
Tevekkul nedir? Teslimiyet ne demek? İslam ’da tevekkul ve teslimiyetin onemi nedir? Tevekkul ve teslimiyet ile ilgili ornekler.DunyĂ‚da gonul huzûru ve Ă‚hirette ebedî saĂ‚dete kavuşabilmek, ilĂ‚hî azameti idrĂ‚k edip tevekkul ve teslîmiyet gostererek, ilĂ‚hî taksîme rĂ‚zı olmakla mumkundur.
TEVEKKUL NEDİR? Tevekkul, “dayanma, vekîl tutma ve vekîle guvenme” demektir. YĂ‚ni, gonlu AllĂ‚h ile dolu olan kimsenin, yalnız O ’na guvenmesi ve O ’na sığınmasıdır.
AllĂ‚h ’ın guzel isimlerinden biri de “el-Vekîl”dir. Bu ism-i şerîf, “işlerini usûlune gore kendisine havĂ‚le edenlerin işlerini yoluna koyup, onların yapabileceğinden daha iyi bir şekilde yapan, kendisine tevekkul edilen, her şeyi idĂ‚re ve hĂ‚kimiyeti altında bulunduran” gibi mĂ‚nĂ‚lara gelir.
Her hususta guvenilecek yegĂ‚ne merciin, olumsuz, ebedî ve KĂ‚dir-i Mutlak olması zarûrîdir. Aksi takdirde îtimĂ‚d etmenin bir mĂ‚nĂ‚sı kalmaz. CenĂ‚b-ı Hak şoyle buyurur:
“AslĂ‚ olmeyecek, hakîkî hayat sĂ‚hibi ve dĂ‚imĂ‚ diri olan AllĂ‚h ’a tevekkul et ve O ’nu hamd ile tesbîh et!..” (el-FurkĂ‚n, 58)
Allah TeĂ‚lĂ‚, kullarının sĂ‚dece kendisine guvenip dayanmalarını arzu etmektedir. Âyet-i kerîmelerde şoyle buyrulur:
“...Mu ’minler ancak AllĂ‚h ’a tevekkul etsinler!” (İbrĂ‚him, 11)
“...AllĂ‚h ’a tevekkul edene, AllĂ‚h kĂ‚fîdir!..” (et-TalĂ‚k, 3)
Peygamber Efendimiz de:
“Eğer siz AllĂ‚h ’a hakkıyla tevekkul edebilirseniz, sabahleyin karınları ac gidip, akşamları tok donen kuşların rızıklandığı gibi rızıklanırsınız!” buyurmuştur. (Tirmizî, Zuhd, 33/2344; İbn-i MĂ‚ce, Zuhd, 14; Ahmed, I, 52)
TESLİMİYET NE DEMEK? Teslîmiyete gelince, o da boyun eğmek, başa gelen hĂ‚diseleri îtirazsız kabûllenmek ve selĂ‚mete cıkmak mĂ‚nĂ‚sına gelir. Teslîmiyet, kalbin bir fiili olup AllĂ‚h tarafından haber verilen hususlarla alĂ‚kalı şuphelerden, ilĂ‚hî emirlere ters duşen nefsĂ‚nî arzulardan, ihlĂ‚sla bağdaşmayan isteklerden, ilĂ‚hî takdîre ve şer ’-i şerîfe îtiraz illetinden kurtulmak demektir. Âyet-i kerîmede şoyle buyrulur:
“Hayır, Rabbine andolsun ki onlar, aralarında cıkan anlaşmazlıklarda Sen ’i hakem tĂ‚yin ederek verdiğin hukmu, iclerinde hicbir sıkıntı duymadan kabûl edip teslim olmadıkları muddetce tam mu ’min olamazlar.” (en-NisĂ‚, 65)
Teslîmiyet, İslĂ‚m kelimesi ile aynı koktendir. Bu sebeple İslĂ‚m ’ı hakkıyla yaşayabilmek ve hakîkî kullukta bulunabilmek, ancak teslîmiyetle mumkundur. Cunku AllĂ‚h -celle celĂ‚luhû-, kulunun kendisinden başkasına rĂ‚m olmasından hoşlanmaz.
Teslîmiyet, muhabbete dayalı bir itaat işidir. Bu itaat ve teslîmiyet bereketiyle İbrĂ‚him -aleyhisselĂ‚m- ’a, canı, malı ve evlĂ‚dı, yuce Rabbinin yolunda hicbir engel teşkîl edemedi. Buna karşılık da hac ibĂ‚deti, O ’nun Rabbine tevekkul ve teslîmiyetinin kıyĂ‚mete kadar devĂ‚m edecek en guzel bir sembolu oldu. Cunku İbrĂ‚him -aleyhisselĂ‚m- ’ın dili kalbine tercuman olarak dĂ‚imĂ‚:
“...Ben Âlemlerin Rabbi ’ne teslîm oldum!” (el-Bakara, 131) demekteydi.
Muhabbeti esas alan ve İslĂ‚m ’ın ozu olan tasavvuf, kulun ilĂ‚hî istikĂ‚met uzere yaşayabilmesi ve her nefeste Rabbine daha ziyĂ‚de yaklaşabilmesi icin, Hakk ’a rızĂ‚ ve teslîmiyet duygusunu gonullere yerleştirmeyi hedefler. Cunku şu fĂ‚nî Ă‚lemi kuşatan bin bir elem, keder ve cilelerin tesiri ve nefsĂ‚nî aldanışların kesĂ‚feti, ancak Hakk ’a rızĂ‚ ve teslîmiyet netîcesinde azalmaya başlar. İbrĂ‚him Hakkı Erzurûmî Hazretleri ne guzel soyler:
Sen Hakk ’a tevekkul kıl
Teslîm ol da rahat bul
Her işine rĂ‚zı ol
Mevl gorelim neyler
Neylerse guzel eyler!..
