Kur ’Ân ’ın tatbik edilmiş hÂli olmasından dolayı sunnet, Kur ’an ’ın yanında İslÂm ’ın vazgecilmez ikinci kaynağını oluşturmaktadır. Allah ’ın kitab ’ı ve Rasûlu ’nun sunneti, ayrılmaz iki kaynak olarak İslÂm toplum yapısının hem teşekkulunu, hem de ozelliklerini yitirmeden devamını sağlamıştır.Ebû RÂfi radıyallÂhu anh ’den rivayet edildiğine gore Rasûlullah (s.a.v.) şoyle buyurmuştur:

“Benim emrettiğim veya nehyettiğim bir konu kendisine iletildiğinde sakın sizden birinizi, koltuğuna yaslanmış olarak, ‘biz onu bunu bilmeyiz, Allah ’ın kitabında ne bulursak ona uyarız, o kadar ’ derken bulmayayım.”1

Hadiscilere gore sunnet, Hz. Muhammed (s.a.v.) ’den bize intikal eden her şeydir.2 Kısaca sunnet, yuce kitabımızda “Usve-i Hasene” diye takdim edilen Hz. Peygamber ’in hayatı ve Hz. Âişe ’nin ifÂdesiyle “O ’nun Kur ’an ’dan ibaret olan”3 ahlÂkıdır.

Bu anlamda Hz. Peygamber (s.a.v.), vahyin kendi şahsında hayata gectiği eşsiz bir insandır. Kur ’Ân-ı Kerim O ’nda, soz ve yazı olmaktan cıkıp hayat olur. Vahyin terbiyesine girmek isteyenlere onun gibi olmaları, onu ornek almaları oğutlenir. Nitekim Allah Rasûlu ’nun yine Allah tarafından insanlar icin “guzel ornek” olarak îlan edilişi: “Yemin olsun Allah ’ın Rasûlu ’nde sizler icin, Allah ’ı ve Âhireti arzu eden, Allah ’ı da cok anan kimseler icin guzel bir ornek vardır.”4 ayetinde yeminle de teyit edilerek vucut bulmuştur.

Burada Rasûlu ornek almak, oncelikle dini anlama, algılama, yaşama ve yaşatma biciminde ornek almaktır. Bu anlamda sunnet, dinin olmazsa olmazıdır ve Kur ’an ’dan kesinlikle ayrılamaz.

KUR'AN'LA YETİNEBİLİR MİYİZ?

Hadisciler arasında “Erîke Hadis”i olarak mÂruf olan hadisimiz, kaynaklarda farklı rivÂyetlerle gecmektedir. Mesel bir rivÂyette ‘koltuğuna yaslanmış ’ ifadesi yer alırken, bir başka rivÂyette ‘koltuğuna yaslanmış karnı tok bir adam ’ şeklinde gecmektedir. Ama butun rivÂyetlerde dikkat cekilen husus aynıdır. Bu hadis-i şerif, zaman icinde bir kısım insanların “Kur ’an ’la yetinme”, “Kur ’anî eylem”, “Kur ’anî yaklaşım”, “Kur ’an Muslumanlığı” gibi klişe kavram, deyim ve parolayla ortaya cıkıp, Allah ile Rasûlu ’nun, bir başka ifadeyle Kur ’an ile sunnetin arasını acmaya calışacaklarını haber vermektedir.

“Hadisimiz, işte bu noktada taşıdığı nebevî tespit ve ikÂz ışığıyla imdÂda yetişmekte, sergilenmekte olan oyunu gercek yuzuyle inananlara tanıtmaktadır. Sevgili Peygamberimiz, gunun birinde kendisinin teşrî yetkisini (hukum koyma) tanımayacak, sunnetin getirdiği evrensel yorumu onemsemeyecek, Kur ’an ’la yetindiğini soyleyecek munasebetsizlerin cıkacağını, ashabından (ve tabiî ummetinden) hic kimseyi boylesi bir tavır ve iddia icinde gormek istemediğini, pek beliğ ve etkili bir şekilde belirtmiş, sunnetsiz İslÂm iddialarını, sucustu yakalayıp teşhir etmiştir.”5

İSLAM TARİHİNDE SUNNET ALEYHTARLIĞI

Kuşkusuz sunnet aleyhtarlığı faaliyetleri sadece gunumuzde ortaya cıkmış değildir. Bu gibi faaliyetlerin ve goruşlerin İslÂm Tarihi ’nin her doneminde orneğine rastlamak mumkundur. Ummet ’in gundemini ozellikle Tabiûn doneminden sonra işgal etmeye başlayan bu turlu eğilimler, tıpkı zuhur ettikleri donemde olduğu gibi ondan sonra da hep azınlıkta kalmış, marjinal gruplar tarafından benimsenmiş, sahiplenilmiş ve ortaya surulmuştur. Hz. Peygamber (s.a.v.) ’in hadis-i şerifinde dikkat cektiği bu eğilim, kendisinden kısa bir sure sonra ortaya cıkmış ve Tabiûn doneminden başlayarak sunneti savunanların, sunnet inkÂrcılarıyla mucadelesi tarih sahnesinde kendisini gostermiştir.

