
MunÂfıklar, icten pazarlıklı, kendilerini “uyanık” ve “akıllı” sayan tiplerdir. Gonulleri kÂfirlerle birlikte atarken, dilleri musluman olduklarını soyler. Akılları, bedenleri, kalpleri birbirinden ayrı calışır. Muslumanların arasında yaşadıkları icin, onlar gibi gorunmek zorundadırlar. Onlar gibi namaz kılmak, onlar gibi zekÂt vermek ve cihada gitmek zorundadırlar. Ancak ayaklarını suruye suruye bunları yaparlar.MunÂfık, Kur ’Ân-ı Kerim ’in oğrettiği ıstılahlardan bir tanesi… O, pek cok Âyette ozellikleri anlatılmış, hadîs-i şeriflerle hastalıklarına ve tehlikelerine işaret edilmiş bir hastalıklı model…
Aslında Kur ’Ân-ı Kerîm, inanc durumuna gore insanları uc grupta toplar. Bunları kalın cizgilerle de birbirinden ayırır.
MUMİNLERİN OZELLİKLERİ
Bunların ilki, mu ’mindir. Mu ’min, AllÂh ’ın varlığına, birliğine, her şeyin yaratıcısı ve sahibi olduğuna inanan kimsedir. O Allah ki, zÂtı ve sıfatlarıyla her an hÂzır ve nÂzır, her an her şeye hukmetmektedir. Boyle bir Rab, insanları kendinden haberdar etmek icin peygamberler ve kitaplar, başka bir deyişle “din” ve “şeriat” gondermiştir. Dinin ozu, ilk insan ve ilk peygamber Hazret-i Âdem ’den beri birdir ve butun insanlara hitap etmektedir. Şeriat, yani zaman, mekÂn ve insanların şartlarına gore gecerli olan hukuk kuralları ise, ozu itibariyle aynı olsa da, ufak tefek farklılıklar arz etmektedir. İşte mu ’min, AllÂh ’ın indirdiği dine teslim olmuş, peygamberlerin oğrettiği esaslara, kalbiyle îman ederek, butun benliğiyle itaat etmiş kimsedir.
O, îmanında samimidir. Maddî bir menfaat beklentisi olmadığı gibi, şuphe, tereddut ve kararsızlıklar da yaşamaz. Îmana o kadar gonlunu vermiştir ki, onun uğrunda malını, sevdiklerini ve canını teslim etmekte bir an tereddut etmez.
O, AllÂh ’ı tanımayı (mÂrifetullah), AllÂh ’ı sevmeyi (muhabbetullah) ve O ’nun dini uğrunda calışmayı (cihad); hayatının gÂyesi ve varlık sebebi olarak gorur. Kendisini bunlardan uzaklaştıran her turlu goruş, duşunce, duygu ve insandan uzaklaşır. O, yeryuzunde AllÂh ’ın şÃ‚hidi ve halifesi olma şerefiyle yaşar. Yeryuzunu ve icindekileri, AllÂh ’ın kendisine sınırlı bir sure verdiği emÂnetler olarak gorur. EmÂnetleri, sahibinin istediği şekilde kullanmanın, hayatın hakkını vermenin derdindedir.
Mu ’minin en buyuk farklarından birisi, olumun bir son olmaması inancıdır. Mu ’min, gercek hayat olarak Âhiret hayatını, yani oldukten sonra devam edecek hayatı gorur. Hesabını, kitabını oraya gore yapar. O attığı her adımın, soylediği her sozun, yaptığı her hareketin onune konulacağını bilir, hayatını kare kare bu şuur ve inanc ile suzer. İnsanları, canlı varlıkları ezmemek, uzmemek icin gayret gosterir. Cansız varlıkların bile kendi uzerinde bir hakkı olduğunu duşunur. O, kÂinÂtta olup biten her şeyden kendisini -gucu nisbetinde- mes ’ûl hisseder.