TEVEKKUL VE TESLİMİYET ORNEKLERİ Once deveni bağla sonra tevekkul et hadisi Bir bedevî:
“–YĂ‚ RasûlĂ‚llah! Hayvanımı bağlayıp da mı tevekkul edeyim yoksa bağlamadan mı?” diye sormuştu. Peygamber Efendimiz -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- cevĂ‚ben:
“–Once bağla, sonra tevekkul et!” buyurdu. (Tirmizî, KıyĂ‚met, 60/2517)
Allah ’a tevekkul ettim Ummu Seleme -radıyallĂ‚hu anhĂ‚- ’nın bildirdiğine gore, Allah Rasûlu -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- evinden her cıktığında muhakkak yuzunu semĂ‚ya cevirir ve şoyle duĂ‚ ederdi:
“BismillĂ‚h! AllĂ‚h ’a tevekkul ettim. AllĂ‚h ’ım! DalĂ‚lete duşmekten ve başkaları tarafından dalĂ‚lete suruklenmekten, kaymaktan ve kaydırılmaktan, haksızlık yapmaktan ve haksızlığa uğramaktan, cĂ‚hilce davranmaktan ve cĂ‚hillerin davranışlarına muhĂ‚tap olmaktan Sana sığınırım.” (Ebû DĂ‚vûd, Edeb, 102-103/5094; Tirmizî, DeavĂ‚t, 35)
Şimdi seni benim elimden kim kurtaracak? Bir sefer esnĂ‚sında, oğle vakti ağaclık bir vĂ‚diye geldiklerinde RasûlullĂ‚h -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- askerlerine istirahat vermiş, mucĂ‚hitler de golgelenmek uzere cevreye dağılmışlardı. Allah Rasûlu, Semure denilen sık yapraklı bir ağac altında istirĂ‚hate cekilmiş, kılıcını da ağaca asmıştı.
HĂ‚disenin bundan sonraki seyrini CĂ‚bir -radıyallĂ‚hu anh- şoyle anlatıyor:
“Biraz uyumuştuk ki Allah Rasûlu ’nun bizi cağırdığını işittik ve hemen koştuk. Yanında bir bedevînin olduğunu gorduk. Peygamber -aleyhissalĂ‚tu vesselĂ‚m- şoyle buyurdu:
«–Ben uyurken bu bedevî kılıcımı almış. Uyandığımda kılıc kınından sıyrılmış vaziyette elindeydi. Bana:
“–Şimdi Sen ’i benim elimden kim kurtaracak?” dedi. Ben de uc defa:
“–AllĂ‚h!” cevĂ‚bını verdim.»” (BuhĂ‚rî, CihĂ‚d, 84, 87; Muslim, FedĂ‚il, 13)
Fahr-i KĂ‚inĂ‚t Efendimiz, olumle yuz yuze geldiği hĂ‚lde, Allah TeĂ‚lĂ‚ ’ya tevekkulu sĂ‚yesinde hic korku duymamış ve kendisinden emin bir şekilde “Beni AllĂ‚h kurtaracaktır!” cevĂ‚bını vermiştir. Bunun uzerine bedevînin elinden kılıcı duşmuş ve teslim olmuştur. Âlemlerin Efendisi, canına kasteden bu bedevîyi cezĂ‚landırmamış, ona İslĂ‚m ’ı anlatıp musluman olmasını teklif etmiştir. Bu ulvî davranış karşısında Ă‚deta eriyen bedevî, kavminin yanına donduğunde:
“–Ben insanların en hayırlısının yanından geliyorum.” demekten kendini alamamıştır. (İbn-i Kesîr, el-BidĂ‚ye, IV, 87)
Ucunculeri AllĂ‚h olan iki kişi Ebûbekir es-Sıddîk, -radıyallĂ‚hu anh- anlatıyor:
(Hicret yolculuğunda) RasûlullĂ‚h ile mağaradayken, tepemizde dolaşıp duran muşriklerin ayaklarını gordum ve:
“–Ey AllĂ‚h ’ın Rasûlu! Eğer şunlardan biri eğilip aşağıya bakacak olursa mutlakĂ‚ bizi gorur.” dedim.
RasûlullĂ‚h -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- şoyle buyurdu:
“–Ucunculeri AllĂ‚h olan iki kişiyi sen ne zannediyor (ve haklarında neler duşunuyor)sun, ey Ebûbekir?!” (BuhĂ‚rî, Tefsîr, 9/9; Muslim, FedĂ‚ilu ’s-SahĂ‚be, 1)
Allah seni insanlardan korur ayeti İsmet bin MĂ‚lik -radıyallĂ‚hu anh-:
“«…AllĂ‚h Sen ’i insanlardan korur…» (el-MĂ‚ide, 67) Ă‚yet-i kerîmesi nĂ‚zil oluncaya kadar Allah Rasûlu ’nu geceleri korurduk.” demiştir. (Suyûtî, LubĂ‚bu ’n-Nukûl, I, 148)
Hazret-i Âişe vĂ‚lidemiz de şoyle anlatır:
Bir gece RasûlullĂ‚h Efendimiz ’in uykusu kactı. Ben:
“–Ne oldu ey AllĂ‚h ’ın Rasûlu?” dedim.
