İslĂ‚m ’a gore devlet başkanının ve yoneticilerin ozellikleri nelerdir? Musluman bir idareci nasıl olmalıdır? İdĂ‚rî hizmetlerde mes ’ûliyet şuuruna ornekler.Toplumda nizamsızlık, kargaşa, fitne ve anarşinin olmaması icin duzen ve intizĂ‚mın, cemiyetin en kucuk birimine kadar nufûz etmesi zarûrîdir. Bu da ancak bir lider etrafında toplanmakla mumkundur. Bu sebeple Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-, yolculuk yapmakta olan uc kişilik kucuk ve gecici bir toplulukta bile, mutlaka mes ’ûl birinin, yĂ‚ni bir idĂ‚recinin tĂ‚yin edilmesini tavsiye buyurmuştur. Bir hadîs-i şerîflerinde de:
“Dunyanın ucrĂ‚ koşesinde bile olsa, uc kişinin, iclerinden birini kendilerine emir tĂ‚yin etmeden yaşamaları doğru olmaz.” buyurmuşlardır. (Ahmed, II, 177)
Boylesine muhim ve luzumlu bir vazife olan idĂ‚recilik, aynı zamanda altından kalkılması zor bir ilĂ‚hî emĂ‚net ve cok ağır bir mes ’ûliyettir. Onu ancak idĂ‚reciliğe kĂ‚biliyeti olan dirĂ‚yetli ve liyĂ‚katli kimseler başarabilir. Hakkını veremeyecek ve kul hakkı yiyecek olanlar icin ise idĂ‚recilik, kıyĂ‚met gununde dehşetli bir pişmanlık, rezillik ve perişanlıktır.
Fahr-i KĂ‚inĂ‚t -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz şoyle buyurmuştur:
“Allah TeĂ‚lĂ‚ ’nın, insanlar uzerine idĂ‚reci yaptığı bir kimse, onları samîmiyet ve ihlĂ‚sla sĂ‚hiplenip korumazsa, cennetin kokusunu (bile) alamaz.” (BuhĂ‚rî, AhkĂ‚m, 8)
“CenĂ‚b-ı Hakk ’ın, idĂ‚reci yaptığı bir kimse, yonettiği insanları aldatarak olurse, Allah TeĂ‚lĂ‚ ona cennet yuzu gostermez.” (BuhĂ‚rî, AhkĂ‚m 8; Muslim, ÎmĂ‚n 227-228, İmĂ‚re 21)
“Muslumanların işlerini ustlenip de onlar icin calışıp cabalamayan hicbir idĂ‚reci, onlarla birlikte cennete giremez.” (Muslim, ÎmĂ‚n 229, İmĂ‚re 22)
MĂ‚nevî terbiyeden lĂ‚yıkıyla nasip alamamış insanlar, şan, şohret, baş olma ve one gecme husûsunda son derece ihtiraslı olurlar. İslĂ‚m ise insanları bu mevzuda mecbur kalınmadığı surece mustağnî davranmaya, -lĂ‚yık olunmadığı takdirde- emirlik ve idĂ‚recilikten kacınmaya teşvik eder. Allah Rasûlu -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- şoyle buyurur:
“Siz insanları mĂ‚denler (gibi farklı yapılarda) bulursunuz. Onların cĂ‚hiliye doneminde hayırlı ve değerli olanları, şayet dînî hukumleri iyice hazmederlerse İslĂ‚miyet devrinde de hayırlıdırlar. Siz yine en hayırlı kişileri, idĂ‚recilikten hic hoşlanmayanlar olarak bulursunuz. Siz, en kotu kişileri de iki yuzluler olarak bulursunuz ki onlar; birilerine bir yuzle, diğerlerine bir başka yuzle gider gelirler.” (BuhĂ‚rî, MenĂ‚kıb, 1; Muslim, FedĂ‚ilu ’s-SahĂ‚be, 199)
Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-, UbĂ‚de bin SĂ‚mit -radıyallĂ‚hu anh- ’ı bĂ‚zı vergileri ve zekĂ‚tı toplamak uzere vazifelendirirken şoyle buyurmuştu:
“Allah ’tan kork ve cok dikkatli ol! Allah ’tan kork da kıyĂ‚met gununde AllĂ‚h ’ın huzuruna, boğuren bir deve veya ineği, yahut da meleyen bir koyun veya keciyi (sırtına) yuklenmiş olarak gelme!”
UbĂ‚de -radıyallĂ‚hu anh-:
“–YĂ‚ Rasûlallah! Durum gercekten boyle mi olur?” diye sorunca Fahr-i KĂ‚inĂ‚t Efendimiz -aleyhissalĂ‚tu vesselĂ‚m-:
“–Evet, nefsim kudret elinde olan AllĂ‚h ’a yemin ederim ki, durum aynen boyledir. Bundan, ancak AllĂ‚h ’ın merhamet ettiği kimseler kurtulabilir.” cevĂ‚bını verdi. Bunun uzerine UbĂ‚de bin SĂ‚mit -radıyallĂ‚hu anh-:
“–Sen ’i hak ile gonderen AllĂ‚h ’a yemin ederim ki, iki kişiye bile idĂ‚reci olmayacağım.” dedi. (Ali el-Muttakî, VI, 569/16965)
MUSLUMAN BİR İDARECİ NASIL OLMALI? Hazret-i Omer -radıyallĂ‚hu anh-:
“İdĂ‚reci olmadan evvel dînî ilimleri oğreniniz.” buyurmuştur. SufyĂ‚n bin Uyeyne -rahmetullĂ‚hi aleyh- bu sozu şoyle acıklar:
“Cunku bir kimse dînî ilimlerde ince anlayış sĂ‚hibi olduğunda, riyĂ‚set sevdĂ‚sını bırakır.”[1]
YĂ‚ni idĂ‚recilik husûsunda tĂ‚lip değil, matlub olmak îcĂ‚b eder. Ancak, kendisinden başka ehil kimse bulunmayıp da zarûret îcĂ‚bı idĂ‚reci olan kişi de Allah ’tan korkmalıdır. ZîrĂ‚ idĂ‚recilik hizmetinin mes ’ûliyeti son derece ağır olduğundan, kazanılacak ecir cok yuksek olduğu gibi, gaflet edip bir haksızlık işlendiğinde huzûr-i ilĂ‚hîde verilecek hesap da cok cetindir.
İdĂ‚resi altında muhtelif insanlar bulunan bir kişi, aynen Allah Rasûlu -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- gibi, onemli-onemsiz demeden, butun tebaasının meseleleriyle ilgilenmeli, dertlerine dermĂ‚n olmalıdır. İdĂ‚resindeki insanlar icin guzel ve temiz hislerle dolu olmalı, onların hayrını istemelidir.
