
İslam ’da dul ve yetimlere yardım etmenin onemi nedir? Asr-ı Saadet ’ten dul ve yetimlere sahip cıkmak ile ilgili ornekler.Toplumda, ilĂ‚hî imtihanın bir cilvesi olarak bĂ‚zı kanadı kırık insanlar bulunur ki, CenĂ‚b-ı Hak, diğer kullarına onlar hurmetine rızık verir ve yardım eder. LĂ‚kin insanlar, bu hakîkati coğu zaman anlayamazlar. O kulların mahrûmiyetine aldırmadan, devamlı kendi varlıklarının artmasını isterler. HĂ‚lbuki CenĂ‚b-ı Hak, toplumdaki kanadı kırıklara bakmayı, imkĂ‚n sĂ‚hipleri icin bir vazife kılmıştır.
Âyet-i kerîmede şoyle buyrulur:
“Hayır! (Siz Allah ’tan hep ikrĂ‚mı devĂ‚m ettirmesini istersiniz lĂ‚kin), yetime değer vermez, iyilikte bulunmazsınız! Muhtacları doyurmaya teşvik etmezsiniz.” (el-Fecr, 17-18)
Toplumdaki zayıf ve muhtac insanlara yakın olan ve samîmî bir şekilde ihtiyaclarıyla ilgilenen kimseler, CenĂ‚b-ı Hakk ’ın rĂ‚zı olduğu kulluk kıvĂ‚mına ererek iki cihan saĂ‚detini elde ederler.
Toplumdaki kanadı kırıkların en fazla mahzun ve mağmûm olanları ise dul hanımlar ve yetim cocuklardır. Onlar hĂ‚let-i rûhiye olarak derin bir ıztırap, hasret ve sıkıntı icindedirler. Onların maddî-mĂ‚nevî yaralarının sarılması ve tesellî edilmeleri, ummetin uzerine bir borctur. Nitekim Hazret-i Peygamber -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- şoyle buyurmuşlardır:
“Kocasız kadınlarla, yoksulların işlerine yardım eden kimse, Allah yolunda cihĂ‚d etmiş gibi sevap kazanır.”
RĂ‚vî diyor ki, hattĂ‚ Allah Rasûlu ’nun:
“O kimse tıpkı geceleri durmadan namaz kılan, gunduzleri de hic ara vermeden oruc tutan kimse gibidir.” buyurduğunu da sanıyorum. (BuhĂ‚rî, NafakĂ‚t 1, Edeb 25, 26; Muslim, Zuhd 41)
CenĂ‚b-ı Hak yetimlerin haklarını muhĂ‚fazayı kendi uzerine almış, bu hususta pek cok Ă‚yet-i kerîme inzĂ‚l buyurarak onlara guzel muĂ‚melede bulunmayı emretmiştir.[1] Yetimle ilgilenip ihtiyaclarını karşılamanın sarp yokuşu aşmak olduğunu haber vermiştir.[2] Bu sarp yokuşu aşarak, sırf AllĂ‚h ’ın rızĂ‚sına ermek icin kendileri de muhtac olduğu hĂ‚lde fakire, yetime ve esire ikrĂ‚m eden kullarını da medhetmiştir.[3]
Âyet-i kerîmelerde şoyle buyrulur:
“Sakın yetime kahretme! (Kotu muĂ‚melede bulunup onu ezme!)” (ed-DuhĂ‚, 9)
“...Yetimlerin haklarını vermekte tam adĂ‚leti gozetin. Yaptığınız her iyiliği, Allah mutlaka bilir.” (en-NisĂ‚, 127)
Toplumdaki kanadı kırıklarla meşgul olmak yerine, aksine bir de onlara haksızlık yapmak, kufre ve nankorluğe dalmış olan taşlaşmış bir kalbin cirkin tezĂ‚hurlerindendir. CenĂ‚b-ı Hak boylelerini tehdit ederek şoyle buyurur:
“Baksana şu dîni (mahşer ve hesĂ‚bı) yalan sayana! O, yetimi şiddetle itip kakar, yoksulu doyurmaya teşvik etmez!” (el-MĂ‚ûn, 1-2)