“–Bu gece bizi muhĂ‚faza edecek sĂ‚lih bir zĂ‚t yok mu?” buyurdu. Biz bunları konuşurken dışarıdan kılıc şakırtısı geldi. RasûlullĂ‚h -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-:
“–Kim o?” dedi. Bir ses:
“–Sa ’d ve Huzeyfe, ey AllĂ‚h ’ın Rasûlu! Sen ’i korumak uzere geldik.” dedi. Daha sonra RasûlullĂ‚h -aleyhissalĂ‚tu vesselĂ‚m- uyudu. HattĂ‚ duzenli bir şekilde nefes alışını işittim. Bunun uzerine; «…AllĂ‚h Sen ’i insanlardan korur…» (el-MĂ‚ide, 67) Ă‚yet-i kerîmesi nĂ‚zil oldu. Hazret-i Peygamber cadırdan başını cıkarıp:
“–Ey insanlar, artık gidebilirsiniz. Cunku beni AllĂ‚h korumaktadır.” buyurdu.[1]
Fahr-i KĂ‚inĂ‚t Efendimiz tedbîrini alır, sonra da AllĂ‚h ’a tevekkul ederdi. CenĂ‚b-ı Hak, kendisini muhĂ‚faza etmeyi vaad ettikten sonra ise hicbir endişe duymadan Allah TeĂ‚lĂ‚ ’ya tevekkul etmiştir.
Bal şerbeti hadisi Ebû Saîd el-Hudrî -radıyallĂ‚hu anh- ’ın anlattığına gore, bir adam Rasûl-i Ekrem Efendimiz ’e gelerek, kardeşinin, mîdesinden rahatsız olduğunu soyledi. Peygamber -aleyhissalĂ‚tu vesselĂ‚m-:
“–Ona bal şerbeti icir!” buyurdu. Adam denileni yaptı. Bir muddet sonra tekrar gelip:
“–Bal şerbeti icirdim, ancak onun rahatsızlığını artırmaktan başka bir işe yaramadı.” dedi. Adam, bu minvĂ‚l uzere uc defa gidip geldi. Sonunda Efendimiz:
“–Şuphesiz AllĂ‚h doğru soylemekte, kardeşinin karnı ise yalan soylemektedir.” buyurdu. Sonra o kimse bir kere daha bal şerbeti icirdiğinde kardeşi şifĂ‚ buldu. (BuhĂ‚rî, Tıb, 4; Muslim, SelĂ‚m, 91)
Bu sozuyle Allah Rasûlu, “Balda insanlar icin şifĂ‚ vardır.” (en-Nahl, 69) Ă‚yetinde ifĂ‚de buyrulan hakîkate işĂ‚ret ederek Allah TeĂ‚lĂ‚ ’ya olan tevekkul ve teslîmiyetini ortaya koymuştur. Daha sonra sahĂ‚bî de tevekkul ve teslîmiyete sığınarak murĂ‚dına ermiştir.
Allah bize yeter, O ne guzel vekîldir AbdullĂ‚h bin AbbĂ‚s Hazretleri ’nin rivĂ‚yetine gore:
“AllĂ‚h bize yeter, O ne guzel vekîldir.” sozunu İbrĂ‚him -aleyhisselĂ‚m-, ateşe atılırken soylemiştir. Peygamberimiz de bu sozu; “Muşrikler size karşı toplandılar, başınızın cĂ‚resine bakınız!” denildiğinde soylemiştir. Bunun uzerine Muslumanların îmanları artmış ve hep birlikte; “AllĂ‚h bize yeter, O ne guzel vekîldir!” diyerek, AllĂ‚h ’a karşı buyuk bir teslîmiyet orneği sergilemişlerdir.[2]
CenĂ‚b-ı Hak bu tevekkul ehli Muslumanları şoyle medheder:
“BĂ‚zı munĂ‚fıkların Muslumanlara; «Duşmanlarınız size hucûm icin hazırlandılar; aman onlardan sakının!» demeleri, onların îmanlarını bir kat daha artırdı ve; «AllĂ‚h bize yeter, O ne guzel vekildir!» dediler. Bunun uzerine onlara hicbir zarar dokunmadan, AllĂ‚h ’ın nîmet ve ikramlarıyla donduler. Boylece AllĂ‚h ’ın rızĂ‚sına da uymuş oldular. AllĂ‚h buyuk kerem sĂ‚hibidir.” (Âl-i İmrĂ‚n, 173-174) (VĂ‚hidî, s. 135)
Tevekkul ehli RasûlullĂ‚h -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-, CenĂ‚b-ı Hakk ’ın tevekkul ehlini dunyĂ‚da ve Ă‚hirette muhĂ‚faza edeceğini ve onların hesapsız ve azapsız cennete gireceklerini şu hadîs-i şerîfleriyle acıkca bildirmişlerdir:
“Gecmiş ummetler bana gosterildi. Peygamber gordum, yanında uc beş kişilik kucuk bir grup vardı. Peygamber gordum, yanında bir iki kişi bulunuyordu. Ve peygamber gordum, yanında kimsecikler yoktu. Bu arada onume buyuk bir kalabalık cıktı. Kendi ummetim sandım. Bana; «Bunlar MûsĂ‚ ’nın ummetidir, Sen ufka bak!» dediler. Baktım, cok buyuk bir karaltı gordum. «İşte bunlar Sen ’in ummetindir. İclerinden hesapsız ve azapsız cennete girecek yetmiş bin kişi vardır.» dediler.”