Mu ’minlerin birbirleri ile olan munÂsebetleri, samimiyet, fedakÂrlık ve îman kardeşliği uzerine kurulmuştur. Onlar birbirlerini Allah icin sever, Allah icin bir araya gelir ve yine O ’nun uğruna birbirinden ayrılırlar. Hayırlı işlerde birbiriyle yardımlaşır ve yarışırlar. Kotuluğu engellemekte de birbirlerine yardımcı olurlar. Mu ’min erkek ve kadınlar, birbirlerinin velîleri, dost ve yardımcılarıdır. Onlar, kardeşlerini duşman eline terk etmez; bir vucudun ÂzÂları gibi birbirlerinin acı ve ızdıraplarını derinden hissederler.
KAFİRLERİN OZELLİKLERİ
İkinci grup insan ise, kÂfirlerdir. Bunların farklı şekilleri, renkleri, milletleri, oncelikleri varsa da, asıl itibariyle hepsi aynıdır. Onlar, tek bir yaratıcının varlığına ve O ’nun kendilerini ve dunyayı şekillendirmesine karşı cıkmaktadırlar. Kimisi, bir yaratıcı bir fikrini temelinden reddeder (ateizm), kimisi de o yaratıcıya birtakım eşler ve ortaklar ekler (şirk)…
KÂfirler, Allah TeÂl ’nın kendisini tanıttığı gibi kabullenmek yerine, kendi zihinlerinde oluşturdukları “zan” ve “sahte tanrılara” inanırlar. “İnanırlar” diyorum, cunku kÂfirler, her ne kadar “inanma” kelimesine karşı cıksalar da onların da benimsediği duşunce ve hayat telÂkkîleri vardır. Onlar da “inancsızlığa” yahud “bÂtıl inanclara” inanırlar. İnanmak, zaten insanın fıtratında var olan, değişmez bir ozelliktir. Basit bir misal verecek olursak, kÂfirler, turlu hurÂfelere, falcılara, medyumlara, uğursuzluğa vb. pek cok bÂtıl duşunceye gonullu olarak inanır. Aslında onların “İnanmıyorum!” dediği hÂlde inandığı şeyler, hem daha cok ve hem de buyuk bir tutarsızlık icindedir.
KÂfirler, hayatı, “istedikleri gibi” yaşamanın derdindedirler. Onların uzerinde hukmeden, isteklerini sınırlayan, hazlarına mani olan bir “otorite” kabul etmek istemezler. HÂlbuki bu da kendi icinde boş bir kuruntudur. Cunku herkesin her istediğini, istediği gibi yaşadığı bir dunya; anarşinin kol gezdiği, guclunun hukmettiği ve haz uğrunda buyuk bir tukenişin yaşandığı “gorunuşte zevk”, aslında “elem dolu” bir dunyadır.
KÂfirleri bekleyen asıl huzun ve elem ise, olum sonrasıdır. Onlar, ne kadar rahat icinde ve konforlu bir hayat yaşarlarsa yaşasınlar; olumun bir “yok oluş” olduğuna inandıkları icin, hayat boş ve anlamsızdır. Olum ise, bir hiclik ve kapkaranlık bir kuyudur. Sevdiği her insanı kaybettikce, ona bir daha sonsuza kadar kavuşamayacak olmanın acısı, kÂfirleri yakar kavurur. Bir kÂfir icin hayat, bu yuzden zor, gereksiz ve anlamsızdır. Ust uste yaşadığı ağır imtihan ve kayıplar; îman nimetinden mahrum bu insanların intihar etmesini kolaylaştırır. Zira fedakÂrlığın, sabır ve tahammulun bir mÂnÂsı yoktur. Hatta daha da otesinde, bir kÂfiri, “iyi insan” olmaya mecbur edecek hicbir şey yoktur. O, tamamen menfaatlerinin esiri, korkularının kolesi durumundadır. İnsanlarla ilişkileri yuzeysel (sathî

Mu ’minler ne kadar net ve tavizsiz bir kişilik ortaya koyarsa, kÂfirlerin de inanc ve davranış modelleri az cok bellidir. Onlar da kendileri acısından iclerindekini yansıttıklarından bir butunluk ve tutarlılık arz ederler. Yanar doner ve icten pazarlıklı değildirler. Kufur, isyanları belli, safları nettir.