PEYGAMBERİMİZİN YETİMLERE ŞEFKATİ Peygamber Efendimiz, yetimlere şefkatle muĂ‚mele eden mu ’minleri en buyuk mukĂ‚fatla mujdelemiştir. Birgun:
“Yetimi koruyup kollayan kişi ile ben cennete şu ikisi gibiyiz.” buyurmuş, aralarını biraz acarak işĂ‚ret ve orta parmağını gostermiştir. (BuhĂ‚rî, Edeb 24, Talak 14)
Yine Rasûl-i Ekrem -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz, ummetini toplumdaki kanadı kırıklarla meşgul olmaya teşvik ederek şoyle buyurmuştur:
“Muslumanların evleri icinde en hayırlı ev; icerisinde yetime iyi muĂ‚mele edilen evdir. Muslumanlar icinde en kotu ev de yetime kotu muĂ‚mele edilen evdir.” (İbn-i MĂ‚ce, Edeb, 6)
“Bir kimse, muslumanların arasında bulunan bir yetimi alarak yedirip icirmek uzere evine gotururse, affedilmeyecek bir suc işlemediği takdirde, Allah TeĂ‚lĂ‚ onu mutlaka cennete koyar.” (Tirmizî, Birr, 14/1917)
“Bir kimse sırf Allah rızĂ‚sı icin bir yetimin başını okşarsa, elinin dokunduğu her sac teline karşılık ona sevap yazılır...” (Ahmed, V, 250)
Kalbinin katılığından şikĂ‚yet eden bir sahĂ‚bîye de Efendimiz -aleyhissalĂ‚tu vesselĂ‚m-:
“Eğer kalbinin yumuşamasını istiyorsan, fakiri doyur, yetimin başını okşa!” tavsiyesinde bulunmuştur. (Ahmed, II, 263, 387)
Abdurrahman bin EbzĂ‚ -radıyallĂ‚hu anh-, Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- ’in:
“Yetime karşı şefkatli bir baba gibi ol!” buyurduğunu nakleder. (Heysemî, VIII, 163)
HayĂ‚ta gozlerini yetim olarak acmış olan Fahr-i KĂ‚inĂ‚t Efendimiz, ummetinin yetimleriyle bizzat alĂ‚kadar olmuşlardır. İnsanlığa en guzel bir ornek şahsiyet olmalarının bir tezĂ‚huru olan şu ifĂ‚deleri, ne yuksek bir fazîlet numûmesidir:
“Ben her mu ’mine kendi nefsinden daha ileriyim, daha yakınım. Bir kimse olurken mal bırakırsa, o mal kendi yakınlarına Ă‚ittir. Fakat borc veya yetimler bırakırsa, o borc bana Ă‚ittir; yetimlere bakmak da benim vazifemdir.” (Muslim, Cuma, 43; İbn-i MĂ‚ce, Mukaddime, 7)
İşte Allah Rasûlu -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz ’in bu ifĂ‚deleri, O ’na ummet olma bahtiyarlığına eren her bir mu ’mine, eşsiz bir şefkat, merhamet, diğergĂ‚mlık ve mes ’ûliyet duygusu tĂ‚lim etmektedir.
DUL VE YETİMLERİ GOZETMEK İLE İLGİLİ ORNEKLER Peygamberimizin Evlat Edindiği Şehit Cocuğu Beşir bin Akrabe -radıyallĂ‚hu anh- şoyle anlatır:
“Uhud gunu Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- ile karşılaştım.
«–Babam ne durumda?» dedim.
«–Şehîd oldu, AllĂ‚h ’ın rahmeti onun uzerine olsun!» buyurdu.
Ağlamaya başladım. Beni aldı, başımı okşadı ve hayvanına bindirdi. Sonra da:
«–Ben baban, Âişe de annen olsa rĂ‚zı olmaz mısın?» buyurdu. (Heysemî, VIII, 161)
Ben de:
«–Anam-babam Sana fedĂ‚ olsun yĂ‚ Rasûlallah, tabiî ki rĂ‚zı olurum!» dedim.