İbn-i AbbĂ‚s -radıyallĂ‚hu anhumĂ‚- diyor ki:
Soz buraya gelince Peygamber Efendimiz kalkıp evine gitti. Oradaki sahĂ‚bîler bu yetmiş bin kişinin kimler olabileceği hakkında konuşmaya başladı. Kimileri; “Bunlar peygamberin sohbetinde bulunanlar olmalı.” derken, kimileri de; “Bunlar İslĂ‚m geldikten sonra doğup, şirki tanımamış olanlardır.” dediler. Daha başka goruşler de ileri suruldu. Onlar bu meseleyi tartışırken RasûlullĂ‚h -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- oraya geldi. AshĂ‚b:
“–Hesapsız ve azapsız cennete gireceklerin kimler oldukları hakkında konuşuyoruz.” dediler. Bunun uzerine Nebî -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-:
“–Onlar buyu yapmayan, yaptırmayan, uğursuzluğa inanmayan ve Rab ’lerine tevekkul edenlerdir.” buyurdu.
Bunu duyan UkkĂ‚şe bin Mıhsan -radıyallĂ‚hu anh- yerinden fırlayarak:
“–Beni de onlardan kılması icin AllĂ‚h ’a duĂ‚ et (yĂ‚ RasûlĂ‚llah)!” dedi.
Peygamber Efendimiz -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- de:
“–Sen onlardansın!” buyurdu... (Muslim, ÎmĂ‚n, 374; BuhĂ‚rî, Rikàk, 50)
Hz. İbrahim ’in teslimiyeti CenĂ‚b-ı Hak; Hazret-i İbrĂ‚him, Hazret-i İsmĂ‚il ve HĂ‚cer vĂ‚lidemizi, oyle buyuk imtihanlardan gecirmiştir ki, nihĂ‚yetinde onlar birer teslîmiyet Ă‚bidesi olarak tĂ‚rihe gecmişlerdir. CenĂ‚b-ı Hak bir mukĂ‚fĂ‚t olarak onların teslîmiyetteki ihlĂ‚slarını, umre ve hac ibĂ‚detleriyle ebedîleştirmiştir.
AllĂ‚h -celle celĂ‚luhû-, Hazret-i İbrĂ‚him ’i dost edinince melekler:
“–Ey Rabbimiz! İbrĂ‚him Sana nasıl dost olabilir? Nefsi, malı ve evlĂ‚dı var. Kalbi bunlara meyyĂ‚ldir...” dediler. MuteĂ‚kıben şu ibretli manzaralara ve Hazret-i İbrĂ‚him ’in ağır imtihanlarına şĂ‚hid oldular:
Hazret-i İbrĂ‚him -aleyhisselĂ‚m-, mancınıkla ateşe atılacağı zaman, melekler heyecanlandı. Bir kısmı, Hazret-i İbrĂ‚him ’e yardım etmek icin Allah TeĂ‚lĂ‚ ’dan izin istedi. Melekler, Hazret-i İbrĂ‚him ’e bir isteği olup olmadığını sordular. O ise:
“–Dostla dostun arasına girmeyin!” buyurdu.
Daha sonra CebrĂ‚îl -aleyhisselĂ‚m- geldi:
“–Bana ihtiyĂ‚cın var mı?” diye sordu.
İbrĂ‚him -aleyhisselĂ‚m-:
“–Sana ihtiyĂ‚cım yok. O bana yetişir; O ne guzel Vekîl ’dir!” buyurdu.
Nitekim HalîlullĂ‚h ’ın bu yuce teslîmiyeti ve yalnız Hakk ’a tevekkulu uzerine, O daha ateşin icine duşmeden Allah TeĂ‚lĂ‚ ateşe emretti:
“...Ey ateş! İbrĂ‚him ’e serin ve selĂ‚met ol!” (el-EnbiyĂ‚, 69)
Bu emirle birlikte İbrĂ‚him -aleyhisselĂ‚m- ’ın duştuğu yer bir anda gulistĂ‚na dondu. Orada tatlı bir pınar kaynayıp akmaya başladı.
Allah bizi korur Peygamber Efendimiz şoyle anlatır:
“İbrĂ‚him -aleyhisselĂ‚m-, Hazret-i HĂ‚cer ile henuz sut cağındaki oğlu İsmĂ‚il ’i alıp Mekke ’ye getirmişti... Hazret-i İbrĂ‚him, Ă‚ilesi ile oğlunu, yanlarına bir dağarcık hurma ve bir kırba su koyarak bircok hikmete binĂ‚en orada bıraktı. İbrĂ‚him -aleyhisselĂ‚m- arkasını donup giderken Hazret-i HĂ‚cer:
«–İbrĂ‚him! Bizi konuşup goruşecek bir kimsenin, yiyip icecek bir şeyin bulunmadığı bu vĂ‚dide, tek başımıza bırakıp da nereye gidiyorsun?» diye sordu. Bu soruyu birkac defa tekrarladıysa da İbrĂ‚him -aleyhisselĂ‚m- susuyordu. Sonunda HĂ‚cer vĂ‚lidemiz:
«–Bunu boyle yapmanı sana AllĂ‚h mı emretti?» dedi. Bu defĂ‚ Hazret-i İbrĂ‚him:
«–Evet, AllĂ‚h emretti.» dedi. (Bu cevap uzerine rahatlayan HĂ‚cer vĂ‚lidemizin dilinden, AllĂ‚h ’a teslîmiyetin zirvesini gosteren) şu sozler dokuldu:
«–Oyleyse AllĂ‚h bizi korur, zĂ‚yî etmez!..»
