Hak katında makbul ve mûteber ibadet nasıl olur; bu tur ibadetin ozelliği nedir?Başta peygamberler olmak uzere, hak yoluna kendini adamış buyuk Allah dostlarının hayatlarının merkezinde duran iki ana esas vardır: Bunların ilki tevhide dÂvet, diğeri ise CenÂb-ı Hakk ’a kulluktur.
Gercek mÂnÂda îf edilen kulluğun, kişinin hem dunyasını hem de Âhiretini îmar eden şerefli bir vazife olduğunu Rabbimizin kullarına hitaplarından anlıyoruz. Dolayısıyla kulluk şuuru, en başta AllÂh ’ın muhatap aldığı, kendisine değer verdiği bir varlık olmak şuuru ile başlar. Bir insan icin en buyuk devlet, en kıymetli zenginlik; Rabbine kul olabilme zenginliğidir.
KULLUĞUN EN GUZEL TEZAHURU Kulluğun en guzel tezahuru ise ibadettir. İbadet, îman eden insanın her hÂliyle Rabbi ile bir murÂkabe icinde olmasıdır. O ’nun emrettiği ve belli şekillerde ortaya konulan ibadetler, bir mÂnÂda ic Âlemde olan ibadet şuurunun dışa vurmasıdır. Namaz, oruc, zekÂt ve benzeri ibadetler, once kulun ic Âleminde şekillenmeli ve Rabbine karşı kopmaz bir bağın oluşmasına vesîle olmalıdır. Buna vesîle olmayan ibadetler, şekilden oteye gecmediği gibi, kişiyi de munkerden (kotuluklerden) alıkoyamaz. HÂlbuki ibadetlerin en muhim vasıflarından biri de kulu iyiliğe sevk edip, kotuluklerden menetmesidir.
Gonul insanı, buyuk velî MevlÂn CelÂleddin-i Rûmî, kulun ibadetini, Âdeta bir fidan dikmeye benzetir. İnsan, fidanı, meyve yemek icin diker. Ona emek eder. Her turlu zararlı durumlardan korur. T ki, cicek acıp meyve verene kadar... İşte ibadet, kul icin dunya hayatında Âhiretini kurtarmak icin atılan tohumlar gibidir.
İlÂhî nefhadan payına bir hisse duşen insan, icinde dÂima bir ilÂhlık iddiası taşır. Bu durumda olan insan, bazen aslına doğru bir yolculuğa cıkar ve icindeki İlÂhî duyguları keşfederek Rabbine kavuşur. Bazen ise, gucunun kaynağını unutarak benliğinin peşinden gider ve nefsinin kolesi hÂline gelir. Nefsi, onu dunyada rezil-rusvay ettiği gibi Âhiretini de harap eder.
MODERN İNSANIN EN BUYUK PROBLEMİ Bugun modern insanın en buyuk problemi, kulluğunu unutması ve her hÂdiseyi, her başarıyı kendinden bilmesidir. Bu kendinden bilme durum,u diğer taraftan kulluk şuurundan uzaklaşma ve kimlik sapmasına yol acmaktadır. Bu dunyada başıboş bırakıldığını sanan bu tur insanlar icin, İlÂhî emir ve yasaklar kabul edilemez bir engel, kulluk teklifi ise bir nevî kolelik mÂnÂsı taşır. Yine MevlÂn Hazretleri, şu mısralarda kulluğun hakikî hurriyet olduğuna dikkatimizi ceker ve şoyle der:
Men bende şudem bende şudem bende şudem
Men bende be-haclet be-ser efkende şudem
Her bende şeved şad ÂzÂdşeved
Men şad ezan ki tura bende şudem
Yani, “Ben kole oldum, kole oldum, kole oldum. Bu kolelik konusundaki eksikliğimden dolayı başım mahcûbiyetten onume duştu. Her kole, hurriyetini kazanmakla mutlu olurken benim mutluluğum, Sana kole olmaktır. ’ ’
İnsanın bu dunyadaki ana varlık gayesi, kulluktur ve bunun dışındaki her yoneliş, bir sapmadır. Her şey, her yerde kullanılabilir. Ama bir şeyi kendi maksadı dışında kullanmak, zulumdur. Mesel bir kitabı yastık olarak da kullanabilirsin, ama o gercekte ilim ve irşat icin yazılmıştır. Bir kılıc, civi olarak da işe yarar, fakat boyle yaparsan savaşta mağlubiyeti baştan kabul ettin demektir. İnsan da bin bir turlu iş icin kullanılabilir, ancak onun varlığından asıl maksat, ilim ve hidayettir.