Bu hususa ornek olması acısından aşağıdaki olay dikkat cekicidir. “Hasan Basrî ’nin anlattığına gore, bir ara Imran b. Huseyn, Hz. Peygamberin sunnetinden bahsederken bir adam ona; ‘Ebû Nucey! Bize Kur ’Ân ’ı anlat! ’ demişti. Bunun uzerine İmran ona: ‘Sen ve arkadaşların Kur ’Ân ’ı okuyorsunuz. Bana namazdan, icindekilerden ve sınırlarından bahseder misin? Bana altının, develerin, sığırların ve (diğer) mal ceşitlerinin zekÂtından bahseder misin? Fakat sen yok iken ben onların acıklamalarına tanık olmuştum. ’ demiş ve (İmran) şoyle devam etmişti: ‘Rasûlullah (s.a.v.), zekÂt hususunda bize şoyle şoyle farz kıldı. ’ O zaman adam, ‘beni ihya ettin. Allah da seni ihya etsin ’ dedi. Bu olayı anlatan Hasan Basrî demiştir ki, bu adam sonunda Muslumanların fakihlerinden oldu.”6

SUNNETİN DELİL OLUŞUNUN İNKAR EDİLİŞİ

Hicri ikinci asırda cok az da olsa birtakım kişiler sunnetin delil oluşunu ve teşrî fonksiyonunu inkar etmişlerdi. İkinci asırdan sonra bu fitneye son verilmişti. Şimdilerde aynı fitne, Batı somurgeciliğinin etkisiyle yeniden diriltildi. Başta Hindistan olmak uzere İslÂm ulkelerinde dar caplı da olsa, sunneti devre dışı bırakma zihniyetine rastlanmaya başlanıldı. Ulkemizde ise kısmî sunnet muhaliflerinin yanında, sunneti tamamen inkÂr eden ve “meÂlciler” adı verilen yaklaşımlar da bulunmaktadır.7 Oysa sunnet, Kur ’an ’ın teorik olarak acıklaması, pratik olarak uygulamasıdır.8 Bu itibarla Kur ’an ’ın evrensel yorumu olan sunnete tabî olma ve onun getirmiş olduğu hukumler ve yonlendirmeler ile amel etme zarûreti vardır.

Hadisimizde gecen “Allah ’ın kitabında neyi bulursak ona uyarız o kadar” diyen ve bununla Allah ile Rasûlu ’nun arasını ayıran, bu art niyetli insanlara Kur ’an ayetlerinin cevabı cok manidardır: “Allah ’ı ve Peygamberlerini inkar edenler ve Allah ile Peygamberlerini birbirinden ayırmak isteyip, ‘bir kısmına îmÂn ederiz ama bir kısmına inanmayız ’ diyenler ve bunlar (iman ile kufur) arasında bir yol tutmak isteyenler yok mu!...”9

Ote yandan, Allah ’a itaatle Peygambere itaat bir arada zikredilmiştir: “De ki Allah ’a ve Peygamber ’e itaat edin. Eğer yuz cevirirlerse muhakkak ki, Allah kÂfirleri sevmez.”10 Evet, eğer bir kimse Allah ’a itaat ettiğini soyler de Rasûle itaati terk ederse bunun kufur anlamına geldiğini ayet acıkca ifade ediyor. Şu Âyetlerde de Allah TeÂlÂ, itaat hususunda zÂtını Peygamberle birlikte anıyor: “Allah ’a ve Rasûlune itaat edin ki rahmete kavuşturulasınız.”11 Nebî (a.s.) ’a itaat etmeyi, Allah ’a itaat saymıştır: “Rasûle itaat eden, şuphesiz neticede Allah ’a itaat etmiş olur.”12

Allah TeÂlÂ, Nebî (a.s.) ’a itaatin meyvesini, hidÂyet uzere olma diye belirlemiştir: “Eğer O ’na itaat ederseniz doğru yolu bulursunuz.”13

Yine O ’na uyma konusunda da durum boyledir: “…Ve O ’na uyun ki doğru yolu bulasınız.”14

