
İmÂnın kemÂli, “takv” ile yaşanan bir kalbî hayata bağlıdır. Takv ise; Allah ’tan uzaklaştırıcı her şeyden kalbi koruma, nefsÂnî arzuları dizginleyip rûhÂnî istîdatları yukselterek Hakk ’a guzel bir kul ve dost olabilme sanatıdır.TakvÂ, her hÂl ve hareketinde AllÂh ’ın gazabından ve azÂbından sakınarak rahmetinin golgesine sığınmaya gayret etmektir. Dînin hukumlerini, heyecan, vecd ve istiğrak icinde îf etmektir.
Âyet-i kerîmede buyrulur:
“…Siz takv sahibi olun, Allah size (bilmediğinizi) oğretir…” (el-Bakara, 282) Yani CenÂb-ı Hak, kulunun takvÂsı olcusunde ona ilim ve irfan bahşeder, kulunun gonul Âleminden mÂrifetullah iklîmine pencereler acar.
İMANDAKİ SADÂKAT
Kulun îmandaki sadÂkati, hayatı boyunca yaşadığı pek cok imtihan ile ortaya cıkar. Bu husûsu CenÂb-ı Hak, şoyle haber vermiştir:
“İnsanlar, imtihandan gecirilmeden, sadece «ÎmÂn ettik» deme­leriyle bırakılacaklarını mı sandılar?
Andolsun ki, Biz onlardan oncekileri de imtihandan gecirmişiz­dir. Elbette Allah, doğruları ortaya cıkaracak, yalancıları da mutlaka ortaya koyacaktır.” (el-Ankebût, 2-3)
Nasıl ki, altın cevherinin saflığı, ceşitli derecelerde harÂrete tÂbî tutulmasıyla ortaya cıkarsa, îman da ceşitli musîbet ve felÂketler karşısında, sabır, tevekkul, rız ve teslîmiyet gosterip kalbî muvÂzeneyi/dengeyi korumakla anlaşılır.
Bu yonuyle mu ’min, mÂdenler icinde altın gibidir. Camura da duşse, kıymet ve sÂfiyetinden bir şey kaybolmaz. Tıpkı Âsiye vÂlidemiz gibi… O sÂliha hanım, zÂlim Firavun ’un zevcesi olduğu hÂlde, kalbindeki ihlÂs, sadÂkat ve takvÂsı, îmanını korudu. Canını fed etti de, îmÂnından tÂviz vermedi.
GERCEK MUMİNLER MANEVİ İSTİKRARI MUHAFAZA EDERLER
Gercek mu ’minler de, lutuf veya kahır sûretindeki her turlu ilÂhî imtihan karşısında kulluk şuurunu ve mÂnevî istikrÂrı muhÂfaza ederler. Kalplerindeki îman cevherinin temizliği nisbetinde, dÂim sÂlih ve sÂdıklarla hemhÂl olurlar.Peygamber Efendimiz -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- bu hakîkate şu teşbihlerle işÃ‚ret buyurmuşlardır:
“Mu ’min, bal arısına benzer. Temiz olanı yer (helÂl yer), temiz olan şeyler ortaya koyar (Hakk ’ın rızÂsına uygun işler yapar), temiz yerlere konar (sÂlih ve sÂdık kişilerle goruşur) ve konduğu yeri ne kırar ne de bozar.” (Ahmed, II, 199; HÂkim, I, 147)
Yine îman, kimi zaman lutuf, kimi zamansa kahır tecellîleri ile imtihana tÂbî tutulur. Kahır tecellîleri karşısında sabredip esbÂba tevessul şartıyla rız gostermek, AllÂh ’ın rızÂsına vesîle olur. Bunun zıddına, isyan etmek ise kulu mÂnen helÂke goturur.
Lutuf tecellîleri ile imtihan da boyledir. NÂil olunan lutufları da Allah ’tan bilip şukretmek, tevÂzu ve mahviyet gostermek îcÂb ederken, bunun zıddına KÂrun gibi nîmetleri kendine izÂfe ederek kibir ve gurura kapılmak, mÂnen helÂk sebebidir. Butun bunlar, kulun îmandaki sadÂkatini yoklayan birer imtihandan ibÂrettir.
İMTİHAN TECELLİLERİ
Hazret-i Peygamber -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- Efendimiz ’in ilÂhî imtihan tecellîleri karşısındaki hÂli, bizler icin en guzel ornektir.
İslÂm ’ın kufre karşı ilk buyuk darbesi olan Bedir zaferinden sonra, mu ’minlerin kalbinde bir enÂniyet duygusu meydana gelmemesi icin CenÂb-ı Hak şoyle buyurdu:
“(Ey Rasûlum! O gun) onları siz oldurmediniz, fakat Allah oldurdu. Attığın zaman da Sen atmadın, fakat Allah attı. Ve bunu, mu ’minleri guzel bir imtihanla denemek icin (yaptı). Şuphesiz Allah, işitendir, bilendir.” (el-EnfÂl, 17)
Yine Efendimiz -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- fethettiği Mekke şehrine girerken, muzaffer bir kumandan olduğu hÂlde, devesinin uzerinde secde vaziyetinde, tevÂzu ve mahviyet icerisinde idi. O buyuk zafer Ânında mubÂrek dilinden; “Esas hayat, Âhiret hayatıdır.” cumlesi işitiliyordu. Bu muvaffakıyetin AllÂh ’ın bir lutfu olduğunu telkîn ederek nefsÂnî bir iftihar meyline set cekiyordu.
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Bir Nasihat, Binbir İbret, Erkam Yayınları
İslam ve İhsan