Şu anda saclarım ağardığı hĂ‚lde, RasûlullĂ‚h ’ın mubĂ‚rek elinin değdiği yerler hĂ‚lĂ‚ siyah kalmıştır.”[4]
Teyze Anne Makamındadır KazĂ‚ Umresi donuşu, Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Mekke ’den cıkarken, Hazret-i Hamza ’nın kızı UmĂ‚me -radıyallĂ‚hu anhĂ‚- peşine takıldı ve:
“–Amcacığım, amcacığım!” diye seslendi. Hazret-i Ali onu alıp elinden tuttu ve FĂ‚tıma -radıyallĂ‚hu anhĂ‚- ’ya:
“–Amcanın kızını yanına al!” dedi. Medîne ’ye gelince UmĂ‚me ’ye bakma husûsunda Hazret-i Ali, Zeyd ve CĂ‚fer -radıyallĂ‚hu anhum ecmaîn- ihtilĂ‚fa duştuler. Hazret-i Ali:
“–O benim amcamın kızıdır! Ona ben bakmalıyım.” diyordu.
CĂ‚fer -radıyallĂ‚hu anh-:
“–O hem amcamın kızı, hem de ben onun teyzesi ile evliyim!” diyordu.
Zeyd de:
“–O benim kardeşimin kızıdır!” diyordu. (Rasûl-i Ekrem Efendimiz onu Hamza -radıyallĂ‚hu anh- ile kardeş yapmıştı.)
Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-, UmĂ‚me ’nin, teyzesinin yanında kalmasına hukmetti ve:
“–Teyze, anne makĂ‚mındadır!” buyurdu. Ardından Hazret-i Ali -radıyallĂ‚hu anh- ’a yonelerek:
“–Sen bendensin, ben de sendenim!”
CĂ‚fer -radıyallĂ‚hu anh- ’a donerek:
“–Yaratılışın ve huyun bana ne kadar da benziyor.”
Zeyd -radıyallĂ‚hu anh- ’a donerek de:
“–Sen bizim hem kardeşimiz, hem de mevlĂ‚mız (Ă‚zatlımız)sın!” buyurdu. Boylece her birine ayrı ayrı iltifat ederek gonullerini aldı. (BuhĂ‚rî, MeğĂ‚zî 43, Sulh 6, Umre 3; Muslim, CihĂ‚d 90; Ebû DĂ‚vûd, TalĂ‚k 35)
Hazret-i Ali -radıyallĂ‚hu anh- şoyle buyurmuştur:
“Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Zeyd ’e iltifĂ‚t ettiğinde, Zeyd o kadar sevindi ki, kalkıp tek ayak ustunde Peygamber Efendimiz ’in etrafında donmeye başladı. CĂ‚fer ’e iltifat ettiğinde o da Zeyd ’in arkasından aynı şekilde yurudu. Bana iltifat ettiğinde ben de CĂ‚fer ’in ardı sıra sevincimden tek ayak ustunde sekmeye başladım.” (Ahmed, I, 108; VĂ‚kıdî, II, 739)
Hz. Cafer-i Tayyar ’ın Evlatları Hazret-i CĂ‚fer ’in zevcesi EsmĂ‚ bint-i Umeys der ki:
“CĂ‚fer ve arkadaşları şehîd oldukları zaman, Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- yanımıza geldi. O gun kırk deri tabaklamıştım. Ekmeklik hamurumu yoğurduktan sonra cocuklarımın yuzlerini yıkamış, başlarını tarayıp yağlamıştım. Allah Rasûlu bana:
«–Ey EsmĂ‚! CĂ‚fer ’in cocukları nerede?» buyurdu. Onları bağrına bastı, optu ve kokladı. Bu esnĂ‚da gozlerinden yaşlar akmaya başladı:
«–YĂ‚ Rasûlallah! Anam-babam Sana fedĂ‚ olsun! Nicin ağlıyorsun? Nicin yavrularıma, yetimlere yaptığın gibi muĂ‚mele ediyorsun? Yoksa CĂ‚fer ve arkadaşlarından acı bir haber mi geldi?» dedim. Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-:
«–Evet! Onlar bugun şehîd oldular!» buyurdu.
