İslÂm anlayışına gore “boş zaman” diye bir mefhum yoktur. CenÂb-ı Hak şoyle buyurur: “Bir işi bitirince, hemen başka bir işe giriş, onunla uğraş! Hep Rabbine yonel, O ’na yaklaş!” (el-İnşirÂh, 7-8)Bir insanın, esas işinde yorulduğu zaman dinlenmek icin meşgul olduğu “hobiler”, luzumlu ve faydalı calışmalar olmalıdır.

Musluman bir gencin Hak katında meşrû sayılmayan bir hobiyle meşgul olması zaten duşunulemez. Mubah gorulen ve insana fayda ve zararı olmayan bir hobiyle meşgul olmak da vakit israfıdır. Dolayısıyla bir muslumanın hobileri dÂim meşrû ve faydalı işler olmalıdır.

Unutmamak gerekir ki insanlar alışkanlıklarını kendileri oluştururlar. Fakat daha sonra alışkanlıklarının esiri olurlar. MÂsum bir merakla başlayan bir meşgalenin daha sonra insanın hayatını baştan aşağıya değiştirmesi pekÂl mumkundur.

BOŞ ZAMANLARIMIZDA NELER YAPIYORUZ?

Mesel dinlenme zamanlarını faydalı kitaplar okuyarak değerlendiren bir gencin hayatıyla, bilgisayar oyunları ve internetin nefsÂnî siteleri başında vakit israf eden gencin hayatı aynı kalitede yaşanmayacaktır. Faydalı işlerle meşgul olan bir kişi, hem dunyasını hem de Âhiretini zenginleştirirken, vakit israfı olan hobilerle zaman olduren kişi de buyuk bir iflÂs ve pişmanlığın eşiğine suruklenecektir.

Bu sebeple spor, muzik, oyun ve eğlence gibi insana cÂzip gelen hobiler ve alışkanlıklar karşısında daha hassas olmak lÂzımdır.

Hazret-i MevlÂnÂ, insanların alışkanlık hÂline getirdiği yanlış davranışlara dÂir şoyle bir misÂl verir:

“Tatlı sozlu fakat sert huylu bir kişi, yol ustune dikenli bir calı dikmişti. Yoldan gecenler onu îkÂz ederek; «Bunları sok at!» dediler. Fakat o din­lemedi.

Dikenli calı her an serpilip buyuyordu. Halkın ayağı diken yarası ile kanlara bulanıyordu. Elbiseleri dikenlerden yırtılıyor, yalın ayak gezen yoksulların ayakları kan revÂn icinde kalıyordu.

VÂli o kişiye; «Bunları sokmelisin!» diye emir verince o; «Peki, bir gun sokerim.» dedi. Bir muddet; «Yarın, obur gun sokerim!» diye vaadde bulundu. Bu muddet icinde de dikenler iyice kokleşti, kuvvetlendi.

Bir gun vÂli ona; «Ey vaadini yerine getirmeyen, sozunde durmayan kişi; beri gel, buyruğumuzu suruncemede bırakma! İşi yerine getir!» dedi.

Zararlı calıyı diken adam; «Efendim, onumuzde hayli gunler var, merak etmeyin, gunun birinde sokerim.» dedi. VÂli; «Sen, yarın bu işi gorurum, diyorsun ama, şunu iyi bil ki gun gectikce o dikenler daha cok yeşerip kuvvetleniyor. Onu sokecek olan da yaşlanıp kuvvetten duşuyor. Cabuk ol, vaktini boşa gecirme...»

İşte, sen de her bir kotu huyunu bir diken bil! O dikenler kac keredir senin ayaklarına battı, seni yaralayıp perişan etti. Sen kendi tabiatından hastalandın. Fakat sende duygu olmadığından, hastalığın sebebini anlamıyorsun.

Cirkin huyunun başkalarını rahatsız ettiğini, yaraladığını bilmiyorsan kendi yarandan da mı haberin yok? Bu durumunla sen, hem kendine, hem başkalarına dertsin, azapsın!

Sen, ya baltayı al, erkekce vurup Hazret-i Ali gibi Hayber Kalesi ’nin kapısını kopar. Yahut şu dikeni gul fidanı hÂline getir. Yani gul fidanı ile aşıla da senin dikenlerin, gul bahcesi hÂline gelsin…”

PEYGAMBERİMİZ NELER YAPARDI?