İdĂ‚recilik, son derece anlayışlı ve musĂ‚mahakĂ‚r olmayı îcĂ‚b ettirir. İdĂ‚reciler, yonettikleri kişilere iyi davranmadığı takdirde, Allah TeĂ‚lĂ‚ bunun hesĂ‚bını onlara cok ağır bir şekilde soracaktır. Efendimiz -aleyhissalĂ‚tu vesselĂ‚m- şoyle buyurur:
“AllĂ‚h ’ım! Ummetimin idĂ‚resini ustlenip de onlara zorluk cıkaran kimseye Sen de zorluk cıkar. Ummetimin idĂ‚resini ustlenip de onlara yumuşak davrananlara Sen de yumuşak davran!” (Muslim, İmĂ‚re, 19; Ahmed, VI, 93, 258)
İdĂ‚reci, ibĂ‚detlerini de îtinĂ‚ ile îfĂ‚ etmelidir. Kapısını dĂ‚imĂ‚ acık tutarak kendisiyle goruşmeyi kolaylaştırmalıdır. Muslumanların işlerinden birini yuklenen kişi, kapısını kapatır da mazlumlar ve muhtaclar ona ulaşamazsa, kendisinin de cok muhtac olacağı kıyĂ‚met gununde butun rahmet kapıları onun yuzune kapatılır. O idĂ‚reci, AllĂ‚h ’ın butun kullarını ihĂ‚ta eden nihĂ‚yetsiz rahmet ve kereminden mahrum kalır.
Hadîs-i şerîflerde şoyle buyrulmuştur:
“Bir devlet reisi kapısını ihtiyac ve sıkıntı icinde olanların, yoksulların yuzune kapatırsa, Allah TeĂ‚lĂ‚ da goklerin kapısını onun sıkıntılarına, ihtiyaclarına ve arzularına kapatır.” (Tirmizî, AhkĂ‚m, 6/1332)
“Allah TeĂ‚lĂ‚ bir kimseyi muslumanların başına idĂ‚reci yapar, o da halkın işlerinin bitirilmesine, ihtiyac ve sıkıntılarının giderilmesine mĂ‚nî olmaya kalkarsa, Allah TeĂ‚lĂ‚ da onun işlerinin bitirilmesine, ihtiyac ve sıkıntılarının giderilmesine mĂ‚nî olur.” (Ebû DĂ‚vûd, HarĂ‚c, 12-13/2948)
Dunya hayĂ‚tı, sırf fĂ‚nî lezzetleri tatmak ve nefsĂ‚nî arzuları tatmin etmek icin lutfedilmemiştir. BilĂ‚kis Ă‚hiret azığı toplamak, sĂ‚lih ameller ve hayırlı işlerle sadaka-i cĂ‚riyeler elde etmek uzere bahşedilmiş bir muhlettir. Nitekim Hak dostları:
“SaĂ‚det-i ebediyye icin ne kadar zahmet cekersen cek, sonunda zahmet gider saĂ‚det kalır. Şayet fĂ‚nî lezzetler icin gunah işlersen, nihĂ‚yetinde lezzet gider sana ıztırĂ‚bı ve cezĂ‚sı kalır.” demişlerdir.
Başta idĂ‚reciler olmak uzere herkes bunun şuurunda olmalıdır. İdĂ‚reciliği, şahsî ve nefsĂ‚nî menfaatlerine Ă‚let etmekten sakınmalı, bulunduğu makĂ‚mın hakkını vererek insanlara faydalı olmanın ecrine, fazîletine ve gonul huzûruna tĂ‚lip olmalıdır.
Bir idĂ‚reci, makĂ‚mıyla ovunmekten de şiddetle sakınmalıdır. ZîrĂ‚ Hak dostları, “ِاَلْمُفَاخَرَةُ يُبْعِدُ عَنِ الْاٰخِرَة: Ovunmek, insanı Ă‚hireti duşunmekten uzaklaştırır.” buyurmuşlardır.
İnsan, doğmadan evvel ne idi, oldukten sonra ne olacaktır? Bunu lĂ‚yıkıyla tefekkur etmeli, dĂ‚imĂ‚ olumu hatırlayıp gecmiş nesillerin Ă‚kıbetinden ibret almalıdır. Dunyadaki nîmetlerin bĂ‚kî olmadığını ve kendisine belli bir sureliğine imtihan maksadıyla verildiğini unutmamalıdır. Nitekim Allah Rasûlu -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- şoyle buyurur:
“Dunya tatlıdır ve manzarası hoştur. Şuphesiz ki Allah, dunyanın idĂ‚resini size verecek ve nasıl davranacağınıza, ne gibi işler yapacağınıza bakacaktır. O hĂ‚lde dunyadan sakının...” (Muslim, Zikir, 99)
İdĂ‚reci, vaktini en muhim ve en faydalı işlere sarf etmelidir. Ona lĂ‚zım olan şey, yerinde bir sukûnet, takvĂ‚, adĂ‚let ve kanaattir. Mumkun mertebe nefsini ıslĂ‚h etmeye ve emri altındakileri hayra teşvik etmeye calışmalıdır. Cunku halk, idĂ‚recilerine gore şekillenir. Hazret-i Omer -radıyallĂ‚hu anh- şoyle demiştir:
“İdĂ‚recileri istikĂ‚met uzere bulunduğu muddetce insanlar da mustakîm olurlar.”[2]
İdĂ‚rî mes ’ûliyet altında bulunanlar, ten rahatına ve kifĂ‚yet miktĂ‚rından fazla uykuya meyletmeyip gecelerini ibĂ‚det ve tefekkurle ihyĂ‚ etmelidirler. ZîrĂ‚ gece cok uyumak, tembellik verir ve kıyĂ‚met gunu insanı yoksul bırakır. Nitekim Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- şoyle buyurmuştur:
“Hazret-i DĂ‚vud ’un hanımı, oğlu Suleyman -aleyhisselĂ‚m- ’a:
«–Yavrucuğum! Geceleyin fazla uyuma! ZîrĂ‚ geceleyin fazla uyku, kişiyi kıyĂ‚met gunu fakir bırakır!» demiştir.” (İbn-i MĂ‚ce, İkĂ‚metu ’s-SalĂ‚h, 174)
İdĂ‚reciler, mes ’ûl oldukları zayıf ve fakir kimselerin hĂ‚llerinden gĂ‚fil olmamalı, onları arayıp sormayı vazife bilmelidirler. ZîrĂ‚ halkın gonlunu kazanmak, Allah TeĂ‚lĂ‚ ’nın rızĂ‚sını tahsîle vesîledir. Nitekim Fahr-i KĂ‚inĂ‚t Efendimiz, yolculuk esnĂ‚sında ashĂ‚bının ardından yurur, gucluk ceken ve geride kalan zayıflara yardımcı olur, onları terkisine bindirir ve onlara duĂ‚ ederdi. (Ebû DĂ‚vûd, CihĂ‚d, 94/2639)
Hazret-i Omer -radıyallĂ‚hu anh- da Medîne-i Munevvere ’nin sokaklarını dolaşır, şehir dışına cıkarak civĂ‚rı gezer, hattĂ‚ şehirler arası seyahatlerde bulunarak halkın durumunu teftiş eder, ihtiyaclarını sorup gidermeye gayret ederdi.
Yusuf Has HĂ‚cib ’in, on birinci asırda Karahanlı hukumdĂ‚rına takdîm ettiği Kutadgu Bilig adlı eserinde, bu hususla alĂ‚kalı olarak idĂ‚recilere hitĂ‚ben şu tavsiyeler yer alır:
“Memlekette bir kimse bir gece ac kalırsa, Allah TeĂ‚lĂ‚ onu sana soracaktır; gozunu ac!”
