
Akdin kurulabilmesi ve hukumlerini meydana getirebilmesi icin birtakım unsur ve şartların bulunması gereklidir.Bir akidden bahsedilebilmesi icin her şeyden once, “akdi yapacak kişiler”in (taraflar), “akde konu olacak şey”in ve tarafların “irade beyanları”nın bulunması zorunludur. Yapı ve mahiyetleri, yapılan akdin muhtevasına gore zaman zaman değişiklik gosterse de, butun akidlerde bulunmaları mutlak şart olduğu icin “taraflar”, “konu” ve “irade beyanı”nın akdin “tabii unsurları” veya “aslî unsurları” olarak adlandırılması mumkundur. Nitekim bu unsurlar, klasik doktrinde “erkÂnu ’l-akd” veya “ruknu ’l-akd” ve “aslu ’l-akd” olarak ifade edilmiştir.
Bu tabii unsurlar olmaksızın akdin varlığı duşunulemeyeceğinden, bunlardan birinin eksikliği halinde, hukukun akidlere bağladığı sonuclardan soz edilemez. Ancak bu tabii unsurlar mevcut olup, bunlardan herhangi biri, hukuk duzeninin ongorduğu şartlardan birini veya birkacını taşımıyorsa, bu takdirde akdin, hukuk nazarında, eksik olan şartın onem derecesine gore değişen bir hukmu olur.
Akdin tarafları, birbirleriyle akid ilişkisine giren gercek ve tuzel kişilerdir. Akdin durumuna gore taraflar tek kişi olabileceği gibi birden fazla kişi de olabilirler. Yine taraflar akde, “asil” sıfatıyla taraf olabilecekleri gibi vekÂlet, velÂyet, vesayet gibi yetkilerle “nÂib” (temsilci) sıfatıyla da taraf olabilirler.
Akdin konusu, akdin hukumlerinin kendisinde ortaya cıkıp gercekleştiği şey olup, yapılan akdin turune gore farklı yapı ve mahiyette olabilir.
Alım satım, rehin gibi bir kısım muÂvazalı (iki taraf icin de ivazlı) akidlerde akdin konusu “eşya” (ayn) iken; kira, iÂre (Âriyet veya iğreti sozleşmesi) gibi akidlerde “eşyanın menfaati”; tarım ortakcılığı ve hizmet akidlerinde “emek” (iş) olmaktadır.
İRADE BEYANI NEDİR?
İrade beyanı, tarafların akid yapma rızÂlarını dışa yansıtmalarıdır. Gercekte, akidlerde aslolan karşılıklı rızÂdır. Fakat, acığa vurulmamış rızÂya bir hukum bağlanması mumkun olmadığından, aralarında bir hukukî ilişki kurmak isteyen kişiler, bu iradelerini acıklamak durumundadırlar. İslÂm hukuk doktrininde prensip olarak irade beyanına, rızÂnın “mazınne”si, yani rızÂnın muhtemel gercekleşme yeri ve bicimi nazarıyla bakılmış ve irade beyanı bir anlamda rızÂnın bir gostergesi kabul edilmiş ve buna bağlı olarak rızÂnın irade beyanı ile birlikte bulunacağı benimsenmiştir. Bu itibarla, acık ve net olduğu -ve aksi ispatlanmadığı- surece, doktrinde hÂkim goruş, acıklanan iradeye itibar edileceği şeklindedir. Bu durum, İslÂm hukukunun insan ilişkilerinde acıklığı ve objektifliği olcu almasının bir sonucu olarak değerlendirilebilir. Gercekten de İslÂm hukuku, başlangıctan itibaren katı şekilciliğe karşı cıkmış, akidlerin kuruluşunda karşılıklı rızÂnın esas olduğu duşuncesini getirmiştir. Ancak, rızÂnın esas alınması, sozlere ve yapılan beyanlara itibar edilmeyeceği anlamına gelmez. Cunku, sozler bir bakıma anlamların kalıpları olduğundan aralarında celişki bulunmadığı, daha doğrusu aksinin sabit olduğuna dair kuvvetli bir delil yer almadığı surece sozlere itibar edileceği prensibi getirilmiştir. Akdin kuruluşu esnasında beyan edilen iradenin, akdin ifası sırasında ise ic iradenin (rızÂ) muteber tutulduğu goz onune alınırsa, irade beyanının, rızÂnın subûtunun “illet”i değil, “emÂre”si olduğu anlaşılır.