Daha sonra geri dondu. İbrĂ‚him -aleyhisselĂ‚m- da yuruyup gitti. Kimsenin kendisini goremediği Seniyye mevkiine varınca, yuzunu KĂ‚be tarafına cevirdi, ellerini kaldırarak şoyle duĂ‚ etti:
«Ey Rabbimiz! Namazı dosdoğru kılmaları icin ben, neslimden bir kısmını Sen ’in Beyt-i Harem ’inin (KĂ‚be ’nin) yanında, ziraat yapılmayan bir vĂ‚diye yerleştirdim. Artık Sen de insanlardan bir kısmının gonullerini onlara meyledici kıl ve meyvelerden bunlara rızık ver! Umulur ki bu nîmetlere şukrederler.» (İbrĂ‚him, 37)” (BuhĂ‚rî, EnbiyĂ‚, 9)
Hz. İsmail ’in teslimiyeti İsmĂ‚il -aleyhisselĂ‚m- koşup oynayacak yaşa gelmiş, hayĂ‚tının en sevimli cağını yaşıyordu. İbrĂ‚him -aleyhisselĂ‚m- ’ın, AllĂ‚h ’a verdiği sozu yerine getirmesi icin, oğlu Hazret-i İsmĂ‚il ’i kurban etmesi lĂ‚zımdı. Hazırlıklarını yapıp yola cıktıklarında, melekler heyecanlandılar:
“–Bir peygamber, bir peygamberi kurban etmeye goturuyor!” dediler.
İsmĂ‚il -aleyhisselĂ‚m- ise, babası Hazret-i İbrĂ‚him ’e:
“–Ey babacığım! Emrolunduğunu yap! İnşĂ‚allĂ‚h beni sabredenlerden bulursun. Bıcağını iyi bileyle; hemen kessin; can vermek kolay olur... Bıcağı cekerken de yuzume bakma! Belki babalık şefkati ile AllĂ‚h ’a olan sozunu geciktirebilirsin. Benim uzuntum, kendi elinle kurban ettiğin evlĂ‚dının acısını ve hasretini omur boyu unutamayacak olmanadır…” dedi.
Baba-oğul, bu şekilde teslîmiyet deryĂ‚sında yuzerlerken, CebrĂ‚îl -aleyhisselĂ‚m- yetişti. Bıcağı koreltti. Cennet ’ten kurban edilecek kocu indirdi. (Bkz. Taberî, TĂ‚rih, I, 275; İbn-i Esîr, el-KĂ‚mil, I, 112; HĂ‚kim, II, 606/4040)
Tevekkul orneği CenĂ‚b-ı Hak, Hazret-i MûsĂ‚ -aleyhisselĂ‚m- ’ın tevekkul ve teslîmiyetini şoyle anlatır:
“Şehrin obur ucundan bir adam koşarak geldi:
«–Ey MûsĂ‚! İleri gelenler seni oldurmek icin hakkında muzĂ‚kere yapıyorlar. DerhĂ‚l (buradan) cık! İnan ki ben, Sen ’in iyiliğini isteyenlerdenim!» dedi.
MûsĂ‚ etrĂ‚fını kontrol ederek endişe icinde oradan cıktı:
«–Rabbim! Beni zĂ‚limler gurûhundan kurtar!» dedi.” (el-Kasas, 20-21)
MûsĂ‚ -aleyhisselĂ‚m- bu davranışıyla, hakîkî bir tevekkulun nasıl olması gerektiğini sergilemektedir:
Once istişĂ‚re, sonra azim (karar), ardından tedbîr ve netîceyi AllĂ‚h ’a havĂ‚le etmek, yĂ‚ni duĂ‚, teslîmiyet ve rızĂ‚ hĂ‚linde olmak. İşte gercek tevekkul!..
Hakîkî mutevekkil Yemenliler hacca giderken yanlarına yol azığı almazlardı; boyle yapmanın tevekkul olduğunu zanneder:
“–Biz AllĂ‚h ’ın evini ziyĂ‚rete gidiyoruz; O bizi doyurmaz mı?” derlerdi. Mekke ’ye varınca da sĂ‚il durumunda kalırlardı. Bunun uzerine; “...Kendinize yol azığı hazırlayınız…” (el-Bakara, 197) Ă‚yeti nĂ‚zil oldu.
Calışıp gayret etmeden işi tembelliğe vardıran, sonra da; “Biz tevekkul ehliyiz.” diyen kimseleri Hazret-i Omer -radıyallĂ‚hu anh-; “Siz AllĂ‚h ’a değil, başkalarının malına guvenen yiyicilersiniz. Hakîkî mutevekkil; toprağa tohumu attıktan sonra AllĂ‚h ’a guvenen insandır.” diye azarlamıştır.[3]
Şahit olarak Allah yeter! Ebû Hureyre -radıyallĂ‚hu anh- ’ın naklettiği şu hadîs-i şerîf pek ibretlidir:
RasûlullĂ‚h -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-, Benî İsrĂ‚îl ’den bir zĂ‚tın şu guzel hĂ‚lini anlattı. O kişi, birisinden bin dinar borc istemişti. Kendisinden borc talep edilen kimse:
“–Bana şĂ‚hitlerini getir, onların huzûrunda vereyim, şĂ‚hid olsunlar!” dedi. İsteyen ise:
“–ŞĂ‚hit olarak AllĂ‚h yeter!” dedi. Borc verecek olan kimse:
“–Oyleyse bana kefil getir.” dedi. Borc isteyen kişi:
“–Kefil olarak da AllĂ‚h yeter.” dedi. Borc verecek olan şahıs:
“–Doğru soyledin!” dedi ve belli bir vĂ‚de ile parayı ona verdi.