«–VĂ‚h efendim! VĂ‚h CĂ‚fer ’im!» diyerek feryĂ‚d etmeye başladım.
Varlık Nûru kalkıp kızı FĂ‚tıma ’nın yanına gitti:
«–CĂ‚fer Ă‚ilesi icin yemek yapın! Onlar bugun başlarına gelen acıyla meşguller.» buyurdu.”
CĂ‚fer -radıyallĂ‚hu anh- ’ın Ă‚ilesine uc gun yemek goturuldu. Âlemlerin Fahr-i Ebedîsi, CĂ‚fer ’in evine uc gun uğramadı. Sonra yanlarına varıp:
“–Kardeşime ağlamayınız artık! Bugunden sonra kardeşimin evlĂ‚tlarına bakmak bana Ă‚ittir!” buyurdu.
Hazret-i CĂ‚fer ’in oğlu Abdullah -radıyallĂ‚hu anhumĂ‚- der ki:
“Allah Rasûlu, bizi kuş yavrusu gibi evine getirtti ve:
«–Bana bir berber cağırın!» buyurdu. Berber gelip başımızı tıraş etti. Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- ellerini kaldırdı ve:
«AllĂ‚h ’ım! CĂ‚fer ’in ev halkına hayırla halef ol! AbdullĂ‚h ’ın elini alışverişte bereketli kıl!» diyerek duĂ‚ etti ve bunu uc kere tekrarladı. Annemiz gelince bunu ona anlattım, cok sevindi. Rasûl-i Ekrem Efendimiz kendisine:
«–Sen bu cocukların gecim ve bakımları hakkında hic endişelenme! Dunyada ve Ă‚hirette onların velîsi benim!» buyurdu.” (Ahmed, I, 204-205; Ebû DĂ‚vûd, Tereccul, 13/4192; İbn-i HişĂ‚m, III, 436; VĂ‚kıdî, II, 766; İbn-i Sa ’d, IV, 37)
Abdullah bin CĂ‚fer -radıyallĂ‚hu anh-, Fahr-i KĂ‚inĂ‚t -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- ’in kendileriyle yakından alĂ‚kadar olduğunu gosteren şu guzel hĂ‚tırayı nakletmektedir:
“İyi hatırlıyorum, ben ve Hazret-i AbbĂ‚s ’ın iki oğlu Kusem ile Ubeydullah cocukken birgun sokakta oynuyorduk. Allah Rasûlu bir binekle yanımıza cıkageldi. Beni gostererek:
«–Şunu bana kaldırın!» dedi ve beni on tarafına oturttu. Kusem ’i de gostererek:
«–Şunu da kaldırın!» dedi. Onu da terkisine aldı…
Sonra uc defĂ‚ başımı okşadı ve her okşayışında; «AllĂ‚h ’ım! CĂ‚fer ’in evlĂ‚tlarına Sen sĂ‚hip cık!» diye duĂ‚ buyurdu.” (Ahmed, I, 205; HĂ‚kim, III, 655/6411)
Peygamberimizin Yetiştirdiği Uc Yetim AshĂ‚b-ı kirĂ‚mdan Ebû UmĂ‚me -radıyallĂ‚hu anh-, vefĂ‚tından evvel Kebşe, Habîbe ve FĂ‚ria adlı uc kucuk kızını Allah Rasûlu -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- ’e emĂ‚net etmişti. Fahr-i KĂ‚inĂ‚t Efendimiz bu yetimleri himĂ‚yesine aldı ve butun ihtiyaclarıyla yakından alĂ‚kadar oldu. Onları nebevî terbiyesi altında yetiştirdi. (İbn-i Sa ’d, III, 610)
Peygamberimizin Terbiyesinde Yetişen Yetimler Allah Rasûlu -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-, evlendiği dul hanımların yetim cocuklarını da bağrına basmış, onları kendi yavruları bilerek tĂ‚lim ve terbiyelerine ihtimam gostermiştir. Nitekim Ummu Seleme vĂ‚lidemiz cok cocuğu olduğunu bildirdiğinde Fahr-i KĂ‚inĂ‚t -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz:
“–Onların himĂ‚yesi gorulecektir.” buyurmuştur. (NesĂ‚î, NikĂ‚h, 28)
Boylece Efendimiz ’in terbiyesinde yetişen bu yetim yavrular, sonraları hadis, fıkıh gibi İslĂ‚mî ilimlerde muhim şahsiyetler hĂ‚line gelmişlerdir.