İcap ve kabul, karşılıklı rızÂnın gostergesi sayıldığından, ozellikle Hanefî hukukcular tarafından, genelde akdin yegÂne ruknu olarak nitelendirilmiştir.
İrade beyanının prensip olarak “soz” ile yapılması esası getirilmişse de, rızÂya delÂletleri kesin olmak kaydıyla soz dışında, yazışma vb. şekillerle de irade beyanında bulunulabileceği kabul edilmiştir. Bunun yanında, “sozlu bir irade beyanı olmaksızın, satılmak uzere konulmuş bir şeyi alıp semenini bırakmak” demek olan teÂti yoluyla alım satım şekli, orfun de bunu onaylaması kaydıyla İslÂm hukukcularının coğunluğu tarafından cÂiz gorulur. İslÂm hukukcularının irade beyanına ilişkin olarak şart koştukları acıklık, netlik, kesinlik gibi hususların gercekleşmesi halinde, gunumuzde yaygın olarak kullanılan telefon, elektronik haberleşme gibi yollarla da irade beyanı yapılabilir ve akid kurulabilir.
İrade beyanının var sayılabilmesi icin, icap ve kabulun, tarafların akid yapma iradelerini hicbir tereddude mahal bırakmayacak bir kesinlikte gosteren bir siga ile yapılmış olması ve yapılmak istenen akde delÂletinin acık olması gerekmektedir. İslÂm hukukcularının, icap ve kabulde kullanılacak fiil zamanları uzerinde titizlikle durmalarının en onemli sebebi budur. Bunun yanında, icap ve kabulun vasfı uzerinde de onemle durulmuştur.
Hanefîler ’e gore ilk acıklanan irade icap, buna cevap mahiyetinde ve ikinci olarak acıklanan irade ise kabul adını alır. Tek başına icap bağlayıcı değildir. Yani icapta bulunan taraf (mûcip), karşı tarafın kabulunden once, yaptığı icaptan vazgecebilme hakkına (hıyÂru ’r-rucû‘: rucû muhayyerliği) sahip olduğu gibi, icaba muhatap olan taraf da bu icabı kabul edip etmeme hakkına (hıyÂru ’l-kabûl: kabul muhayyerliği) sahiptir. Mûcip, icabından donmeden once, karşı taraf kabul iradesini acıklarsa, artık akid kesinleşmiş ve her ikisi icin de donuş imkÂnı kalmamış olur. MÂlikî hukukcuların goruşu de boyledir. ŞÃ‚fiî mezhebinde, icap ve kabulun peş peşe ve derhal vuku bulması şart gorulduğu icin, Hanefî mezhebindeki vazgecme ve kabul muhayyerliği benimsenmemiş, bunun yerine “meclis muhayyerliği” (hıyÂru ’l- meclis) teorisi ortaya atılmıştır. Buna gore taraflar akdin yapıldığı mahalden fiilen (bedenen) ayrılmadıkları surece akidden vazgecme hakkına sahip kılınmışlardır. Bu teori ile, fazla duşunme imkÂnına sahip olamadan irade beyanında bulunmuş olan taraflara duşunme ve gerekirse vazgecme imkÂnı tanınmış olmaktadır. Hanefî mezhebi ile ŞÃ‚fiî mezhebindeki bu goruş farklılığının ve meclis muhayyerliği teorisinin hareket noktasını, “Alıcı ve satıcı birbirlerinden ayrılmadıkca muhayyerdir” (BuhÂrî, “Buyû‘”, 42) anlamındaki hadise getirilen farklı yorumlar oluşturmaktadır. Hanefîler, hadiste gecen ayrılmayı “soz” ile ayrılma, ŞÃ‚fiîler ise “beden” olarak ayrılma şeklinde yorumlamışlardır.
İslÂm hukukcularının coğunluğu, sırf icap ve kabul ile akdin tamamlanıp hukumlerini meydana getireceği goruşundedirler. Ancak akdin tamamlanabilmesi icin icap ve kabulun yeterli olmadığı, ayrıca akid konusu olan şeyin teslim edilmesinin gerekli olduğu bazı akid turleri de vardır. Bu akidlere “aynî akidler” denilmektedir. Hibe, iÂre, vedîa, karz ve rehin akidleri bu grupta yer alır.
Kaynak: İslam İlmihali 2, TDV Yayınları
AKİD NEDİR? İSLAM ’DA AKDİN HUKMU
https://www.islamveihsan.com/akid-nedir-islamda-akdin-hukmu.html
İslam ve İhsan