MUNAFIKLARIN OZELLİKLERİ
Ucuncu grup inanc sahipleri ise, bu iki “net” inanc grubundan farklıdır. İşte bunlar munÂfıklardır. Onlar, îmanın guclendiği, palazlandığı donemlerde ortaya cıkarlar. Mu ’minlerin kavuştuğu/kavuşacağı nimetlerden menfaat devşirmek; onların muhtemel zararlarına karşı kendilerini korumak niyetindedirler.
Aslında kalpleri, inanmaz. Mu ’minlerin îman etmelerini anlayamazlar. Onlara gore, boyle katıksız bir inanc; saflık, hatta ahmaklıktır. İnsan, menfaatlerine gore tavır almalı; ruzgÂr gulu gibi, ortamın esintisine gore yonunu tayin etmelidir.
DİLLERİ MUSLUMAN GONULLERİ KAFİRLERLE BİRLİKTE
MunÂfıklar, icten pazarlıklı, kendilerini “uyanık” ve “akıllı” sayan tiplerdir. Gonulleri kÂfirlerle birlikte atarken, dilleri musluman olduklarını soyler. Akılları, bedenleri, kalpleri birbirinden ayrı calışır. Muslumanların arasında yaşadıkları icin, onlar gibi gorunmek zorundadırlar. Onlar gibi namaz kılmak, onlar gibi zekÂt vermek ve cihada gitmek zorundadırlar. Ancak ayaklarını suruye suruye bunları yaparlar. Yasak savar gibi, tembel tembel namaza kalkarlar; insanlara gosteriş olması icin guzel davranışlarda bulunmaya calışırlar. Ancak icleri elvermez ve kendilerini rahat bırakmaz. Huzursuz, korkak ve fitneci tiplerdir. AllÂh ’ı mecbur kalmadıkca zikretmezler, cunku bu zikrin gereğine inanmazlar. Cihada gitmemek icin ellerinden geleni yaparlar, zorla gitmeleri gerektiğinde de fitne kazanı kaynatmaya calışırlar.
Onların dostları ve yÂrenleri kÂfirlerdir. MunÂfık erkek ve kadınlar, aynı zamanda birbirlerinin dostu ve yardımcısıdır. Ortak duşmanları, onları birbirine yanaştırmıştır.
MunÂfıklar, Âhirete, hesap gunune inanmazlar. Bu yuzden kerhen verdikleri sadaka ve zekÂtın boşa gittiğini duşunur ve hayıflanırlar. O sadaka ve zekÂtları, başa kakmak, menfaate cevirmeye calışmak sûretiyle heder ederler.
Îman nûruyla gecici bir adım atarlarken, kalplerindeki karanlık onlerini bir anda cevirir; korkak, tedirgin, caresiz ve yardımsız ortada kalıverirler. Bir ileri, bir geri; bir sağa, bir sola donerler. Kendilerine uzanacak yardım elinin hasretini cekerler.
Akıllarınca yaptıkları her şey, “daha fazla kazanmak” ve “daha guvende olmak” icindir. Ama ne ic dunyalarında, ne de yaşadıkları şartlarda tam bir guvene erişemezler. Bir taraftan kÂfirlerin yanına giderek kendilerini tanıtmak, musluman gorunerek yaptıkları şeylerin gercek niyetleriyle uyuşmadığına onları ikna etmek ihtiyacı hissederler; bir taraftan da mu ’minlerin yanında, onlarla aynı inandıklarını ve aynı şekilde yaşadıklarını isbat etmeye calışırlar.
MUNAFIKLAR CİFT KARAKTERLİ KİMSELERDİR
MunÂfık; cift karakterli, korkak, akılsız kimselerdir. Cunku ne dunyada umdukları huzur ve mutluluğa kavuşurlar; ne de Âhirette kavuşacakları bir mukÂfÂt vardır. Onlar, inanmadıkları ve sevmedikleri “muslumanca” bir hayatı surdurmek zorunda kaldıkları gibi, Âhirette de “kÂfirlerden daha aşağı” derekede, sonsuz cehennem azabına carptırılacaklardır.