Adam deniz yolculuğuna cıktı ve ihtiyacını gordu. Sonra borcunu vĂ‚desi icinde odemek maksadıyla geri donmek uzere bir gemi aradı, ama bulamadı. CĂ‚resizlik icinde bir odun parcası alıp icini oydu. Bin dinarı, sĂ‚hibine hitĂ‚b eden bir mektupla birlikte oyuğa yerleştirdi. Sonra oyuğun ağzını kapayıp duzledi. Deniz kıyısına gelip:
“–Ey AllĂ‚h ’ım! Biliyorsun ki, ben falandan bin dinar borc almıştım. Benden şĂ‚hid istediğinde ben; «ŞĂ‚hid olarak AllĂ‚h yeter!» demiştim. O da şĂ‚hid olarak Sana rĂ‚zı olmuştu. Benden kefil isteyince de; «Kefil olarak AllĂ‚h yeter!» demiştim. O da kefil olarak Sana rĂ‚zı olmuştu. Ben ise şimdi, bir gemi bulmak icin gayret ettim, ama bulamadım. Onu Sana emĂ‚net ediyorum!” dedi ve odun parcasını denize attı. Odun, denizde yuzup giderek gozden kayboldu.
Bundan sonra adamcağız, oradan ayrılıp, kendini goturecek bir gemi aramaya devĂ‚m etti.
Bu arada borc veren kimse de, parasını getirecek gemiyi beklemekteydi. Gemi yoktu ama, icinde parası bulunan odun parcasını gordu. Onu evine odun yapmak uzere aldı. (Testere ile) parcalayınca para ve mektupla karşılaştı.
Bir muddet sonra borc alan kimse de (bir gemi buldu ve memleketine) dondu. (Odun parcası icinde gonderdiği parayı almamış olabileceği ihtimĂ‚li ile derhĂ‚l) bin dinarla borc aldığı adamın yanına geldi:
“–Paranı getirmek icin aralıksız gemi aradım. Ancak beni getiren bu gemiden daha once gelen bir gemi bulamadım.” dedi. Alacaklı:
“–Sen bana bir şeyler gondermiş miydin?” diye sordu.
“–Ben sana, daha once bir gemi bulamadığımı soyledim.” dedi. Alacaklı:
“–Allah TeĂ‚lĂ‚, odun parcası icerisinde gonderdiğin parayı senin yerine (bana) odedi (yĂ‚ni ihlĂ‚sın mukĂ‚bili CenĂ‚b-ı Hak sana kefil olarak bana ulaştırdı. Dolayısıyla şimdi getirdiğin bin dinar da sana kaldı. Bu vesîleyle huzur icinde) bin dinarına kavuşmuş olarak don!” dedi. (BuhĂ‚rî, KefĂ‚let 1, Buyû 10)
AllĂ‚h bir şeye kefîl olursa imkĂ‚nsız gibi gorunen şeyler dahî kolayca husûle gelir. Kula duşen, O ’na tevekkulde ihlĂ‚s ve samîmiyet...
İslam ’da tevekkul ve kader anlayışı İbn-i AbbĂ‚s Hazretleri ’nden rivĂ‚yet edildiğine gore, Hazret-i Omer Şam ’a doğru yola cıktı. Serg denilen yere varınca, kendisini orduların başkumandanı Ebû Ubeyde bin CerrĂ‚h ile komuta kademesindeki arkadaşları karşıladı ve ona Şam ’da vebĂ‚ hastalığının başgosterdiğini haber verdiler. Hazret-i Omer, İbn-i AbbĂ‚s ’a:
“–Bana ilk MuhĂ‚cirleri cağır!” dedi. Hazret-i Omer, onlarla istişĂ‚re etti ve Şam ’da vebĂ‚ salgını bulunduğunu kendilerine bildirdi. Onlar, nasıl hareket edilmesi gerektiğinde ihtilĂ‚f ettiler. BĂ‚zıları:
“–Sen belirli bir iş icin yola cıktın; geri donmeni uygun bulmuyoruz.” dediler. BĂ‚zıları da:
“–Muslumanların kalanı ve RasûlullĂ‚h -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- ’in ashĂ‚bı senin yanındadır. Onları bu vebĂ‚nın ustune sevk etmeni uygun gormuyoruz.” dediler.
Hazret-i Omer -radıyallĂ‚hu anh-:
“–Gidebilirsiniz.” dedi. Daha sonra İbn-i AbbĂ‚s ’a:
“–Bana EnsĂ‚r ’ı cağır!” dedi.