“Ey hukumdar, sen bugun bir hekimsin; halk ise sana muhtac olan bir hastadır. BĂ‚zısı darlığa duşmuştur ve bedbahttır; bir kısmı da fakirlik ıztırĂ‚bı icindedir. BĂ‚zısı ac, bĂ‚zısı da cıplaktır; bĂ‚zısı ise endişe icinde kıvranır. Butun bunların devĂ‚sı sendedir; sen onların hekimi ol, ilac ver ve tedĂ‚vi et. Eğer sen bunlara, ilac vererek tedĂ‚vi etmezsen, halk icin bir hayat felĂ‚keti olursun.”
“Beyliğin koku ihtiyatlı olmak ve uyanık durmaktır. Bir dunya daha istersen, onu da bunlarla kazanırsın.”
“Ac gozlu kimseye memlekette mevkî verme! Onun memleket nizamını bozacağından hic şuphe etme!”
“Kendi menfaatini arama, halkın menfaatini duşun; senin menfaatin halkın menfaati icindedir.”
“Bey, halk icin bir saĂ‚dettir, halk mes ’ûd olmalıdır; halkın mes ’ûd olması icin karnının doyması lĂ‚zımdır.”
“Halka huzur ve rahat sağlayacak bir nizam kur ki, sana hayır-duĂ‚ etsinler.”
“Zenginlerin yukunu orta hĂ‚llilere yukleme! Yoksa orta hĂ‚llilerin durumu bozulur ve busbutun sarsılır. Orta hĂ‚lli kimselerin yukunu de fakirlere yukleme! Yoksa fakirler aclıktan kırılır ve mahvolur. Fakirler orta hĂ‚lli olursa, orta hĂ‚lliler zenginleşir; orta hĂ‚lliler zenginleşirse, memleket zengin olur.”
“Vezirlik ve ordu kumandanlığı cok muhimdir; Cunku bunlardan biri kılıc tutar, biri kalem. Memleketi alan, onu kılıc ile almıştır, memleketi tutan da, onu kalem ile tutmuştur. Bir memleketi kılıc ile derhal ele gecirmek mumkundur; fakat kalem olmayınca, insan onu elinde tutamaz.”
“Ordu kumandanı mağrur olursa, şuphesiz duşmandan dayak yer. Mağrur adam ihmalkĂ‚rlık eder. İhmalkĂ‚r adam, ya bozulur yahut vakitsiz olur.”
“Ey devletli hukumdar! Sen saray ve koşkler yaptırma; kara toprak altında senin evin hazırdır. Yuksek, geniş ve suslu sarayların burada kalacak, sen de inleyerek, karanlık toprak eve gireceksin.”
“Ey hukumdar! Kendini aldatarak icinde bulunduğun rahatlığa guvenme! ZîrĂ‚ bu hĂ‚l, seni gaflet uykusuna duşurur. Şunu unutma ki ipek sırmalarla ortulen vucûdun kara toprağa serilecektir. Seni hic sarsmayan kuheylĂ‚n attan inip, acz icinde, eyersiz bir ağaca bineceksin!”
VelhĂ‚sıl idĂ‚reci, butun fazîletleri şahsında cem etmeye calışmalıdır. Cimrilikten şiddetle kacınıp eli acık ve comert olmalıdır. ZîrĂ‚ hasis kimse dunyada fukarĂ‚ hayĂ‚tı yaşar, Ă‚hirette de zenginler gibi hesĂ‚ba cekilir. İdĂ‚reci, hiddetli, şiddetli ve kotu huylu olmayıp halkın dilinden anlayan, yaralı gonulleri tesellî eden ahlĂ‚k-ı hamîde sĂ‚hibi hĂ‚zık bir gonul hekimi olmalıdır.
İDARİ HİZMETLERDE MESULİYET ŞURUUNA ORNEKLER Hz. Omer ’i Uzen Şey Huzeyfe -radıyallĂ‚hu anh- şoyle anlatır:
Bir gun Hazret-i Omer ’in yanına gitmiştim. Evindeki bir kutuğun uzerine oturmuş sıkıntılı bir şekilde kendi kendine soyleniyordu. Yaklaştım ve:
“–Sizi uzen şey nedir ey Mu ’minlerin Emîri?” dedim.
“–İşte şudur!” diyerek eline işaret etti ve idĂ‚reci iken yanlış bir iş yapmaktan korktuğunu ifĂ‚de etti.
“–Bu mu sizi uzen şey, vallĂ‚hi yanlış bir iş yaptığınızda sizi duzeltiriz.” dedim.
“–Kendisinden başka ilĂ‚h olmayan Allah hakkı icin, benden yanlış bir hareket zuhûr ettiğinde hakikaten beni duzeltir misiniz?” diye sordu.
“–Kendisinden başka ilĂ‚h olmayan Allah hakkı icin, sizden yanlış bir hareket gorduğumuzde mutlaka duzeltiriz.” cevĂ‚bını verdim.
Buna cok sevindi ve:
“–AllĂ‚h ’a hamd olsun ki sizin icinizde, Muhammed -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- ’in ashĂ‚bından, yanlışımı gorduğunde beni duzeltecek kimseler vĂ‚r etti.” dedi. (İbn-i Ebî Şeybe, Musannef, VIII, 154)
Mu ’minlerin Emîri Hazret-i Omer -radıyallĂ‚hu anh- şoyle derdi:
“En cok sevdiğim kişi, bana ayıp ve kusurlarımı haber verendir.” (Suyûtî, TĂ‚rîhu ’l-HulefĂ‚, s. 130)
Hz. Omer ’in Devlet İdaresi Hazret-i Omer -radıyallĂ‚hu anh-, insanlara bir şeyi emrettiği veya yasakladığı zaman, evvelĂ‚ kendi Ă‚ilesinden başlardı. Âile fertlerini bir araya toplayarak onlara şoyle derdi:
“–Şunu şunu yasakladım. İnsanlar sizi yırtıcı kuşun eti gozetlediği gibi gozlerler. Siz bu yasağı ciğnerseniz onlar da ciğnerler, siz korkup geri durduğunuzda onlar da boyle yaparlar. AllĂ‚h ’a yemin ederim ki, herhangi biriniz bu yasaklara uymazsa, bana yakın olduğu icin ona daha fazla cezĂ‚ veririm. Şimdi isteyen ileri gitsin, isteyen geri dursun!” (İbnu ’l-Cevzî, MenĂ‚kıb, s. 266)
***
Hazret-i Omer -radıyallĂ‚hu anh-, tebaasının durumunu gece-gunduz durmadan teftiş eder, sıkıntılarıyla meşgul olurdu. Bir gece yine muslumanların ahvĂ‚lini teftiş icin cıkmıştı. Medîne-i Munevvere ’nin dışında kıldan bir cadır gordu. Bu cadır bir gun evvel yoktu, o hĂ‚lde yeni kurulmuştu. Yaklaştığında, icerden ıztırap icindeki bir kadının sesini duydu. Daha da yaklaştı ve cadırın onunde, kolları ile dizlerini tutarak yere oturan bir adam gordu. SelĂ‚m verip:
“–Kimsiniz?” diye sordu. Adam:
“–Colden bir adam. Mu ’minlerin Emîri ile goruşmek icin geldim. Biraz yardım ve ihsanlarını talep edeceğim.” cevĂ‚bını verdi. Aralarında şu konuşma gecti:
“–İcerden gelen bu ses nedir?”