KÂfir ve munÂfıkların sırdaşı ve akıl hocası, şeytanlardır. Şeytanlar, insanların duygu ve duşuncelerine tesir etmeye, onun aklını celmeye calışırlar. AllÂh ’ın ihsan ettiği “ihlÂs” nîmetine sahip mu ’min kullar dışındaki herkes, şeytanın bu ayak oyunlarına ve turlu hilelerine kanabilir. O yuzden mu ’minler, şeytanların oyuncağı hÂline gelmiş kimselere karşı da uyanık olmalıdır.
KÂfirler ve munÂfıklar, mu ’minlerin “saf” îmanını hafife alır, onların AllÂh ’a ve Rasûlu ’ne olan bağlılıklarıyla dalga gecerler. Ellerinden gelse, mu ’minlerin olmadığı bir dunya hayali icinde yaşarlar. Bu sebeple sozlu ve fiilî olarak ellerinden gelen butun imkÂnlarla mu ’minlere, hayatı yaşanılmaz hÂle getirmeye calışırlar. Bu uğurda sahip oldukları her şeyi kaybetmeyi goze alırlar; uğruna gecelerini-gunduzlerini sarfettikleri mallarını feda etmeyi kabul ettikleri gibi, mu ’minlerle savaşmak icin canlarını bile vermeye hazırdırlar.
Rabbimiz, mu ’minleri, kÂfir ve munÂfıklara karşı uyarmış; onların hile, tuzak ve beraberliklerine dikkat cekmiştir. Mu ’minlerin, bu inancsız kimselere karşı tavrı, kesin, sert ve tavizsizdir. Mu ’minlerin kÂfir ve munÂfıkları dost ve sırdaş edinmesi mumkun değildir. Akrabası bile olsa, beşerî munasebetler dışında onlarla aşırı bir sevgi ve samimiyetleri yoktur.
DUNYADA UC MODEL İNSAN VARDIR
İnsanlığın binlerce yıllık tarihi, bu uc model insan uzerinden surup gitmektedir. Muhim olan kıyamete akan şu gunlerde, insanın sık sık kendisini kontrol etmesi ve ic dunyasında, soz ve davranışlarında sapmalar varsa bunları telÂfî etmenin derdine duşmesidir. Cunku buyuk kıyamet er gec gelecek olsa da, hepimizin sonu olan kucuk kıyametlerimiz (olumumuz) kapımızda beklemektedir. Bugunden yarına bıraktığımız şeyleri, yarın telÂfî etme imkÂnımız olmayabilir. Cunku bizim icin bir gun gelir ve “yarın” kalmaz.
Rabbimizin insanlığa en buyuk lutuflarından birisi, olum vaktine kadar kufurden ve nifaktan îmana geciş kapısının acık tutulmasıdır. İnsan, dunya hayatında ne gunah işlemiş olursa olsun, yaşadığı muddetce îman ve tevbe kapısı yuzune kapatılmamıştır. O yuzden ertelemenin, savsaklamanın, geciştirmenin, bahaneler uretmenin sonu gelmeli ve butun kapılar yuzumuze kapanmadan, yaptıklarımız yuzunden kalbimiz muhurlenmeden Rabbimizin kapısına yonelmeliyiz. Oraya donduğumuz zaman, o kapının hep acık olduğunu, CenÂb-ı Hakk ’ın affetmek uzere biz kullarını sabırsızlıkla beklediğini goreceğiz.
Ne mutlu, bu imtihan dunyasını, yuz akı ile tamamlayıp Rabbinin huzuruna tebessumle gidebilenlere!..
Ne yazık, kendi hayatını ve cevresini mahveden, omrunu bir hic uğruna heder edenlere… Dunyasını kaybettiği gibi, Âhirette de nasipsiz olanlara!..
Kaynak: Fatma Nur Cihan, Şebnem Dergisi, 145. Sayı
İslam ve İhsan