EnsĂ‚r da MuhĂ‚cirler gibi ihtilĂ‚fa duşunce Omer -radıyallĂ‚hu anh-:
“–Siz de gidebilirsiniz.” dedi. Sonra İbn-i AbbĂ‚s ’a:
“–Bana Mekke ’nin fethinden once Medîne ’ye hicret etmiş olan ve burada bulunan Kureyş MuhĂ‚cirlerinin yaşlılarını cağır!” dedi. Ben de onları cağırdım. Onlardan iki kişi bile ihtilĂ‚f etmedi ve:
“–İnsanları geri dondurmeni ve onları bu vebĂ‚nın uzerine goturmemeni uygun goruyoruz.” dediler. Bunun uzerine Omer -radıyallĂ‚hu anh- herkese seslendi ve:
“–Ben sabahleyin hayvanın sırtındayım, siz de binin!” dedi. Ebû Ubeyde bin CerrĂ‚h -radıyallĂ‚hu anh-:
“–AllĂ‚h ’ın kaderinden mi kacıyorsun?” diye sordu. Hazret-i Omer:
“–Keşke bunu senden başkası soyleseydi ey Ebû Ubeyde!” dedi. Omer -radıyallĂ‚hu anh-, Ebû Ubeyde ’ye muhĂ‚lefet etmek istemezdi. Sozune şoyle devĂ‚m etti:
“–Evet, AllĂ‚h ’ın kaderinden yine AllĂ‚h ’ın kaderine kacıyoruz. Ne dersin, senin develerin olsa da iki tarafı olan bir vĂ‚diye inseler, bir taraf verimli diğer taraf corak olsa, verimli yerde otlatsan AllĂ‚h ’ın kaderiyle otlatmış; corak yerde otlatsan yine AllĂ‚h ’ın kaderiyle otlatmış olmaz mıydın?”
Tam o esnĂ‚da, birtakım ihtiyaclarını karşılamak icin ortalarda gorunmeyen AbdurrahmĂ‚n bin Avf -radıyallĂ‚hu anh- geldi ve:
“–Bu hususta bende bilgi var. RasûlullĂ‚h -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- ’i:
«Bir yerde vebĂ‚ olduğunu işittiğinizde oraya girmeyiniz. Bir yerde vebĂ‚ ortaya cıkar, siz de orada bulunursanız, hastalıktan kacarak oradan dışarı cıkmayınız!» buyururken işitmiştim.” dedi.
Bunun uzerine Omer -radıyallĂ‚hu anh- AllĂ‚h ’a hamd etti ve oradan ayrılıp yoluna devĂ‚m etti. (BuhĂ‚rî, Tıb, 30; Muslim, SelĂ‚m, 98)
Bu hĂ‚dise, İslĂ‚m ’ın tevekkul ve kader anlayışını mukemmel bir sûrette yansıtmaktadır. Buna gore, bile bile kendini ve mu ’minleri tehlikeye suruklemek, gercek bir tevekkul anlayışıyla bağdaşmaz.
Meyyitzade kimdir Sultan 1. Ahmed Han zamanında yaşamış olan Meyyit-zĂ‚de, fazîlet ve irfĂ‚nıyla meşhur buyuk bir Osmanlı Ă‚limidir. Kendisine Meyyit-zĂ‚de, yĂ‚ni “olunun oğlu” isminin verilmesi, rivĂ‚yete nazaran başından gecen şu ilĂ‚hî tecellî sebebiyle olmuştur:
Meyyit-zĂ‚de ’nin babası yiğit bir askerdi. Bircok cengĂ‚ver gibi o da, Sultan 3. Mehmed ’in 1596 yılında yaptığı Eğri Seferi ’ne cağrılmıştı. Fakat o esnĂ‚da hanımı hĂ‚mileydi ve doğumu da bir hayli yaklaşmıştı. Bununla beraber, AllĂ‚h yolunda cihĂ‚dı her şeyin ustunde tutan cengĂ‚ver baba, sefer hazırlıklarını tedĂ‚rik etti ve hanımıyla helĂ‚lleşti. Ellerini edeple CenĂ‚b-ı Hakk ’ın ulvî dergĂ‚hına actı. Gozlerine biriken merhamet damlaları arasında niyĂ‚z eyledi:
“İlĂ‚hî! Sen ’in yolunda gazĂ‚ya gidiyorum. Sen ’den başka da kimsem yok! İlĂ‚hî! Şu vefĂ‚kĂ‚r ve cilekeş hanımımdan doğacak olan evlĂ‚dımı Sana emĂ‚net ediyorum. Lûtuf ve kereminle onu muhĂ‚faza eyle!”
Bundan sonra atına atlayan cengĂ‚ver baba, hızla gozden kayboldu. AllĂ‚h ’ın inĂ‚yet ve nusretiyle Osmanlı ordusu muzaffer oldu.
Donuşte kumandanından musĂ‚ade alan cengĂ‚ver baba, doğruca evine gitti. Ancak eve geldiğinde kimsecikleri goremedi. Oysa ordunun muzafferen donduğu haberi her tarafta duyulmuş bulunduğundan hanımının evde kendisini bekliyor olması lĂ‚zımdı. Buyuk bir merak ve telĂ‚ş icerisinde hemen etraftaki komşulara koştu ve hanımını sordu. CengĂ‚ver babayı karşılarında goren komşular, mahzun bir şekilde:
“–Yiğit! AllĂ‚h gazĂ‚nızı mubĂ‚rek etsin ve sizin omrunuze bereket ihsĂ‚n eylesin!” dediler.