Dul Kadın, Yetim Cocuk ve Namaz Hususunda Allah ’tan Korkun Enes -radıyallĂ‚hu anh- şoyle anlatır:
“VefĂ‚tı esnĂ‚sında Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- ’in yanındaydık. Bize uc defĂ‚:
«–Namaz husûsunda Allah ’tan korkun!» dedi. Sonra da şoyle buyurdu:
«–Emriniz altındaki insanlar hakkında Allah ’tan korkun, iki zayıf hakkında Allah ’tan korkun: Dul kadın, yetim cocuk ve namaz husûsunda Allah ’tan korkun!»
Sonra; «Namaz, namaz.» diye tekrar etmeye başladı. (MubĂ‚rek lisanları soyleyemez olunca bile) rûh-i mubĂ‚rekleri cıkıncaya kadar bunu icten ice tekrar edip durdular.” (Beyhakî, Şuab, VII, 477)
Hz. Aişe ’nin Himayesine Aldığı Yetimler Hazret-i Âişe -radıyallĂ‚hu anhĂ‚- vĂ‚lidemiz de kardeşi Muhammed ’in yetim kızlarını himĂ‚yesine almış ve onları guzelce terbiye etmiştir. (Muvatta, ZekĂ‚t, 10)
Hz. Ebubekir ’in İhtiyacını Gorduğu Kadın Hazret-i Omer -radıyallĂ‚hu anh- şoyle anlatır:
Hazret-i Ebûbekir ’in hilĂ‚feti zamanında Medîne-i Munevvere ’nin kenar mahallesinde Ă‚mĂ‚ ve ihtiyar bir kadın vardı. Hergun ona uğrayarak ihtiyacını gormek isterdim. Fakat her gittiğimde benden once birinin gelerek onun luzumlu işlerini yaptığını ve bu duşkun insanın ihtiyaclarının karşılandığını gorurdum.
Bir gun; “AcabĂ‚ hergun bu sevĂ‚bı işleyen zĂ‚t kimdir?” diye duşundum ve erkenden giderek bir yere saklandım. Bir de ne goreyim: Hergun gelip kadının işlerini goren o sĂ‚lih zĂ‚t, Halîfe Ebûbekir imiş! Karşımda onu goruverince buyuk bir şaşkınlık icinde:
“–HayĂ‚tıma yemin olsun ki o sensin!” dedim.[5]
Hz. Omer ’in Bakımını Ustlendiği Yetim Cocuklar SahĂ‚bîden Eslem -radıyallĂ‚hu anh- anlatıyor:
Omer -radıyallĂ‚hu anh- ile birlikte bir gece Medîne ’de VĂ‚kım Tepeleri ’nden birinde dolaşırken bir evde, etrafında cocukları ağlaşan bir kadın gorduk. Ocakta su dolu bir tencere vardı. Hazret-i Omer -radıyallĂ‚hu anh- cocukların nicin ağladığını kadına sordu. Kadın:
“–Aclıktan!” diye cevap verdi.
