
İlim, mal ve makam gibi ve hatta bazen ondan daha fazla sahibine kibir verebilir. Bu sebeple Âlimlerin irşadında murşidlerin daha cok uyguladıkları eğitim metodu, onları ilmin kibir illetinden arıtmak ve ummete bir cevher olarak sunmaktır. Medeniyet tarihimizde bunun sayısız misalleri vardır. Hatta denilmiştir ki “Âlimin murşide teslimiyeti zor ve fakat terbiyesi kolaydır. Ancak cÂhilin teslimiyeti kolay ve fakat onun da terbiyesi zordur.”“MevlÂn HÂlid-i BağdÂdî hazretleri, aylarca suren yolculuktan sonra Hindistan ’a varır. Bu yolculuğun bir sene surduğu de rivÂyet edilir. Derhal Abdullah Dehlevî hazretlerinin huzûruna varmak icin can atan MevlÂn HÂlid, refikleriyle beraber doğruca şeyhin dergÂhına gider. Kendilerine kapıyı acan dervişe, yanındakiler “Suleymaniye, Şam ve Bağdat Âlimlerinden el-HÂc MevlÂn HÂlid ZiyÂuddin, refikleri ile beraber Hazreti Pîr ’i ziyÂrete geldiler.” dediler. Bu gelişten haberdar olan Abdullah Dehlevî hazretleri “HÂlid kalsın! Diğerleri bir muddet misÂfirlikten sonra memleketlerine donsunler!” buyurdu.
Emir yerine getirildi. Ardından ikinci bir emir geldi: “HÂlid, dergÂhdaki abdesthÂnelerin temizliğine başlasın!”
Ancak bu şekilde talebeliğe kabul edilen ve daha Şeyh hazretleriyle halvet olmayan MevlÂn HÂlid, butun İslÂm Âlemini saran şohretine ve ilmine rağmen hicbir îtirÂzda bulunmadı. Eline kovasını, supurgesini alarak hemen hizmete başladı.
BU MUYDU SENİN ARADIĞIN LEDUNNİ İLİM?
Bu temizlik icin gerekli suyu dergÂha belli bir mesÂfede bulunan kuyudan te ’mîn ederdi. Suyu doldurur ve kalın bir sopanın ucuna bağlayıp omuzunda taşırdı. Bu iş icin her gun defalarca kuyu ile dergÂh arasında gidip gelirdi. DergÂhı temizler ve abdest sularını hazırlardı. Boylece nefsini terbiye yolunda buyuk bir azim ve gayret icinde bulunurdu. Şayet nefsi, yaptığı hizmetlerden dolayı herhangi bir isteksizlik veya serzenişte bulunacak olsa, derhal tevbe ve istiğfar ederdi. Bu şekilde aylar gecti.
Birgun hel taşlarını temizleme işinde bir hayli yorulmuştu. Nefsi, o an MevlÂn HÂlid ’i zayıf bulup gonlune birtakım iğvÂlar vermeye başladı “Ey Bağdat ve Şam diyÂrlarının eşsiz ilim deryÂsı! Ey ağniy iklîminin MevlÂn HÂlid ’i! Deli mi, velî mi olduğu belirsiz bir kişinin sozuyle kalktın nice yollar aşarak t buralara kadar geldin. Hani aradığını buldun mu? Baksana ortada ne şeyh var, ne seyr u sulûk! Aylardır gece gunduz sana hel temizletmekten başka ne yaptılar? Bu muydu senin aradığın ledunnî ilim?”
"EY NEFSİM SANA YERLERİ SAKALIMLA SUPURTURUM"
Bu tehlikeli iğv karşısında şiddetle irkilen HÂlid-i BağdÂdî, nefsinin onune cekmek istediği gaflet perdesini derhal samîmiyet ve ihlÂs sÂikasıyla parcalayıp haykırdı “Ey nefsim! Şayet mubÂrek hocamın verdiği şu şerefli vazîfeyi minnet bilmeyip bir lahza imtin edecek olursan, sana yerleri supurge ile değil, sakalımla supurturum!” dedi.
Onun bu hÂlini Abdullah Dehlevî hazretleri, uzaktan tebessumle seyrediyordu. Bu hÂdiseyle birlikte nefsinin son hamlelerini de mağlûb eden MevlÂn HÂlid ’in kovasını ve supurgesini artık meleklerin taşımaya başladığını gordu. Ayrıca o Âna kadar su taşımaktan yara olmuş omuzlarından semÂya doğru uzanan bir nûr parıldamaya başlamıştı. Buna son derece memnûn olan Hazreti Pîr, bu mustesn talebesini yanına cağırdı: “Oğlum HÂlid! İlimde eşsiz bir mertebeye ulaşmıştın. Ancak onu mÂneviyatla tezyîn etmen gerekliydi. Bunun icin de nefs terbiyesi ve gonul tasfiyesine ihtiyacın zarûriydi. Yoksa nefsin seni gurur ve kibir bataklığına surukleyip helÂk edecekti. Elhamdulillah ki, şu an nefsini ayaklar altına alarak kemÂlÂtın zirvesine tırmandın. Artık işini melekler gorur oldu.” dedi ve ekledi “EvlÂdım! Kendilerine intisab etmiş olduğumuz seyyidlerimiz, şerîat, tarîkat, hakîkat ve mÂrifete ermiş kimselerdir. Şimdi sen, bir muceddid olarak, onların bir halkası oldun. Artık butun iklîmlerin irşÃ‚dı seni bekliyor! AllÂh TeÂl himmetini Âlî eylesin!”
ALTI AYDA HUZUR VE MUŞEHADE MAKAMINA ERDİ
Abdullah Dehlevî, hizmet, mucÂhede ve cetin riyÂzetlere me ’mûr kıldığı bu buyuk talebesi ile bundan sonra sık sık halvet oldu. Husûsî ve derûnî dersler okuttu. Neticede toplam altı ay kadar kısa bir sure icerisinde MevlÂn HÂlid hazretleri, huzûr ve muşÃ‚hede makÂmına erdi. Hocası, kendisine Nakşbendiyye, Muceddidiyye, KÂdiriyye, Suhreverdiyye, Kubreviyye ve Ceştiyye tarîkatlerinden icÂzet verdi. Ustadının kalbindeki butun esrÂra vÂkıf oldu.
NihÂyet ayrılık vakti geldiğinde, her iki mÂn sultanının da gozlerinde muhabbet damlaları vardı. MevlÂn HÂlid hazretlerinin gelişi ile gidişi arasındaki fark ne kadar buyuktu. Zîr gelişinde onu istikbÂl etmeyen Abdullah Dehlevî hazretleri, şimdi bizzat yolcu etmekteydi. Hatt MevlÂn HÂlid hazretlerinin butun mahcûbiyyet ve edebine rağmen Hazreti Pîr, atın uzengilerini tuttu ve bu azîz talebesini kendi mubÂrek elleriyle ata bindirdi. Dort millik mesÂfeye kadar da uğurladı. Ardından yanındakilere “HÂlid, her şeyi aldı, goturdu.” buyurdu.
Boyle bir uğurlayışla Bağdad ufuklarına doğru yol alan MevlÂn HÂlid hazretleri, otuz beş yaşında irşÃ‚da başladı.”[1]
[1] Osman Nuri Topbaş, Âbide Şahsiyet ve Muesseseleriyle Osmanlı, s. 292-294.
Kaynak: Dr. Adem Ergul, Medeniyet Onculerimizden 365 Lider Davranış, Erkam Yayınları
İslam ve İhsan