“–Allah sana rahmet eylesin, var git işine!”
“–Hayır, benim icin cok muhim, nedir bu ses?”
“–Doğum yapmakta olan bir hanımın sesi.”
“–Yanında ona yardım eden kimse var mı?”
“–Hayır.”
Bu cevap uzerine Hazret-i Omer -radıyallĂ‚hu anh- hemen fırladı ve evine gitti. Hazret-i Ali ’nin kızı olan zevcesi Ummu Gulsum ’e:
“–Allah TeĂ‚lĂ‚, buyuk bir ecri ayağına kadar gonderdi. Onu kazanmak ister misin?” dedi. Ummu Gulsum -radıyallĂ‚hu anhĂ‚-:
“–Nedir o?” diye sorunca:
“–Gariban bir kadın yalnız başına doğum yapıyor.” dedi. Hanımı:
“–Olur.” dedi. Hazret-i Omer -radıyallĂ‚hu anh-:
“–Oyleyse kadın icin lĂ‚zım olacak bez, yağ gibi malzemeleri al, bana da yemeklik yağ ve un ver!” dedi.
Hazırlanan malzemeyi sırtlanan Hazret-i Omer -radıyallĂ‚hu anh- hanımına:
“–Haydi gidelim!” dedi. Cadırın yanına geldiklerinde ona:
“–Kadının yanına gir.” dedi. Kendisi de dışarıdaki adamın yanına oturdu. Bir ateş yakarak tencereyi uzerine koydu. Ateşe uflemeye başladı. Duman sakallarının arasından cıkıyordu. Hazret-i Omer -radıyallĂ‚hu anh- tam yemeği pişirmişti ki cocuk da doğdu. Ortalığı ağlayan bir bebek sesi doldurdu. Ummu Gulsum -radıyallĂ‚hu anhĂ‚-:
“–Ey Mu ’minlerin Emîri, arkadaşına bir oğlu olduğunu mujdele!” dedi.
Bedevî, “Mu ’minlerin Emîri” sozunu duyunca dehşete kapıldı ve Halîfe Omer ’in heybetinden geri geri gitmeye başladı. Hazret-i Omer -radıyallĂ‚hu anh-:
“–Olduğun yerde kal!” dedi ve tencereyi alarak kapının onune koydu. Hanımı Ummu Gulsum ’e:
“–Kadını doyur!” dedi. Ummu Gulsum -radıyallĂ‚hu anhĂ‚- hastayı doyurunca tencereyi tekrar cıkarıp kapının onune koydu. Hazret-i Omer kalktı, tencereyi alıp adamın onune koydu ve:
“–Buyur ye, cunku sen gece boyu ac ve uykusuz kaldın.” dedi. Sonra da hanımına:
“–Haydi cık da gidelim.” diye seslendi.
Oradan ayrılmadan adama donup:
“–Yarın gel, ihtiyacını karşılayalım.” tembihinde bulundu.
Adam ertesi gun geldi, Hazret-i Omer de ona ikram ve ihsanlarda bulundu. (İbnu ’l-Cevzî, MenĂ‚kıb, s. 95-96)
Hazret-i Omer -radıyallĂ‚hu anh- ’ın bu fazîletli davranışından ibret alarak, bir idĂ‚recinin mes ’ûliyetinin nerelere kadar uzandığını, iyice duşunmek gerekir.
***
Bir gun, Ahnef bin Kays -radıyallĂ‚hu anh-, Irak heyetiyle birlikte Hazret-i Omer ’in yanına gelmişti. Cok sıcak bir gundu. Hazret-i Omer bir onluk giymiş, zekat develerinden birini yağlıyor ve bakımını yapıyordu. Onları gorunce:
“–Ahnef, ust elbiseni cıkar da bana yardım et. Cunku bu zekĂ‚t devesidir. Bunda yetimlerin, dulların ve yoksulların hakkı vardır.” dedi. İclerinden biri:
“–Allah sana mağfiretiyle muĂ‚mele buyursun ey Mu ’minlerin Emîri! Kolelerden birine emretsen de bu işi yapsa olmaz mı?!” dedi.
Hazret-i Omer -radıyallĂ‚hu anh- şu guzel cevĂ‚bı verdi:
“–Ey filĂ‚n, kim Omer ’den ve Ahnef ’ten daha iyi kole olabilir ki? MĂ‚dem ki o muslumanların işlerini uzerine almıştır, oyleyse muslumanların kolesidir. Nasıl ki kolenin efendisine karşı samîmî olması ve emĂ‚neti hakkıyla îfĂ‚ etmesi gerekiyorsa, onun da muslumanlara karşı boyle davranması îcĂ‚b eder.” (Ali el-Muttakî, V, 761/14307)
Hazret-i Omer ’in, kacan bir zekĂ‚t devesinin peşinden koşarak onu yakalamak icin bizzat uğraştığı da rivĂ‚yet edilir.
***
Kureyş Kabîlesi ’nden bir zĂ‚t, Omer bin HattĂ‚b -radıyallĂ‚hu anh- ile karşılaştığında ona:
“–Bize yumuşak davran, zîrĂ‚ kalplerimiz gercekten senin vakar ve heybetinle dolup taştı!” dedi. Hazret-i Omer:
“–Bu davranışımda herhangi bir zulum var mı?” diye sordu. Kureyşli zĂ‚t:
“–Hayır.” cevĂ‚bını verdi. Bunun uzerine Hazret-i Omer -radıyallĂ‚hu anh-:
“–Allah sizin kalplerinizde benim vakar ve heybetimi artırsın!” dedi. (İbnu ’l-Cevzî, MenĂ‚kıb, s. 153)
Hazret-i Omer -radıyallĂ‚hu anh-, idĂ‚recilerin insanlara karşı takınması gereken tavır husûsunda şoyle demiştir:
“İnsanları idĂ‚re işi ancak;
– Gevşekliğe goturmeyen bir yumuşaklık,
– Zulum ve zorbalığa varmayan bir sertlikle yurutulebilir.”