Hazret-i Omer -radıyallĂ‚hu anh-, ustelik tencerede cocukları avutmak icin sadece su kaynadığını ve kadıncağızın, uyutana kadar yavrularını boyle oyaladığını oğrenince kendini tutamayarak ağladı. Derhal zekĂ‚t mallarının bulunduğu ambara gitti. Bir cuval un ve muhtelif gıdĂ‚ malzemeleri alarak sırtına yukledi. Cuvalı ben sırtlanmak istedim. Fakat Hazret-i Omer -radıyallĂ‚hu anh-:
“–Ey Eslem! Ben yukleneceğim! Cunku o cocukların hesĂ‚bı Ă‚hirette benden sorulacak!” dedi.
Kadının evine vardığımızda yemekleri pişirme işini de uzerine aldı. O, bir taraftan tencereyi karıştırıyor, bir taraftan da ateşe ufluyordu. Hatta dumanların, sakallarının arasından girip cıktığını goruyordum. Bu şekilde yemeği pişirdi. Sonra yemeği kendi elleriyle cocuklara yedirmeye başladı. Cocuklar doyunca geri cekilerek karşılarına oturdu. Bir aslan kadar heybetliydi. Bir şey soylemeye cekindim. Cocuklar oynaşıp guluşunceye kadar bu şekilde durdu. Sonra kalktı ve:
“–Ey Eslem! Onların karşılarında nicin oturdum, biliyor musun? Onları gorduğumde ağlıyorlardı. Gulduklerini gormeden ayrılmak icime sinmedi, onlar gulumsemeye başlayınca icim rahat etti...” dedi. (Ali el-Muttakî, XII, 648/35978)
Hz. Ali ve Ailesinin Ac Kaldığı Gun İbn-i AbbĂ‚s -radıyallĂ‚hu anhumĂ‚- ’dan şoyle nakledilir:
“Hazret-i Ali -radıyallĂ‚hu anh- bir gece bir miktar arpa karşılığında bir hurmalığı suladı. Sabah olunca, ucreti olan arpayı alarak evine geldi. Getirdiği arpanın ucte birini oğutup «Hazîra» denilen bir yemek yaptılar. Yemek pişince bir yoksul geldi ve yemek istedi. Onlar da pişen yemeği olduğu gibi yoksula verdiler. Sonra ikinci ucte birini oğutup yemek yaptılar. Yemek pişince bu sefer bir yetim gelip bir şeyler istedi. Bu yemeği de o yetime verdiler ve kalan son ucte biri oğutup ondan tekrar yemek yaptılar. Yemek piştiğinde muşriklerden bir esir geldi ve bir şeyler istedi. Son yemeklerini de ona verdiler ve o gunu ac olarak gecirdiler.”
Diğer bir rivĂ‚yete gore, uc gun ust uste iftarlıklarını fakire, yetime ve esire vererek su ile iftar ettiler. İşte bunun uzerine şu Ă‚yet-i kerîmeler nĂ‚zil oldu:
“Onlar kendileri de muhtac oldukları hĂ‚lde yiyeceklerini, sırf AllĂ‚h ’ın rızĂ‚sına nĂ‚il olabilmek icin fakire, yetime ve esire ikrĂ‚m ederler ve; «Biz size bunu sırf Allah rızĂ‚sı icin ikrĂ‚m ediyoruz. Sizden ne bir karşılık ne de bir teşekkur bekliyoruz. Biz, cetin ve belĂ‚lı bir gunde Rabbimizden (O ’nun azĂ‚bına uğramaktan) korkuyoruz.» (derler). Allah da onları o gunun felĂ‚ketinden muhĂ‚faza eder, yuzlerine nur, gonullerine surur bahşeder.” (el-İnsĂ‚n, 8-11) (VĂ‚hidî, s. 470; Zemahşerî, VI, 191-192; RĂ‚zî, XXX, 244)
Âyet-i kerîmede CenĂ‚b-ı Hakk ’ın medhettiği kulların, infakta bulunurlarken; “…Biz size bunu sırf Allah rızĂ‚sı icin ikrĂ‚m ediyoruz…” dedikleri beyĂ‚n edilmektedir. Fakat o comert kullar, bunu acıkca muhtacların yuzune karşı değil, iclerinden ve hĂ‚l lisanlarıyla soylerler. Bu nukteye işĂ‚ret etmek icin, Ă‚yet-i kerîmedeki “derler” tĂ‚biri acıkca soylenmeyip, dolaylı ve gizli olarak ifĂ‚de edilmiştir.