Aynı şekilde O ’na uymayı, Allah ’ı sevme ve onun mağfiretini kazanmanın bir şartı saymıştır: “De ki: Eğer Allah ’ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve gunahlarınızı bağışlasın.”15

Yine Allah (c.c.), Nebî (a.s.) ’ın emrettiği ve yasak koyduğu hususlarda O ’na uymayı Muslumanlara emretmiştir: “Peygamber size neyi verdiyse onu alın, size neyi yasakladıysa ondan sakının.”16

Ve yine bizleri O ’nun emrine muhalefet etmekten sakındırmıştır: “O ’nun emrine aykırı davrananlar, başlarına bir belÂnın gelmesinden, yahut kendilerine acı bir azÂbın isÂbet etmesinden sakınsınlar.”17

BATIL TEVİLLERLE SUNNETİ TERK EDEN BİR KISIM İNSANLAR

Yine Kur ’an ’da Allah TeÂl mu ’minlere Nebî (a.s.) ’ın “dÂvetine icabet etmeyi emretmiş ve O ’nun davet ettiği hususu ‘hayat ’ olarak”18 değerlendirmiştir. Ayrıca Muslumanların anlaşmazlıkları halinde Rasûl ’e başvurmayı,19 O ’nun hukmunu kabul edip-etmemede erkek veya kadın hicbir mu ’mine secme hakkının verilemeyeceğini,20 O ’nu hakem olarak kabulden yuz cevirenin veya O ’nun hukmunu rıza ve teslimiyetle kabul etmeyenin îmÂnı olamayacağını,21 O ’nun hukmunu kabul edip etmemenin veya ondan yuz cevirmeyi, îmÂnı nifaktan ayırt eden bir sınır taşı olduğunu,22 Kur ’Ân-ı Kerim acık ifÂdelerle ortaya koymuştur.

Hal boyleyken bu ve daha nice Âyete rağmen; hevaî, batıl tevillerle sunneti reddeden bir kısım insanlar her devirde olduğu gibi bugun de var olagelmiştir.23 Bu noktada, Tirmizî şÃ‚rihi MubÂrekfûrî ’nin “DelÂil-i Nubuvvet”24 ten olarak tavsif ettiği bu hadis-i şerifimiz, bu hususu etkili ve pek beliğ bir şekilde acıklamıştır. Mu ’minlere imtihanın bir ceşidi olan bu şeytanî ve nefsanî iğvalara kapılmamalarını ve sunnet-i Rasul uzre hayatlarını tanzim etmelerini emretmiştir. Ayrıca “Hadisimizde sunnete karşı cıkışın temelinde bir kabalık, kayıtsızlık, nefsîlik, kendisini bir şey sanmak, mustağnîlik duygusunun yattığı, ortaya konan tavrın da yakışıksız ve Musluman edebinden uzak olduğu ‘koltuğuna yaslanmış (ya da kaykılmış) ’ ifÂdesiyle tespit edilmektedir.”25

Hadiste yer alan ‘rahat koltuğuna kurulmuş ’ tÂbiri, bu tur hezeyanların mutref kimselerden sÂdır olacağına gaybî bir işÃ‚ret olsa gerektir. Bu konuda Allah TeÂl ’nın “muhakkak ki, insan kendisini mustağni gorunce tuğyan eder, azar”26 emri celili oldukca mÂnidardır. Yine “koltuğuna kurulmak” ibÂresi maddi iktidarın guc ve kuvvetine yaslanarak sunnete saldırılacağına remiz olabilir.

Maddi sıkıntılardan ÂzÂde, fildişi kulelerden sırf hakim sınıfa yaranmak icin, Kur ’an ’dan yana gorunup de, onların İslÂm ’a duşmanlıklarına payanda olan kimselerin; “Ey îmÂn edenler, Allah ve Rasûlu ’nun onune gecmeyin (onlardan once konuşmaya, bir iş hakkında hukum beyÂn etmeye kalkmayın) Allah ’tan korkun, şuphesiz ki Allah, işitendir, bilendir.”27 Ve:

“Ey îmÂn edenler! Seslerinizi, Peygamberin sesinin ustune cıkarmayın, birbirinizle yuksek sesle konuştuğunuz gibi O ’nunla konuşmayın; yoksa siz farkında olmadan amelleriniz boşa gider.”28 İlahî uyarıları ile ÂgÂh olmaları gerekir. Hem ayrıca ‘koltuğa yaslanmak ’ deyimi, yapacak işi gucu kalmamış, malÂyÂni ile iştiğalden kinÂye olabilir. Bunun zımnında soyleye geldikleri şeyin anlamsızlığına nukteli bir işaret soz konusu olabilir.