***
SĂ‚ib bin Yezîd, Hazret-i Omer ’in idĂ‚recilik sebebiyle hissettiği ağır mes ’ûliyet duygusunu şoyle anlatır:
Kıtlık senesinde Hazret-i Omer ’in uzerinde bir elbise gordum, tam on altı yerinde yaması vardı… Şoyle duĂ‚ ediyordu:
“AllĂ‚h ’ım! Ummet-i Muhammed ’i benim yuzumden helĂ‚k etme!” (İbn-i Sa ’d, III, 320)
Yine Hazret-i Omer -radıyallĂ‚hu anh-, son haccını yaptıktan sonra Ebtah ’ta kucuk taşlardan bir yığın yapmış, elbisesinin bir tarafını onun uzerine sererek yaslanmış ve ellerini semĂ‚ya kaldırarak:
“AllĂ‚h ’ım! Yaşım ilerledi, kuvvetim zayıfladı, tebaam coğalarak her tarafa yayıldı. Sana karşı bir kusur işlemeden ve ihmalkĂ‚rlığa duşmeden beni huzûruna al!” diye duĂ‚ etmiştir. (Muvatta, Hudûd, 10; HĂ‚kim, III, 98/4513)
***
Bir ticĂ‚ret kervanı gelerek Medîne-i Munevvere ’nin yakınındaki musallĂ‚da konaklamıştı. Hazret-i Omer -radıyallĂ‚hu anh-, bu yabancı insanların herhangi bir zarara uğramalarından endişe etti. Abdurrahman bin Avf Hazretleri ’ne:
“–MusĂ‚itsen gel de, bu gece şu kĂ‚fileyi hırsızlara karşı bekleyelim?” dedi. Abdurrahman -radıyallĂ‚hu anh- kabul edince kĂ‚filenin etrafında gece boyunca bekcilik yaptılar. Bu esnĂ‚da AllĂ‚h ’ın takdir ettiği kadar nĂ‚file namaz kıldılar.
Bir ara Hazret-i Omer -radıyallĂ‚hu anh- bir cocuk ağlaması işitti. Sesin geldiği tarafa gitti ve cocuğun annesine:
“–Allah ’tan kork da cocuğuna iyi davran!” dedi. Sonra yerine dondu. Biraz sonra cocuğun tekrar ağladığını duydu. Yine annesine giderek aynı şeyleri soyledi. Gecenin sonuna doğru cocuğun tekrar ağladığını işitince annesine bu sefer:
“–Yazıklar olsun sana, nasıl bir annesin! Cocuğuna ne oluyor ki akşamdan beri bir turlu sĂ‚kinleşmiyor?!” diye cıkıştı. Hazret-i Omer ’i tanımayan anne şu karşılığı verdi:
“–Ey AllĂ‚h ’ın kulu! Bu gece beni bunalttın! Ben cocuğumu sutten ayırmaya calışıyorum, o da emmek icin direniyor.” dedi. Omer -radıyallĂ‚hu anh-:
“–Nicin sutten ayırmak istiyorsun?” diye sordu. Kadın:
“–Cunku Halîfe Omer ancak sutten kesilen cocuklara tahsisat bağlıyor.” dedi. Bu cevap karşısında Ă‚deta kanı donan Hazret-i Omer -radıyallĂ‚hu anh-, cocuğun kac aylık olduğunu sorup oğrendikten sonra:
“–Allah iyiliğini versin, onu sutten ayırmak icin acele etme!” dedi.
Sabah namazının vakti gelmişti. Hazret-i Omer mihrĂ‚ba gecmiş bir taraftan namaz kıldırıyor, bir taraftan da ağlıyordu. Ağladığı icin insanlar ne okuduğunu tam olarak anlayamıyorlardı. SelĂ‚m verince:
“–Yazıklar olsun Omer ’e! Kim bilir ne kadar musluman evlĂ‚dına kıydı!” dedi. Sonra bir munĂ‚dîye emretti ve;
“–Cocuklarınızı sutten kesmek icin acele etmeyin! Cunku İslĂ‚m uzere doğan her cocuğa tahsisat bağlanacaktır.” diye ilĂ‚n ettirdi. Daha sonra da bu tĂ‚limĂ‚tı yazdırarak butun İslĂ‚m beldelerine gonderdi. (İbn-i Sa ’d, III, 301; İbnu ’l-Cevzî, MenĂ‚kıb, s. 77)
Hazret-i Omer -radıyallĂ‚hu anh-, merkezden uzak bolgelerdeki insanların dertleriyle de meşgul olurdu. “Fırat ’ın kenarında bir kuzu zĂ‚yi olsa, bu sebeple AllĂ‚h ’ın beni hesĂ‚ba cekmesinden korkarım.” derdi.[3] Uzaktaki insanların, sıkıntı ve dertlerini kendisine ulaştıramadıklarından endişe ederdi. Bu sebeple durumlarını yakından gormek icin sık sık Medîne dışına cıkardı. Yine bir donem bĂ‚zı bolgeleri dolaşmış, başka şehirlere de gitmeyi duşunurken omru vefĂ‚ etmeyerek şehîden Hakk ’ın rahmetine kavuşmuştu.
Omer bin Abdulaziz ve Hanımının Takvası Omer bin Abdulaziz -rahmetullĂ‚hi aleyh- halîfe olduğunda taşıdığı yuksek takvĂ‚ duygusu sebebiyle israfın onunu almaya evvelĂ‚ kendi hĂ‚nesinden başladı. Hanımına:
“–Eğer benimle gecinmek istersen, yanında olan butun zînet ve mucevherleri BeytulmĂ‚l ’e teslim etmelisin. Onlar sende oldukca imtizĂ‚cımız ve bir arada bulunmamız mumkun değildir.” dedi.
Bu soz uzerine hanımı FĂ‚tıma, butun kıymetli eşyalarını BeytulmĂ‚l ’e teslim etti.
Kocasının vefĂ‚tından sonra saltanat, kardeşine gecmişti. Kardeşi, onun BeytulmĂ‚l ’e teslim ettiği kıymetli eşyaları iĂ‚de etmek istedi. Ancak sĂ‚liha bir hanım olan FĂ‚tıma, bunu kabul etmedi ve:
“–Ben kocama sağlığında itaat ettim de vefĂ‚tından sonra mı isyan edeceğim!” diye muhteşem bir cevap verdi.[4]
Omer bin Abdulaziz ’in Mesuliyet Şuuru Omer bin Abdulaziz -rahmetullĂ‚hi aleyh-, mustesnĂ‚ davranış guzellikleri sergileyerek cemiyetine huzur ve sukûneti hĂ‚kim kılmış, tĂ‚rihin şerefle yĂ‚d ettiği ulvî bir makĂ‚ma yukselmiştir. Onun, ummetin mes ’ûliyetini yuklenmek husûsunda taşıdığı buyuk emĂ‚net şuurunu aksettiren sayısız fazîlet manzaralarından birini, hanımı FĂ‚tıma şoyle anlatır:
“Birgun Omer bin Abdulaziz ’in yanına girdim. NamazgĂ‚hında oturmuş, elini alnına dayamış, durmadan ağlıyor, gozyaşları yanaklarını ıslatıyordu. Ona:
“–Nedir bu hĂ‚lin?” diye sordum. Şoyle cevap verdi:
“–YĂ‚ FĂ‚tıma! Bu ummetin en ağır yukunu omuzlarımda taşıyorum. Ummet icindeki aclar, fakirler, hasta olup da ilac bulamayanlar, yalnız başına terk edilmiş dul kadınlar, hakkını arayamayan mazlumlar, kufur ve gurbet diyĂ‚rındaki musluman esirler, ihtiyaclarını karşılayabilmek icin calışma tĂ‚katinden kesilmiş muhtac yaşlılar ve Ă‚ile efrĂ‚dı kalabalık fakir Ă‚ile reisleri beni uzuntuye gark ediyor. Yakın ve uzak diyarlardaki boyle mu ’min kardeşlerimi duşundukce yukumun altında ezilip duruyorum. Yarın hesap gununde Rabbim bunlar icin beni sorguya cekerse, Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- bunlar icin bana itĂ‚b ve serzenişte bulunursa, ben nasıl cevap vereceğim…” (İbn-i Kesîr, el-BidĂ‚ye, IX, 208)
Hanımı FĂ‚tıma devamla der ki:
“Onun ibĂ‚deti sizlerinki kadardı. LĂ‚kin gece yatakta Allah korkusunu ve kıyĂ‚met hesĂ‚bını tefekkurden oyle bir hĂ‚le gelirdi ki, haşyetullĂ‚h ile kalbi carpmaya başlardı. Sanki suya duşmuş, yĂ‚hut avuc icine alınmış bir kuş gibi cırpınırdı. Ben de onun bu hĂ‚line dayanamayıp yorganı ustune orterdim ve kendi kendime:
«Keşke idĂ‚recilik mes ’ûliyeti bize tevdî edilmeseydi, keşke o vazifeyle aramızdaki uzaklık, guneşle dunya arasındaki mesĂ‚fe kadar olsaydı.» derdim.”