İbn-i Omer ’in Yemek Yedirdiği Yetim SahĂ‚be ve tĂ‚biîn devirlerinde yaşamış olan Hasan-ı Basrî -rahmetullĂ‚hi aleyh- şoyle nakleder:
“Bir yetim vardı. İbn-i Omer -radıyallĂ‚hu anhumĂ‚- devamlı ona sofrasında yemek yedirirdi. Bir gun İbn-i Omer yine yemek yiyecekti. Yetimini aradı fakat bulamadı. Yemeğini yedikten sonra yetim geldi. İbn-i Omer hemen onun icin de yemek istedi, ancak yemek kalmamıştı. O da yetime sevîk (kavrulmuş un) ve bal getirerek:
«–Buyur, bunları ye, vallĂ‚hi sen aldatılmadın (yani ben de bundan daha iyi şeyler yemedim).» dedi.”
Bu hĂ‚diseyi nakleden Hasan-ı Basrî Hazretleri der ki:
“VallĂ‚hi İbn-i Omer de aldanmadı, (cunku boyle davranmakla buyuk bir sevĂ‚ba nĂ‚il oldu).” (BuhĂ‚rî, el-Edebu ’l-Mufred, no: 134; Ebû Nuaym, Hilye, I, 299)
Yetim, Fakir ve Komşularınıza Dikkat Edin Yine Hasan-ı Basrî Hazretleri şoyle demiştir:
“Muslumanların oyle bir devrinde bulundum ki, bir kişi sabahleyin:
«–Ey hĂ‚ne halkım, aman yetiminize, cevrenizdeki fakirlere ve komşunuza dikkat edin, onlara iyi bakın!» derdi. Bugun ise hayırlılarınız aranızdan cabucak alındı ve siz her gun durmadan ahlĂ‚ken zayıflıyorsunuz.
Maalesef yine bugun birini, fĂ‚sık olmuş ve otuz bin kişiyle birlikte cehenneme doğru giderken gorebilirsin. Ona ne oluyor ki? Allah onu kahretsin! O, Allah ’tan gelen nasîbini bir keci fiyatına (cok az bir ucret karşılığında) satmıştır.
Yine istersen birini her yonden ziyĂ‚na uğramış ve şeytanın yolunu arzu eden biri olarak gorebilirsin. Ne vicdĂ‚nı ne de insanlardan biri ona va‘z u nasihat eder!” (BuhĂ‚rî, el-Edebu ’l-Mufred, no: 139)
Sokakta Ağlayan Yetim Cocuk Seriyy-i Sakatî şoyle anlatıyor:
“Bir bayram gunu MĂ‚ruf-i Kerhî ’yi sokaklarda hurma cekirdeği toplarken gordum. Bu cekirdeklerle ne yapacağını sordum. Dedi ki:
«–Şurada kucuk bir cocuğun ağladığını gordum. Yanına yaklaşarak niye ağladığını sorduğumda; yetim olduğunu, arkadaşlarının elbiseleri gibi elbiseleri ve onların oyuncakları gibi oyuncakları olmadığını soyledi. Tekrar ağlamaya başladı. HĂ‚li yureğimi dağladı. Onun icin bu hurma cekirdeklerini topluyorum. Bunları satacağım ve o cocuğun istediği elbise ve oyuncakları alacağım...»
Bu sozler benim de yureğimi dağladı ve Hazret-i Pîr ’den ricĂ‚ ettim:
«–MusĂ‚adeniz olursa, ben o cocukla ilgilenirim, gonlunuz rahat olsun!» dedim. Sonra o cocuğu alıp ihtiyaclarını karşıladım.”
