikle hatırlatmakta, gelirinin elinin emeği ve ganimetten elde edildiğini bildirmektedir. Babasının, Peygamberimiz, Ebûbekir, Omer ve Osman ’la gazve ve cihadlara iştirak ettiğini soylemesinin sebebi budur.
Hadisten Oğrendiklerimiz 1. İhtiyac anında borc istemek ve borclanmak cĂ‚izdir.
2. Harp ve yolculuk gibi, kişinin geri donup donmeyeceği bilinmeyen hallerde vĂ‚rislerine vasiyette bulunması, şerîatın ruhuna uygun bir davranıştır.
3. Bir kimsenin olumunden sonra, vĂ‚rislerin oncelikle onun borclarını odemesi, sonra terekesini taksim etmesi gerekir.
4. Meşrû yollardan mal elde etmenin bir hududu yoktur.
5. Bir mu ’min her hĂ‚l u kĂ‚rda MevlĂ‚ ’dan yardım istemelidir.
6. Emanetleri mutlaka yerine getirmek ve emanete hiyÂnet etmemek gerekir.
Kaynak: Riyazus Salihin, Erkam Yayınları
İslam ve İhsan
İSLAM ’A GORE EMANETİ EHLİNE VERMEK GEREKLİ MİDİR?