Şeyh Edebali Hazretleri ’nin Osman GĂ‚zi ’ye Tavsiyeleri Şeyh Edebali Hazretleri ’nin, Osman GĂ‚zi ’yi ve butun devlet adamlarını istikĂ‚metlendirecek tavsiyelerinden bir kısmı şoyledir:
“Ey Oğul!
Beysin! Bundan sonra ofke bize; uysallık sana... Guceniklik bize; gonul almak sana... Suclamak bize; katlanmak sana... Âcizlik bize, yanılgı bize; hoş gormek sana... Gecimsizlikler, catışmalar, uyumsuzluklar, anlaşmazlıklar bize; adĂ‚let sana... Kotu goz, şom ağız, haksız yorum bize; bağışlamak sana...
Ey Oğul!
Bundan sonra bolmek bize; butunlemek sana… Uşengeclik bize; uyarmak, gayretlendirmek, şekillendirmek sana...
Ey Oğul!
Yukun ağır, işin cetin, gucun kıla bağlı… Allah TeĂ‚lĂ‚ yardımcın olsun. Beyliğini mubĂ‚rek kılsın. Hak yoluna faydalı eylesin. Işığını parıldatsın. Uzaklara iletsin. Sana yukunu taşıyacak guc, ayağını surcturmeyecek akıl ve kalp versin. Sen ve arkadaşlarınız kılıcla, bizim gibi dervişler de duşunce, fikir ve duĂ‚larla bize va ’dedilenin onunu acmalıyız. Tıkanıklığı temizlemeliyiz.
Oğul!
Guclu, kuvvetli, akıllı ve kelĂ‚mlısın… Ama bunları nerede ve nasıl kullanacağını bilmezsen, sabah ruzgĂ‚rlarında savrulur gidersin! Ofken ve nefsin bir olup aklını mağlûb eder! Bunun icin dĂ‚imĂ‚ sabırlı, sebĂ‚tkĂ‚r ve irĂ‚dene sĂ‚hip olasın!..
Sabır cok onemlidir. Bir bey, sabretmesini bilmelidir. Vaktinden once cicek acmaz. Ham armut yenmez; yense bile bağrında kalır. Bilgisiz kılıc da tıpkı ham armut gibidir.
Milletin, kendi irfĂ‚nı icinde yaşasın. Ona sırt cevirme. Her zaman duy varlığını. Toplumu yoneten de, diri tutan da bu irfandır.
Oğul!
İnsanlar vardır, şafak vaktinde doğar, akşam ezĂ‚nında olurler. Dunya, senin gozlerinin gorduğu gibi buyuk değildir. Butun fethedilmemiş gizlilikler, bilinmeyenler, ancak senin fazîlet ve adĂ‚letinle gun ışığına cıkacaktır.
Ananı ve atanı say! Bil ki bereket, buyuklerle beraberdir.
Bu dunyada inancını kaybedersen, yeşilken corak olur, collere donersin.
Acık sozlu ol! Her sozu ustune alma! Gordun, soyleme; bildin, deme! Sevildiğin yere sık gidip gelme; muhabbet ve îtibĂ‚rın zedelenir...
Şu uc kişiye daha cok acı; cĂ‚hiller arasındaki Ă‚lime, zenginken fakir duşene, hatırlı iken îtibĂ‚rını kaybedene...
Unutma ki, yuksekte yer tutanlar, aşağıdakiler kadar emniyette değildir.
Haklı olduğun mucĂ‚deleden korkma! Bilesin ki, atın iyisine doru, yiğidin iyisine deli (korkusuz, pervĂ‚sız, gozupek) derler.
En buyuk zafer, nefsini tanımaktır. Duşman, insanın kendisidir. Dost ise, nefsi tanıyanın kendisidir.
Ulke, idĂ‚re edenin, oğulları ve kardeşleriyle boluştuğu ortak malı değildir. Ulke sĂ‚dece idĂ‚re edene Ă‚ittir. Olunce, yerine kim gecerse, ulkenin idĂ‚resi onun olur. Vaktiyle yanılan atalarımız, sağlıklarında devletlerini oğulları ve kardeşleri arasında boluşturduler. Bunun icindir ki, yaşayamadılar, yaşatamadılar. (Bu nasîhat Osmanlı ’yı 622 sene yaşatmıştır.)
İnsan bir kere oturdu mu, yerinden kolay kolay kalkamaz. Kişi kıpırdamayınca uyuşur. Uyuşunca lĂ‚flamaya başlar, lĂ‚f dedikoduya donuşur. Dedikodu başlayınca da gayri iflĂ‚h olmaz. Dost, duşman olur; duşman, canavar kesilir...
Kişinin gucu, gunun birinde tukenir, ama bilgi yaşar. Bilginin ışığı, kapalı gozlerden bile iceri sızar, aydınlığa kavuşturur.
Hayvan olur, semeri kalır; insan olur eseri kalır. Gidenin değil, bırakmayanın ardından ağlamalı... Bırakanın da bıraktığı yerden devĂ‚m etmeli.
Savaşı sevmem. Kan akıtmaktan hoşlanmam. Yine de bilirim ki, kılıc kalkıp inmelidir. Fakat bu kalkıp-iniş yaşatmak icin olmalıdır. Hele kişinin kişiye kılıc indirmesi bir cinĂ‚yettir. Bey, memleketten ote değildir. Bir savaş, yalnızca bey icin yapılmaz.
Durmaya, dinlenmeye hakkımız yok. Cunku zaman yok, sure az!..
Yalnızlık, korkanadır. Toprağın ekim zamanını bilen ciftci, yalnız başına olsa da başkasına danışmaz. Yeter ki, toprağın tavda olduğunu bilebilsin.
Sevgi, dĂ‚vĂ‚nın esĂ‚sı olmalıdır. Sevmek ise, sessizliktedir. Bağırarak sevilmez. Gorunerek de sevilmez!
Gecmişini bilmeyen, geleceğini de bilemez. Osman! Gecmişini iyi bil ki, geleceğe sağlam basasın! Nereden geldiğini unutma ki, nereye gideceğini unutmayasın!..”