Rasûlullah -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- Efendimiz, muslumanları ok atma, yuzme, at ve deve yarışı gibi faaliyetlere teşvik etmiştir. Hanımlara da fıtratlarına gore orgu, dikiş nakış, ev işleri gibi faaliyetler tavsiye etmiştir. Gorulduğu gibi bunların her biri bir fayda sağlamaktadır. Bu sÂyede insanlar, boş kaldıkları zamanlarda yanlış işlere duşmekten korunur ve dÂim gelişip yukselirler. İslÂm ’ı her hÂlleriyle en guzel şekilde temsil etmeye hazırlanırlar. Ancak şuna dikkat etmek gerekir ki, bu tur faaliyetlerde bulunurken, gerek kıyÂfet, gerekse mekÂn olarak İslÂmî hassÂsiyetleri muhÂfaza etmelidir. Tesetture uymayan kıyÂfetlerle ve kız erkek karışık ortamlarda spor yapılmamalıdır.

Nebiyy-i Ekrem -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- Efendimiz, Eslem Kabîlesiʼnden ok atma yarışı yapan iki grubun yanına varmıştı. Onlara:“−Ey İsmÂil oğulları, ok atınız! Şubhesiz sizin atanız usta bir okcu idi. Ben de bu yarışmada şu grupla beraberim!” buyurup bir tarafı tuttu. Allah Rasûlu ’nun bu sozunu işiten karşı taraf ellerini ok atmaktan cektiler. Rasûlullah -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem-:

“−Size ne oldu ki atmıyorsunuz?” buyurdu. Onlar da:

“−YÂ RasûlÂllah! Siz karşı grupla beraberken biz o tara­fa nasıl ok atarız?” dediler. Bunun uzerine Rasûlullah -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem-:

“−Haydi atınız! Ben sizin hepinizle beraberim!” buyurdu. (BuhÂrî, EnbiyÂ, 12)

OSMANLI SULTANLARININ HOBİLERİ

Osmanlı sultanları, devlet idÂresi hÂricindeki zamanlarında muhtelif sanat dallarıyla meşgul olmuşlardır. Pek coğu şiir, edebiyat, hat ve mûsikîde mÂhirdi. Mesel Fatih Sultan Mehmed ’in bahcıvanlığa husûsî bir merakı vardı. Ayrıca ok icin parmağa takılan yuzukler, kemer tokaları ve kılıc kınları da îmÂl ederdi.

Yavuz Sultan Selim ’in hobisi kuyumculuktu.

Sultan I. Mahmud, hilÂlci, hakkÂk ve kuyumcu idi. Eserlerini carşıda sattırır, parasını sadaka olarak dağıtırdı. Bir gun veziri:

“−Şevketlum, milletin hazinesi sizin demektir. Nicin boyle uğraşıp zahmet edersiniz?” deyince:

“−Milletin hazinesini millete sarf etmek gerek. SÂniyen (ikinci olarak), insanın calışıp alın teri dokerek kazandığı paranın zevki başkadır.” cevabını verdi.[1]

Sultan II. Abdulhamid ’in at binme, yuzme, atıcılık gibi merakları vardı. Kakma ve susleme işlerinde mÂhir olmasının yanında usta bir marangozdu. Zaman zaman atolyesinde calışarak dinlenirdi. Hakkında anlatılan şu hÂdise ne kadar guzeldir:

1897 senesinde Turk-Yunan Harbi zaferle neticelenmişti. Fakat Abdulhamid HÂn ’ın sevincini bir dert golgelemekteydi. Sultan, savaşta yaralananların hepsini İstanbul ’a getirtmiş, onları Gumuşsuyu HastahÂnesi ’ne, Şişli ’de yeni yaptırdığı Etfal HastahÂnesi ’ne ve Yıldız Sarayı ’nın bitişiğindeki sergi binÂsına yerleştirip tedÂvilerini başlatmıştı. Hastaların durumunu gunu gunune tÂkip ediyordu. Muşfik Sultan bir gun marangozhÂnesine gitti ve Yuzbaşı Mehmed Efendi ’ye:

«–Haydi Mehmed Usta! Yuz elli tane baston ağacı kesiver!» diye seslendi. Yuzbaşı şaşırmıştı. Merakla sordu:

«–Ferman efendimizindir; lÂkin bu kadar baston ağacı ne olacak hunkÂrım?»

Hayırlı bir iş yapmanın mutluluğu, Âdeta yuzunden okunan Sultan cevap verdi:

«–Tahkîk ettim, askerlerimizin bircoğu ayaklarından yara almış. Bunlar iyileşseler bile ileride bastona ihtiyacları olacak. Onları hastahÂneden taburcu edip memleketlerine gonderirken kendilerine birer baston hediye edeceğim.»

[1] Bkz. Zeki Kuşoğlu, Dunku Sanatımız ve Kulturumuz, İstanbul 1994. s. 26.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Hakk'a Adanmış Genclik , Erkam Yayınları
İslam ve İhsan