KUL OLMANIN İKİ YONU Başta da ifade ettiğimiz gibi, kul olmanın bir yonu îman ise, diğer yonu ibadettir. Rabbimizin “Secde et ve yaklaş.” (el-Alak, 19) Âyet-i celîlesi, kula ve kulluğa en guzel vurguyu ortaya koymaktadır. Bu Âyetten de anlaşıldığı uzere, CenÂb-ı Hakk ’a yakınlık; tÂat ve ibadetten gecer. İbadetsiz yakınlık, bir vehimden ibarettir. Yine şu beyit, bu gerceği en guzel şekilde ifade ediyor:
İbadetle bulanlar buldu Hakk ’ı
İbadetsiz kimin var Hak ’ta hakkı…
Kişinin mÂnevî kıvamına gore ibadetinin muhtevası değişir. Dolayısıyla ibadetten ibadete de buyuk farklar vardır. Bunların kimisi makbul ve mûteberdir, kimisi ise sadece kuru emekten ibarettir. İcten gelerek, nedÂmet hisleri ile yerine getirilmeyen bir ibadet; sahibi icin hem bir yorgunluk, hem de Âhirette pişmanlık vesîlesidir. Hazret-i MevlÂn gercek ibadetlerin mÂnÂsı ve insana ne kazandırması gerektiği hakkında şu değerlendirmelerde bulunmaktadır:
“Sofralar kurmak nasıl comertliğin şahidi ise, oruc kişinin helÂlden bile sakındığına, zekÂt ise Allah icin malını dağıtanın başkasının malına goz dikemeyeceğine şÃ‚hiddir! Ama bunlar yalancı şÃ‚hid iseler -yalancı şahit makbul olmadığı gibi- ilÂhî adaletin hÂkimince şÃ‚hitlikleri kabul edilmez. Aldatma maksatlı ibadet, avcının sactığı tane gibi tuzaktan ibadettir. Kedi de oruc tutar gozukur, ama acemî bir avın yolunu gozler. HÂsılı bu ibadetler, senin îman ve îtikadına şÃ‚hiddir, fakat once şÃ‚hitlerin tezkiyesi lÂzım... Boyle olmayanın hÂli, gunduz dikip gece sokenin hÂline benzer.”
Butun bu ifade edilenlerden anlaşılıyor ki, gercek bir îman ve kulluğun en guzel tezÂhuru, ona uygun ameller ortaya koymak sûretiyle olur. Eğer boyle olmamışsa, onca ibadetten elde kalan şey, kocaman bir “hic”ten ibarettir. Yine Hazret-i MevlÂnÂ, boylesinin hÂlini ne kadar veciz ifade ediyor:
Ger ne mûşiduzd der-anbar-ı mÂst
Gendum-i ÂmÂl-i cil sÂlekucÂst
Yani, “Ey kırk yıldır ibadet eden! Eğer fare bizim tahıl ambarımızı delmemişse, kırk yıllık amel buğdayımız nereye gitti?”
Fareden kasıt gosteriş, ihlÂs eksikliği, şuursuzluk ve kalpteki mÂnevî kirlerdir. HÂsılı, ameli boşa cıkaran her şeydir. Yûnus Emre ’ye gore; nasıl elbise kiri namaza mÂnî ise, kalp kiri de namaza manidir. Once kalpten kiri-pası silmek gerekir.
İBADETİN MAKBUL OLANI O hÂlde Hak katında makbul ve mûteber ibadet nasıl olur; bu tur ibadetin ozelliği nedir? İşte Hazret-i MevlÂnÂ, bu soruların cevabını şoyle veriyor:
İbadetin ozlu olup olmadığının işareti, mÂnevî zevktir. Onun tadı-tuzu sevgi, istek ve aşktır. Eğer bunlar yoksa, insan donup duran, fakat ne yaptığından haberi olmayan feleğin durumuna duşer. Donuş bakımından feleğin yaptığı da hacının tavÂfına benzer; ancak bu donuşlerden biri irÂdîdir, bir gayeye yoneliktir; diğeri gayr-ı ihtiyÂrîdir. Bu iki hareket nasıl eşit değilse, gorunuş bakımından aynı olan iki ibadet de oz olarak birbirine denk olamaz. EsÂsen zevk almayanın ibadetlerini surdurmesi de pek zordur; oysa onun mÂnevî hazzına varan kişi icin zor olan ondan ayrılmaktır. Bu iki hÂle ornek olmak uzere aşağıya bir emîr ile namaz duşkunu kolesinin hikÂyesini nakledelim ve konuyu tamamlayalım:
Emîrin biri, sabah namazı vakti hamama gitmek istedi ve Sungur isimli kolesine seslenerek:
“-Tez peştamalı, kili, tası hazırla, seninle hamama gidelim.” dedi. Bunlar yolda giderken sabah ezanı okunmaya başladı. Sungur, namaza pek duşkundu:
“-Efendi, siz şu dukkÂnda biraz eğlenin, ben de namazı bitirip geleyim.” dedi. Emîr:
“-Hadi tez git, tez gel!” deyip ona izin verdi. Az sonra namaz bitti ve cemaat dağılmaya başladı. Gozu, cami kapısındaki emir bekledi, bekledi, fakat Sungur bir turlu cıkmıyordu. Emîr artık dayanamadı ve iceriye seslenip Sungur ’u cağırdı. Kole:
“-Efendi, iceriden izin alır almaz hemen geleceğim, az sabret!” dedi. Efendi şaşırarak sordu:
“-Yahu kimden izin alıyorsun? Cıkmana izin vermeyen de kimmiş, bir bilsem!” Namaz duşkunu kole, şu cevabı verdi:
“-Âh emîrim! Sizi oraya bağlayan, beni de buraya bağladı. O ne sizi iceri alıyor, ne de beni dışarı salıyor.”
Not: Yazının daha geniş şekline sebnemdergisi.com adresinden ulaşabilirsiniz.
Kaynak: Şefika Meric, Şebnem Dergisi, Sayı: 187
İslam ve İhsan