Osman GĂ‚zi ’nin Oğlu Orhan GĂ‚zi ’ye Vasiyeti VefĂ‚tı yaklaştığında Osman GĂ‚zi, eliyle işĂ‚ret ederek Orhan GĂ‚zi ’yi yanına oturttu. Etrafındakilere onu yerine tĂ‚yin ettiğini bildirdi. EvlĂ‚tlarına ve kumandanlarına, ona itaat ve bey ’at etmelerini emretti. Ardından Orhan GĂ‚zi ’ye, Osmanlı Devleti ’nin temel harcı mĂ‚hiyetindeki şu vasiyet ile son îkazlarını yaptı:
“Oğul! Biricik vasiyetim şudur ki, Allah buyruğundan başka bir iş işleme! Bilmediğini ehlinden sorup oğren! İyice oğrenmediğin bir şeyi yapmaya kalkışma! Askerlerine ikram ve ihsĂ‚nını eksik eyleme! Bil ki insan, ihsĂ‚nın kolesidir.
Oğul! Dîn işlerini her şeyden one al! Cunku bir farzın yerine getirilmesini sağlamak, dîn ve devletin guclenmesine sebep olur! Bunun icin ulemĂ‚ya hurmette ve onların hakkına riĂ‚yette kusur etme ki, dîn işleri duzgun yurusun!
Nerede bir ilim ehli duyarsan, ona rağbet et; ikbĂ‚l ve yumuşaklık goster! Ancak dînî gayreti olmayanları, sefih hayat yaşayanları ve tecrube edilmeyen kimseleri, sakın devlet işine yaklaştırma! ZîrĂ‚ Yaratan ’ından korkmayan, yaratılanlara merhamet etmez!
Zulum ve bid ’atlerden son derece uzak dur ki, seni yıkılışa suruklemesin!..
Bil ki bizim mesleğimiz, Allah yolunda gayrettir ve maksadımız da O ’nun dînini yaymaktır.
Bizim dĂ‚vĂ‚mız, kuru bir kavga ve cihangirlik dĂ‚vĂ‚sı değil, «i ’lĂ‚-yı kelimetullah»tır, yĂ‚ni AllĂ‚h ’ın dînini yuceltmektir. Allah yolunda can ve mal ile gayreti terk etmeyerek rûhumu şĂ‚d eyle!..
Oğul! Benim hĂ‚nedĂ‚nımdan her kim doğru yoldan ve adĂ‚letten ayrılırsa, mahşer gunu Peygamberimiz -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- ’in şefaatinden mahrum kalsın!..
Oğul! Allah rızĂ‚sı icin devlet hizmetlerinde omrunu tuketen sĂ‚dık adamlarına dĂ‚imĂ‚ vefĂ‚kĂ‚r ol! Onları gozet! Vefatlarından sonra da onların Ă‚ilelerini koru!
Devlete mĂ‚nen guc veren fazîlet sĂ‚hibi sĂ‚lih Ă‚limlere hurmet, ikram ve ihsanda bulun. Diğer bir ulkede olgun bir Ă‚limin, bir Ă‚rifin, bir velînin bulunduğunu duyarsan, onu nezĂ‚ket ve tĂ‚zimle memleketine dĂ‚vet et! Dîn ve devlet işleri, onların bereket ve himmetleri ile istikĂ‚metlensin!
Sakın orduna ve zenginliğine mağrur olma! Benim şu hĂ‚limden ibret al ki, şu anda gucsuz bir karınca gibiyim. Hic lĂ‚yık olmadan, Allah -celle celĂ‚luhû- ’nun bircok lutuflarına mazhar oldum!..
Sen de benim yolumdan yuru! AllĂ‚h ’ın ve kullarının hakkını gozet! BeytulmĂ‚l ’deki gelirin ile kanaat et! Devletin zarûrî ihtiyaclarının dışında sarfiyatta bulunma! Senden sonra gelecek nesil, seni kendilerine ornek alsın! Zulme meydan verme! DĂ‚imĂ‚ adĂ‚let ve insaf uzere ol! Her turlu işinde AllĂ‚h ’a sığın, O ’ndan yardım iste ve O ’na ilticĂ‚ et!”
Celebi Mehmet ’in Vasiyeti Celebi Mehmet, Osmanlının ikinci bĂ‚nîsi kabul edilir. Cunku o, devleti ic karışıklıklardan ve kardeş mucĂ‚delelerinden sĂ‚hil-i selĂ‚mete cıkarmıştır. Cektiği ağır cileler dolayısıyla genc yaşta olum doşeğine duştuğunde, son nefesinde dahî tebaasını ve devletini duşunerek vezirlerine şu vasiyette bulunmuştur:
“–Derhal buyuk oğlum Murat ’a haber salın, gelsin! ZîrĂ‚ ben şu doşekten artık kurtulamam. Şayet Murat gelmeden olursem, sakın ola, vefĂ‚tımı kimseye duyurmayın; yoksa butun memleket birbirine girer, yeniden sel gibi kardeş kanı akmaya başlar!..”
Boylesine ulvî bir mes ’ûliyet duygusuyla mucehhez olan koca Sultan, vefĂ‚t ettiğinde henuz cok gencti. Vasiyeti uzere cenĂ‚zesi, oğlu gelinceye kadar bekletildi. Boylece cesediyle bile devlet ve milletine hizmet etti.
Sultan 2. Beyazıt ’ın İkazları İkinci Beyazıt Han da, buyuk bir mes ’ûliyet şuuruna sĂ‚hip velî bir pĂ‚dişahtı. Bir dîvan toplantısında, uzerindeki ağır mes ’ûliyetin bir tezĂ‚huru olarak vezirlerini şoyle îkĂ‚z etmişti:
“Paşalar! Elimin altında bulunan ahĂ‚lînin butun hĂ‚llerinin yarın kıyĂ‚met gununde benden sorulacağı muhakkaktır. İşitiyorum ki benim kapımda birtakım gayr-i İslĂ‚mî usûller îcĂ‚d etmişsiniz! Bilir misiniz ki boyle yapmakla bana Ă‚hirette yatacak yer bırakmıyorsunuz! Mahşer gununde ben nasıl hesap vereceğim? ÂgĂ‚h olun ve sakın ola ki rızĂ‚-yı ilĂ‚hîye aykırı bir davranışta bulunmayın!..”
KĂ‚nûnî Sultan Suleyman ’ın Vasiyeti KĂ‚nûnî Sultan Suleyman vefĂ‚t ettiğinde, naaşı kabre indirilirken bir sandık getirilip; “Vasiyeti gereğidir!” denilerek kabre konulmak istendi. ŞeyhulislĂ‚m Ebu ’s-Suûd Efendi, bu duruma mudĂ‚hale etti. CenĂ‚ze ile beraber kıymetli bir şeyin gomulmesinin cĂ‚iz olmadığını bildirdi. Ebu ’s-Suûd Efendi ’ye bunun, SultĂ‚n ’ın vefĂ‚tından bir gun evvelki vasiyeti olduğu bildirilince, merakla sandığı actı. Kendisinin HunkĂ‚r ’a verdiği fetvĂ‚larla karşılaştı. Hayretler icinde donakaldı:
“–Sen kendini kurtardın ulu HĂ‚kan! Biz yarın Ă‚hirette ne yapacağız?” diyerek huzunlendi ve ağlamağa başladı.