Bu cumleden kastedilen mĂ‚nĂ‚yı anlayan baba, bir anda kalbini saran yakıcı bir elemin verdiği irĂ‚desizlikle:
“–Hayır, olamaz!” diye kekeledi ve ardından hafif bir sesle:
“–Olamaz! Ben doğacak yavrumu KĂ‚inĂ‚tın Rabbi ’ne emĂ‚net etmiştim! O, muhĂ‚faza edenlerin en hayırlısıdır!..” dedi.
Bir muddet derûnî bir sukûta dalan kederli baba, yanındakilere baktı; sonra icine doğan bir ilhamla:
“–Elbette ki merhamet sĂ‚hibi olan AllĂ‚h, muhĂ‚faza edenlerin en hayırlısıdır! Tez bana refîkamın kabrini gosterin!” dedi.
Birlikte kabristana gittiler. Kabir kendisine gosterildiğinde, heyecanla kulağını mezarın toprağına koydu ve dinlemeye başladı. Bir muddet sonra haykırdı:
“–İşte yavrumun sesini işitiyorum!”
Hemen kazma ve kureğe sarılarak kabri acmaya koyuldu. Onunla beraber gelenler de, mezardan ince ince yayılan cocuk sesini duydukları icin bu mahzun babaya yardım ettiler. Kabir tamamen acıldığında ortaya cıkan manzara, irĂ‚deleri sıfırlayacak kadar hayret ve dehşet vericiydi:
Kabirde, olu anneden doğmuş nûr topu gibi bir yavru vardı ve annesinin goğsune yapışmış bir vaziyette duruyordu. GĂ‚zî baba, hemen yavrusunu alıp bağrına bastı. Onun pembe yanaklarına bûseler kondurdu. Sonra yavruyu sıcak bir kundağa sardı. Acılmış olan kabri de, hanımına «vedĂ‚ FĂ‚tihası» okuyarak îtinĂ‚ ile kapattı. Herkes, bu mûcizevî tecellî karşısında hayret ve hiclik makĂ‚mında, buyuk bir tĂ‚zîmle CenĂ‚b-ı AllĂ‚h ’ı tesbîh ve takdîs ediyordu. Baba da, nemli gozlerle secdeye kapanmış, hanımının vefĂ‚tı dolayısıyla mahzun, evlĂ‚dı sebebiyle de mesrur bir gonulle Rabbine hamd ediyordu.
Bu yavru, guzel bir tahsîl ve terbiye icerisinde buyudu ve şohreti butun Osmanlı mulkunu saran zĂ‚hid bir Ă‚lim oldu. Başından gecen bu mûcizevî tecellî dolayısıyla, hep Meyyit-zĂ‚de diye anılageldi. O, Hak TeĂ‚lĂ‚ ’ya mutlak ve samîmî bir teslîmiyetin ibretli ve hikmetli bir bereketiydi.
TEVEKKUL VE TESLİMİYETİN ONEMİ Sozun ozu, dunyĂ‚da gonul huzûru ve Ă‚hirette ebedî saĂ‚dete kavuşabilmek, ilĂ‚hî azameti idrĂ‚k edip tevekkul ve teslîmiyet gostererek, ilĂ‚hî taksîme rĂ‚zı olmakla mumkundur. AllĂ‚h ’ın emrine itaat, teslîmiyet ve rızĂ‚ hĂ‚linde olan kalpler; birer hikmet, hayır ve feyz menbaı olurlar. Hakk ’a kĂ‚mil mĂ‚nĂ‚da teslîmiyet, tevekkul ve itaat ise, îman lezzetiyle dolu bir gonul sĂ‚hibi olmaya bağlıdır. Ancak bu muhabbetle gonlun seviye kaydetmesi netîcesindedir ki insan, butun varlığıyla Rabbine yonelir, dunyĂ‚ ve dunyĂ‚dakilerden kalben mustağnî kalır.
Kulun AllĂ‚h ’a teslîmiyeti, AllĂ‚h hakkındaki bilgisi ve O ’na olan îmĂ‚nı nisbetindedir. Teslîmiyet, kulluğun ozunu oluşturması bakımından, kalbin AllĂ‚h ’a olan en muhim yonelişidir. Bu yoneliş îmanla başlar, mĂ‚rifetullĂ‚h arttıkca o da artarak devĂ‚m eder. MevlĂ‚nĂ‚ -kuddise sirruh-, fenĂ‚ fillĂ‚h mertebesine kavuşabilmenin sırrının, mutlak teslîmiyette olduğunu şu şekilde ifĂ‚de eder:
“Deniz suyu, kendisine butunuyle teslim olan oluyu başı ustunde taşır. Diri olan ve en ufak tereddudu bulunan ise, denizin elinden nasıl sağ kurtulur? Aynı şekilde «Olmeden evvel olunuz!» sırrı ile beşerî sıfatlardan soyunarak olursen, esrar denizi seni başı uzerinde gezdirir.”
Dipnotlar:
[1] VĂ‚hidî, EsbĂ‚bu Nuzûli ’l-Kur ’Ă‚n, thk: KemĂ‚l Besyûnî Zağlûl, Beyrut 1990, s. 204-205.
[2] Bkz. BuhĂ‚rî, Tefsîr, 3/13.
[3] İbn-i Receb el-Hanbelî, CĂ‚miu ’l-Ulûm ve ’l-Hikem, AmmĂ‚n 1990, s. 650.
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Faziletler Medeniyeti 1, Erkam Yayınları
İslam ve İhsan
KİM ALLAH ’A TEVEKKUL EDERSE ALLAH ONA YETER