“Biz Kur ’an ’da neyi bulursak onu alırız o kadar” O ’ndan başka bir şeye itibar etmeyiz demek, Kur ’an ’ı beyan yetkisinin sahibi olan zatı, RisÂlet-penÂh Efendimiz ’i, bir tarafa bırakıp hevÂ-heveslerine ve yanlarında oldukları mahfillerin engin ve zengin iltifatlarına nÂiliyet icin kabullendikleri rezilce bir tavrın ifadesi olsa gerektir. Belki de bu sayede o azgın nefisleri, muşriklerin bize de vahiy gelse ya! alaylarının gerektirdiği şeye kavuşmuş olacaktır. Sanki Peygamberin beyÂn ve teşrî gorevi zaman ile sınırlıdır, sırada biz varız demek istedikleri fark edilmektedir. Butun bu tavır ve duşuncelerin hepsinin sevimsizliği Peygamber Efendimiz ’in fem-i muhsinlerinden carpıcı bir şekilde ortaya konmuştur.

Sunnetsiz bir İslÂm ve sunnete rağmen bir Muslumanlık duşunulemez.

Makalemizi Hz. Omer ’in şu veciz sozuyle noktalayalım: “Biz rab olarak Allah ’tan, din olarak İslÂm ’dan, Peygamber olarak da Hz. Muhammed (s.a.v.) ’den memnun ve rÂzıyız.”29



Dipnotlar: 1) Ebû DÂvud, Sunnet 5; Tirmizî, İlim 10; İbn MÂce, Mukaddime 2; DÂrimi, Sunen, Mukaddime 49; Beyhaki, DelÂil, 1/24; (Tirmizî bu hadise ‘Hasen Hadis ’ demektedir.) 2) Cakan, İsmail Lutfi, Sunnet, Ebû DÂvud, Sunen-i ve bazı hadis ıstılahları uzerine, Mukaddime, s. 14 3) Bk. Ahmet b. Hanbel VI, 188 (Cakan, İsmail Lutfi a.g.e.) 4) AhzÂb (33), 21 5) Bk. Cakan, İsmail Lutfi, Hadislerle Gercekler, 2, s. 138 6) Aydınlı, Abdullah, Sunen-i DÂrimi Terc., Mukaddime s. 47 7) Konuyla ilgili deliller ve tartışmalar, Dr. Muhammed Mustafa el-A ’zami, Dirasat fi ’l-hadisin nebevi adlı eserinden Prof. Dr. Abdullah Aydınlı tarafından tercume edilmiş ve bu makale Erzurum A. Unv. İlÂhiyat Dergisi ’nin sekizinci sayısında (s. 281-302) yayımlanmıştır. Aynı eserin bir başka tercumesi de, Dr. Nuri Topaloğlu tarafından yapılarak Dokuz Eylul Unv. İlÂhiyat Fakultesi dergisinin dorduncu sayısında (s. 433-455) neşredilmiştir. Ayrıca Sunnet etrafındaki tartışmaların tarihi seyri hakkında Bk. Sifil, Ebûbekir, Modern İslÂm Duşuncesi ’nin Tenkidi-I, s. 524-550 8) KardÂvi, Yusuf, Sunneti Anlamada Yontem s. 61 9) Nis (4), 150 10) Âl-i İmrÂn (3), 32 11) Âl-i İmrÂn (3), 132; Nis (4), 13; Nûr (24), 51 12) Nis (4), 80 13) Nûr (24), 54 14) A ’rÂf (7), 158 15) Âl-i İmrÂn (3), 31 16) Haşr (59), 7 17) Nûr (24), 63 18) EnfÂl (8), 24 19) Nis (4), 59 20) AhzÂb (33), 36 21) Nis (4), 65 22) Nûr (24), 47, 48, 51 23) Canan, İbrahim, Kutub-i Site, 16 c., s. 461 24) Tuhfetu ’l-ahvezi, VII, 425 25) Cakan, İsmail Lutfı, Hadislerle Gercekler 2, s. 138 26) AlÂk (96), 6, 7 27) HucûrÂt (49), l 28) HucûrÂt (49), 2 29) Nis (4), 65; Nûr (24), 47-50; BuhÂrî, İlim 26; DeÂvat 34; Fiten 15; İ ’tisam 3; Muslim, ÎmÂn 56; Tirmizî, İlim 10

Kaynak: Mubarek Erkul, Altınoluk Dergisi, 374. Sayı
İslam ve İhsan