Bu guzel amel-i sĂ‚lih bereketiyle nĂ‚il olduğu hĂ‚li, Seriyy-i Sakatî, şoyle ifĂ‚de eder:
“Gonlumde bu hizmetin bereketiyle oyle bir nûr peydĂ‚ oldu ki, onunla bambaşka hĂ‚llere mazhar oldum ve nice mĂ‚nevî lezzetler tattım...”
Osmanlı ’da Yetimlere Şefkat 1918 Mondros MutĂ‚rekesi ’nden sonra İstanbul ’un işgĂ‚l edildiği o zor gunlerde, yetimlere bakan muesseseler binĂ‚sız kalmıştı. Fakat ecdĂ‚dımızın hassĂ‚siyeti sebebiyle kimsesiz yavrular yine de sokağa terk edilmedi. Boş duran bĂ‚zı saraylar yetim cocuklar icin barınak yapıldı. İstanbul icinde ve dışında, KĂ‚ğıthĂ‚ne ’deki Cağlayan Kasrı ’na kadar bircok saray bu işe tahsis edildi.[6]
Yine o gunlerde Ermeni cetelerinin yaptığı katliam neticesinde yetim kalan dort bin erkek ve iki bin kız cocuk da sĂ‚hipsiz kalmamış, KĂ‚zım Karabekir Paşa onları himĂ‚yesine almıştı. Daha sonra bu cocuklardan Gurbuzler Ordusu ’nu kurmuş ve yetim yavrular kendi istekleri istikĂ‚metinde vatana, millete hizmet etmeye başlamışlardı. Kısa bir eğitimin ardından her biri kendi mesleğini secmişti. Bunlardan matbaacı olanlar Millî MucĂ‚dele yıllarında Sarıkamış ’ta Varlık Gazetesi ’ni cıkararak mucĂ‚deleye destek verdiler.
DUL VE YETİMLERE YARDIM ETMENİN FAZİLETİ HĂ‚sılı, olum haktır ve her an başa gelebilir. Biz olduğumuzde Ă‚ilemize ve yavrularımıza nasıl bakılmasını istiyorsak, cevremizdeki dul ve yetimlere de oyle bakmalı ve onları AllĂ‚h ’ın emĂ‚netleri olarak gormeliyiz. Maddî ve mĂ‚nevî ihtiyaclarıyla, bilhassa dînî eğitimleriyle yakından ilgilenmeli, CenĂ‚b-ı Hakk ’ın, onların duĂ‚larına buyuk bereketler ihsĂ‚n ettiğini hicbir zaman unutmamalıyız. Onları birer Ă‚hiret sermayesi olarak gorup ihtiyaclarıyla ilgilenmek, kulu AllĂ‚h ’a yakınlaştıran en muhim hizmetlerden biridir.
Dipnotlar:
[1] Bkz. el-Bakara, 83, 177, 215, 220; en-NisĂ‚, 2-3, 6, 8, 10, 36, 127; el-En ’Ă‚m, 152; el-EnfĂ‚l, 41; el-İsrĂ‚, 34; el-Kehf, 82; el-Haşr, 7; el-İnsan, 8. [2] Bkz. el-Beled, 11-16. [3] Bkz. el-İnsan, 8. [4] BuhĂ‚rî, et-TĂ‚rîhu ’l-Kebîr, Beyrut 2001, II, 65; Ali el-Muttakî, XIII, 298/36862. [5] Suyûtî, Tarîhu ’l-HulefĂ‚, Mısır 1969, s. 80; Ramazanoğlu Mahmud SĂ‚mî, Hazret-i Ebû Bekir Sıddîk, İstanbul 1985, s. 120. [6] Hidayet Nuhoğlu, “DĂ‚ru ’l-Eytam” md., DİA, İstanbul 1993, VIII, 521.
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Faziletler Medeniyeti 2, Erkam Yayınları
İslam ve İhsan
YETİME BAKMANIN FAZİLETİ NEDİR?