ZîrĂ‚ KĂ‚nûnî, hayĂ‚tı boyunca yapacağı her işin fetvĂ‚sını almış, ondan sonra icrĂ‚ etmişti.
İdareci Nasıl Olmalı? İdĂ‚reci, halkının kıymetini bilmeli, haklarını teslim etmelidir. KĂ‚nûnî Sultan Suleyman, bir gun meclisinde yakınlarına şoyle sordu:
“–Âlemin velînîmeti kimdir?”
Oradakilerin hepsi bir ağızdan:
“–Tabiî ki ufukların pĂ‚dişĂ‚hı ve ulkenin sĂ‚hibi SultĂ‚nımız Hazretleri ’dir.” dediler.
Yakınlarından aldığı bu cevap, pĂ‚dişĂ‚hın hoşuna gitmedi, bunu kabul etmeyerek şoyle dedi:
“–Hakîkatte velînîmet halktır ki, onlar ziraat ve ciftcilikle meşgul olmak icin gayret ederlerken Ă‚deta huzur ve istirahatı kendilerine haram ederler. Kazandıkları nîmetlerle de bizi doyururlar.”[5]
Sultan 1. Abdulhamit ’in Vefatına Neden Olan Buyuk Keder Sultan Birinci Abdulhamit Han, Ozi Kalesi elden cıkınca buyuk bir teessur ile; “Asker evlĂ‚tlarım ve mĂ‚sum ahĂ‚lim parcalandı!” diyerek onların ıztırĂ‚bını sînesinde hissetmiş ve bu acıya fazla dayanamayarak kısa bir sure sonra vefĂ‚t etmiştir.
İşte bir cihan sultĂ‚nına, hayĂ‚tına mĂ‚l olacak derecede «Âhh!» cektiren ve kalbini elemlerle eriten îman hassĂ‚siyeti ve mes ’ûliyet şuuru…
“Kadının Odediği Tazminatın Sebebi Adamın biri, bir at satın almıştı. Hayvan iki yaşında ve gayet gurbuz olduğu hĂ‚lde uc gun icinde oldu. Adam, atı satan kimsenin kendisine karşı bir duşmanlığı olduğunu duşunerek, sattığı ata uzun vĂ‚dede zehirleyecek bir şeyler yedirmiş olabileceği şuphesine kapıldı. Peş peşe uc gun mahkemeye gitmesine rağmen kadıyı bulamadığından, vakit gecirmeden durumu tedkik icin atı baytara goturdu. Baytardan aldığı bilgiler de kanaatini doğrular mĂ‚hiyetteydi. Bir zaman sonra tekrar mahkemeye uğradığında kadıyı yerinde buldu ve meseleyi arz etti. Kadı Efendi:
“–Nicin evvelĂ‚ bana gelmedin de baytara gittin? İlk anda gelseydin de sıcağı sıcağına cĂ‚resini bulsaydık!” deyince şikĂ‚yetci:
“–Efendim! Falan gunler, uc gun ust uste makĂ‚mınıza geldim. Fakat yoktunuz!” cevĂ‚bını verdi. O zaman kadı:
“–Haklısın, geldiğin gunlerde burada yoktum. Memleketteydim. ZîrĂ‚ anacığım vefĂ‚t etmişti...” dedi.
Ardından bir lahza sukûta burunup duşundukten sonra kĂ‚tibe donerek şunları soyledi:
“–Mesele anlaşılmıştır. Yaz kĂ‚tip! Vazife mahallinde bulunmadığı icin zararın kadıdan tazmînine...”
İSLAM ’DA İDARECİ NASIL OLMALI? HĂ‚sılı idĂ‚recilik, bıcak sırtında durmak kadar zor ve tehlikeli bir iştir. Cunku mes ’ûl olunan kimselerin tek tek hakları mevzubahistir ki, bu da devamlı kul hakkı ile yuzyuze gelmek demektir. Bu yonuyle hic de talep edilecek bir makam değildir. Ancak bir kişi ehil olduğunda ve başka ehil kimse de bulunmadığında, idĂ‚reciliği buyuk bir emĂ‚net şuuru ile ustlenmeli ve hakkıyla yerine getirmeye calışmalıdır. Boyle bir durumda AllĂ‚h onun yardımcısı olur.
İdĂ‚rî mes ’ûliyeti yuklenenler, herhangi bir haksızlığa veya nefsĂ‚nî davranışa meyletmemek icin, olumu sık sık tefekkur etmeli ve Ă‚hiret hayĂ‚tını dĂ‚imĂ‚ goz onunde bulundurmalıdırlar.
Fudayl bin IyĂ‚z ’ın, HĂ‚run Reşid ’e yaptığı şu tavsiye, hatırdan cıkarılmamalıdır:
“KıyĂ‚met gununde AllĂ‚h ile kullarının arasında sadece sen olacaksın. O gun herkes kendi hesĂ‚bından sorulurken sen, butun ummetten mes ’ûl tutulacaksın!” (Ebû Nuaym, Hilye, VI, 380; Beyhakî, Şuab, VI, 35)
Hazret-i Omer -radıyallĂ‚hu anh-, adĂ‚letin timsĂ‚li olduğu ve cok titiz bir idĂ‚recilik yaptığı hĂ‚lde, vefĂ‚t ederken bu idĂ‚reciliği sebebiyle CenĂ‚b-ı Hak ’tan bir sevap ummadığını soyluyordu. Bu vazifesi muddetince yaptığı hayırların hatĂ‚larıyla denk gelmesini arzu ediyordu. Kendisini Ă‚dil idĂ‚reciliği sebebiyle medhedenlere de:
“–Bu hususta Rabbimin huzûrunda hesĂ‚ba cekilmeyeyim yeter, ayrıca bir sevap beklemiyorum.” diyordu. Onun bu ifĂ‚deleri, hem idĂ‚reciliğin ne ağır bir emĂ‚net olduğunu hem de ornek bir İslĂ‚m şahsiyetinin mes ’ûliyet şuurunu sergilemekteydi…
Dipnotlar:
[1] İbnu ’l-Cevzî, Sıfatu ’s-Safve, Beyrut 1979, II, 236. [2] İbnu ’l-Cevzî, MenĂ‚kıbu Emîri ’l-Mu ’minîn Omer b. el-HattĂ‚b, thk. Ali Muhammed Omer, KĂ‚hire 1997, s. 223. [3] İbn-i Ebî Şeybe, Musannef, HaydarĂ‚bad 1976, VIII, 153. [4] Mehmed Zihnî Efendi, Meşhur Kadınlar, sad. Bedrettin Cetiner, İstanbul 1982, II, 118. [5] Defterdar Sarı Mehmed Paşa, NasĂ‚ihu ’l-VuzerĂ‚ ve ’l-UmerĂ‚, İstanbul 1987, s. 95.
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Faziletler Medeniyeti 2, Erkam Yayınları
İslam ve İhsan